Ayrancı’nın balkonlarından sarkan hikâyeler

Ankara’nın göbeğinde olup da insanın içine kıyı kasabası huzuru taşıyan tek bir semt vardır: Ayrancı. Benim bu mahalleye ilk vuruluşum sokaklarına değil, balkonlarına oldu. Çünkü her sokak, her köşe insana başka bir balkon hikâyesi anlatıyordu.

Yazar Hakkında

+ Yazarın diğer yazıları

Peyzaj mimarıyım. Türkiye Satranç Federasyonunda çalışıyorum. Mesleğimi hem sosyal hayatımda hem de Japon sanatına olan ilgim ve bilgim dahilinde icra ettiğim çalışmalarımda yol gösterici oluyor.

Ankara’nın göbeğinde olup da insanın içine kıyı kasabası huzuru taşıyan tek bir semt vardır: Ayrancı.

Her köşesi dinginlik, her sokağı samimiyet taşır. Üstelik yalnızca bugünün değil geçmişin samimiyetini de yaşayan bir mahalledir. Bu sokaklarda nostalji hissine kapılmamak elde değil. Burada geçirdiğim yıllar boyunca sokakları, insanları, merdivenleri, balkonları bana bambaşka izler bıraktı. Hâlâ tüm buluşmalarımı burada yapar, alışverişimi Ayrancı esnafından yana kullanırım. Sloth Cafe, arkadaşlarla buluşmanın neredeyse bir mihenk taşıdır; günün kritği de en güzel bu kafede yapılır.

Ama benim bu mahalleye ilk vuruluşum sokaklarına değil, balkonlarına oldu. Üstelik bu, mesleki bir vuruluştu. Çünkü her sokak, her köşe insana başka bir balkon hikâyesi anlatıyordu.

 Yürüdükçe önce balkonlar, sonra balkonlardaki bitkiler çarpar gözünüze. Ardından farkına bile varmadan, “Acaba bu balkonun sahibi kim?” diye düşünürsünüz. İşte o insanlar, bu mahallenin samimiyetinin asıl kahramanlarıdır. Meneviş, Alidede, Yazanlar sokaklarının Güvenlik Caddesi’yle kesiştiği yerde bu samimiyet daha da yoğun hissedilir. Her esnaf müşterisine ismiyle seslenir, selamını eksik etmez. 

Ayrancı’nın yokuşları bile başkadır; çıkarken yormaz, inerken düşündürür. O yokuşlarda attığınız her adım, size küçük bir balkon sergisi sunar. İşte tam da bu yüzden, Ayrancı sokaklarında yürümek çoğu zaman bir resim sergisinde dolaşmak gibidir.

Balkonlardan kokedamaya uzanan yol

Bir peyzaj mimarı olarak ben Ayrancı’yı hep biraz daha yeşil gördüm. Doğayı hayatıma daha çok taşımam gerektiğini ilk burada hissettim. Balkonlardan sarkan minik bitki köşeleri bana hep şunu hatırlattı: Küçük detaylar, büyük bir yaşam sevinci yaratır.                                 

Bu sokaklar bana ilgimi fazlasıyla çeken kokedamayı çağrıştırıyordu. Japonya’dan doğan bu sanat, wabi-sabi felsefesini esas alır. Kusurların içindeki güzelliği, sadeliği ve doğallığı yansıtır. Yosun topuna sarılı kökler ilk bakışta basit görünebilir, ama aslında doğayla kurulan çok derin bir bağı taşır. Kokedama mesleğimin bana kattığı en zarif öğretilerden biri oldu; hem görselliğiyle hem felsefesi ile ruhuma dokundu. Bunu sevdiklerimle paylaşmam gerekiyordu buna yönelik birçok çalışmam oldu. Kokedamayı önce mahalleme, sonra arkadaşlarıma tanıttım. Sevdiklerimi bir masada toplayıp, derin sohbetlerimiz kahkahalarımız eşliğinde herkes kendi kokedamasını oluşturdu ve evine o günün anısını yaşatmak üzerine götüdüler. İşte bu benim mutluluğum oldu. 

Benim gibi balkon kültürüne önem veren bir arkadaşım kokedamaları balkonunda görmek istedi; işte bu felsefenin küçük bir yansıması oldu. Kuşkonmaz ve sarmaşık kokedamaları balkona yerleştirdiğimizde, sıradan bir cephe bir anda küçük bir botanik sığınağa dönüştü. O an anladım ki, kokedama yalnızca estetik bir obje değil; doğanın özünü, döngüsünü, sadeliğini de içinde barındırıyor.

Balkonların sessiz psikolojisi

Her balkon aslında bir peyzaj laboratuvarı gibidir. Yönüne göre farklı bitkilere hayat verir:

Güneşli balkonlarda sardunya, lavanta, biberiye, begonvil, kadife, petunya, sarmaşıklar

Gölge balkonlarda eğrelti, cam güzeli, menekşe, ıtır, kaktüs, sukulent, ortanca, çuha

Her birinin bakım ihtiyacı farklıdır, ama ruhumuza dokunuşu aynıdır; huzur, canlılık, yaşam sevinci.

Bilimsel araştırmalar da bunu doğruluyor. Yeşili görmek stres seviyemizi düşürüyor, çiçekli bitkiler mutluluk hormonlarımızı harekete geçiriyor, aromatik bitkiler zihnimizi ferahlatıyor. Bazen küçücük bir balkon, doğru seçilmiş birkaç bitkiyle tüm sokağa enerji katabiliyor.

İşte bu yüzden Ayrancı’nın balkonları bana hep bir umut verdi: Betonun ortasında bile doğanın kendine yer açtığını hatırlattı.

Benim için Ayrancı’nın balkonları yalnızca bir süs değil, bir yaşam kültürü oldu. Bir balkonda film planı yapılır, diğerinde dertlere ortak olunur, günün özeti çıkarılırdı. Kimi zaman Sheraton’un silueti, kimi zaman da sedir ağaçlarının arasından batan güneşin şöleni eşlik ederdi bu balkon sohbetlerine.

İlham veren sokaklar

Şimdi dönüp baktığımda biliyorum: Ayrancı bana yalnızca yaşanmışlıklar değil, aynı zamanda ilham verdi. Doğayı yaşamın merkezine taşıma isteğim, kokedama tutkum, hep bu sokakların bana fısıldadıklarıyla beslendi.

Ve belki de bu yüzden şunu söylüyorum: Her eve, her balkona, hatta her cam önüne  küçük bir yeşil köşe lazım.

Çünkü doğa, davet edildiği her yerde yaşam alanlarımızı dönüştürmeye hazır. Tek yapmamız gereken ilk adımı atmak ve yeşile bir köşe ayırmak.

Ama şunu da gözlemliyorum: Çoğu insan bitki yetiştirmek istiyor ama “Ya bakamazsam, ya kurursa” kaygısıyla geri duruyor. Oysa doğru bitki seçimi bu korkuları ortadan kaldırıyor.

Balkonların güzelliği, biraz da doğru eşleşmede saklı. Güneş gören balkonlara başka, gölgede kalanlara başka bitkiler uygun oluyor.

Bir balkon takvimi

Bundan sonraki yazılarımda bu doğru eşleşmelere değineceğim. Her ay farklı bir bitkiyi ele alacağım; hangi balkona uygun olduğunu, nasıl bakım yapılacağını, küçük hap bilgilerle paylaşacağım.

Çünkü balkonlarımız yalnızca bir görüntü unsuru değil; mahallemizin dinginliğini, samimiyetini içinde barındıran alanlar, bizi doğaya bağlayan küçük yeşil köşeler.

  • 144.461
  • 296
Ücretsiz E-Bülten Abonesi Olun

Yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir