İnsan hakları açısından değerlendirildiğinde, kentsel mekânda gerçekleştirilen her tür müdahalenin karmaşık tepki ve meşrulaştırma süreçlerine konu olduğu söylenebilir. Bireyin, toplulukların ve toplumun hem belli hakları talep etmeleri, hem yapılan müdahaleler karşısında hak arama mücadelesi vermeleri hem de devletin bu mücadeleler karşısında takındığı tutum arasındaki karmaşık ilişkiler kentsel alandaki toplumsal süreçlerin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bir yandan müdahalelerin karşısında kitlelerin mücadele dilinin söylemleştirilmesinde, diğer yandan da devletin uluslararası sözleşmeler kapsamında kabul ettiği ve anayasal sistem içerisinde kurumsallaştırdığı haklar manzumesinin devlet ve hükümet siyasaları uyarınca yapılan uygulamaların meşrulaştırılmasında kullanımı konusunda “hak” kavramının etkili olduğu görülmektedir. Yani diğer bir deyişle, kent ve hak kavramlarının gerçek hayattaki ilişkisi dikkate alındığında devletin hem bir engel hem de bir meşrulaştırıcı güç olarak öne çıktığı söylenebilir. Bu gücün hangi tarafının öne çıkacağının belirlenmesinde mekanın etkisi yaşamsaldır.
Tarih boyunca kentler ile hak kavramı ve hak arama mücadeleleri arasındaki ilişkinin üç aşamadan geçtiği söylenebilir. Birinci aşama kentlerin temel insan haklarının aranması sürecinde bir sahne niteliğini taşıdığı dönemdir. Kenti kent yapan unsurlar henüz hak kavramı ile doğrudan ilişkilenmemiştir. Ancak, Fransız İhtilâli’ndeki Paris gibi bazı kentler bu sahne olma niteliği sebebiyle simgesel bir anlam yüklenmişlerdir. İkinci aşama kentte yaşayan insanlara kentte yaşayabilmeleri için vazgeçilmez olan kente ilişkin hakların tanınmasıdır. Bu aşamada artık temel hak ve hürriyetlerin tek başlarına yeterli olmadığı, kentsel mekândaki unsurlar üzerine var olma savaşı ile birlikte anlam kazandıkları kabul edilmeye başlanmıştır. Üçüncü ve son aşama şehir hakkı tartışmalarının yaşandığı, içinde bulunduğumuz dönemi içerir. Kentlerin yaşamın neredeyse tamamını kapsar hale geldiği günümüzde tüm hak ve hürriyetlerin garanti altına alınabilmesi için kentleri şekillendirme ve kentin insani yanlarının korunması için söz hakkı olması gerektiğinin savunulması bu doğurmuştur. Kentsel mücadelede hak kavramının yeri artık bu dört aşamanın yere ve bağlama özgü bileşimi ile ortaya çıkmaktadır.
Özellikle de gerçek kentsel sorunların, insanların ve değerlerin tanımlandığı mahalle ve yerel ölçeklerin anlamı büyüktür. Her bir kuşak insan hakkı, kendine özgü bir ölçek tanımına dayanmaktadır. Birinci ve ikinci kuşak insan hakları daha çok uluslararası ve ulusal ölçeklere atıfla evrensel bir hak tanımını getirirken, üçüncü kuşak insan hakları ve şehir hakkı kavramı her ne kadar sınır aşan haklar kavramına dayansalar da, sonuçta yere özgü değerlerin keşfi ve bunun etrafından bir kimlik oluşturma çabasına dayanırlar. Artık, yaşadığımız kente, semte ve mahalleye ilişkin söz söyleme gerekçelerimizi o yeri özgün yapan niteliklerden devşirme çabası öne çıkmaktadır. Yani kentteki haklarımızı, kentli haklarımızı ve şehir hakkımızı savunurken, ayaklarımızı bastığımız yerde bir araya gelme gücü önem kazanmaktadır. Bu da beklenmedik bir şekilde, önümüzdeki yüzyılda her tür teknolojik gelişmeye rağmen hala, mahalle ölçeğindeki insani etkileşimi ve insanca öğrenme dürtülerini hakların arayışı ve savunusunda baş role oturtacak gibi görünüyor.
Yazar Hakkında
Prof. Dr., Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi
Ankara Kent Konseyi Başkan Yardımcısı