Parselinizdeki ağacın üzerinde komşunuzun da hakkı olduğunu savunuyoruz

Kentsel dönüşüm olgusunda ilk önce toplumsal bir yitim söz konusu çünkü mevcut serbest piyasa düzeni dönüştürülen metanın değerini artırıyor. Dolayısı ile değerinin artacağı bilinen binalar da dönüştürülmeye başlanıyor. Kira veya satış bedelleri yükseliyor. Böyle olunca da kentsel doku içinde belirli bir yapıya sahip mahalleler hızla dönüşüyor. Eski sahipleri ve kiracılar bölgeden uzaklaşıyor. Biz buna soylulaştırma diyoruz. Kelime anlamının tersine olumsuz bir anlam yüklüyoruz bu duruma. Kısaca mevcut konut stoğunun değişmesi durumu, sosyal dokunun da dönüşüme uğraması anlamını taşıyor. Kullanıcıların kültürel tercihleri doğrultusunda değil zorunlu ekonomik süreçler nedeniyle olması söz konusu. Bu durum mahalleler içindeki yerleşik ilişkileri, bağları yapı bozumuna uğratıyor. Bu artık yepyeni  bir ilişkinin kurulması anlamına geliyor.  Bu ilişkiler uzun bir zaman sürecinde oluşuyor. Kuşaktan kuşağa, anılarla, belleklerle, toplumsal, kolektif belleğin oluşturulmasıyla gerçekleşiyor. Eğer kısa süreli, sert, radikal dönüşüm gerçekleştiği zaman ki -kentsel dönüşüm projeleri bu etkiye neden oluyor- bu birikimsel, kültürel yapı bir anda sıfırlanıyor. Yeni kimliğin oluşumu için ise uzun yıllar gerekiyor. Bu süre içinde mahalle sahipsizleşiyor, geçicileşiyor. İnsanların aidiyet hissetmediği dolayısıyla benimsemediği, sahiplenmediği çevreler oluşuyor. Bu durumu mahallenin sınıfsal yapısından bağımsız olarak gerçekleştiğini söyleyebilirim. Bölgenin değişim değerinin güçlenmesi ise öncelikle doğal yapının, yeşil alanların yitimi ile destekleniyor. Yani dönüşüm, kamusal altyapının yitimi pahasına oluyor. Kentsel dönüşüme uğrayan bir parsel içinde kesilen tek bir ağaç yalnızca o parsel için değil çevresindeki toplam peyzaj dokusunun da yitimine neden oluyor. Yani ağaçların zaman içerisine yayılan bu kayıpları tüm mahallenin hatta kentin alt parçasının değersizleşmesi anlamına geliyor. Sonuç olarak özel mülkiyetteki değer artışı kamusal alandaki değer yitimine neden oluyor diyebiliriz. Bu her zaman böyle mi olmalı? Hayır böyle olmak durumunda değil. Yurtdışındaki planlama kurumları ise konuyu geniş kamusal yarar ve kentli hakkı perspektifiyle ele aldığı için parselinizdeki ağacınız üzerinde komşunuzun da hakkı olduğunu savunuyor. Neden hakkı? Başka ağaçlarla birlikte yarattığı ekolojik etki sebebiyle. Tek bir ağacın yitimi bile tüm kentin olumsuz etkilendiği düşüncesi hakim. Planlama kurumunun yalnızca kentsel rantı paylaştırma olarak algılanmadığı aynı zamanda kamusal değer yaratabilen bir kurum olarak algılandığı ülkelerde ise kent planlaması çalışmalarında özel mülkiyetteki değer artışı ile kamusal alandaki yaşama dair altyapının yalnızca korunması değil güçlendirilmesi ve geliştirilmesi anlamında da bir denge mekanizması ortaya çıkıyor. Bizde planlama yalnızca imar planı demek yani yapılaşma demek. Yapılaşmaya endekslenildiği için kamusal altyapının değer artışının değil değer kaybının kontrol edildiği bir yapı haline geliyor. Dolayısıyla sorun sistematik yani kurumsal hale geliyor. Yeterli kurumsal altyapımızın olmaması nedeniyle kamusal üretim aracı olan planlama, bu sorunun aracı haline geliyor, bu olumsuz sürece alet oluyor.

Parselinizdeki ağacınız üzerinde komşunuzun da hakkı olduğunu bilmelisiniz.

İlgili kurumların bilgi birikiminin ötesinde görgü düzeyinin de yeterli düzeyde oluşması gerekiyor. 

Yerel yöneticilerimizde “başka bir kentsel yaşam, başka bir kentsel doku olanaklı” fikrinin ortaya çıkması gerekli mutlaka. 

Başka bir kamusal yaşam mümkün! 

Sorumluluk sadece yerel yönetilerde değil tabii ki, akademi de bu sürecin önünü açmıyor. 

Türkiye’de sıkça söylenen üniversite- sanayi işbirliği kavramının sadece sanayicilerle kalmaması, pratik anlamda yer alan her türlü üretici aktör ile bu ilişkinin geliştirilmesi gerekli. Böyle bir tahayyül oluşmadığı için müteahhitin kafasındaki klasik konut üretim modelinin dışına çıkılamıyor. Yeni modeller yaratılamıyor. 

İlla devrim yapmanıza gerek yok bunun için. Yeterli kurumsallaşma, bilgi, görgü, yasal statü vb olanaklar zorlandığı zaman alternatif modellerin arayışına neden girilmesin diye düşünüyorum.  

Mevcut üreticilerin ki bunlara mülk sahipleri de dahil, bu arayışı neden göze alamıyorlar? Yani neden daha az katlı, yatay ve boşluklu bir kentsel yapı düzeni yaratılamasın? Çünkü bir risk faktörü var.

Mevcut piyasa mekanizmaları içinde bir maliyet analiziyle bunun yeterince olanaklı görmediği zaman özel sektör aktörleri de buna yanaşmıyor. 

Bu noktada iki şey önemli; Birincisi, büyük inşaat şirketleri. Bunların bazı örnek pilot projeler ile desteklenmesi gerekiyor kamu tarafından. Öyle ki gerçekleştirdikleri alternatif projeler bir prestij ögesi haline gelsin. İkincisi, küçük müteahhitlerin proje destekleri ile önünün açılması gerekiyor ve tabii ki mülk sahiplerinin de bahsettiğimiz değerleri korumaya yönelik taleplerinin ortaya çıkması gerekiyor. Mülk sahiplerinin doğrudan talep etmesi çok önemli. Hem belediyelerden hem firmalardan. Alternatif tasarım modellerinin kamusal alanda tartışılması gerekiyor. Bu bilince varılması için de kolektif örgütlü bilinçlenme ve talep unsurunun öne çıkması gerek. Yerel aktörlerin bu konuda aktif çalışmasının önemi ortaya çıkmaktadır.