Ankara kenti tarihsel olarak Hatip Çayı, Çubuk Suyu ve İncesu Deresi’nin bir araya geldiği bölgede kurulmuştur. Kent hayatında bu dereler ciddi rol oynamıştır; tiftik bu derelerde temizlenmiş, tabakhane bu derelerin suyunu kullanmış ve şehri doyuran bostanlarda (özellikle Kazıkiçi bostanları) bu derelerin suyu kullanılmış hatta Hatip Çayı’nın üzerinde Roma döneminde yapılan bent marifetiyle suyun derinliği artırılarak kalenin savunmasında önemli katkısı olmuştur.
Cumhuriyet dönemi başkentlik unvanı verilen Ankara’nın derelerine ise neredeyse hiç önem verilmemiştir. Mimar Jansen’in 1928 Ankara planında kentin havuz/plajı ve rekreasyon alanı olarak tasarlanmış olan Bent Deresi bölgesi, plaj yapılmasa da kıyısındaki parklar ile dönemin en önemli mesire alanı durumundaydı. Gerek kent yaşamına gerekse peyzajına güzellikler katan nehirler sayısız Avrupa kentinin olmazsa olmazlarıdır.
Ankara’nın da en önemli doğal zenginliği olan derelerin doğal ortamıyla korunmasına yönelik maalesef hiçbir girişimde bulunulmamış ve akarsuların kanalizasyon işlevi görmesi ve zamanla asfalt altına alınması ile şehir, mekânsal özelliklerinin önemli bir kısmını yitirmiştir.
Ankara’nın ‘sel tarihi’
Cumhuriyet tarihinde Ankara’nın yaşadığı en büyük doğal afetin, şehrin akarsu zenginliği ile ilişkili olması bu yazının konusunu oluşturmaktadır. Hatip Çayı’ndan kaynaklanan 11 Eylül 1957 Sel Felaketi unutulmuş, Ankara’nın ve Ankaralıların hafızasından tamamen silinmiştir. Ankara’nın sel ile tanışıklığı ise olayın öncesine dayanır.
4 Mayıs 1946’da Bent Deresi, 7-8 Mayıs 1947’de Hatip Çayı, 9 Temmuz 1950’de Ankara’nın bazı semtleri, 22 Mayıs 1951’de Ankara’nın bazı mahalleleri, 12-15 Haziran 1951’de Dikmen ve İncesu Dereleri, 20-23 Temmuz 1952’de Kayaş’ta su baskını… 17 Şubat 1953’de Çubuk Çayı taşarak Varlık Mahallesi’ni sular altında bırakmış, 1 Mayıs 1953’de şehre yağan yağmur ve dolu ile şehir merkezinde oluşan seller ve 19 Haziran 1954’de sağanak yağış sonucu bazı semtleri su basmış, 9-11 Eylül 1957’de Hatip Çayı havzasından gelen sel şehir tarihinin en büyük taşkınını meydana getirmiş ve 196 kişi hayatını kaybetmiştir. 18-21 Haziran 1961’de de Bayındır Çayı, Esat ve Dikmen Dereleri taşmıştır.
Ancak en acı vereni mevzu-bahis olan 11 Eylül olayıdır. Öte yandan ne acıdır ki ne Bent Deresi sel baskını ne de öncesindeki dere taşkınları doğa olayı gibi algılanarak yaşanması mecburi birer “afet” olarak görülmüş veya gösterilmiş. Oysa hiç kimse veya kurum imar planlarında yapılan yanlışlıkları görmeye yanaşmamış. Aynı içinde bulunduğumuz dönemde Karadeniz ilçelerinde yüzlerce kişinin hayatına mal olan dere taşkınları gibi… Aradan geçen 70 yılda hala aynı hataların yapılması akla ranttan başka neyi getirebilir? Evet, şimdi tekrar vahim olayımıza dönelim dilerseniz;
Hatip Çayı, Ankara şehir merkezinden geçerken üzerinde kurulu Romalılardan kalma su bendi olduğu için, Bent Deresi adını alsa da 1930’lu yılların başında yapılan eklentilerle orijinalliğini kaybeden bentler tümüyle yıkılmıştır.
Bentlerden sonra tabakhanelerin önünden geçtiği için Hatip Çayı’na Tabakhane [Debbağhane] Deresi adı da verilmektedir. Hatip Çayı, Ankara’nın doğusunda yer alan yaklaşık 2 bin metre yüksekliğindeki İdris Dağı’ndan doğduktan sonra, önce güneybatıya akarak Hasanoğlan Ovası’nın sularını toplayıp sonra batıya yönelerek Kayaş Vadisi’ne girdiği için Kayaş Suyu olarak da adlandırılır.
Kayaş Suyu, Hatip Çayı, Bent Deresi ve Tabakhane Deresi gibi çok sayıda ismi olan akarsu; yaygın olarak Ankara şehrinin tarihi yerleşimi olan kalenin eteklerinden geçerken aldığı Bent Deresi adıyla bilinir.
Eriyen dolular Hatip Çayı’na karışınca felaket kendini gösterir…
Taşkının yaşandığı 11 Eylül Çarşamba günü öğlen saatlerinde Hüseyin Gazi Dağı’nın üzeri birdenbire kararır, Elmadağ üzerinden Ankara’ya kara bulutlar gelir ve Ankara’nın kuzey kesimlerine şiddetli sağanak başlar. Yağmur, şehirde pek fark edilmemişse de Elmadağ, Çubuk, Esenboğa, Mamak ve Kayaş boyunca başlayan sağanak, özellikle Elmadağ, Esenboğa ve Çubuk hattında ceviz büyüklüğünde doluya dönüşerek etkisini gösterir. Esenboğa’ya yağan doludan hava alanı pisti buz içinde kalır ve pist temizleninceye kadar uçuşlar yapılamaz. Elmadağ’a yağan dolular yaklaşık yarım metrelik bir tabaka oluşturur. Asıl felaket; bu dolu tabakası eriyip dere ve sel yataklarından Hatip Çayı’na karışınca kendini gösterir.
Sel ile ilgili ilk ihbar saat 14:00 sıralarında Elmadağ üzerinden geçmekte olan bir askeri uçaktan gelir ve telsizle Elmadağ’dan Ankara’ya doğru bir selin geldiği bildirilir. Seli ilk görenlerden biri de demiryolu bekçileri olur, selin varlığını ve geldiğini emniyete bildirirler.
Sel, demiryolu hattının 325 metrelik kısmını kopararak sürükler, Mamak ve Kayaş arasındaki tren seferleri sel başladığı andan itibaren durdurulur. Sel, ağaçları yıkıp, çukurları doldurarak Elmadağ’dan Lalahan’a ve vadi boyunca Hasanoğlan, Kayaş ve Ankara’ya doğru ilerler.
İlk su baskınına uğrayan yerlerden biri Lalahan olmuştur. Kayaş sular altında kalınca, Belediye Başkanı Orhan Eren selden haberdar edilmiştir. Eren, yola çıkıp sele doğru gitmeye çalışmışsa da Kayaş’ta tahribat yapan selin Ankara’ya büyüyerek devam ettiğini görmüş, şehre geri dönerek yol üzerindeki evleri ve Mamak’taki askeri birlikleri haberdar etmiştir. Başbakan Adnan Menderes, Meclis’e uğramadan yola koyulmuştur. TBMM’de dönemin en önemli meselesi görüşülürken Menderes’in valilikten, belediyeden ve ordudan görevlileri yanına alarak vatandaşın yardımına koşması, sonra Zafer Gazetesi’nde övünülerek anlatılmıştır.
Sel daha hızlı ilerlediği için, Menderes selin bir tarafında kalmış, diğer tarafa geçemediği gibi Ankara’ya da geri dönememiştir. Nehrin sağ sahilinde Mamak, Hatip Çayı, Bent Deresi ve Kazıkiçi Bostanları’nda çalışmalara katılan Menderes, geceyi Altındağ’daki Tiftik Çiftliği’nde geçirmiştir.
Cumhurbaşkanı Celal Bayar, saat 17:30’da nehrin sol sahilinde yer alan Saimekadın’a kadar gidebilmiş, yollarda selin yaptığı tahribat nedeniyle daha ileriye gidememiştir. Saimekadın ve konservatuvar civarını inceleyen Bayar, halkı dinledikten ve çeşitli direktifler verdikten sonra şehre geri dönmüştür.
Hatip Çayı’nın yatağında ilerleyen sel suları çok hızlı akarken, bazı yerlerde evlerin boyunu aşmış ve önüne çıkan canlı cansız her şeyi sürüklemiştir. Dere yatağındaki tarlaların hepsi tahrip olmuş ve mahsuller zarar görmüştür. Ağaçlar gibi elektrik ve telefon direkleri de yıkılmış ve sel güzergâhında yer alan yerleşim birimlerinin hem elektrikleri kesilmiş hem de iletişim olanakları ortadan kalkmıştır. Sel mağdurları kaderleri ile baş başa kalmıştır.
Hatip Çayı’nın akış yönünde yer alan Kayaş, Üreğil, Mamak, Saimekadın, Gülveren, Bent Deresi, İsmetpaşa Mahallesi, Atıfbey, Dışkapı, Kazıkiçi Bostanları ve Akköprü su altında kalmıştır. Sel suyu Saimekadın’dan sonra, iki kola ayrılmış, bir kolu Demirlibahçe’yi basmış, diğer kolu ise Gülveren üzerinden Dışkapı ve Akköprü’ye doğru ilerlemiştir. Selden en çok etkilenen yer Demirlibahçe olmuştur. Demirlibahçe’de de suyun şiddetine dayanamayan kerpiç evler, kurtulma ümidi ile üzerlerine çıkan vatandaşlarla beraber sel sularına gömülmüştür. Demirlibahçe’nin çukur arazi yapısı ve sel sularının hızla bölgeyi doldurması nedeniyle tek katlı evlerin hepsi su altında kalmış ve felaketin bölgedeki boyutu yıkıcı olmuştur.
Selin diğer kolu, Bent Deresi ve Varlık Mahallesi
Selin diğer kolu, Bent Deresi ve Varlık Mahallesi ile Sanayi Caddesi ve Kazıkiçi Bostanları’nı etkilemiş ve tahribatı büyük olmuştur. Çankırı Caddesi’nin Dışkapı’ya yakın kısmından başlayarak Dışkapı Meydanı ve Buluş Sineması’nın bulunduğu yerler dâhil olmak üzere Ziraat Mahallesi’ni de su basmıştır. Varlık Mahallesi’nde yüzlerce ev yıkılmış, Yeni Sanayi çarşısındaki dükkânlar ve buraya tamir için getirilen araçların hepsi su altında kalmıştır.
Dışkapı’dan Akköprü’ye inen sel suyu, Ankara-Yenimahalle yolunu ve yeni asfaltlanan İstanbul Caddesini tahrip etmiş, Ankara’nın hem şehir içi hem de şehirlerarası ulaşımı kesilme noktasına gelmiştir.
Troleybüsler, otobüsler ve otomobillerin hiçbiri çalışmadığı için Dışkapı Caddesi’nde trafik durmuştur. Şehir merkezinde çalışıp Yenimahalle, Etlik, Keçiören, Aydınlıkevler ve Yenidoğan civarında oturanlar iş çıkışı evlerine gidememiş, gece yarılarına kadar otobüs duraklarında beklemek zorunda kalmış ve otobüs duraklarında uzun kuyruklar oluşturmuşlardır. Belediye Yenimahalle’ye gidecekleri Çiftlik yolu üzerinden götürme kararı almış, ancak Çiftlik yolundaki ulaşım da köprünün su altında kalması ile engellenmiştir. Belediye ekipleri 12 Eylül öğlene doğru Yenimahalle yolunu açmış ve İskitler Caddesi üzerinden Keçiören tarafına gitmek mümkün olmuştur. Adana, Kayseri ve Zonguldak tren seferleri de kesintiye uğramıştır.
15 Eylül’de selin korkunç bilançosu; ‘ölü sayısı 140 ve maddi zarar 200 milyon lira’ olarak açıklanmıştır ve ölenlerin daha çok çocuklar olduğu anlaşılmıştır. Daha sonraki yıllarda resmi can kaybı 165 olarak sabitlenmiştir. Zamanın iletişim eksiklikleri, iktidarın sansür baskısı, gecekondu mahallesinde boğulan çocukların nüfus kayıtlarının yapılmamış olması göz önüne alındığında gerçek rakamlar bunun çok daha üstündedir.
Bent Deresi, gezi ve park alanı olma özelliğini selden sonra tamamen yitirdi
Sel felaketi haberleri gazetelerde çeşitli boyutları ile ele alınırken, Kerim Yund imzalı “Ankara tufanın sebepleri” başlıklı yazı dikkat çekiyor. Ülkeyi, “Türkiye öteden beri başıboş suların serserilik ve derebeylik yaptığı ülkelerden biri” sözleriyle niteleyen yazı; dönemin gündelik gazetelerinde sel felaketi ile ilgili bilimsel verileri kullanarak yazılan tek analiz yazısı:
“İskân ve orman, suların hasar yapmasını önler. Akarsuların coşma ve taşma alanı iyi hesaplanıp, buralara barınak yapılmasının kötü sonuçları yurttaşlara bildirilmeli ve böyle yerlerde iskân kesinlikle yasaklanmalıdır. Bundan birkaç yıl önce de Eskişehir’de, Meriç boylarında sular binlerce cana kıymıştır. Eğer Hatip Çayı’nın başlarında, kaynaklarında ve geçtiği yerlerde orman bulunsa idi Ankara Tufanı ya hiç olmayacak veya çok hafif atlatılacaktı. Ormanlık yerlerde ısı farkı çok olmadığından dolu yağmayacaktır. Eğer Elma Dağı, ormanlık bir dağ olsa idi, bu kadar çok miktarda dolu yağmayacaktı. Ankara Tufanı ertesi, Cuma Günü Hacı Bayram Camii’nin vaizinin dediği gibi Tanrı’nın kullarına verdiği bir ceza değildir. Halkın çıplak gezmesinin oyun oynamasının değil, cehaletin ormanları yakıp yıkmasının ve usulsüz iskân dolayısıyla çekilmektedir”
Sel felaketinden sonra Bent Deresi üzerindeki köprüler yıktırılmış ve dere DSİ tarafından menfez içine alınarak üzerinden 10 metre genişliğinde yol geçirilmiştir. Bent Deresi, erken Cumhuriyet döneminden itibaren Ankara’nın önemli bir gezi ve park alanı olma özelliğini, selden sonra tamamen yitirmiştir. Toplam 5 km uzunluğundaki menfezin ilk aşamasının yapımına, konservatuvardan Dışkapı’ya kadar olan kısma 1958 yılının Nisan ayında başlanmış; Dışkapı’dan Varlık Mahallesi’ne kadar olan ikinci aşama ise 1959 sonunda bitirilmiştir.
Hangi caddenin altından hangi derenin geçtiğinden bile haberdar değiliz
Hatip Çayı’nın getirdiği sel felaketi Ankara’nın arada sırada taşkın yapan derelerinin devlet eliyle birer birer yer altına çekilmesi sürecini başlatmıştır. Şehrin doğal dokusunun bozularak, akarsuların menfeze alınması işlemi, sel felaketi nedeniyle ilk defa 1959 yılında Bent Deresi’ne uygulanmıştır. Bu müdahale yeni taşkınların olmasını engellememiş; iki yıl sonra 1961 yılında Hatip Çayı tekrar taşmış ve sel baskını olmuştur.
İdarecilerin keyfi yaklaşımları ile Ankara’nın akarsu mecralarına müdahaleler 1956-1957 yıllarında başlamış ve ulaşım ağının genişletilmesi için Bent Deresi ilk kurban olmuştur. 1957 Sel Felaketi, plansız ve programsız yapılan müdahalelerin meşrulaştırılması için hoyratça kullanılmış; derelere yapılan bütün müdahalelere rağmen Ankara’da su baskınları ve sel felaketleri bir türlü önlenememiştir.
Bir zamanlar her yağmur yağdığında “Kayaş’tan Hatip Çayı ile sel gelecek” diye paniğe kapılan Ankaralılar, yakın tarihe dair hafızası tamamen silinmiş bir şehirde hangi caddenin altından hangi derenin geçtiğinden bile haberdar değildir.
Şehrin büyüme dinamikleri ile uyumsuz imar planı hazırlatılması planların hiçbir zaman uygulanamamasına, idarecilerin otoriter tutumları da Ankara’nın doğal dokusunun bozulmasına, kültürel mirasının yağmalanmasına ve mekânsal özelliklerini yitirmesine neden olmuştur. Bir yandan akarsuları yer altında menfeze çekip üzerlerini kapatanlar, diğer yandan yaptıkları parklara bahçelere göletler, tahta köprüler ve fıskiyeler ilave etmektedir.
Doğal olanı korumak yerine yapay olanı görünür hale getirmek daha kolay olsa da günden güne asfalt ve beton ile kuşatılan Ankara’da yağan yağmur toprağa karışamamakta, her yıl aynı düzeyde gerçekleşen yağış dere ve sel yataklarını tekrar ortaya çıkarmaktadır. Ankara’da her yağış sonrasında beliren su baskını ihtimali ve sel felaketi tehlikesi, derelerin kendi doğal mecralarında “tekrar” özgürce akacağı ve sularını topladıkları alanların ağaçlandırıldığı güne kadar devam edecektir.
Kaynakça:
Yrd. Doç. Dr. İhsan Seddar Kaynar, Ankara Araştırmaları Dergisi, Aralık 2017, S:197-224, Ankara’nın 11 Eylül 1957 Sel Felaketi ve Siyasi Gündemi