LC Waikiki reklamı ile tanıdığımız ve sesine hayran kaldığımız Ankaralı genç bir sanatçı Eylül Ergül. İçinde bulunduğumuz olağanüstü dönemde müziğin iyileştirici yönünün biraz daha farkına vardık. Bu sebeple de Eylül’ü tanımak ve Ankara’da sanatçı olmaya dair sohbet etmek için bir araya geldik. Bu güzel sohbet için kendisine çok teşekkür ederiz.
Eylül, caz müzik sanatçısı olduğunu biliyoruz. Diğer popüler müzik türlerine nazaran yeterince dinlenen bir tür değil. Sen cazla nasıl tanıştın?
Ailem müzisyen, küçüklüğümden beri klasik müziğin içinde büyüdüm. Annem, teyzem ve büyük kuzenim operacı, abim ve kuzenlerim klasik enstrümanistler, dayım Haluk Tolga İlhan operacı ve kendi janrasında oldukça popüler bir ses sanatçısı. 11 yaşına geldiğimde konservatuara piyano bölümüne girmeye karar verdim. Batı dünyasını kapsayan bir fanus gibi orası. Enstrüman çalmayı öğrenirken aynı zamanda Klasik Batı Müziği kültürünü fark ediyorsun. Türkiye’nin multi-kültürel yapısı müzisyenleri zenginleştiriyor ama benim yönümü asıl belirleyen şarkı da söylüyor olmamdı. Şarkı söylemeye caz müzikle başlamadım her şeyi söylüyordum. Konservatuarda öğrendiklerin senin kariyerin de oluyor. Bu süreçte enstrüman çalmak ve şarkı söylemek arasında kaldım. Üniversitenin ilk senesinde klasik piyano eğitimini dondurdum ve Berklee College of Music sınavına girip kazandım ama dünyanın bulunduğu durum ve önünü tam olarak kestirememe endişesi beni ülkemde kalmaya itti. Bu sırada Hacettepe Caz Piyano Bölümü’nü kazanmıştım ve burada okumaya başladım, aynı zamanda bir jazz quartet ile sahne alıyordum. Caz müzikle maceram bu şekilde ilerledi.
Ankara her ne kadar gri şehir olarak anılsa da aslında sanatın neredeyse bütün dallarında ustalarını yetiştirmiş bir şehir. Sen Ankara’da sanatçı olmaya nasıl bakıyorsun? Yaşadığın şehir, büyüdüğün mahalle sana neler kattı?
Aslında Ankara’da sanatçı olmayla ilgili birkaç fikrim var. İlk olarak Ankara’dan bu kadar yıldız çıkması beklenmiyor. Dolayısıyla başka yerlerden de başarılı sanatçılar çıkıyor olmasına rağmen Ankara sanatçısı daha anlamlı oluyor. Ankara bir Başkent. Belki müzisyen için bu önemli değildir ancak bu ülke için çok şey ifade ediyor. Çünkü Atatürk operayı ilk kez burada kurdu. Birçok sanat kurumu ilk kez Ankara’da açıldı. Hacettepe Konservatuarı yani eski adıyla Cebeci Konservatuarı da ilklerden biridir. Annem de bu okulda okumuş. Kısaca çok köklü bir ekol var. Diğer fikrim ise Ankara’nın örneğin İstanbul kadar sosyal olmaması insanları kendi işlerine itiyor ve bu durum da başarıyı getiriyor. Yani gerçek entelektüellik oluşuyor. İçinde sahte burjuvazinin ve elitizmin olmadığı bir entelektüellik. Sanattan anlayan bir kitle var. Genellikle beyaz yakanın olması da buna sebep olabilir. Ben Çiğdem Mahallesi’nde doğdum büyüdüm, sosyal anlamda imkanları olan bir mahalleydi. Müzik dinleyebilmek için çok fazla fırsat oluyordu. Bu durum da müziğe ilgimi artırıyordu.
Ankara’da çok fazla caz müzik yapan yer yok. SAMM’s Bistro Caz, June Jazz Pub, Cermodern, Last Penny, Siyah Beyaz var. Ben June Jazz Pub, Cermodern gibi birçok mekânda sahne aldım.
Seni LC Waikiki reklamı ile tanıdık. Sesin herkesi çok etkiledi. LC Waikiki ile tanışman nasıl oldu? Ünlü bir marka ile çalışmış olmak hayatında neleri değiştirdi?
Persenk isminde bir şirketle çalışıyordum ve LCW müziği için görüşme yapıldı. Şarkıyı benim söylememi istediler ancak ya çok beğenilir ya da hiç beğenilmez diye düşündük. Ben ‘jingle’ şarkıcısı değilim, kendime has bir şarkıcılığım var. Risk almış olduk. Ancak marka ve kitleler bu işi çok sevdi. LCW tarafından ‘jingle’ın kabul edildiği bilgisi bile bize aylar sonra geldi ve bu kadar çok dinleneceğini düşünmedik. Her yerde çalıyordu. Açıkçası insanların verdiği o tepkiyi görmek, duymak benim açımdan işin sürprizi ve keyifli bir kısmı oldu. Bu kadar insana ulaşmış olmak çok güzeldi. Tabi bu süreçte Persenk ile olan çalışmalar devam ederken “Jingle Jackson” gibi sektörde ünlü diğer firmalarla da çalışmalarım başladı. Şimdi hala İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuarı caz piyano eğitimim devam ediyor. Ozan Musluoğlu, Serdar Barçın ve Çağla Karaali ile “Genedos” adlı grubumuz var, konserler veriyoruz. Türkçe sözlü beste yapıyorum ve müziğini Ozan’la yaptığımız sözünü benim yazdığım iki bestemiz var. Aranjmanını ünlü müzisyenler yapıyor ve yakında single olarak yayınlamayı düşünüyorum. Sadece şarkıcı değil piyanist, söz yazarı ve besteci olarak kariyerime devam ediyorum. Aynı zamanda jingle seslendirmelerine devam ediyorum.
Kısacası Ankaralı bir müzisyen olmak çok keyifli desem yalan olmaz.