Prof.Dr. Savaş Zafer Şahin: İmar, ihale, istihdam kıskacında yeni bir belediyecilik mümkün mü?

Yerel yönetimlerin birinci unsuru çıkarların kim tarafından, nasıl temsil edildiğidir. Birebir karşılığı belediye meclisleridir. Bu insanlar nasıl seçiliyor, hangi çıkarları temsil ediyorlar, oraya nasıl geliyorlar burası bizim için bir kara delik. Bu kara deliği tartışmadığımız, yerel yönetimlerin meşruiyet krizini çözmediğimiz müddetçe bu tartışmalara devam edemeyiz. Çünkü o belediye meclislerinde doğru çıkarlar, dengeli bir şekilde temsil edilmezse politika tartışması olmaz ve belediyeler imar, ihale, istihdam tahakkümünden kurtulamaz! Bu tahakküm altındaki belediyeler, politika üretemezler.

Yazar Hakkında

+ Yazarın diğer yazıları

Prof Dr. Savaş Zafer Şahin ile imar, ihale, istihdam (3İ) kıskacında kalan ve şirketler tarafından yutulmuş belediyeleri, Türkiye’de yerel yönetim siyasetini ve yeni bir yerel yönetim anlayışı için gerekenleri konuştuk. Yeni bir yerel yönetim anlayışından ne beklemeliyiz, irademizi nereye nasıl koymalıyız? Bazı büyük ahlaki krizler ve birtakım çözüm önerileri… 

Prof.Dr. Savaş Zafer Şahin

Toplumda yerel yönetimler üzerinden bir şeyleri değiştirme bilinci, farkındalığı ve iradesi ortaya çıkabiliyor mu? Yoksa bu tartışma artık unutturulmuş, yetersiz ya da önemsiz hale getirilmiş bir tartışma mı? Öncelikle bunun üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekiyor.

Böyle bir iradenin, farkındalığın ortaya çıkabilmesi için ortada bir paradigma olması lazım. Biz bu konuda çeşitli aşamalardan geçtik: İlk aşama, siyaseten doğruculuk aşamasıydı. Aslında 90’ların ortaları 2000’ler siyaseten doğruculuk dönemleriydi bizim için. Örneğin bir yerde yolsuzluk varsa o hırsız şunu yaptı, bunu yaptı diye tartışmak yerine siyaseten doğruculuk “doğru olan, yolsuzluğun olmadığı bir düzeni meydana getirmektir, bunu nasıl yaparız, gelin konuşalım” demektir. Bazen de kendi inanmadığımız bir şey dahi olsa o meseleye olan saygımızdan dolayı onu “gündeme getirmemektir”.

Buradan post truth dediğimiz hakikat sonrası döneme geldik. Çünkü iletişim araçları gelişti, gelişmekle kalmadı, iletişimin kendisi bir tahakküm aracı haline geldi ve hakikat denilen meselenin şekillendirilmesi konusu bizim elimizden alındı. Biz ancak hakikat dediğimiz şeye ilişkin genel geçer yargılara uyanları tartışabilir durumdayız. Burada siyaseten doğruculuk geri planda kaldı artık açık bir şekilde insani ve dünya görüş değerlerine aykırı meselelerse bile bunu ifade eden insanların “ama duruşunu bozmadı, tavrını bozmadı, o başından beri zaten böyle olduğunu söylüyor” gibi birtakım meselelerle meşrulaştırıldığı bir döneme geldik ki bunun en tipik örneği Donald Trump’tır. Bunun bizi getirdiği nokta; birine açıktan terörle ilgisi olmasa dahi yalan bir videoyla terörist diyebiliyorsunuz. Bu bizim politik stratejimiz değil denilerek kabul görebiliyor. Bu, hakikat sonrası dönemin müthiş bir etkisi. 

Şimdi hakikat döneminin bizi getirdiği yeni bir dönem var önümüzde. Buna İngilizcede diabolical times diyorlar,şeytani, kötü niyetle, kurnazca” anlamına geliyor. Bunu biz gündelik hayatımızda şöyle yaşayabiliyoruz; birine, olmayan bir şey isnat edilebiliyor, isnat edilmesi herkes tarafından yanlış olduğu bilindiği halde, şöyle deniyor: “Müthiş bir siyasi manevra yaptı. Karşıdaki bunu yönetemedi, algıyı yönetemedi.” 

Burada, önümüzdeki yerel seçimleri de düşünerek, karşımıza çıkacak ile tartışmamız gerekeni bir önümüze koyalım. Karşımıza bütün bu etkilerin altında; suya sabuna dokunmayan beyannameler, birtakım genel geçer projeler ve birtakım kişiler çıkacak. Üçünden biri eksik olduğu zaman da soracaklar: Peki ama beyanname yok, hangi aday, hangi lider, projeleriniz neler diyecekler, ama esas tartışma önümüzde olmayacak. Esas tartışma ne olmalı? Krizler. Hangi krize, hangi politikaları önereceğiz, tercihlerimiz ne olacak ve bunlara hangi çözüm alanlarıyla derman olacağız? Böyle bir çerçevenin yerel yönetim seçimlerinde ya da tartışmalarında önümüzde olması gerekiyor. 

Peki, krizler neler? 

1. Devletin mekânsal örgütlenme krizi

Şu an Türkiye yönetimi 2 kademeli bir ülkedir. Cumhurbaşkanlığı ve Büyükşehir Belediyesi. Arada; il özel idaresiymiş, köymüş, ilçeymiş, vesaireymiş bunların hiçbirinin anlamı yok artık. Zaten siyasi tartışma, güç tartışması da bu iki düzey arasında oluyor. Bunun dünyada da aslında yansımaları var ama bizde çok uç noktaya gelmiş durumdadır. Cumhurbaşkanlığı park yapıyor, millet bahçesi yapıyor, Büyükşehir Belediyesi de gidip tarım politikası üretmeye çalışıyor. Ama aradaki aktörlere de sürekli bunlar da bir şekilde katılsa iyi olur deniliyor. Vatandaş da ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette kafası kesik tavuk gibi ortalarda dolanıyor.

2. Ekolojik kriz ve ekosistem taşıma kapasitesi krizi

Artık burada duvara toslamış bir yerleşimler sistemiyle karşı karşıyayız; artık yeraltı su kaynakları kurumuş ovalar mı ararsınız, kurumuş göller mi ararsınız, su kaynağını yetiştirip yetiştiremeyeceği belli olmayan kentler mi ararsınız?… Listeyi sıralamaya başladığımızda gerçekten çok korkutucu bir manzarayla karşı karşıyayız. 

3. Toplumsal uyum ve hareketlilik krizi

Toplumsal uyum içinde göç önemli bir boyut ama aynı zamanda kuşaklararası uyum, kent içerisinde ülke içerisinde hatta kıta içerisinde dünya içinde hareketliliğimiz meselesi çok ciddi bir sorun olanı haline gelmeye başlıyor. Kızılay’ın ortasında adamlar vuruluyor, Kızılay’da dolaşabilecek miyim soruları aklınıza geliyor. 

4. Yerleşimlerin kırılganlıklarının krizi: afetler ve yeniden yapılanma

Kırılganlık deyince çıt kırıldım, nazenin bir kızdan bahsetmiyoruz. Kırılgan olmak şu demek, yaşlanınca insanlarda kemik erimesi oluyor, kalsiyum birikmesi oluyor, düşünce çat diye kalçamız kırılıyor. Kırılganlık böyle bir şeydir. Kentiniz, kemik erimesine mustaripse düştüğü zaman kırılır, bu kadar basit önce kemik erimesinin olmamasını sağlayacak önlemleri almanız gerekiyor. 

5. Dönüştürücü teknolojilerin krizi, insanın anlam krizi 

Dünyanın neresine giderseniz gidin uber diye bir gerçekle karşı karşıyasınız. Biz taksicilere uber şoförlerini dövdürüyoruz, dövdürerek bir yere gidemeyeceğimizi henüz anlayamadık. Uber çatıdan kovsan bacadan girecek; bu bir yeni dünya, yeni teknoloji ve zihniyet dünyası. Buna uyumlu değilsen yarın bir gün çökertilecek bankacılık sistemlerinle, lojistik sistemlerine yapılacak müdahalelere ve hatta bırakın işinizi elinizden alacak yapay zekaya karşı insanınıza ne tür bir anlam sunuyorsunuz? Bu büyük var oluş krizine karşı ne üretiyorsunuz? Bununla ilgili bir tartışmanızın olması lazım ve bunun içinde yerel yönetimler çok büyük önem taşıyor. Çünkü o anlamı kent üretiyor. Bir meydan yapıyorsanız o meydanı kullanacak insan yoksa o kentin bir anlamı yok. Bir bahçe yapıyorsanız insan yoksa orada, bahçenin anlamı yok. Konut yapıyorsunuz, alabilecek insan yok. O zaman o konutun anlamı yok. O anlam meselesi artık kentte yaşamanın ta kendisi haline geldi

Tartışmamız gereken 5 konu

Geldiğimiz noktada bu beş soruna karşı beş alanda yeni şeyler söylemeniz lazım.

Çıkarların temsili. Yerel yönetimlerin birinci unsuru çıkarların kim tarafından, nasıl temsil edildiğidir. Birebir karşılığı belediye meclisleridir; bu insanlar nasıl seçiliyor, hangi çıkarları temsil ediyorlar, oraya nasıl geliyorlardır? Burası bizim için bir kara delik. Bu konuda hiçbir tartışma yapamıyoruz. Bu kara deliği; yerel yönetimlerin müthiş meşruiyet kriziniçözemeden bu tartışmalara devam edemeyiz. Çünkü o belediye meclislerinde doğru çıkarlar, dengeli bir şekilde temsil edilmezse politika tartışması olmaz ve belediyeler 3i’nin -imar, ihale, istihdam- tahakkümünden kurtulamaz! Bu üçünün tahakkümü altındaki belediyeler, politika tartışamazlar.

İçsel örgütlenme. Biz 15-20 yıl önce şunu konuşurduk, belediye için hiyerarşik bir yapı mı daha doğrudur, matris yapısı mı, proje türü bir yapılanma mı? Buradan; belediye başkanının iyi çalıştığını düşündüğü cevval elemanlarla kurduğu, adı konmamış ekiplerin, belediyeleri aslında organizasyon olarak yürüttüğü bir döneme geldik. Belediye şirketleri diye bir acayip mesele var; 2023 rakamlarına göre belediyelerin kadrolu eleman sayısı 800 bin, belediye şirketlerinin 1 milyon 100 bin. Yani belediyeler şirket çıkarmamış, artık şirketler belediyeleri yutmuş. Böyle bir durumda örgütlenmeyi tartışmamız lazım. 

Sermaye birikimi. Aslında belediyeler doğrudan kentlerdeki kaynak ve sermaye üretiminin altyapısını ve dağıtımını sağlamakla görevli yapılar. Yani ben altyapıyı önce nereye yapıyorsam aslında üretimi orada teşvik ediyorum demektir. Biz nereye kentsel altyapıyı götürüyoruz? Bu altyapının acaba ne tür bir sermaye birikim sürecini, insanların ne tür bir ekmek kazanmasını sağlıyorlar? Bunlara ilişkin hiçbir düşünce biçimimiz yok. Bir tane basit örnek vereceğim. Pandemi döneminde yeme içme sektörü, özellikle yemek sepeti ve getir gibi uygulamaların fahiş komisyonlarından şikayet edince Büyükşehir Belediyesi bir girişime niyetlendi Lezzet Ankara diye. Kötü bir hazırlık olduğu için hiçbir işe yaramadı ama benim bir şey dikkatimi çekti; Yemek Sepeti’nin ceo’su bunu görür görmez sosyal medyada veryansın etmeye “Ekmeğimize kan doğramayın” demeye başladı. 6 buçuk milyon Ankaralının verisi elinizde olacak ve siz bir yemek sepeti kadar katma değer üretemeyeceksiniz. O zaman bu zihniyetin dönüşmesi lazım, kimse kusura bakmasın. Veri gibi büyük bir nimetten hiçbir şey üretemiyorsunuz yerel yönetim olarak. O zaman o sermaye birikim süreçleri meselesini gözden geçirmeniz lazım.

Gerçekliğin yeniden üretilmesi. Bütün yerel yönetimler gerçekliği yeniden üretebilir, billboardları vardır, bülten dağıtırlar, web sayfaları vardır. Çünkü insanlar o bilgiye meraklılar. Bakın bugün hâlâ sadece Ankara’da da olsa Hürriyet’in bir Ankara eki var. O Hürriyet’i artık Ankara eki ayakta tutuyor. Çünkü insanlar Ankara’nın haberlerini merak ediyorlar, oradan takip ediyorlar hâlâ. Çünkü yerel gerçeklik o merkezde belirlenen gerçekliğe benzemez. Ben Ankara’da nerede yiyeceğim, nerede içeceğim, nerede ekmeğim var, bunu görmek bilmek isterim ve bunu bana Ankara’nın bakanlıkları söylemiyor, bunu bana yerel söylüyor ama o gerçekliği üretirken de etik sınırları, ahlaki sınırları doğru gözetmezseniz insanlara yanlış bir hakikat, yanlış bir gerçeklik işaret ederseniz, bu kentin kimliğini ve kültürünü yok edersiniz. Yerel yönetimlerle ilgili böyle büyük bir sorunla karşı karşıyayız. İlber Hoca geçenlerde herkes haklı olmak istiyor, herkes haklı diyerek itiraz etmiş. Haklı, yani Nasrettin Hoca gibi oldu ama, belediye başkanlarımız kentin haklı olmasındansa kendilerinin haklı olmalarını tercih ediyorlar. Bu büyük bir ahlaki krizdir. 

Yerel yönetimlerin ve hizmetlerin yeniden yapılandırılması. Asfalt hizmetini parçalarına ayırıp yeniden toplamazsanız ulaşım problemini çözemezsiniz. Konut meselesini kentsel dönüşümü parçalarına ayırıp nerede hata yapıyoruz diye sormazsanız o sorunu çözemezsiniz. Afetle ilgili zaten harikayız, efendim sorunumuz yok, çok şükür Ankara’da da öyle bir şeyimiz yok diyorsanız… Demetevler orada hâlâ duruyormuş, heyelan bölgelerinde yapılarınız varmış, Akpınar duruyormuş, bunlar ne olacak? Bunlar kocaman soru işaretleri. İşte bu alana da politika tartışmaları alanı diyorum. Yani birilerinin çıkıp; kardeşim ne tür bir örgütlenme yapın olacak, kimleri temsil edeceksin, hangi hizmeti vereceksin, ne tür bir sermaye birikimi üreteceksin, hangi hakikat üreteceksin sorularını sormaları gerekiyor. 

Sorun belli, ihtiyaçlar belli peki ya çözümler? 

Yerel yönetimlerin gerçekle tanışması lazım. Veri olmayan bütün tartışmalar kahve muhabbetidir. Gerçek temelli bir siyaset kültürüne ihtiyacımız var. Gerçek iç acıtır arkadaşlar. İyi yaptığımız şeyler varsa bunları da bir gerçek olarak not etmemiz lazım ama gerçekle yüzleşmeyen bir yerel yönetim deneyimi bizi bir yere götüremeyecek. 

Kaynak temelli bir yerel yönetim anlayışı. Bugün bütün yerel yönetimlerimizin konuşma şekli şöyle; şu kadar para olsa, bu kadar borç olsa şunları yapacağız. Para aşınır gider, esas olan kaynaktır. Kaynak sudur, kaynak malzemedir, kaynak elinizdeki insandır. Bunlarla ilgili bir esas kaynak yönetimi yürütmeniz lazım. Elinizde gerçek kaynak varsa o zaman gerçekten para olmadan da iş yapabilirsiniz. Ama bu kaynağı sürdürülebilir bir şekilde kullanma ve oluşturma zorunluluğunuz var. Mekanı önemseyen bir yaklaşıma ihtiyaç var. 

Mekânsal farkındalık mekânı önemsemek derin bir felsefi işidir. Öyle bir anda mekânı anlarım, Ankara’yı hemen çözerim, mümkün değil. Mekânsal farkındalık olmayınca ne oluyor? Bütün plan değişikliklerimiz 1/1000 ölçekte. Çünkü anladığımız o. Bu bina ne olacak sorusundan başka bir mekân algımız yok. Bu binanın katı, kotu kaç olacak bu binanın yüksekliği olacak? Kaç daire çıkacak? Böyle bir mekânsal farkındalıkla kentler ve yerel yönetimler yönetilir mi? Yönetiliyor ama biz buradan öteye gidemeyiz. 

Yenilikçi, yaratıcı ve katılımcı bir yapıya ihtiyacımız var. Gençler, kadınlar, toplumumuzun çok renkli katmanları. Bunlar zaten devletten umutlarını kesmişler ve yapacaklarını yapıyorlar. Örneğin Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali devletten, yerel yönetimden destek almadan yapılıyor. Ama mesele şu: Yaptılar, sürdürüyorlar, hayatta tutuyorlar ama kente bir değer katacak bir şeye ancak yerel yönetimle dönüşür. O zaman birinin demesi lazım ki, bize yeni, yaratıcı fikirler lazım. Bunun için insanların katılması lazım, ama katılımı da sadece idari meselelere, toplantıya katılım değil, yapıma, fikre, üretime katılım olarak görmek lazım. 

Kuşaklar ve ölçekler arası dayanışma. Şimdi bize z kuşağı diye bir şey dayattılar. Bunlar canım z kuşağıdır arkadaşlar. İki bin, üç bin, beş bin sene öncesinin Sümer yazıtlarına bakın, şu an gençlerle ilgili söylenenlerin aynıları yazıyor. Demek ki mesele z kuşağı, x kuşağı değil, mesele kuşaklar arasında farklılık var. İletişim araçları hızlı geliştiği için onların bu aykırılıkları bizim gözümüze daha hızlı ve daha çabuk giriyor ve onlar da daha çabuk öğreniyorlar. Aramızdaki faz farkı arttı sadece ama biz onlarla dayanışamazsak yarın bir gün onların değiştireceği bir dünyada biz kendimizi koyacak yer bulamayacağız. Ölçekler arası dayanışma; mahallede çok güzel çözümler yürütüyoruz, mahallemiz harika, mahallede bilmem ne yapıyoruz ama semt ama ilçe olmuyor. Onların ikisini bir araya getirmemiz lazım. Birlikte işliyor olması lazım.

  • 153.078
  • 81
Ücretsiz E-Bülten Abonesi Olun

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir