Prof.Dr. Ali Cengizkan’la konuşmalar
Kentler için amblemi nedir, neyi ifade eder?
Kentler için amblem, tarih boyunca önemli olagelmiştir. Adı üzerinde, o kenti temsil eden; onu ötekilerden, yüzlerce öteki kentten ayıran bir simgedir amblem. Kentin ismi yerine hızla geçebilen bir işaret, bir imge, bir resim, bir imdir amblem. Böyle olunca da hem birbirini izleyen dönemlerde değişmemesi, yani kalıcı olması; ama hem de doğru imajın, doğru işaretin bulunması için varolan arayışın sürgit devam etmesi nedeniyle de kendi içinde niteliğiyle ilgili arayışın varolması zorunludur. Amblem kalıcıdır, temsiliyeti güçlüdür; onu görünce kent aklımıza gelir.
Günümüzde ise kentlerin amblemleri, kente ait olan her etkinlikte, izlencede, aidiyet bildiren her durumda kullanılan işaretlerdir. Kurumun binası ve kapısından yazışmalarına, kurumun gazete ve yayınlarından medya-tv ortamlarına, verdiği ödüllerden ve ödül andaçlarından sokaktaki otobüs ve kıyısındaki vapur iskelelerine, artık orta boy kentlerde bile önemi ortaya çıkan ‘kent işletmeleri’nden elektrik direklerine-kanal kapaklarına varıncaya kadar belli bileşik kaplar disiplini içinde kullanım alanı bulur amblemler… Ancak ilginç biçimde, paradoksal olarak, amblem kullanım adaplarıyla kentler ergin olup olmadıklarını, sığ olup olmadıklarını, olgun ve erdemli olup olmadıklarını da, farketsinler farketmesinler, bütün dünya âleme kanıtlarlar. Burada ‘dünya âlem’ derken yalnızca bir deyimi kullanmadığımın farkındayım. Bugün ‘dünya alem’ çok küçülmüştür; yalnızca ‘kardeş şehirler’ değil, dünyanın bir köşesinde ne yaptığınızı dünyanın bütün kentlerindeki hemşehriler, bir anda görürler. Bu ‘yeryüzü vatandaşlığı’ kavramı, ‘modernite’nin fark etmeden üzerinde çalıştığı evrenselciliğin 2021 yılındaki zorunlu tezahürüdür, ortaya çıkışı-belirlenimidir.
Ankara’nın amblemi nasıl oluştu? Hitit Güneşi neden seçilmiştir?
Bir mimarlık tarihçisi ve tasarım eğitimcisi olarak, bu tarihin ayrıntılarına sahip değilim; ancak 1970’li yıllarda, takriben 1973’ten başlayarak Belediye Başkanı Vedat Dalokay zamanında kullanılmaya başlayan Hitit Kursu, İç Anadolu’da hüküm süren bir büyük imparatorluk olduğu 20. yüzyılda yapılan erken Cumhuriyet kazılarıyla ortaya çıkan Hatti-Hitit-Eti İmparatorluğu’na yapılan bir aidiyet, bir sahiplik göndermesidir. Gerçekten de, başkenti Hattuşa olan bu İmparatorluk, İÖ 1800’den önce parlayan ve güneyde Mısır, doğuda Assur İmparatorluğu’na komşu bir büyük devlet ve kültürdür. Hitit İmparatorluğu, dünyada bilinen en uzun ömürlü Roma ve Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha uzun hüküm sürmüş bir devlet ve kültür bileşenidir. Bildiğiniz gibi, hala öğreniyoruz bu konuda, bilgilerimizi geliştiriyoruz. Başkent Ankara’da Frig izleri daha belirgin olmakla birlikte, Hitit izleri de az değildir ve bir süreklilik gösterir. 1938-1943 arasında Ankara Mahmut Paşa Bedesteni’nin onarımı yapılarak Eti Müzesi’ne dönüştürüldüğü ve yapılan güncel kazılarla birlikte geliştirilen müzenin bugünkü gözalıcı ve zengin Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ne döndüğü bilinmektedir. Eti Müzesi’nin amblemi de Hitit Güneş Kursu’dur. Tıpkı o dönemde ortaya çıkan bisküvi markası ve devlet bankası ismi gibi, haklı bir genel kabule oturmaktadır. Devlet turizm büroları da uzun yıllar bu kursu kullanmışlar, Hitit güneş kursu gördüğümüzde, zihnimizde ‘turizm olgusu’ ve ‘Anadolu kültürü’ uyanmıştır. Demek ki Hitit kursunun, yalnızca yer değil, daha kapsamlı bir kültürel göndermesi bulunmaktadır.
Öte yandan Ankara Belediyesi’nce ilk önce Hitit Kursu’nun çok bilinen bir versiyonunun görünümü, doğrudan amblem olarak benimsenmiş, sonra zamanla üzerinde çalışılan çeşitleri ortaya çıkmıştır. 1978 yılında Sıhhiye trafik kavşağında heykeltraş Nusret Suman tarafından gerçekleştirilen Hitit Güneş Kursu Anıtı, bir başka versiyona ilişkindir.
İç Anadolu’nun ve Ankara’nın, dolayısıyla bu toprakların kültürünün önemli bir kültürel yaratısının Ankara şehri amblemi olarak seçilmesi kadar olağan bir durum olamaz. Bu kursun yeryüzündeki enerjinin kaynağı güneşe bir sunu, bir atıf olması da bir başka süreklilik ve amblemin anlamına gizlenmiş güzelliktir.
Amblem ve Politika ilişkisi nasıl kurulur? Gökçek dönemi özelinde amblem sorunu ve hukuki süreç nasıl gelişti?
29 Haziran 1995 günlü Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi kararıyla kaldırılan amblemin yerine, bugün de bir versiyonu kullanılmakta olan ABB amblemi kabul edildi. Bir versiyonu diyorum, çünkü eski milletvekili Rahmi Kumaş’ın açtığı davalar sonucunda, yeni amblemin uygulaması en az beş kez durduruldu. ABB, yeni amblemler kullanmak, icat etmek, Ankapark kedili logusunu amblem yapmak zorunda kaldı. En son durdurma kararı sonrası Meclis, aynı amblem üzerindeki 3 yıldızı 5 yıldıza dönüştüren bir ‘yeni amblem tasarımını’ (!) benimsedi. Rahmi Kumaş, 1995 yılında Ankara amblemi ve logosuna karşı başlattığı 2009 yılında Tekin Yayınevi’nde yayınlanan “Simgesel Direniş” kitabıyla hem perçinledi, hem de kamuoyuyla paylaştı. ODTÜ Mimarlık Fakültesi dekanlığım sırasında mücadelesinin bir özetini “Ankara’da Simge Savaşımı” başlığı ile bir Cep Kitabına dönüştürdük. 2020 yılında 26 yıllık savaşımının devamında Rahmi Kumaş çabalarını hala Danıştay dairelerindeki itirazlarıyla sürdürmektedir. ABB’nin kullanmakta olduğu amblem de kerhen yürürlüktedir.
1977-1980 CHP Trabzon milletvekili olan matematikçi, eğitimci ve yazar Rahmi Kumaş’ın, gerçek Ankaralı olarak çabalarını desteklememiz ve hukukun arkasından dolanmayı bir iş kılan eski belediye yöneticilerini teşhir etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Kısacası, kullanılmakta olan amblem hukuken geçersizdir: Bu bir.
İkincisi, kullanılmakta olan amblemin başarısız simgeselliğine ilişkin tartışmadır: Ankara gibi en az ikibin yıllık bir şehri ve güncel yerleşimi, 1987 yılında Kocatepe’sine yaptığımız caminin minareleri ve 1989 yılında en yüksek noktasına inşa edilen Atakule’nin kule kubbesi mi temsil edecektir? Bu denli sığ, yüzeysel ve figüratif bir görsel okumayla başlayan amblem değiştirme serüveni, şu anda gelinen noktayı minör eklemelerle çıkarmalara idare etmeye çalışmaktadır. İçinden çıkılamaz bir ilkellik ve yüzeysellik bu amblemin çehresinden akmaktadır. Üstelik bir Sinan taklidi caminin sıradan silüeti ile, bir yaratı ürünü olarak Atakule’nin silüetinden parça koparılarak elde edilen bu karışık kafa tezahürü, kültürden nasiplenilmediğini kanıtlayan bir tutumdan başka bir şey değildir. İkinci sorunuzda yanıtlamıştım: Bütün ‘dünya alem’, yani dünya vatandaşları da bizim 25 yıldır yaratıcılıktan ve parçası olduğumuz kültürden feyz almayan bir Ankaralı topluluk olduğumuzu düşünmektedir. Bu en hafifinden, bütün Ankaralılara yapılmış bir hakaret sayılmalıdır, bu hakaret 25 yıldır yapılmaktadır.