Kent Parkları: Kimlerle paylaşıyoruz?
Son yüzyıllarda, tüm dünyada nüfusun yoğunlaştığı yerler olan kentler, insanlarla birlikte gelen kültürel birikimin ve bilgi birikiminin de merkezi olarak değerlendirilebilir. Yeterli yaşam alanı sunmak için artan yapılaşma, yapılaşmanın artması ve kente dahil sayılabilecek alanın sınırılılığıyla; yaşam alanlarının sürekli bölünerek küçülmesi de kaçınılmaz olmuştur denebilir. Birim alandaki yoğunluğu artarken kendi küçülen bu yaşam alanlarında kültürel ve sosyal etkileşimleri gerçekleştirmek, bina yoğunluğundan kısmen de olsa uzaklaşmak, gün ışığından direkt olarak faydalanmak gibi amaçlar ve çok daha fazlası için uygun ortamı oluşturabilen yegane mekanlar ise elbette kent parkları!
Çeşitli insan aktivitelerine alan sağlaması ve iyi olma haline katkısının yanı sıra kent parklarının şehir içi biyoçeşitliliğe ev sahipliği yapma gibi bir işlevi de bulunuyor. “Ekosistem hizmetleri” olarak adlandırılan ve esasında “doğal habitatların insanlara sunduğu hizmetler” olarak algılayabileceğimiz araştırma alanının önerdiği mikroiklimi düzenleme, gölgelik oluşturma, büyüklüğüne göre yağış çekme ihtimalinin olması gibi işlevleri de bulunuyor elbette bu parkların. Ancak, bir süreliğine kendimizi bir kenara bırakalım ve kent parklarının bizler dışında kimlere fayda sağladığı ve kimlere ev sahipliği yaptığına bakalım:
Bir kent parkı tahayyül edildiğinde aklımıza gelen ilk görüntü, tür ya da bileşen ağaçlar oluyor. Parkların, ya var olan ağaçları koruyarak ya da ağaçsız bir alana ağaç dikilerek kurulduğunu düşünürsek bu oldukça normaldir ancak ağaç varlığı bize parkların “doğal” olduğunu düşündürmemelidir; çünkü “doğal” bir alanın aksine ağaç ve otsu bitki dikimleri, budama, seyreltme ve insan ziyareti gibi oldukça fazla müdahale görmektedirler. Dolayısıyla yarı-doğal diyebileceğimiz parkların en çok alan kaplayan türleri olan ağaçlar, hem yaşam alanı ve besin oluşturması açısından hem de civardaki sıcaklığı dengeleyip, nemi artırarak iklimi düzenlediğinden diğer türler açısından oldukça önemlidir. Aynı zamanda birçok kuş ve böcek türü için de yuva alanı sağlamaktadırlar. Kış aylarında göç etmeyen kuşlar için önemli bir yuva, yaz başı ve sonunda ise göçmen kuşlar için dinlenme merkezi olarak işlev görürler. Örneğin; Botanik Parkı’nda kış aylarında Kızılgerdan ya da küçük bir Uzun kuyruklu baştankara sürüsü, Portakal Çiçeği Parkı semalarında yaz sonu Arı kuşları veya yarı çıplak ağaçlarda Benekli sinekkapanlar görmek son derece olasıdır.
Ormanların aksine kent parklarında ölü ağaç görmek ise pek olası değildir fakat unutmamak gerekir ki ölü ağaçlar gövdeleriyle birçok tür için habitat oluşturmaktadır. Bu noktada insan merkezli bakış açımızla, ölü ağaçlar üzerinde gördüğümüz böcekleri ve mantarları istenmeyen unsur olarak algılıyor, ölmüş bir ağaç parkın estetiğini bozuyor diye düşünüyor ve kent parklarından ölü ağaçların kaldırılması için belki de kamuoyu baskısı oluşturuyoruz. Kurumaya yüz tutmuş bir ağacın gövdesinin yüksek kısımlarında bir Küçük ağaçkakan yuvası görme, gövde boyunca dağılmış farklı mantar türlerini keşfetme ihtimalimizi düşündüğümüzde ölü ağaçların da bu döngünün bir parçası olduğunu ve yeni yaşamlara yer açtığını görebiliriz.
Parklardaki ağaçlar konusunda bir diğer önemli nokta da ağaç türlerinin çeşitliliğidir. Her ağacın farklı dallanma yapısı, gövde kalınlığı, yaprak dökme veya herdem yeşil özellikleri farklı türler için farklı habitatlar oluşturur. Yani, ne kadar çok ağaç türü, parkta o kadar biyoçeşitlilik! Ancak, ağaç türü çeşitliliğini bölgenin yerel türlerini kullanarak oluşturmak da bir o kadar önemlidir. Örneğin; Dikmen Vadisi’ne, bulunduğu bölgenin neredeyse tüm su kaynaklarını tüketen ve egzotik bir tür olan Okaliptüs ağacını dikmek, ekolojik olarak yapılmış bir hata olacaktır. Görsellik ve estetik açısından beğenilse de, bölgenin tüm suyunu kullanacağından ve diğer türlerin yaşama şansını azaltacağından ya da sürekli sulamaya ihtiyaç duyacağından ne mantıklı olur ne de ekolojik…
Ağaçlardan otsu bitkilere geçecek olursak, çeşitliliğin çok daha baskı altında olduğunu görürüz. Günümüzde birçok parkta estetik amaçlı gül, lale, kasımpatı gibi süs bitkileri kullanılmaktadır. Gül gibi çok yıllık bitkiler daha az bakım isterken, lale gibi türler daimi bakım ve yenilemeye muhtaçtır. Bu türler bazı böceklere ev sahipliği yapsa da, aynı ağaçlar örneğinde olduğu gibi bir coğrafyanın doğal türü olmadığında hem bir parkın biyoçeşitliliğine katkısı sınırlıdır hem de bakımı maaliyetlidir. Bu bitkilere alternatif olarak Ankara’da uygulanan bir yöntem bu iki sorunu da çözmüş gözükmekte: Kuğulu Park ve Portakal Çiçeği’ne ekilmiş lavantalar hem kuraklığa dirençli, su isteği fazla olmayan bitkiler hem de aromatik kokularıyla birçok kelebek, böcek ve arı türü için ideal bir yuva ve besin kaynağı. Bir yaz öğle sıcağında lavantanın etrafında kümelenmiş onlarca arı ve kelebeği aynı anda görmek mümkün!
Parkların bir diğer olmazsa olmazı; çimler! Yapay şekilde çimlendirilen topraklar, çoğunlukla diğer otsu bitkilerin büyümesine imkan tanımıyor. Büyüyebilenler ise park düzenleme faaliyetlerinden biri olan çim biçme sırasında makinalara kurban oluyor denebilir. Uzun zaman biçilmemiş bir parkta Karahindiba, bazen Ebegümeci, Papatya türleri, fiğler gibi türleri çok rahatlıkla görebilirsiniz. Lavanta uygulaması gibi, diğer türlere yaşam alanı sağlaması açısından örneğin Ballıbaba türlerinin parklardan temizlenmemesi; biyoçeşitlilik açısından faydalı olacaktır.
Son olarak, Ayrancı özelinde düşündüğümüzde, çoğu mahallede gördüğümüz apartmanlar arası boşlukların ağaçlandırılması ya da var olan ağaçların buralarda korunması uygulaması da şehir içi biyoçeşitliliğin korunmasında önemli bir katkı sunar. Yine birçok kuşa, arıya, kelebeğe ve böceğe ev sahipliği yapar, özellikle apartman aralarındaki yaşlı ağaçlar.
Kent parklarını başka canlılarla da paylaştığımız, bu parkların farkında dahi olmadığımız yaşam döngülerine ev sahipliği yaptığı bilgisiyle kent parklarına ve düzenlenme şekillerine bakış açımızı değiştirebiliriz. Olmaz değil ya, parkları birbirine bağlayan, bir parktan çıkıp şehir içi trafiğine karışmadan bir diğerine gidebileceğimiz park koridorlarının hem bizlerin yaşamında hem de bizim dışımızdaki türlerin yaşam döngülerinde ne kadar önemli olabileceğini hayal edelim! Belki hayal kurarak başlayıp gerçekleştirebiliriz de bir gün.