Avrupa Birliği’nin genişlediği pek çok safhada tartışmanın ekseni, birliğin genişlemesinin hangi temel saiklere dayanması gerektiğiydi. Emek ve sermaye ekseninde öncelenmesi gerekenin sermaye olduğu açıkça belirlenmişti. Emeğin serbest dolaşımı sermayenin işine yaramıştı. Opel fabrikası Almanya’dan Polonya’ya taşınırken işçilere “sizi işten çıkarmıyoruz, Polonya’ya çalışmaya gelebilirsiniz” demişlerdi. Pek çok Alman işçi emeğin serbest dolaşımının manipüle edilmesinden dolayı işsiz kalmışlardı.
Avrupa’nın değerlerini Avrupa’nın coğrafi sınırlarının dışına taşımayı bir kıta politikası haline getirmeyi amaçlayan “sosyal Avrupa” yaklaşımı tartışmayı pratikte böyle kaybetti.
Bir kıtanın, ülkenin, hatta kentin değerlerinin taşınması için pek çok aşamada o değerlerin köklerinin aranmasına ihtiyaç var. İzmir’i Türkiye’nin diğer şehirlerine, Ankara’yı Çankırı’ya, Ayrancı’yı Keçiören’e uyarlamak mümkün mü? Her birini ayrı ayrı tartışmak gerekiyor. Ancak bir yaklaşım olarak değerlerin ihracı son derece gerçekçi görünüyor.
Keçiören’in kökleri
Keçiören, Altındağ’ın büyük topraklarından kopan bir parça. Tarihsel olarak Altındağ’ın lonca ve tarikatlarına karşı gayrimüslimlerin yaşam alanlarını temsil ediyor. Eskiden yerleşik bir kent merkezi olmamasına rağmen kentlileri barındırıyordu. Keçiören’in pek çok semtini Ayrancı’dan farklı kılan şey tarihin bugünkü döneminde kentlileri barındırmıyor olması. Burada esaslı bir soru gündeme gelmeli: Kentliler orayı terk ettiğinde orada bir kent kalır mı?
Kentlilerin ayak izleri Keçiören’de Cumhuriyet döneminin öncesine kadar dayanır. Kentin büyük talihi ise coğrafi konumuna dayanıyor. Keçiören’in sarp kayalıklarının hemen altında Altındağ’a kadar uzanan düz ovaları vardır. Bu da taban suyu yüksek Kazan ve Çubuk’u Keçiören’le aynı kaderi paylaşmaya itiyor. Kent kaçınılmaz olarak kırsalla buluşuyor. Kenti oluşturan olgu ise bağ evlerinde vücut buluyor. Kentlileri kentin önüne geçiren bu coğrafi durum avantaj veya dezavantaj olarak görülebilir. Ancak hem Ayrancı’da hem Keçiören’in semtlerinde kent kentliyi değil, kentli kenti oluşturuyor.
Keçiörenliler artık Çankaya’da
Ayrancı’da yerleşik Ayrancılılar vardır. Elinde tuttuğunuz gazete de semte ait, semti oluşturan, Ayrancılıların kimliğine seslenen bir yayın. Ayrancılı olmak New Yorker (New Yorklu) olmak gibi kente bağı kurguluyor. Keçiörenliler’de de benzer bir durum var. Ancak bu sınıfsal bir bağlamda ortaya çıkıyor. Zira Keçiören kentli olduğu dönemlerde kent burjuvazisine de ev sahipliği yapıyordu. Kent burjuvazisi Türk sağının kentleri kanatan saldırısıyla Keçiören’i terk etmeye, Çankaya’ya, Yenimahalle’ye ve Etimesgut’a kaçmaya başlıyor. Bir süre sonra Keçiören kentin merkezi Çankaya’ya işgücü taşıyan yoksul kent çeperi görüntüsüne bürünüyor. Keçiörenliler her sabah mesai saatinin başlangıcıyla birlikte Çaldıran, Fatih Köprüsü ve Etlik istikametlerinden kenti terk ediyorlar. Kent çoraklaşıyor.
Bütün bu dönüşüm çoraklaşan kentin tek umudu kalmasını sağlıyor. Bunun yolu gün içini Çankaya sınırları içinde geçiren Keçiörenliler’in Ayrancı’nın değerlerini akşam saatlerinde kentlerine taşımalarıyla mümkün. Ancak bu ihracın önünde iki büyük engel duruyor: Birincisi uzun otobüs yolculukları, ikincisi ise sınıf kini.
Bu iki sorunu aşıyor olmak Ayrancı’nın değerlerini Keçiören’e taşıyacak. Bu yolla “sosyal Ayrancı” yaklaşımı ortaya çıkmış olacak.