Gece olunca Ayrancı: Uydudan semtimize bakış

Gündüz vakti Ayrancı’nın cıvıltılı sokaklarını, parklarında oynayan çocukları, kaldırım kahvelerinde çay içen komşuları iyi biliyoruz. Peki ya gece olunca bu tanıdık semt nasıl bir hal alıyor? Pencerelerden süzülen ışıkların haritası bize ne anlatıyor? Bu sorulardan yola çıkarak bu sayıda Ayrancı’ya bir de yukarıdan, uydudan bakmak istedim.

Analizimin temelinde uydu görüntüleri var; ancak doğrudan tüm semti değil, ışık yoğunluğu açısından bize anlamlı veriler sunabilecek alanları mercek altına aldım. Özellikle kentsel yapıların yoğun olduğu yerler analizde yer aldı. Parklar ve yeşil alanlar, gece fazla ışık yaymadıkları için bu çalışmanın dışında bırakıldı. Zaten onlar geceleri karanlıkta kendi dinginliğine çekiliyor, belki de şehrin gerçek uykusunu onlar uyuyor.

Uydudan baktığımızda, Ayrancı’nın gece manzarası aslında bir nevi yaşamın gece ritmini yansıtıyor. Işıkların yoğun olduğu noktalar, geç saatlere kadar açık kalan marketlerin, evlerinde hâlâ ışık yanan komşuların, ya da gece geç saatlerde eve dönenlerin izi gibi. Bu da bize Ayrancı’nın geceleri nasıl bir dokuya büründüğünü gösteriyor.

Bu çalışma hem kent gözlemine dair yeni bir bakış sunuyor hem de yaşadığımız semti başka bir açıdan tanımamıza olanak sağlıyor. Belki de bu veriler, gelecekte aydınlatma politikaları, kamusal alan kullanımı ya da gece güvenliği üzerine düşünenler için de bir kaynak olabilir.

Gece ışığında Ayrancı’yı okumak, semtin gece hikâyelerini duyumsamak gibiydi. Bir gün hep birlikte, bu haritayla elimize feneri alıp sokak sokak gece yürüyüşü yapar mıyız, ne dersiniz?

Ayrancı’nın komşu ışıkları: Gece Ankara’ya kısa bir bakış

Uydudan baktığımızda sadece Ayrancı değil, etrafındaki mahalleler ve Ankara’nın gece parlayan damarları da dikkat çekiyor. Özellikle Ankara’nın eski kent merkezi olan Ulus ve Kızılay, şehrin en aydınlık bölgeleri olarak öne çıkıyor. Gece boyunca süren hareketlilik, yoğun trafik ve ticari canlılık bu ışık haritasına birebir yansıyor.

Bu merkezleri takiben Eskişehir Yolu ve Konya Yolu, kentin doğu-batı ve kuzey-güney akslarında ışığın peşinden uzanıyor. Bu yollar, hem eski kent merkezine bağlanıyor hem de Ankara’nın çeperlerine doğru uzanırken ışıklı birer hat gibi göze çarpıyor. Uydudan bakıldığında adeta şehrin gece damarları gibi, Ayrancı’nın çevresinde nasıl bir ışık çemberi olduğunu da gözler önüne seriyor.

Ayrancı ise bu parlaklığa yakın ama bir o kadar da kendi halinde. Ne fazla parlıyor ne de karanlığa gömülüyor. Sanki gecenin içinde kendi ritmiyle yaşayan bir semt gibi…

Ayrancı’nın ışık haritası: En parlak noktadan en sessiz tepeye

Gece uydudan baktığımızda Ayrancı’nın kalp atışı gibi atan bir noktası hemen göze çarpıyor: Atatürk Bulvarı ile Kennedy Caddesi’nin kesişimi, yani Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi civarı. Bu bölge, Tunalı’ya olan yakınlığı ve kültürel-sosyal hareketliliğiyle zaten gündüzleri olduğu kadar geceleri de yaşayan bir yer. Hal böyle olunca, uydudan en parlak çıkan yerin tam da burası olması hiç şaşırtıcı değil. Kafelerden çıkan son müşterilerin gölgeleri, geç vakitlerde düzenlenen sergiler ve dolup taşan kaldırımlar bu ışıltının gerçek yüzü aslında.

Ama her ışığın bir gölgesi olur. Ayrancı’nın en karanlık noktası ise, daha önce “Hoşdere Hayali” başlıklı yazımda da yer verdiğim bölgeye denk geliyor: Kuzgun Sokak ile Portakal Çiçeği Caddesi’nin kesişimindeki yüksek tepe üzerindeki otopark alanı. Gündüzleri bile sadece araba sesini içeren, sessiz bu tepe, gece olduğunda şehrin geri kalanından neredeyse kopmuş gibi duruyor. Belki karanlık oluşu, belki de zamanında ona eşlik eden Ankara’nın kayıp derelerinden biri olan Hoşdere’nin asfalt altında uykuda olmasıdır.

Ayrıca, semt içindeki mahalleleri ışık yoğunluğuna göre sıraladığımızda, Remzi Oğuz Arık başı çekiyor. Onu sırasıyla Güvenevler, Aziziye, Güzeltepe ve Ayrancı Mahalleleri takip ediyor. Her biri farklı gece halleriyle, kendi temposunu ve ışık ritmini taşıyor. Remzi Oğuz Arık kentin en önemli yaşayan damarına yakınlığı dolayısıyla ışıl ışıl parlarken, Ayrancı Mahallesi de belki sessiz sakin komşularımızın dinginliğini yansıtıyor.

İçinde bulunduğumda her seferinde bana birçok deneyim sunan bu semt, uzaydan bakınca da her defasında bambaşka bir hikâye anlatıyor. Bu ışık haritası bize sadece bir uydu fotoğrafı değil, Ayrancı’nın gece kimliğini veriyor. Nerelerde hayat sürüyor, nerelerde uykular erken başlıyor ya da nereler hâlâ hayal kuruyor… Kim bilir, belki bu karanlık noktalar gelecekte semtin yeni hikâyelerine ev sahipliği yapar. Her seferinde istediğimiz hayallerden biri olan semtin eski dostları kayıp dereleri bir gün uykusundan uyanır. Ve belki de başka aydınlıklar çıkarır karşımıza…

Gökçen Tuncer: Kentsel politikalarda yaşlı nüfusa odaklanılmalı

Yaşlanan ve yalnızlaşan Ankara

Ankara’nın giderek yaşlandığını söylüyorsunuz, bunu konuşabilir miyiz biraz?

Bu mesele önce nüfus artış hızıyla başlıyor. Neden özellikle Ankara’yı ele aldım? Çünkü nüfus artış hızının Türkiye’de çok dramatik şekilde düşmeye başlamasının ardından, “Ankara için bu durum nasıldır?” bunu gösteren rakamları merak ettim.

Gazeteci Gökçen Tuncer

Öncelikli sorun nüfus artış hızının düşmesi

Nüfus artış hızı Türkiye genelinde 2022’de binde 7’ymiş, bu 2023’de binde 1.1’e kadar gerilemiş. 2024’de tekrar yumuşak bir artış var, binde 3.4 gibi.

Ankara’da ise daha dramatik bir değişim var. Bunun nedenini sadece doğumlar olarak almamalıyız. Genç nüfusun o şehri tercih etmesi, okumak için, iş bulmak ya da daha iyi bir işe geçmek için göç etmesi olarak da ele alabiliriz. Dolayısıyla nüfus artış hızını bu iç göçler ve eğitim de etkiliyor. 

Ankara’da nüfus artış hızı 10 yıl önce binde 20’ler seviyesindeymiş, 2023’e baktığımızda dramatik bir düşüş var binde 3.7’ye kadar gerilemiş. 2024’te ise binde 10.4. Bu sıçrayışın nedeni de elbette ki deprem. Deprem sonrası alınan göçün kaynağının hem deprem bölgelerinden hem de İstanbul gibi deprem korkusunun çok yüksek bölgelerden olduğunu söyleyebiliriz.

Yaşlı nüfus artıyor

Şimdi Türkiye yaşlanıyor endişemiz var. İktidarın bu yılı “Aile Yılı” ilan etmesi bu sebebe dayandırılıyor. Bunun sonuçlarını ileriki zamanlarda göreceğiz ama şu anda gerçekten yaşlanıyor muyuz, yaşlanmıyor muyuz diye baktığımızda şunu söyleyebilirim; yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı ilk defa çift taneli bir seviyeyi 2023’te gördü ve %10’u aştı. 2024’te %10.6 oldu. 

Ankara ise öğrenci nüfus nedeniyle hep Türkiye ortalamasının altında kalmıştı. Ancak şu anda Ankara geneli de Türkiye ortalamasına yaklaşmış durumda. Yani şöyle söyleyebiliriz; Türkiye ne kadar hızlı yaşlanıyorsa Ankara da neredeyse aynı hızda yaşlanıyor. Bir karşılaştırma yaparsak; 10 yıl önce yaşlı nüfusun toplam nüfus içerisindeki payı Türkiye’de %8’e yakınmış, Ankara’da ise %7.3’miş ve 10 yıl içerisinde bu oran Türkiye’de %10.6 Ankara’da ise %10.4’e yükselmiş.

Kentsel politikalarda artık yaşlı nüfusa odaklanılmalı

Elbette ki Ayrancı gibi eski semtlerde bu oranın biraz daha yüksek olduğunu görmemiz şu anda çok normal. Aslında gerçekten hızlı bir artış bu. Ankara’da 65 yaş üstü nüfus 2014 yılında 375 bin civarındaydı. Bu sayı 610 binin üzerine çıkmış durumda. Şehrin 5.8 milyon gibi bir nüfusu olduğunu düşünürsek 65 yaş üstü nüfus 1-2 sene içerisinde 2’ye katlayarak 750 bini görecek. O sebeple yaşlılar için yapılacak politikalara daha fazla odaklanılması gerek.

Ortanca yaş verilerine bakarsak; Türkiye geneli için ortanca yaş 2000 yılında 25 seviyesindeydi, 2025 yılında 34.4’e kadar çıktığını görüyoruz. Bu da çok hızlı bir artış. Ankara’da ise ortanca yaş bunun da üzerinde ve 35,9 seviyesinde. Yani öğrenci nüfusu nedeniyle daha genç olmasından övündüğümüz Ankara’nın da ciddi anlamda yaşlandığını görüyoruz. Ülkemizde yaşlı nüfusun en fazla olduğu Sinop’ta bile ortanca yaş şu anda 42.5. Ankara’da ise dediğim gibi 35.9. Bu yüksek bir oran.

Evlenme yaşı yükseliyor, doğurganlık düşüyor

Bunu başka bir veriyle somutlaştırmak istersek, ilk evlenme yaşı da yine “yaşlanan nüfus” konusunda dikkatle incelenen verilerden biridir. Türkiye’de ilk evlenme yaşı kadınlarda 24’lerden 26’ya kadar çıkmış durumda. Erkeklerde de 28’e çıkmış durumda. Bunun ekonomik nedenleri de var tabii.

Yine doğurganlık hızına da bakarsak Türkiye için toplam doğurganlık hızı 2001’de kadın başına 2.38 çocuk iken 1.51’e kadar gerilemiş durumda. 2019’da bu ikinin altına ilk defa indiğinde büyük bir panik yaratmıştı, şimdi 1.51. Ankara’da ise doğurganlık hızı 2018’de 1.65 çocuk olarak ölçülüyordu şu anda 1.20. Ankara gerçekten de beklediğimizden çok daha hızlı yaşlanan bir şehir gibi görünüyor bu verilere baktığımızda. 

Evlilikler artıyor, boşanmalar “daha da” artıyor

Gençlerin evlenmeye pek gönlü olmadığından bahsettik. Evlenme ve boşanma istatistiklerine baktığımızda şunu diyebiliriz; boşanma hızının artışı evlenmeye kıyasla biraz daha fazla. 

Ankara için de böyle.

Kaba evlenme hızı yani bin kişilik nüfus başına düşen evlenme sayısı tüm ülke için binde 8.35’ten 6.65’e kadar gerilemiş. Ankara için bu oran binde 6.43 iken şimdi 6.38’lere gerilemiş durumda. Boşanma istatistiklerinde Türkiye ortalaması binde 2.19, Ankara’da ise bu durum binde 2.65 diyebiliyoruz. 

Yalnız yaşıyoruz

Bu arada yalnız yaşayanların sayısının da arttığını görüyoruz. 2015’de yalnız başına yaşayanların sayısı 3 milyon civarlarındaymış şimdi 85 milyonluk ülkenin 5.3 milyonu yalnız yaşıyor. Neredeyse koca bir Ankara nüfusu kadar insan yalnız yaşıyor bütün ülkede. Gerçekten dramatik bir veri diyebiliriz buna. Bunun büyük çoğunluğu İstanbul’da. Yalnız yaşayanların 943 bin 363’ü İstanbul’daymış, 384 bin 201’i de Ankara’da yaşıyor. 24-40 yaş arası önemli bir artış var tabii yalnız yaşayanlarda. 

Eskiden Ankara’ya gelen öğrencilerin büyük kısmı Ankara’da kalmaya devam ediyordu. Çünkü burada kendilerine istihdam sağlanabiliyordu. Ancak bu durum artık değişmiş durumda. Gelen gençleri, özellikle yetişmiş mühendisleri kaybediyoruz. Ankara’da barınamıyorlar. Çünkü Ankara’da da artık yaşam koşulları pahalılaştı. Dolayısıyla gidebilenler yurt dışına gidiyorlar, gidemeyenler memleketlerine dönüyorlar. 

İstanbul’daki deprem korkusu, Ankara’da ulaşım sorunu var

Yıllardır Ankaralıyım. Uzun süre İstanbul’da da yaşadım. Ve artık kesinlikle “Ankara’da trafik sorunumuz var” diyebilirim.

Ayrancı’da yaşayan yaşlı nüfusun bütün yaşam alanı Ayrancı olabilir. Ancak başka yere gitmek istediğinde ciddi anlamda sorun yaşanıyor. Ankara’da şöyle bir sıkıntı var, her yere gitmek için Kızılay’a inmek zorundasınız. Haritadan size 10 dakika uzaklıkta görünen bir yer için bile önce Kızılay’a inmek zorundasınız. Sonra başka yerlere ulaşabilmek için otobüs, minibüs bulmanız gerekiyor. Birkaç vasıta değiştirmek yaş arttıkça çok daha zor oluyor. Yaşlılarımız için hastaneye gitmek aynı zamanda büyük bir ulaşım sorunu demek. Büyük bir Ankara sevdalısıyım ama “Ankara-İstanbul kıyasında en çok neyi eleştirirsin?” derseniz kesinlikle “Ulaşım problemi” derim. 

Ama hâlâ çok iyi bir şeyler var. Ankara bence hâlâ güvenli bir kent diyebiliriz. Bir kadın olarak İstanbul’da 10 yıl yaşadım. Son 2 senedir yeniden Ankara’da yaşıyorum. İstanbul’da yaşarken hissettiğim tedirginliğimin hiçbirini Ankara’da yaşamadım, hissetmedim.

Yaşlıların kent yaşamına katılımında, bu hizmetleri sunanlar anlamında ne tür hizmetlerin eksik olduğunu söyleyebiliriz?

Bence zaten belediye hizmetleri ve merkezi yönetim hizmetlerini ayrı ayrı düşünmek biraz üzücü. Bunun normali şu; merkezi yönetim ve yerel yönetim birlikte ve ortak akılla çalışabiliyor diye övebiliyor olmamız gerekir. Ancak ne yazık ki, böyle bir ayrım var bulunduğumuz noktada. 

Yaşlıların kültürel hakları göz ardı ediliyor

İkinci olarak kentsel ihtiyaçları mahalle mahalle değerlendirmek gerekiyor. Şimdi Ayrancı gibi, Kavaklıdere gibi Ankara’nın hem en eski hem belki yaş ortalamasının biraz daha yüksek olduğu, halk arasında “nezih” kabul edilen semtlerinde bu hizmetlerin daha iyi ve tam olduğunu görebiliriz. Ya da hizmetlerden memnuniyet oranlarının yüksek olduğunu görebiliriz. 

Peki Ankara’nın dış cepheleri, oralar ne şekilde? Mesela bir Kazan’da ne oluyor? Evren diye bir ilçesi var bu şehrin, oralarda yaşlılar yok mu? Oralardaki insanlar bu hizmetlere nasıl erişebiliyor? Elbette ki bir sağlık sorunu olduğunda bir şekilde buna cevap alıyordur. Peki bu yaşlılarımızın Kuğulu Park’taki bir festivali görme hakkı yok mu?

Kentsel hizmetler dediğimizde sadece sağlık, ulaşım gibi hizmetleri düşünüyoruz. Ancak sosyalleşme de, kültürel aktivitelere katılım da bir kent hakkıdır. Dolayısıyla ben bunun en başta Ankara’nın daha gelir seviyesinin düşük olduğu mahallelerdeki yaşlıların hakkı olduğunu düşünüyorum. İstanbul’da yaşayıp deniz görmeden yaşamını tamamlayanlar gibi Ankara’da yaşayıp kaleyi görmeyenler, Anıtkabir’e gitmeyenler var gerçekten. Bence çok ciddi bir eksiklik.

Otobüs duraklarındaki reklam panolarında bazı belediyelerin “Ankara gezilerimiz başlıyor” gibi ilanlarını görüyorum. Ben onlardan bir tanesine katılmıştım, kalenin eteğindeki kazı alanı gezisiydi. Çok etkilendim. 65 yaş üzeri komşularımızın sağlık koşulları, yürüme koşulları gibi koşullar da gözetilerek bu tür hizmetler sunulabilir.

Sağlık hizmetlerine erişimde randevu sıkıntısı

Bunların dışında sağlıkla ilgili sıkıntılar da var. Belediyelerin ambulans hizmeti, evde bakım hizmetleri var. Belli bir gelir seviyesinin altında olan yaşlılara yapılan maddi destekler var. Ama sadece yaşlılar için değil Türkiye’nin genelinde hastanelerden randevu alınamaması gibi önemli bir sorun var.

Oralarda da belli bir yaş üstüne yine öncelik sağlanıyor ama bazen çok mühim bir röntgen için işte birkaç ay sonrasına randevu veriliyor. Hastanelerde ayakta sıra bekleme dönemi bitmiş olabilir ama bu sefer de evinizde aylar sonrasına gelecek bir muayene ya da röntgen için sıra bekliyorsunuz. Bunların hızlandırılması adına hem yerel hem merkezi yönetimde bazı projeler geliştirilebilir diye düşünüyorum. 

Bu noktada şehir hastaneleri politikası çok eleştiriliyor. Etlik Şehir Hastanesi ve Bilkent Şehir Hastanesi arasında Ankara ikiye bölünmüş durumda. Her ikisine de Ayrancıdan ulaşmak çok zor. 

Muhtarlarımız aracılığıyla Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne dilekçeler verildi Ayrancı’dan şehir hastanesine doğrudan otobüs konulsun diye.

Burada hasta olan, rahatsız olan birisinin şehir hastanesine ulaşması kendi vasıtası varsa mümkün. Yoksa buradan otobüs bekleyecek Kızılay’a inecek, Kızılay’dan metroyu binecek, şehir hastanesinde inecek, metrodan hastaneye yeniden otobüse binecek hasta haliyle. Şehir hastanesi mantığı bu haliyle çok eleştiriliyor. 

Yaşlıların kente katılımı noktasında sitelerde yaşamayla Ayrancı gibi mahallelerde yaşamaları arasında bir fark var mı?

Bu tamamen aslında şehir bölge planlama uzmanlarının konusu. Her şey bir arada olsun, insanların alışverişini, sporunu yapsın ve bunları, o siteden asla çıkmadan yapsın. Neden? Çünkü “çok güvenlikli” mantığı yanlış bir mantık.

Çünkü bu sefer de yaşlıları insanlardan, toplumdan izole ediyorsunuz. Böyle olunca da toplumsal dayanışma kırılıyor. Yani birine ihtiyacınız olsa size ulaşan kişi sayısı azalmaya başlıyor. Diğer taraftan da eski mahallelerde düzgün olmayan ya da çok yüksek olan kaldırımlar, araç park yerleri, engelli vatandaşlarımızın sokakta rahat edememesi gibi başka bir problemler var.  Bu aynı zamanda ahlaki de bir problem ve her yere yansıyor.

Cumhuriyetin kuruluş dönemi kent planlaması daha doğruymuş

Ankara’nın Cumhuriyet dönemi planlaması aslında tamamlanamadı. Bir cumhuriyet aksı var Çankaya Köşkü’nden başlayıp Ulus’a kadar uzanan ve şehir bunun etrafında kuruluyor. Avrupa şehirlerinde de şehrin nehirlerin etrafında kurulduğunu görüyoruz. Bahsettiğimiz Cumhuriyet aksı aslında o kadar iyi plandı ki, bugüne kadar şehrin ihtiyaçlarını karşıladı. Burada daha fazla yeşil alan, daha fazla kamusal alanlar olduğunu görüyoruz. Her yaştaki yurttaşların buralardan faydalandığını da görüyoruz. Şimdi bu aksın dışına birazcık çıktığımızda planlamanın nasıl bozulduğunu, yurttaşlar için bir yerden bir yere gitmenin daha zor hale geldiğini görebiliriz. Dolayısıyla bir şehri planlarken her parametreyi hesaplamak zorundasınız.

Bu şu demek değildir; bizim yeni bir inşaat politikamız var, çok yüksek güvenlikli siteler yapacağız. O sitelerin içerisinde spor salonu da olacak, havuz da olacak, alışveriş merkezleri de olacak ve onun içerisinden çıkmayacaksınız. O zaman kent nereye gidiyor? Buna kent planlaması denilemez sadece site planlaması denir.

Şehrin diğer bölgeleri, ilçeleri arasındaki bütün iletişim kanallarını koparırsınız, insanları diğer insanlardan soyutlarsınız. Dolayısıyla bu tür yeni yapılaşma, yüksek güvenlikli siteler vs. toplumsal açıdan da, ekonomik açıdan da bir dejenerasyona neden oluyor. Onun yerine topluma nasıl daha fazla olumlu şey katabiliriz, şehirde bazı küçük şeyleri değiştirerek daha büyük faydayı sağlarız diye düşünülmesi lazım. Bu konunun daha çok konuşulması lazım.

Gökçen Tuncer kimdir

1985 yılında Ankara’da doğdu. 2007’de Gazi Üniversitesi İktisat Bölümü’nden mezun oldu. 2010 ve 2012 yılları arasında İsveç Örebro Üniversitesi’nde küresel gazetecilik alanında yüksek lisans yaptı. Çeşitli yayın organlarında gazetecilik yaptı, şu anda Ekotürk TV Ankara temsilcisidir.

Ayrancı’da hayat var

Ankara’nın göbeğinde bir huzur yeri var desem, “Hadi canım, Kızılay mı?” diyen çıkar. Değil. 

Tunalı desen gürültü, Bahçeli desen karmaşa. Benim huzurumun haritadaki yeri net: Aşağı Ayrancı. 

Sekiz yıl önce taşındım buraya. O gün bugündür mahalleyle bütünleştim. Aslında ben hep mahalle kültürüyle büyüdüm. Çocukluğumda annem camdan bağırırdı: “Aliiii, eve gel!” Şimdi evin alt katından ses geliyor: “Ali Bey, çöpçü geçmeden atsanız iyi olur.” İkisi de aynı sıcaklıkta, sadece biri biraz daha medeni. 

Aşağı Ayrancı’da sabahlar seremonidir. Evin kapısını açar açmaz hayatla tokalaşırsın. 

Sokağı süpüren görevliyle karşılıklı günaydınlaşılır. Bu günaydın öyle sıradan değil; göz altlarından anlaşılan “Gece zor geçti ama hayattayız” bakışı eşliğinde bir dayanışma selamıdır. 

Manavı geçemezsin selamsız. “Portakallar taze, abim sana göre seçtim” diyerek gönül koyar, teklif gibi görünen bir tür mahalle baskısı uygular. Reddedersen suçluluk duygusu bedava yanında gelir. 

Sokak kedileri var bir de. Her sabah yolumu gözlüyor gibiler. Aramızda belli belirsiz bir anlaşma var. Ben miyavlamıyorum, onlar konuşmuyor ama sabah selamımız eksik olmuyor. Sokak köpekleri ise benden bisküvi bekliyor. Bir gün getirmemeyi denedim, resmen surat ettiler. Şehirde barınak yok belki ama gurur var. 

Foto: İrena Mensikova

Burası öyle bir yer ki, bakkal kimliğini değil, çocukluğunu tanıyor. Apartman komşusu kimin çamaşır suyunu kullandığınızı göz kararı bilir. Apartman toplantıları şikayet değil, şakalaşma seansıdır. Ve mahallede her şey “biz”le başlar, “komşularla” devam eder. 

Aşağı Ayrancı’da hayat, modern şehrin içinde küçük bir vaha gibi. Burada hava soğuyunca kapılar açılır, “çocuklar bizde oynasın” denir. Biri hastalanınca fırına gidip onun için sıraya giren çıkar. Gül gibi geçinilir, arada kavga da olur; ama ertesi sabah manavdan domates alırken barışılır. 

Kısacası, Aşağı Ayrancı bana sadece bir adres değil, ait olma hissini verdi. Büyük şehirde kaybolmamayı, bir “günaydın”ın ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. Herkesin bir Aşağı Ayrancı’sı olmalı; adı başka olsa da, içinde aynı sıcaklık olmalı. 

Çünkü bazı yerler sadece yaşanmaz, hissedilir. Benim için orası burası.

ABD’nin eski büyükelçiliği ne olacak?

“Semtin dokusunu bozar”

Dilek Metin Sert (49)

Sanat Tarihçi/Kültür Sanat Direktörü

Semtin dokusunu bozar diye düşünüyorum. Trafik artık genel bir sorun Ankara’da. Toplu taşıma konusu ne yazık ki oturtulamadı, bundan sonra da düzeleceği konusunda soru işaretlerim var. Dolayısıyla orada bir otel, hastane vb. yapılması elbette olumsuz anlamda çok etkileyecektir mahalleyi.

“Herşey oldu bittiye getiriliyor, Ayrancı için kaygı verici bir durum”

Hüseyin Kalkan (33)

Esnaf

Ayrancı’nın bilinirliği açısından bir katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Zaten Ayrancı, Ankara’nın en önemli yerlerinden birisi. Kendine has bir oturumu, kendine has bir toplumu var. O yüzden bilinirlik açısından Ayrancı’ya bir katkı sağlamaz. 

Altyapı sorununa gelince, altyapısının kaldırmayacağı çok aşikar. Bir anda Ayrancı’ya hiç ait olmayan bir hareketliliğin mahallemizin altyapısınca sorunsuz kabul edilmesi çok olası değil. Bir sürü yeni problemle uğraşmak zorunda kalacağız.

Trafik zaten Ayrancı için –ara sokaklar dahil olmak üzere– çok büyük bir problem. Ana caddelerde zaten yoğun bir trafik var. Ulaşım altyapısı anlamında çok büyük yeni problemler getirir.

Bunun öncelikle iyice bir hesaplanıp ondan sonra projelendirilmesi gerekirdi. Ama maalesef ülkede her şeyde olduğu gibi bu konuda da bir plansızlık var. Her şey oldu bittiye getiriliyor.

Böyle önemli bir arazinin satışının bile çok sonradan ortaya çıkması, bir şeylerin el altından yapıldığını gösteriyor. Ayrancı için kaygı verici tabii ki. Rant uğruna bütün yeşil alanlar talan ediliyor. Biz isteriz ki orada sosyal bir ortamın sağlanabileceği, insanların vakit geçirebileceği bir kültür merkezi, bir konser alanı gibi şeyler yapılsın.  Ama tabii ki yine halka bir şey sormuyorlar.

“Ayrancı’ya yeni sorunlar ekleyeceği kesin”

Tülay Kılıç (51)

Ayrancı’nın zaten birçok sorunu var, bunlara yenileri eklenir. Trafik iyice kitlenir, otobüs gelecek, taksi gelecek diye günümüz beklemekle geçer.

Birincisi trafik sorunu, ikincisi o büyüklükteki bir yerin gürültüsü açısından olumsuz bir etkisi olacağı kesin. Ayrancı bir emekli semti. Buranın düzenini bozacak.

Yani buraya çok hitap etmez öyle bir şey bence. Buradaki insanlar yolda zor yürüyoruz. Yollar dar, kaldırımlar dar. Güven hastanesi bile burada otopark sorununu artırdı. Bu büyüklükteki bir yer Ayrancı’yı kilitler.

“Kesinlikle çok katlı kullanıma açılmamalı”

Can Çokçalışkan (51)

Veteriner hekim

Olumsuz etkiler, bu alanın kamuya ait bir park, yeşil alan olması gerekirdi. Ancak bir kişiye satıldığı ortaya çıktı. Kesinlikle çok katlı otel, konut ya da hastane olmaması gerekir. Bulunduğu yerin halka açık, ağaçları ve yeşil alanı korunmuş, düşük katlı restoran, kafe vb. olarak kullanılmasını isteriz.

“Arsa sahibinin sözünü tutmasını beklerim”

Çiğdem Tiftikçi (44)

Fizik Öğretmeni

Bu arazi Atatürk Bulvarı ile Ayrancı sınırında bir doğal bariyer görevi görüyor, alçak katlı yapılar doğal habitata müsade ediyor ve içinde, berisinde, gerisinde onlarca kuş türünün yaşamasına imkan sağlıyor. Sadece güven hastanesinin bile trafiğe, park yerine nasıl bir yük oluşturduğunu bizzat tecrübe ettik. Arazi sahibinin “Ayrancı’nın dokusuna zarar vermeyecek bir yapı üretme” sözünü tutmasını isterim. Az katlı konutlar ve bol yeşillik benim hayalim..

“Trafiği ve ulaşımı felç eder”

Ceren S. (23)

Mühendis

Otel gereksiz, hastane olursa zaten yoğun olan trafiği ve ulaşımı daha da felç eder. Zaten yakında Bayındır ve Güven Hastaneleri var.

Ayrancı’nın dereleri nerede?

11 yıl önce Ankara/Ayrancı’ya ilk taşındığımda semtin topoğrafyası beni şaşırtmıştı. Açıkçası bu kadar yokuşlu bir kent beklemiyordum. Nispeten daha düz olan Eskişehir ve Konya’ya kıyasla Ankara tam bir vadiler kenti. Bir zamanlar bu vadilerden şimdi sokaklara adını veren derelerin aktığını yüksek lisans tezimi yazarken öğrendim. Ankara’nın yerleşim örüntüsüne yön veren bu derelerin nasıl kaybolduklarını ve tekrar gün yüzüne çıkarılıp çıkarılamayacağını merak ederek tezimi 2020’de bitirdim. Kent merkezinde 100 km2 alana odaklanan çalışmamda yüzeyden yaklaşık 56 km akarsuyun yok olduğu sonucuna ulaştım ve Kayıp Dereler Haritası oluşturdum. Su yaşamı canlandırdığı gibi aslında şehir hayatını da canlandırmaktadır. Ankara’da bir akarsu boyunca yürümek, oturmak, sohbet edebilmek suyun akışını herhangi bir kötü koku olmadan yakından izleyebilmek ne güzel olurdu değil mi? Fakat Ankara’nın dereleri şuan yerin altında menfezlerden akıyor ve daha nicesi yürürlükteki mevzuatlara göre beton kanallar içine alınarak ıslah ediliyor.

Ankara’nın dereleri nasıl kayboldu?

Derelerin kayboluşu Cumhuriyet Ankara’sının da tarihi aslında. Ankara il sınırının çok büyük bölümü Sakarya Havzası içindedir. Hatip Çayı, Çubuk Çayı ve İncesu; Bu akarsular birleştikten sonra Ankara Çayı adını alır ve batıya Sakarya Çayına doğru ilerler. Ankara’nın jeomorfolojik özellikleri, bu dört akarsuyu besleyen birçok küçük suyoluyla şekillenir. Bu derelerin kuru dere yani mevsimsel akışa geçen dereler olduğunu belirtmek gerekir. Ankara iklimi ve yer şekilleri itibariyle konveksiyonel (kırkikindi) yağışlar almaktadır. Dolayısıyla düşük debili bu kuru dereler ilkbaharda yüksek debi ile akar ve havza ekosistemini besler.

Kalenin etrafını dolanan Hatip Çayı kentin evsel ve ticari su ihtiyacını uzun süre karşılamıştır. Üzerine Romalılar tarafından inşa edilen ‘bent’ baraj görevi görmüş ve suyu şehrin belirli bölgelerine cazibe  (yerçekimi) ile taşımak için kullanılmıştır. Bu nedenle Hatip Çayı, “Bentderesi” olarak da anılmaktadır. Diğer derelere nispeten daha yüksek debide akan Hatip Çayı üzerinde buğday vb. öğütmek üzere kurulmuş değirmenler, deri yıkamak için Tabakhane denilen dükkânlar bulunmaktaydı. 1900’lerin başında İncesu deresi ise Ankara Garı önünde taşarak geniş bataklık alanlar oluştururdu. Bu durum sıtma hastalığının artmasına sebep olurdu. Ankara başkent olduktan sonra kentsel gelişimini yönlendiren Jansen Planında bu bataklık alanlar, açık-yeşil sistemler olarak planladı. Gençlik Parkı, Stadyum ve Hipodrom gibi spor ve rekreasyon alanlarının Gar önündeki düzlükte planlanması bir tesadüf değildir. Bu yeşil koridor Abdi İpekçi ve Kurtuluş Parkına doğru uzanmaktadır. İlerleyen dönemde İncesu dere yatağı daraltılmıştır. 1944 Ankara Haritasında İncesu deresinin taşkın önlemek amacıyla Sıhhiye pazarı ve Atatürk Bulvarı boyunca Kazım Özalp caddesine kadar kanal içine alındığı görülür. 

Ayrancı’nın dereleri

Ankara’nın üç ana deresi dışında, şehirde mevsimsel olarak akan irili ufaklı birçok dere vardır. 1944 Çankaya Haritasında, İncesu deresinin batı tarafında sırasıyla Büyükesat, Kavaklıdere, Hoşdere, Dikmen deresi ve Kirazlıdere gözükür. Hoşdere, o dönemde Orta Ayrancı ve Yukarı Ayrancı olarak gösterilen vadiden –Portakal Çiçeği Vadisi– aşağı doğru bugünkü Kuzgun sokak boyunca Meclis bahçesine doğru akmaktadır. Kavaklıdere ise kaynağını Çankaya Köşkü yakınından alarak Seğmenler Parkı içinden geçip bugünkü Tunus Caddesi boyunca ilerler ve İncesu deresine kavuşurdu. Günümüzde Kavaklıdere Seğmenler Parkı içinden halen açıktan akmaktadır, ancak Seğmenler Parkı alt kotunda menfeze girer, Kuğulu Parkın altından geçerek Tunus Caddesi boyunca yolun altından akar ve İncesu menfezi ile birleşir. 14 km uzunluğu bulan Dikmen Çayı ise Dikmen Köyü Camii’si civarından başlayarak vadiden geçer ve Kara Harp Okuluna doğru devam ederek bugünkü Saraçoğlu Mahallesine doğru akardı. Trajik bir şekilde bugün dere, vadi içerisindeki menfezde, yer altından akarken üstünden yapay havuz akar. Sonrasında Çetin Emeç Bulvarı altında bulunan sel kapanına (su tutma alanına) girer ve Cemal Süreya Parkına doğru Dikmen Caddesi altından geçerek Kirazlıdere menfezi ile Necatibey metro istasyonu civarında birleştirilir, son olarak Ankara Çayına yönlenir. 

Ayrancı’nın dereleri

Derelerin kaderini değiştiren seller 

11 Eylül 1957’de Hatip deresinin ve de kentin kaderini değiştiren büyük bir sel meydana gelir. Erman Tamur’un “Suda Suretimiz Çıkıyor” eserindeki anlatımıyla il merkezinde yağmur bile yağmamışken Hatip Çayı’nın su toplama havzasında yer alan Hasanoğlan, Lalahan, Kayaş ve Mamak bölgeleri 1,5 saat yağış almış, su, derenin taşma debisini aşarak Kayaş-Dışkapı güzergâhındaki taşkın yatağında bulunan her şeyi önüne katıp sürüklemiştir. Önceki yıllarda da Hatip, İncesu ve Dikmen derelerinde seller meydana gelmiş ise de bu seferki sel, 20 milyon lirayı aşkın hasar ve 165 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. O yıl erken seçime giden Türkiye’nin siyasi gündemi de çok hareketliydi, öyle ki selle aynı gün mecliste Seçim Kanunu değişiklikleri yapılmaktaydı ve sel meclis gündemine ancak gece girebilmişti. Sel sonrası Hatip Çayı’nın ıslahı DP’nin bir seçim propagandası olmuş ve akabinde bir kısmı (bugünkü Bentderesi Caddesi) yer altına alınarak Hatip Çayı kapatılan ilk dere olmuştu. 

Ankara’nın 11 Eylül 1957 Sel Felaketi

Dereler altyapısız başkentin kanalizasyon hatlarına dönüşürken, seller derelerin kapatılmasının bahanesi olmuştur. Hâlbuki seller politikacıların söylediği gibi asrın felaketleri değildir, insan müdahalesinin ve yetersiz altyapının bir sonucudur. Zira 1963 DSİ Raporunda taşkınların sebebi şu şekilde açıklanmıştır: “Kontrolsüz iskân derelerin tahliye kapasitesini azaltmıştır… Derelerin drenaj alanlarının bitki örtüsünden mahrum bulunması, arazinin yanlış kullanılması, herhangi bir şekilde toprak muhafaza tedbiri alınmadan tarım yapılması ve mecralara muhtelif artıkların dökülmesi…” Yani sellerin ana sebebi, yoğun nüfus artışı, dere kenarlarındaki gecekondulaşma ve altyapı yetersizliğiydi. Jansen Planı’nda 1980 için öngörülen nüfusa 1950’lerin başında ulaşan Ankara için yeni bir master plan (Yücel-Uybadin, 1957) yapılmış, plan raporlarında İncesu ve Bentderesi’nin kanalizasyon sisteminin bir parçası olduğuna değinilmiştir. 1963 DSİ Raporuna göre, şehrin yalnızca 1/10’unda atıksu ve yağmursuyu sistemi vardı, kalan yerlerde septik tanklar kullanılırdı veya atıksular arıtılmaksızın derelere deşarj edilirdi. Hatta 1950’lerde belediyeler, muhtarlara beton büzler dağıtmış halkın iş birliği ile atıksu hatları döşenmesi sağlanmıştır. Ancak bilgisizlik ve yönetim eksikliği nedeniyle yine DSİ Raporuna göre PTT’nin telefon menholüne bile kanalizasyon bağlantılarının yapıldığı görülmüştür. 1970’lerde Anadolu’nun büyük kısmı fosseptik çukurlarına insan dışkısını biriktirir, daha sonra gübre vb. olarak yararlanır ya da boş arazilere dökülürdü. Bu evsel atık anlamında çevre kirliliğini geciktiren olumlu bir durumdu aslında, çünkü 90’larda kanalizasyon bağlantısı arttıkça arıtma tesisi oranı yok denecek kadar az olduğundan içme suyu havzalarını tehdit eden kirlilik yüksek seviyelere ulaşmıştır. 

Atatürk Bulvarı’nın Sıhhıye bölümünden açıktan akan İncesu Deresi (1970)

Kanalizasyona dönüşen dereler

Büyük selden sonra Hatip Çayı’nın kent içerisinde kalan kısımları da 60lı yıllar boyunca DSİ tarafından kapatılmıştır. Böylelikle Hatip Çayının dere yatağı kamu yararına kullanılmak yerine ranta kurban edilerek özel mülkiyete geçmiş, şehir dışında yeni rekreasyon alanları (sel kapanları) inşa edildiği düşünülerek gözden çıkarılmıştır. İncesu ise açık bir kanalizasyon hattına dönüşmüştür. Raporlara göre yazın dereden gelen koku başkentin merkezine yakışmayacak şekilde ağır kokmaktaydı. Nitekim 1972-76 yılları arası İncesu deresinin kent merkezindeki büyük bölümü menfeze alınarak üstü kapatılmıştır. 1961’de kent merkezindeki sellere önlem almak için Dikmen deresi önüne büyük bir sel kapanı (bugün Çetin Emeç Bulvarı altındadır) yapılmıştır. Tamur’un anlatımıyla Dikmen deresi küçük bir dere olmasına karşın, mevsimsel sellere neden olurdu. Dere, Saraçoğlu Mahallesine doğru akarken yönünü değiştirip Anıtkabir-Bahçelievler tarafına yönlendirilerek Kirazlıdere ile birleştirildi, böylece sellerin önüne geçilmesi planlandı. Ankara Taşkın Projesi Tatbikatı (1968) kitabında İbrahim Batukan İncesu deresinde yapılan hatanın Kirazlıdere de yapıldığını, hemen Anıtkabir’in yanından bugünkü M. Fevzi Çakmak Caddesi altından akan Kirazlıdere’ye Beşevler boyunca birçok apartmanın kaçak olarak kanalizasyonlarının bağladığı belirtilmektedir. Yıllar içerisinde Dikmen deresinde de aynı hata yapılacaktı. 1957 Yücel-Uybadin İmar Planında vadiler (Seğmenler, Botanik vd.) koruma altına alındıysa da Dikmen Vadisi kontrolsüz yapılaşmaya uğramıştır. 1989’da Ankara Büyükşehir Belediyesi “Dikmen Vadisi Konut ve Çevre Geliştirme Projesi” adı altında bölgeyi yeniden ele almış, kentsel dönüşümün ilk örneklerinden birini gerçekleştirmiştir. Projede dere ıslah edilerek menfeze alınmış ve havza ekosistemi, geri dönüşümü olanaksız değişikliklere uğramıştır.

Dikmen Vadisi Çetin Emeç Bulvarı tarafından görünüşü 1990

90’lardan günümüze 

1980lerde Ankara Çayı’na arıtılmaksızın verilen kanalizasyon hatları neticesinde içme suyu havzalarındaki kirlilik yüksek seviyeye ulaştı. 1989’da ayrık kanalizasyon sistemi ve arıtma tesisi içeren Büyük Ankara Kanalizasyon ve Yağmursuyu Projesi (BAKAY) planlandı. 1997’de Sincan-Tatlar’da son teknoloji bir Arıtma Tesisi inşa edildi. Ancak, ABB, 2017’de BAKAY projesinin sadece %54ünün tamamlanabildiğini belirtmiştir. BAKAY Projesine göre yağmur suyu taşıması planlanan kapalı veya açık derelerin çoğu halen atıksu da taşımaktadır ve bu hatlara atıksu bağlantıları yapılmaktadır. Bu durum, 2016’da DSİ için hazırlanan havza raporlarında belirtilmiştir. Diğer taraftan IV. Sınıf yani çok kirli olan Ankara Çayı ve Sakarya Nehri tarımsal sulamada hatta içme suyunda kullanılmaktadır. 

Mansur Yavaş’ın da birçok kez dile getirdiği gibi bugün Tatlar Arıtma Tesisi yetersiz kalmaktadır, çünkü giren su miktarı çok fazladır. Nüfus artışı yanı sıra özellikle derelerin ve yağmursularının tesise maliyeti çok yüksektir. Dereler ve yağmur suları atıksu hatlarından ayrılarak, olabildiğince yeraltı suyuna sızdırılmalı ve bunun için klasik bir yöntem olan daha fazla boru döşemek yerine doğa-tabanlı çözümlere geçilmelidir. Yağmursuyu hasadı, yeşil çatılar, biyotutma sistemleri, geçirgen yüzey döşemeleri vb. sürdürülebilir drenaj sistemleri ile sadece su krizine değil kentlerin ısınmasına da çözüm üretebiliriz. Derelerin tekrar açılması bir hayal değil aslında ekolojik ve ekonomik bir gerekliliktir. 

İtfaiye giremeyen sokaklar

Ayrancı’nın gözardı edilen tehlikeleri

25 Temmuz 2024 günü Ayrancı Reşat Nuri Caddesi’ndeki bir apartmanın en üst katındaki dairede sabah saatlerinde henüz belirlenemeyen nedenle yangın çıktı.

Evde bulunan anne H.D. ile büyük oğlu K.Ö.D, kısa sürede büyüyen yangından komşuların yardımıyla kurtarıldı. Ailenin küçük oğlu E.D. ise balkonda mahsur kaldı. Çevredekilerin ihbarı üzerine olay yerine itfaiye ve sağlık ekipleri sevk edildi. E.D. itfaiye ekibinin çalışmalarıyla kurtarıldı.

Mahalle sakinlerinden Ramazan Özkök, gelen bağırma seslerinin ardından dışarı çıktığı sırada yangın çıktığı evdeki camların patladığını söyledi. Olay yerine gelen bir vatandaşın o sırada evin çatısına çıkarak çocuğa su verdiğini belirten Özkök, “Çocuğu balkonun önünde tutmaya çalıştık ama itfaiye gecikmeli geldi. Biz de kendini atarsa diye apartman önünde battaniye ve yorgan açtık. Şükürler olsun atmadı, orada bekledi” diye konuştu.

Özkök, dumandan fazla etkilenmemesi için çocuğu yönlendirdiklerini anlatarak, “Gelen itfaiye çocuğu kurtardı” dedi.

İtfaiye’nin kurtarma çalışmaları sırasında olay yerine gelen Çankaya Belediye Başkanı Hüseyin Can Güner kurtarma çalışmalarını izledi ve olay yerinden çekilen fotoğrafları sosyal medya hesabından paylaştı.

Mahalleli endişeli

Yangın Ayrancı’da pek çok evde konuşuldu tabii. Yeşilyurt Sokağında işletmesi bulunan bir esnaf ise aynı şeyin kendi sokağında olması durumunda nasıl müdahale edileceğini düşünüp endişelendi ve durumu CİMER’e yazdı. Ayrancı’da Yeşilyurt Sokağı gibi pek çok dar sokak olduğunu, buralarda çift taraflı araç parkı nedeniyle çoğu zaman normal araçların bile geçmekte zorlandığını belirterek olası bir acil durumda itfaiye ve ambulansın bu sokaklardan nasıl geçeceğini sordu ve sorunun çözülmesini talep etti.

CİMER’den kendisine bir yanıt gelmedi fakat tam da onun endişelendiği gibi bir durum 2 Ekim 2024 tarihinde gerçekleşti. Bir ihbara müdahale etmek için Ayrancı’ya Cinnah caddesi üzerinden gelen itfaiye aracı Yeşilyurt Sokağına çift taraflı araç parkı nedeniyle giremediler. İtfaiye aracı sirenlerini açmasına rağmen kimse aracını yoldan çekmedi. Çaresiz kalan itfaiye geri dönerek kendisine başka bir yol aradı.

Sokaklarda nasıl park edileceğine kim karar veriyor?

Böyle acil durumlarda sormadan edemiyoruz; caddelere, sokaklara nasıl park edileceğine kim, nasıl karar veriyor? Büyükşehir olan illerde, sokaklara ve caddelere nasıl araç parkı yapılacağına dair kararlar, temel olarak yerel yönetimler tarafından alınıyor, ancak bu kararlar çeşitli yasal düzenlemeler ve yönetmelikler doğrultusunda şekilleniyor. 

Büyükşehir Belediyeleri, şehir içindeki trafik düzenlemeleri ve park alanları ile ilgili ana yetkili mercidir. Belediye Meclisi, şehrin genel ulaşım planları ve sokak düzenlemeleri ile ilgili kararlar alır. Büyükşehirlerdeki imar planları, sokaklardaki park düzenlemelerinin temelini oluşturur. İmar planlarında belirlenen bölgeler, park alanları, yollar, caddeler ve otoparklar, belediyelerin kararlarının dayanağınıdır. Park yerlerinin ve araç parkı düzenlemelerinin yerel ihtiyaçlara ve şehir altyapısına uygun olmasını sağlar.

Büyükşehir belediyelerindeki yetkiyi şimdi hükümet kullanıyor

UKOME (Ulaşım Koordinasyon Merkezi), büyükşehir belediyelerinde ulaşımın etkin, güvenli ve düzenli bir şekilde sağlanabilmesi için özellikle şehir içi ulaşım, trafik düzenlemeleri, toplu taşıma, park yönetimi ve trafik güvenliği gibi alanlarda kararlar alır ve uygulamalar konusunda yetkilidir. Ulaşım altyapısının, acil durumlar karşısında ne şekilde işleyebileceği konusunda planlamaları yapar. 

UKOME, Büyükşehir Belediyesi bünyesinde oluşturulan bir kuruldur ve üyeleri belediyenin çeşitli daire başkanlıkları, trafik uzmanları, ulaşım mühendisleri, şehir planlamacıları gibi uzmanlardan oluşur. 2020’de UKOME’nin yapısına hükümetin kararı ile Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na ait temsilciler eklendi. Bu değişiklik sonucunda büyükşehir belediyesine ait temsilcilerin sayısı azınlık konumuna geçerken, hükûmet tarafından atanan üyeler çoğunluğa sahip oldu. UKOME, son yıllarda özel halk otobüsleriyle ilgili krizlerle gündeme gelmişti.

Şimdi sorununun çözülmesi için UKOME’nin değerlendirmesini bekleyeceğiz. Fakat sokaklara, kaldırımlara park eden, park yasaklarını ihlal eden vatandaşlar olarak da bu itfaiyenin ya da ambulansın bizim evimize de gelmek üzere yola çıkabileceğini aklımızda tutmamız gerekiyor.


Ankara itfaiyesi hangi olaylara müdahale ediyor?

İtfaiyenin sadece yangınlara müdahale ettiğini düşünüyoruz genelde. Fakat itfaiyenin görev ve yetki alanının ne kadar çeşitli olduğunu gördüğünüzde şaşıracaksınız. 

Ankara Büyükşehir Belediyesi İtfaiye Daire Başkanlığı her ay “Ankara İli İtfai Olayları Raporu” yayınlıyor. Bu rapora göre itfaiyenin müdahale ettiği olaylar şöyle sınıflandırılmış: Yangınlar (konut, işyeri ve diğer tüm yangınlar), su baskını, kurtarma (asansörde mahsur kalma, hayvan kurtarma, intihar girişimi vs), trafik kazası.

2024 yılının ilk 10 aylık olay tablosu aşağıda. Burada ilginç veriler var. Mesela itfaiyenin müdahale ettiği olaylar içerisinde konut yangını %3, işyeri yangını %1 gibi küçük bir rakam. Yangınlar içerisinde asıl büyük rakam ise ot yangını, samanlık yangını, çöp ve çöplük yangını ve anız yangını gibi daha çok kırsalda ve boş alanlardaki yangınlar oluşturuyor.

OlaySayıYüzde
Yangınlar9822%35
   Konut yangını713(%3)
   İşyeri yangını355(%1)
   Diğer yangın (Ot, anız, çöp vs)8754(%31)
Su baskını3943%14
Kurtarma (asansörde mahsur kalma, hayvan kurtarma, intihar girişimi vs)11094%39
Trafik kazası967%3
Diğer (Asılsız ihbar vs)2623%9
Toplam28.449
Tablo: 2024 yılı ilk 10 ay Ankara itfaiyesi olay sayıları

Kurtarma vakaları ise toplam itfaiye müdahalesinin %39’unu oluşturmuş. Bunların içerisinde asansörde mahsur kalanların kurtarılması, insan kurtarma, hayvan kurtarma, intihar vakalarına müdahale gibi olaylar var. Burada ilginç bir rakam var; kedi kurtarma olayı 4445 olay ile toplam müdahalenin %16’sını oluşturmuş

Çoğunlukla gözardı ettiğimiz su baskınları ise %14 civarında ve bunların tamamına yakını mayıs ve haziran aylarında gerçekleşmiş.

Son yıllarda intihar vakalarının da çok yükseldiği verilen bilgiler içerisinde. 2024 yılının ilk 10 ayında toplam 624 intihar girişimine itfaiye ekipleri tarafından müdahale edilmiş.

2023 yılında 27 bin 934 olaya müdahale eden Ankara itfaiyesi 2024 yılının ilk 9 ayında bu rakamları aşmış görünüyor.

Ankara itfaiyesi kasım ayında yeni personel alımına çıkarak 300 yeni itfaiye eri alacak. Bunların çoğunluğu ise meslek liselerinin itfaiyecilik bölümünü bitirenler tercih edilecek.

Ankara İtfaiyesi araç filosunu da yeniliyor; 4 yılda 130 yeni alınan araç sayısı alarak ve toplam araç sayısını 264’e yükselttiler.

Ayrancı’dan doğaya dönüş çağrısı

Ayrancı’da Kentsel Isı Adası Çalıştayı tamamlandı: Isınan kentlere mahalleden çözüm: Doğaya dönün

Ayrancım Derneği, kentsel ısı adası etkisine dikkat çekmek amacıyla bir çalıştay düzenledi. 16 Kasım 2024 cumartesi günü Ankara Midi Hotel’de yapılan çalıştay akademisyenler, mahalle sakinleri, mahalle muhtarları ve yerel yönetim temsilcilerinden oluşan yaklaşık 40 katılımcı ile gerçekleşti. Etkinlik Avrupa Birliği Sivil Düşün Programı’nın katkılarıyla ve Kent-Lab-Kentsel Stratejiler ve Yerel Uygulamalar Derneği ile Doğa Koruma Merkezi’nin desteğiyle gerçekleştirildi.

Kentsel dönüşüm bahçeleri yok ediyor

Ayrancım Derneği Başkanı Ali Necati Koçak, açılış konuşmasında kentsel yenileme alanlarında yıkılan eski binaların arka bahçelerinde yer alan yetişkin ağaçların yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını belirtti. Koçak, “Konut bahçelerinin yerel iklimi düzenlemedeki rolünü güçlendirmek için bu alanlardaki ağaçların korunmasını temel bir ilke olarak kabul ediyoruz” dedi. Koçak ayrıca, Ayrancı ile Seyrantepe semtlerini karşılaştıran çalışmaya dikkat çekerek, benzer gelişim süreçlerine sahip bu iki semt arasındaki sıcaklık farkının, apartman bahçelerinin büyüklüğü ve ağaç varlığına dayandığını vurguladı. Doğa Koruma Merkezi’nin çalışmasından ilham aldıklarını belirten Koçak, kent içindeki yeşil alanların ihmal edilen değerine dikkat çekti.

Şehir Plancıları Ezgi Acar ve Hilal Öztürk, mahalle sakinlerinin kentsel ısı adası konusunda bilgi ve farkındalık düzeyini ölçen anket sonuçlarını sunumlarının ardından Siyaset Bilimci Irmak Dalgıç kentsel ısı adası projesinin önemine vurgu yaptı ve projenin içeriğinden bahsetti. Şehir Plancısı Sercan Sevgili, proje sürecinde modellenen “Ayrancı Isı Haritası“nın sürecini ve içeriğini katılımcılarla paylaştı.

Isı adasına ekolojik çözümler

Kent-Lab’dan E. Serdar Karaduman’ın moderatörlüğünde devam eden çalıştayda, uzmanlar ekolojik çözümler üzerine sunumlar gerçekleştirdi.

Gözde Güldal (Doğa Koruma Merkezi), “Şehir Planlama Aracı Olarak Ekosistem Hizmetleri – Çankaya İlçe Örneği” başlıklı konuşmasında, ekosistem hizmetlerinin kent planlamasında nasıl değerlendirilebileceğini anlattı.

Doç. Dr. Ayşe Kalaycı Önaç (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Şehir ve Bölge Planlama Bölümü), İzmir’in Çiğli ilçesinden örnekler sunarak, “Kentlerde Yüzey Sıcaklıklarını Düşürmeye Yönelik Doğa Tabanlı Çözümler” konulu sunum yaptı.

Dr. Öğr. Gör. Ufuk Özkan (İzmir Katip Çelebi Üniversitesi, Orman Mühendisliği Bölümü), iklim değişikliğine hazırlıkta mavi/yeşil altyapının rolünü vurguladı.

Prof. Dr. Nilgül Karadeniz ve Doç. Dr. Zuhal Dilaver (Kent-Lab / Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi, Peyzaj Mimarlığı Bölümü), Ankara İmrahor Projesi çerçevesinde doğa tabanlı çözümleri ele aldı.

Mahallenin yaşam kalitesini arttırmalıyız

Çalıştayın kapanış tartışmalarında, Ankara’nın önemli bir su merkezi olduğu ve sulak alanlarının korunması gerektiği vurgulandı. Katılımcılar, dere ve vadilerin imara açılarak rant alanlarına dönüştürülmesinin ciddi bir sorun olduğunun altını çizdi.

Çalıştayda, merkezi yönetim ve yerel yönetimler arasında iletişimsizlik ve koordinasyon eksikliği olduğu da tartışıldı. Katılımcılar, kent konseyi ve sivil toplum örgütlerinin bir araya gelerek ortak bir akıl oluşturmaları gerektiğini vurguladı. Ayrancım Derneği Başkanı Ali Necati Koçak etkinliğin ardından, “Mahalle sakinlerimizin yaşam kalitesini artırmak ve iklim değişikliğine karşı duyarlılığı yükseltmek adına çalışmalarımıza devam edeceğiz” diyerek, sürdürülebilir çevre politikalarının önemine dikkat çekti.

Kamusal alanı yeniden tasarlamak

Biz Saraçoğlu’nu tartışırken, New York’un kullanılmayan demiryolu hattı, kente nasıl kazandırıldı

Ankara’nın gündemi bir süredir Saraçoğlu mahallesi. Aslında konu yeni değil 1994 yılından bu yana süren bir mücadele hikayesi var. O günden bu yana şehrin merkezinde işlevini yitirmiş bir kamusal alanın yeniden şehrin ortak kullanımına nasıl kazandırılacağını tartışıyoruz.

Bu konuda Eskişehir, İzmir gibi şehirlerimizde çok iyi örnekler var aslında. Fakat burada ABD’den iyi bir örnekten bahsetmek istiyorum: New York’ta kapatılmış demiryolu hattının yeni bir işlevle şehre yeniden nasıl kazandırıldığından

New York’un ticaret, kültür ve finans merkezi olan Manhattan’ın merkezinden geçen ve 1800’lerin ortasından itibaren işletilen demiryolu, yük trenleri ile Manhattan’a yiyecek sağlıyordu. Ancak bir süre sonra artan nüfus nedeniyle trenler yayalar için tehlike oluşturmaya başladı. Yılda 500’den fazla insan trenler tarafından ezilerek ölüyordu. Öyle ki, şehrin meşhur 10. caddesi bu nedenle “ölüm bulvarı” adını aldı. 

1800’lerde Manhattan’a yiyecek sağlayan yük trenleri bir süre sonra yayalar için tehlike oluşturmaya başlıyor. Yılda 500’den fazla insan trenler tarafından ezilerek öldüğü için meşhur 10. caddeye “ölüm bulvarı” adı takılıyor. 1920’lerde yayaları korumak için atlı adamlar kiralanıyor. 1924’e gelindiğinde demiryolu yerden 10 metre kadar yükseltilmiş, bazı binaların içinden geçen bir hattan ilerliyor.

1920’lere gelindiğinde artan ölümlere çare bulmak ve yayaları korumak için demiryolu şirketi, atlı adamlar çalıştırmaya başladı. 1924’de cadde seviyesindeki rayların kaldırılmasına karar verildi. Yollarla demiryolunun kesişmesini ortadan kaldırmak için yükseltilmiş bir demiryolu hattı oluşturulmaya başlandı. Artık demiryolu yerden 10 metre kadar yükselmiş bir hattan ilerliyordu. 1941’deki son tren yolculuğuna kadar bu hat kullanıldı. 

Karayolu taşımacılığındaki artış nedeniyle tren kullanımı azaldı. Artık kamyonlar her yere girebiliyordu. High Line‘ın şehrin finans merkezine yakın bölümü 60’larda yıkıldı. Tüm raylı trafik ise 1983’te tamamen durduruldu. Bundan kısa süre sonra artık kullanılmayan yapının tamamen yıkılması için çağrılar yapılmaya başladı. Bu yıllarda High Line‘ı başka amaçlar için kullanma fikrinin ilk kökleri atılmaya başladı, bunun için bir vakıf kuruldu. Aynı yıl Kongre, eski demiryolu hatlarını rekreasyon alanlarına dönüştürmek için karmaşık arazi hakları sorunlarını aşmaya izin veren yasayı kabul etti. Fakat bu gelişmeler tren yolunun yıkımını engellemiyordu, 1991’de, yapının beş bloğu ve bir depo apartmana dönüştürülmek üzere yıkıldı. 

1999 yılında Belediye Başkanı Giuliani, görevdeki son işlerinden biri olan yıkım emrini imzaladı. Ancak geçen zaman içerisinde yapı yabani bitkiler tarafından gizlice ele geçirilmişti. Bu manzaranın güzelliği High Line’ın korunması ve kamusal alan olarak yeniden kullanılmasını savunmak için kar amacı gütmeyen bir koruma kuruluşu olan High Line’ın Dostları’nın kurulmasına esin kaynağı oldu. 2003 yılı High Line’ın geleceği hakkında bir “fikir yarışmasına” ev sahipliği yaptı. Parkın nasıl kullanılabileceği konusunda 36’dan fazla ülkeden 720 fikir yarıştı.

2004 – 2006 arasında zamanın Belediye Başkanı Bloomberg ve Belediye Meclisinin güçlü desteğiyle, özel bir imar planı kabul edildi. Bu High Line’ın halka açık bir park olarak kullanılmasının da önünü açtı.

Demiryolunun mülkiyetini elinde bulunduran CSX Taşımacılık 2004 yılında demiryolunun mülkiyetini New York Şehri’ne bağışladı. Nisan 2006’da ilk temel atıldı. 2009’da High Line’ın ilk bölümü, 2012 – 2014 arasında 2. Bölümü, 2014 yılında da 3. bölümü açıldı. 

Aslında New York şehir merkezi parklarla doludur, şehrin beş ilçesinde 1600’den fazla park bulunmaktadır. Bunlara eklenen High Line şu anda 500’den fazla bitki ve ağaç türünün bulunduğu, tek, kesintisiz, 2,5 km uzunluğunda bir yeşil yoldur. Proje, New York Şehri Parklar ve Rekreasyon Departmanı ile High Line Dostları tarafından ortaklaşa sürdürülmekte, işletilmekte ve programlanmaktadır. High Line, kamusal alan ve bahçelerin tepesinde, herkese açık, çeşitli kamu programları, topluluk ve gençlerin katılımıyla birinci sınıf sanat eserleri ve performanslara ev sahipliği yapıyor. Kusursuz kır çiçekleri, manzara ve açık hava sanat sergilerine sahip olduğu için yeşil oyun alanı her yaştan insanın zevk alabileceği bir alan. Parkın neresinde olursanız olun şehrin manzarası nefes kesicidir.

High Line’ın hikayesi şehirlerin kullanılmayan endüstriyel bölgelerini dinamik kamusal alanlara dönüştürmek için küresel bir ilham kaynağı halini aldı.

Şimdi benzer bir proje ile Londra’da da “Londra’nın High Line“ı inşa edilecek.

Gecekondudan kültür köyüne: Gamsheon

Kentsel dönüşümün, kent yoksullarının ve gecekonduların gündeminde insanların yaşadıkları yerlerden edildikleri günler yaşıyoruz. Bu sadece ülkemizde böyle değil gelişmekte olan pek çok yerde benzer şeyler görebiliriz. Aykırı bazı örnekler bize başka çözümlerinde olabileceğini gösteriyor. Bunlardan birisi Güney Kore’nin Busan şehrindeki Gamcheon köyü.

Güney Kore’nin Busan şehrindeki Gamcheon köyü

Kökenleri

Gamcheon, Kore Savaşı (1950-53) sırasında mültecilerin ülkenin ikinci büyük şehri Busan’a akın etmesiyle oluşan bir gecekondu kasabasıydı. Kore’nin çalkantılı savaş tarihinin izlerini bugün bile taşıyan köyde evlerin çoğu 30 m2’den küçük, dışarıda inşa edilen umumi tuvaletleri paylaşan haldeydi. Şehir planlaması, kanalizasyon sistemi ve yeterli su temini imkanları olmadığından, bölge sakinleri bugün bile kasabanın çevresinde görülebilen kamu kuyularına bağımlıdır.

1980’lerde 30.000’e kadar ulaşan nüfusun çevredeki daha gelişmiş köylere taşındığından azalmaya başlamış ve 2010 yılında 8.000’e kadar düşmüş. Genç kuşakların köyü terk etmesi ve köye taşınan sakinlerin sayısının azalmasıyla yaşlı nüfusun oranı %26’ya kadar yükselmiş. Boş evler sahipsiz kalmış ve bölge yavaş yavaş gettoya dönüşmeye başlamış. Sonuç olarak, bölgedeki nüfus giderek sosyal açıdan savunmasız, yoksul ve dışlanmış sınıflardan oluşmuştur. Köy sakinleri barınma, gelir, eğitim, güvenlik ve yaşam koşullarını bakımında Busan’daki 205 köy arasında en geri ikinci köy olmuş. 

2009 yılında köyü yeniden canlandırmak ve yaşam koşullarını iyileştirmek amacıyla köyün sakinleri ve sanatçılar BM’nin Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nden ilham alarak Busan şehriyle ortaklaşa bir proje geliştirdiler. Gamcheon Kültür Köyü Projesi adı verilen proje ile köyü varolan hali ile korumak, sürdürülebilir bir şehir yaratmak ve yaşayanlar için bir topluluk oluşturmak amaçlandı. Bu çerçevede, sağlıklı yaşam ortamı, sürdürülebilir tüketim ve üretim, insana yakışır işler ve ekonomik kalkınma ile  kaliteli eğitim gibi alt hedefler belirlendi. 

Neler yapıldı

Köyde yaşayanların ilk başta projeye kayıtsız kalmaları ya da şüphe duymaları doğaldı çünkü geçimlerini sürdürmek için harcayacak paraları yoktu. Bu nedenle başlangıç olarak, temel altyapı hizmetlerini iyileştirmek amacıyla çevresel iyileştirme politikaları yürütüldü; kamuya ait foseptik tankların kurulumu, kanalizasyon ve eski istinat duvarlarının iyileştirilmesi ve sokakların bakımı öncelendi. Halka açık bir hamam ve köy yönetim ofisi inşa edildi. Gamcheon, köy çevre düzenleme yarışması gibi çeşitli kültürel etkinliklere ev sahipliği yaparak kendisini bir turizm destinasyonuna dönüştürdü. Sokak festivali ve sergilerin yanı sıra enstalasyon sanatı, hediyelik eşya dükkanları ile yeni işler yaratıldı. Kafeler, restoranlar, interaktif aktiviteler, tur programları ve tur rehberliği hizmeti, sürdürülebilir tüketim ve üretim yoluyla yerel ekonominin yeniden canlanmasına yol açtı. 

Topluluk faaliyetlerini artırmak için bir köy okulu, kentsel dönüşüm akademisi ve kültürel programlar geliştirildi. Bölge sakinlerinin gönüllü katılımı ve yeteneklerinin artmasına yol açan eğitimler geliştirildi. Katılım başlı başına eğiticiydi fakat köy aynı zamanda bir öğrenme ortamı olarak da hizmet ediyordu. 

Projenin başarısı yönetim sistemine bağlı

Bu projenin başarısına yol açan şey köy sakinlerini, sanatçıları ve şehir yönetimini bir araya getiren yönetim sisteminde yatmaktadır. Yukarıdan aşağıya kurulan kamu uygulamalarının aksine köy topluluğu, Gamcheon Kültür Köyü’nde yaşayan ve proje tekliflerini yapıp yürüten 120 köy sakininden oluşmuş. 

Gamcheon Kültür Köyü Projesi’ne liderlik etmek için idari işlerden sorumlu 17 kişiden oluşan yaratıcı bir şehir ekibi kurulmuş. Yaklaşık 40 yerel sanatçı, etkinlik planlayıcısı ve akademisyen uzmanlıklarıyla katkıda bulunarak projeye destek vermişler. 

Yaşam koşulları iyileştikçe ve yeni işler yaratıldıkça bu durumdan en çok bölge sakinleri yararlanmış. Köyde düzenlenen kültür ve sanat projeleriyle yaklaşık 20 yerli sanatçı sanatsal çalışmalarına destek sağlamışlar. 

Proje sadece Gamcheon için değil, aynı zamanda Busan, Güney Kore hükümeti ve diğer kamu kurumları için de örnek bir kentsel dönüşüm modeli oluşturarak bölgesel büyümeye ivme kazandırmış. Her yıl 2 milyondan fazla ziyaretçi çeken turistik bir cazibe merkezi olan Gamcheon Kültür Köyü, turizm endüstrisini de etkilemiş. 

Projenin ilk başladığı 2009 yılından 2017 yılına kadar projeye toplam 9.400.000 ABD Doları yani yıllık ortalama 975.000 ABD Doları bütçe aktarılmış. Bütçeler, merkezi hükümetin desteği, yerel yönetim ve topluluk fonu yoluyla sağlanmış. Dört ünlü mimar ve on yedi yerel sanatçı, köyün sanatsal manzarasını bir sonraki seviyeye taşımak için becerileriyle katkıda bulunmuşlar. 

Sonuçlar ve etkiler

Proje, çürüyen köyü kaliteli yaşam koşullarına sahip canlı bir topluluğa dönüştürdü. Proje aracılığıyla elde edilen sonuçlar, yalnızca ülkenin turizm endüstrisini güçlendirmekle kalmadı, aynı zamanda Busan ve çevresinde dengeli bir bölgesel büyüme girişimini de teşvik etti. 

UNESCO başta olmak üzere pek çok kurumdan ödül alan ve dünyanın belli başlı basın kuruluşlarının da ilgisini çeken Gamcheon Kültür Köyü, Busan ve çevresinin en ünlü kültürel markalardan biri oldu ve kentsel dönüşüm girişimleri için yeni bir standart haline geldi. Yurt içi ve yurt dışından heyetler, şehrin yeniden geliştirme projesinin başarısını değerlendirmek üzere köyü ziyaret etmeye devam ediyor.

Orman Mühendisi Ahmet Demirtaş: “Belediyeler ihale kurumları değildir”

Orman Mühendisi Ahmet Demirtaş kentsel dönüşüm ile semtimizdeki bahçeleri gittikçe yitirmemize yönelik neler yapabileceğimizi sorumluluğu kimlerin bölüştüğünü sorduğumuzda bize net bir yanıt veriyor: 

“Belediyeler ihale kurumları değildir. Bu konuları takip etmeli gerek bahçelerdeki gerek kaldırımlardaki ağaçlarla alakalı düzenleme belediyelerce yapılmalıdır. Apartman bahçelerindeki ağaçların büyütülmesi, korunması konuları apartman maliklerinin kararı. Belli bir boya, yaşa ulaşan ağaçlar, bina kentsel dönüşüme girince aslında imar iznini veren belediye binayı ve bahçesini görmeli, izni oturduğu yerden değil gidip yerinde görerek, tespit yaparak vermeli. Kaldırımlarda yer alan ağaçlar ise müteahhitlerin en büyük düşmanı. Belediye bu konuda ne yapıyor?” 

Demirtaş, belediyelerin imar planlarını yaparken, yeni inşaat veya kentsel dönüşümle yenilenecek yapılar için onay sürecinde bahçelerimizdeki ağaçları koruyabileceğini, bununla alakalı bir mevzuat oluşturulabileceğini belirtiyor. 

Ayrancı’nın Ağaçları Çalıştayına Davet

Biz de Ayrancı mahalle bostanı ekibi olarak şimdi yeni bir adım atıyoruz: Semtimizdeki ağaçları seviyoruz ve onlara sahip çıkıyoruz. Bizim 80 yıllık erik ağacımızı öldürüp yerine yenisinin dikilmesini istemiyoruz. Bu konuda geniş kapsamlı bir çalıştay planlıyor ve siz değerli komşularımızı da bu çalışmaya katılmaya davet ediyoruz. 

İletişim: ayrancibostani@gmail.com