1992 yılının kış aylarında, Ankara sokaklarında “Bulvar Palas Ankaralı kalmalı, Bulvar Palas’ı istiyoruz; Palas yıkılmamalı” sloganları duyulurken TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Ankaralı çevreci gençlerle bir arada eylemlere başlamış, Anakent Belediyesi Gençlik Konseyi’nin sokak gösterileri ile başlayan bu süreç, Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin Kültür Bakanlığı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu Büro Müdürlüğü’ne 23 Aralık 1992’de verdiği koruma kararı istemli bir dilekçeyle de resmi nitelik kazanmıştı.
Dilekçede, sahipleri tarafından yıkım kararı alınan 1952 yılından günümüze kalan Bulvar Palas’la birlikte Milka Pastanesi’nin Ankara ve Türkiye mimarisi için önemi anlatılıyordu:
“Bulvar Palas, 2. ulusal mimari döneminin örneklerinden birisi olup art arda yaylar çizen balkonları ile Vakıf Apartmanı’na gönderme yapan yapı, çevresindeki binalardan farklıdır. Ankara’nın toplumsal yaşamında önemli bir yeri olan Bulvar Palas, kentsel mekânda insanların belleğinde yer almış bir imgeye sahiptir. Bununla birlikte 1929’lardan günümüze kalan Milka Pastanesi, I. İnönü Meydanı’ndan Kavaklıdere’ye kadar uzanan kamu yapılarının arasında bölgenin bahçeli evler olduğu yıllardan kalmış üç örneğinden birisidir. Ayrıca, 1930’ların modernist dönemine ait kendi türünde tek örnektir.”
Bu başvurusuna bir yanıt alamayan TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Koruma Kurulu’na 2 ay sonra yeniden başvurarak, durumun özellikle de Bulvar Palas ve Milka Pastanesi açısından aciliyetini belirtmişti. Bu istem üzerine, çıkan koruma kararı, henüz tebliğ edilemeden ne yazık ki Milka Pastanesi yıkılmıştı.
1929’dan 1993’e
Bakanlıklar ile Kavaklıdere arasında, Atatürk Bulvarı No:67’de, TBMM’nin neredeyse tam karşısında, sefarethanelerin yakınındaki bir konumda, büyükçe bir bahçe içerisinde konumlanan bu iki katlı, farklı geometrik formların bir arada kullanıldığı, özellikle de silindirik kütlesi, bol pencereleri ve teraslarıyla dikkat çeken betonarme karkas Ankara Villası, TMMOB Mimarlar Odası’nın dilekçesinde de belirttiği gibi 1929’larda inşa edilmişti. Tam da bu noktada villanın kimin için ve kim tarafından tasarlandığı konusu ise bir muamma. 1955’ten sonra uzun yıllar boş kalan ve zaman içerisinde harap olan Milka Villası, Büyük Ankara Oteli tarafından uzun yıllar boyunca satın alınmak istenmiş, ancak villayı 1966 yılında Ankara’nın ünlü eğlence mekanlarından Klüp 47’nin sahibi Yunus Reyhan ve ünlü Hülya Pastanesi’nin işletmecisi amca oğlu İbrahim Reyhan satın alabilmişlerdi. Harap haldeki villayı satın alan ortaklar, binada yapmak istedikleri onarım ve revizyonlar için istedikleri ruhsatın gecikmesi yüzünden uzun süre beklemek zorunda kalmışlar, ruhsatı aldıktan sonra da kapsamlı bir onarım yapmış ve 1972 yılında pastane ve kokteyl salonu olarak hizmete açmışlardı.
Çocukluk ve gençlik dönemlerini Ankara’da geçiren, 1969 yılında ODTÜ İşletme Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, babası Ahmet Gültan ve babasının kuzeni Haydar Ertan’ın 1954 yılında açmış olduğu Bulvar Palas Oteli’nde 1993 yılı sonuna kadar çalışan Hasan Gültan’a Kültür Bakanlığı’nda çalışan bir arkadaşından bir telefon gelmiş ve telefondaki kişi ona bir evraktan bahsetmişti. Evrakta “Bulvar Palas ve Milka Restaurant’ın bulunduğu binanın anıt eser olup olmadığının kendilerine bildirilmesi” gerektiği yazılıydı. Milka Restaurant’ın sahibi İbrahim Bey, bu durumdan dolayı üzüntü duymuş, personelin parasını verip içindeki eşyaları satarak restoranı kapatmıştı. Bir gece bir yıkım ekibi gelmiş ve Milka Restaurant’ı yerle bir etmişti.
1993 yılında yıkılan Milka Restaurant’ın arsasına daha sonraki yıllarda bugün TV8 Ankara Merkez Binası olarak hizmet veren, çirkin bulduğum ve Ankara’ya yakışmadığını düşündüğüm bir iş hanı, villanın arkasındaki uzun bahçe parseline de Dünya Göz Hastanesi inşa edilmişti.
‘Ankara’da bugün ayakta kalmış o devrin tek villası…’
1950-1990 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı’nda çeşitli kademelerde görev almış Büyükelçi Mehmet Yalçın Kurtbay, henüz yıkılarak Ankara’nın kent belleğinden silinmeden önce (yazının sonundaki telefon numarasından yola çıkarak yazının 1988 yılından öncesine ait olduğunu söyleyebilirim) Güneş Gazetesi’nin Pazar eklerinde kaleme aldığı ‘Yemek-İçki’ başlıklı köşe yazılarından birinde Milka’yı şöyle anlatmıştı:
“Ankara’yı tanıyanlar bilirler Milka bir lokanta için ‘mutena’ bir yerdedir. Bakanlıklar’da Atatürk Bulvarı üzerindedir. Büyük Ankara Oteli’nin yanı başında, yabancı diplomatik misyonlarla bankaların birçoğunun ortasındadır. TBMM’nin adeta karşısındadır; yakınında bir sürü büyük iş merkezi ve şirket bulunmaktadır. Buna şanslı bir konum da diyebiliriz. Bu yüzdendir ki müşterilerinin çoğunluğunu iş adamları ile yabancılar oluşturmaktadır. Bunların önceliği bu gün de sürmektedir. Ancak bana kalırsa, Milka’nın çarpıcı özelliği ‘mekânı’dır, içinde bulunduğu binadır. Bu 1930’lu yılların bir villasıdır. Sanırım Ankara’da bugün ayakta kalmış o devrin tek villasıdır. O zamanların tanımıyla ‘kübik’ iki katlı, beton bir villa değişik formları, bol pencere ve teraslarıyla ‘hasretimizi’ depreştiren, o devri yaşamamış olanların da mimari özellikleriyle ilgilerini çeken bir bina; Kızılay’dan Çankaya yönüne giderken herkesin hemen gözüne çarpan ufacık bir yapı. Bütün bu güzel özelliklerin, hiç olmazsa başlangıç yıllarında Milka’cıları epeyce üzüp uğraştırdığı da bir gerçek. Belediye uzun yıllar gerekli müsaadeyi vermedi, plan değişikliğini ‘Demokles’in Kılıcı’gibi başlarında tuttu. Büyük Ankara Oteli de uzun yıllar binayı almaktan vazgeçmedi. Milka’cılar sonunda güçlükleri yenmeyi başardılar. Bu hem Ankara’ya bir lokanta hem de devrinin özelliklerini taşıyan hiç olmazsa bir örneğin hayatta kalmasını sağladı.
1929 yılında yapılmış olan bu binayı, amca çocukları Yunus ve İbrahim Reyhan, 1966 yılında satın almışlar. Bina 1972 yılında pastane ve kokteyl salonu olarak kullanılmaya başlanmış, 1982’de de Lokanta haline getirilmiş. Yunus Reyhan’ın bu gün yoklar arasına karışmış Klüp 47, İbrahim’in de ünlü Hülya Pastanesi deneyimleri vardır arkalarında. O tecrübedir ki, bu lokantanın 10 yıldır aynı düzeyde sürmesine yardımcı olmaktadır. Milka’nın baş aşçısı Osman Güney’dir.
Milka’nın klasik bir lokanta olduğunu söylemeliyim. Yemek listesi de bunu aksettirmektedir. Size sunulanlar Türk ve yabancı mutfakların varlıkları herkesçe bilinen ürünlerdir. Bunlar size çok geniş bir seçenek vermekte ve hepsi itina ile hazırlanmaktadır şüphesiz.
Değişik yemekten hoşlananlara, yaratıcılığı sevenlere, düş kırıklığına uğramamaları için ‘Fırında Sütlaç’ tavsiye ederim; piliç, lokantanın özelliği olan taş fırında patates, mantar, soğan ve domatesle pişirilmektedir. Önereceğim tatlı ‘Parfe Triano’dur. Ancak, bunu seçenlere güzel parfenin tadını, yanında verilen çikolata sosuyla bozmamalarını tavsiye ederim. ‘Peynir-Mantar sufle’ biraz kalınca olmakla beraber antre olarak seçilebilir. Milka’nın spesiyaliteleri de var. Bunların başında ‘Milka Sürpriz’ geliyor; sürprizliğine helal getirmeden ipucu vereyim: Doldurulmuş ve gratine edilmiş dana etidir bu. Lezzetli ve değişik bir yemek. Bu defa tatmadığım, ancak bildiğim klasik ‘Kağıtta Levrek’ aynı güzelliğini koruyormuş. Milka’da antre, et veya tavuk ile tatlıdan oluşan bir yemeği 30-40.000 TL. arasında yiyebilirsiniz.
Ankara’nın güzel yaz gecelerinden birinde arka bahçede yemek yeme zevkini, fırsat düştüğünde tatmanızı dilerim. Milka Restaurant, Atatürk Bulvarı, 185–Ankara Telefon: 115 66 77 – 125 40 48.”
Zeki Müren’li yıllar
O yıllarda, havaların güzel, günlerin uzun olduğu mevsimlerde, çalıştığım Kuğulu Park’ın köşesindeki Cenap And Evi’nin hemen yanı başında ona oldukça benzeyen sarı renkli iki katlı villadan mesai saatleri bitiminde bir arkadaşımla birlikte hemen hemen her Ankaralının yaptığı gibi aheste bir şekilde sohbet ede ede Kızılay’a kadar yürürdük. Bu piyasa saatlerinin bazısı Milka’da verilen bir aperatif arasıyla kesilir, sonra yürüyüşe tekrar devam edilirdi. Arkadaşım müdavimlikten tanınırdı, garsonlar ve şefler arasında, ben de bu tanışıklığın keyfini sürerdim. Genellikle üst kat balkonunu tercih eder, hem hava alır hem de gelen geçeni izlerdik. Şef garson, bir süre sonra müptelası olduğumuz bir kokteyl ile tanıştırmıştı bizi, sonraki zamanlarda tek tercihimiz o olmuştu; tekila bardaklarının kenarının tuzlanması gibi kenarları çekilmiş kahve ile kaplanmış viski bardağında, yanında kavrulmuş badem ile birlikte sunduğu bu serinleten mis gibi kahve kokulu kokteyle Beyaz Rus (White Russian) adını vermişti. 4 cl Moka Kahve Likörü, 2 cl Votka, 3 cl soğuk sütü shakerda hazırlayıp, buz parçacıklarıyla birlikte servis ederdi. Bazı günler balkonun komşu olduğu yuvarlak salonun açık pencerelerinden neşeli konuşmalar ve kahkaha sesleri gelirdi, bilirdik ki “Sanat Güneşi” yine burada.
Ankara’da sahne aldığı zamanlarda, beraberinde kucağında iki köpekçiği ile dolaşan Erkan Özerman ile birlikte mutlaka Milka’ya uğrardı Zeki Müren. Hep de ikinci kattaki yuvarlak salonu tercih eder, hoş sohbeti ile dostlarını kırar geçirir, etraftaki masalarla şakalaşır, bir yandan da pilli cep radyosunu açarak kendi reklam saatlerini izlerdi. Onun olduğu günlerde yuvarlak salon ona ayrılmış gibiydi zira o varken pek kimse oraya oturmaya cesaret edemezdi. Kazara genç bir çift kuytu diye o salonda oturmayı düşünse ve tercih etse, bir süre sonra havada uçuşan esprilerden kızın yüzü kızarır, erkek de eğer biraz da yakışıklı ise, Zeki Müren ve dostlarının şakacıktan da olsa çapkın bakışlarından ve muzip sataşmalarından bîzâr olur, ter içinde kalırdı.
Milka Villası, Bauhaus’un kübik mimari anlayışına uygun biçimde tasarlanmıştı
1928-29 ve 1929-30 tarihlerinde Hacettepe’den, Çankaya istikametine doğru, hemen hemen aynı noktadan çekilmiş iki fotoğrafta henüz Milka’nın inşa edilmemiş olduğu, öte yandan 1939 yılına ait hava fotoğraflarında da Milka’nın inşa edilmiş olduğu görülebilmekte. Bu da bize en azından villanın 1930-39 tarih aralığında inşa edildiği bilgisini vermektedir ki bu da yazının başında Mimarlar Odası’nın yapmış olduğu açıklamadaki 1929 tarihinin doğru olmadığını göstermektedir.
Milka Villası, Bauhaus’un kübik mimari anlayışına uygun biçimde, düz çatılı olarak, birbirine dik olarak yerleştirilmiş biri üç katlı dikey, diğeri iki katlı yatay iki dikdörtgen prizmanın birleşim noktalarında iki katlı silindirik üçüncü bir kütlenin eklenmesiyle oluşmuştur. İki katlı dairesel kütlenin etrafı geniş olmayan bir balkon ile çevriliydi. Yapının girişi, silindirik kütle ile 2 katlı yatay kütlenin birleştiği köşede yer almaktaydı. Milka Villası’nın bu kübik, yalın formunun dışında sadece kapı numarası tabelası ile bahçe ve garaj girişinin ferforje kapılarının formu bile Bauhaus anlayışına uygun tasarlandığının açık göstergeleridir.
Kaynak: https://lcivelekoglu.blogspot.com/2019/12/isvicrenin-milkasn-cok-iyi-bilirsiniz.html