İzmir’de doğup büyüsem, yirmi iki yaşına kadar orada bulunsam da “baban nereliyse oralısın” lanetiyle çocukluğum boyunca Ankaralı damgasıyla yaşadım. Babası Ankaralı birisi olarak aslında bana uzak bir yer değil Ankara. İzmir’i çok seven ve Ankara ile kütükten başka pek de bir bağı olmayan beni, bu ‘Ankaralı’ damgası, uzaklaştırdı Ankara’ya gitmekten. Zaten babam Altındağ Yenidoğan’lıydı, o yüzden Ankara’ya gittiğimiz kısıtlı zamanlarda da çok bir kısmını bilemezdik Ankara’nın.
Ama heyhat kaderde Ankara’da okumak hatta buraya bir şekilde yerleşmek varmış. Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Antropoloji Bölümü kazanıp Ankara’ya geldiğimde biraz sudan çıkmış balığa döndüm. Şimdi yıkılmış olan Cebeci Stadyumunun oradaki Cebeci Erkek Yurduna gittim ilk önce. Bir yıl kaldım orada. Ankara benim için, yurt ile DTCF arasındaki, Hacettepe Üniversitesi içinden geçerek gittiğim o yoldan ibaretti. Bir de arada Bilkent Üniversitesinde okuyan abimin yanına, Sıhhiye Köprüsü üzerinden kalkan servislerle gidişim ile arada sırada Ulucanlar üzerinden yürüyerek gittiğim Yenidoğan’daki amcamların evi. Bu kadar küçük bir yerde başladı Ankara’daki haritam. Sonra yavaş yavaş Sakarya’yı ve Kurtuluş Parkı’nı keşfettim.
Cebeci civarı o zamanlar çekici gelmişti bana. Okulların etrafındaki bu mahalleler hem cazip hem işlevseldiler. Cebeci çekiciydi çünkü hem okullara hem kent merkezine yakındı. Üniversite ve çevresinde yetişen hayat beni de içine aldı, zaman hızla aktı. Cebeci Kampüsü içerisinde çoğu öğrenci gibi ben de mutlu bir ütopya adasının içerisinde hissediyordum kendimi. İnandığım düşüncelere yakın dostlarla çevrili bir yaşamdı bu. Sosyalist, feminist, ekolojist insanlar bir şeyler yapmaya çabalıyorduk kampüsün içinde. Tabii arada bu adamıza ufak saldırılar oluyordu. Polislerle ve tomalarla sıklıkla karşı karşıya geliyorduk. Ama konserleri de burada dinledik, eylemleri de burada yaptık.
Benim için Cebeci’de yaşadıklarımın doruk anları Gezi direnişi zamanlarıydı. İki unutulmaz olay. İlki Cebeci Kampüsünde farklı bölümlerde ders veren hocalarımızın ve biz öğrencilerin Kampüsten adeta çığ olup taştığımız o gündür. Önce trafiği engelleyip dışarı çıktık sonra Kolej metrosunda kadar yürüyüp basın açıklamasını yaptık. Polis oradan daha fazla ilerlemeye izin vermemiş olsa da o kendiliğinden hareket derin iz bıraktı Cebeci’de yaşadığım günlerime. Gezi zamanı bir diğer ikinci olay bir akşam vakti yaşandı. Olayları takip etmeye çalıştığımız günlerde dışarıdan bir ses duyduk ev arkadaşımla. Sokağa çıktığımdaysa onlarca insanın Mamak’tan Kızılay’a doğru gittiğini gördüm. O an katarsis ile kendimden geçtim diyebilirim, bir devrim yaşanıyor hissine sanırım hiç, o zamanki kadar yakın olmamıştım. Kurtuluş Parkı civarında kalabalığın önü toma ve akreplerle kesildi, üzerimize gaz bombaları atılmaya başlandı. Kalabalık bir anda şaşkınlığa uğradı. Elinde bayraklar olan teyzeler ve dayılar bir anda korkuyla kaçmaya başladılar. Ben de kaçtım. Ara sokaklara saklandım. Aralardan baktıkça Cemal Gürsel Caddesinde tomaların gezdiği görüyordum. Cebeci Kampüsünün arkasından dolanıp eve öyle gittim.
Gezi sonrasında yaşanan gelişmeler Türkiye’yi geriye doğru götürdükçe benim de Cebeci ile 14 yıllık ilişkim törpülenmeye başladı. 2016’da askere gittim ve askerdeyken darbe girişimine denk geldim. Dönüşte Ankara ile ilişkim de zayıflamaya başlamıştı. Doktoraya Muğla’da başladım. Her hafta Muğla ile Ankara arasında gidip gelirken git gide Cebeci’den de uzaklaşıyordum. Önceden ütopik bir deneyim gibi yaşadığımız günlerim bana çok uzak gelmeye başlamıştı. Kampüse giriş çıkışların eskisi gibi rahatça olamaması, üniversite yönetiminin kampüsün üstüne adeta kâbus gibi çökmesi, sevdiğimiz hocalarımızın kovulmuş olması Kampüsümle de Cebeci’yle de ilişkilerimi koparttı. Covid-19 pandemisi de bu duruma tuz biber ekti. Pandemi boyunca Cebeci’de kaldığım günlerde, bir hapishanedeymişim hissi yaşamaya başlamıştım.
Ankara’da Ayrancı ve çevresinde daha rahat olabileceğimi düşünüyordum. Uzun süredir Tunalı, Seymenler, Portakal Çiçeği Parkı ve çevrelerinde vakit geçiriyorduk. Rahat yaşayabileceğimiz, dış gözlerin ötekileştirmeyeceği, sokaklarında rahat yürüyüp, parklarında rahat oturabileceğimiz bir yer gibi geliyordu bana Ayrancı. Çok sayıda kültür ve sanat etkinliğinin olması, galeri ve kültür merkezlerinin etkinliği daha da çekici kılıyordu benim için bu semti. Turistik olmayan ama Ankaralılar için özel kültürel bir merkeze dönüşmüştü Ayrancı. Bana da; süregelen bir öğrenci yaşantısı için uygun imkânları 14 yıl boyunca sağlayan Cebeci’de yaşadığım özgürlük hissini- bana geri verebilirmiş gibi geliyordu…
Tabii bir de gerçekler vardı, ne kadar istesem de ulaşmak başka bir şeydi. Zorlu bir ev arama süreci geçirdim. Bir şans oldu ve taşınabildim uzun süredir istediğim Ayrancı’ya. Ben de artık yarım yıllık bir Ayrancılıyım ve uzun bir süre daha burada yaşamaya da niyetliyim.