Kentler-semtler bir mücadele alanıdır, iktidar yüklüdürler, çoğu zaman müzakere edilirler. Bu müzakerede kişi veya topluluk olarak nerede bulunduğumuz veya bu müzakereye ne ölçüde katılıp katılmadığımız hakkımızı belirler. Bu bakımdan bir kent hakkı olan adlandırma üzerinde düşünmek mücadele alnında yeni cepheler kazandırabilir.
Bir yere ad vermek bir şeyi diğerinden ayırır, tanımlar, görünür kılar ve farkı inşa etmek anlamına gelebilir. Kentte kişilerin neye, nasıl ad verdiğini takip etmek kente ilişkin hakkın kimde olduğunun cevabını verir.
Türkiye’de idari olarak ad vermek farklı ölçeklerde merkezi otoritenin elindedir. Bu adlandırmalar çoğunlukla ad verilen yerlere rağmen ortaya çıkar. İl veya ilçe meclislerinde ad vermeye ilişkin kararlar çoğunluğun kararı olarak uygulanır. İlin veya ilçenin çoğunluğu; sokak, park gibi çok mikro bir alan için karar verebilir. Buradan çıkan adlandırma kararları çoğunlukla bir kişiyi memnun etme, belli siyasi mesaj gönderme, siyasal alanı genişletme gibi reflekslerle yapılır. Sokağa ilişkin kararlar alınırken o sokakta oturan kişilere sorulmaz. Bu, bir bakıma adlandırmaya ilişkin sokağın veya semtin sahip olduğu adlandırma hakkının gaspıdır. Çünkü sokağın tarihi, kimliği, çeşitliliği göz ardı edilir. Kent mekânı tabula rasa gibi düşünülür.
Peki, bu gaspı ve gaspa ilişkin rızayı nasıl üretirler? Noterde bir kişiye vekâlet verilmesi durumunda söz-yetki hala asıl kişidedir. Burada söz asıl kişi aleyhine gasp edilmez. Fakat on bin kişinin vekâlet verdiği bir kişiye bir anda on bin kişinin söyleyecek tüm sözlerinin hakkı da devredilmiş gibi algılanır. Böylece bir kişi yüz bin kişinin söz hakkını gasp eder. Çünkü seçilerek gelmiştirler ve ilgili sokağa-semte ilişkin söz hakkı seçilmişlere devredilmiştir.
Kendilerinden duyurma ve dinletme gücü alınan semt sakinleri susmak ve konuşturulmamak arasında sıkışıp kalırlar. Temsil gücünü elinde bulunduranlar kendilerini temsil ettikleri ile özdeşleştirirler, ben grubum, ben varım, öyleyse grup da vardır derler. Kendini hizmetkâr olarak lanse ederek elde ettiği gaspı gizler ve sembolik iktidarı güçlenir. Temsil eden kişi kendisinin vazgeçilmez olmasını sağlamak için kendine olan ihtiyacı yaratmak zorundadır. Böylece birey tüzele kurban edilir, aşkın tüzel kişi lehine sıradan birey ortadan kaldırılır. Kendini başkaları adına konuşmaya muktedir görmesinin altında başkalarının sözünün gaspı yatar. Temsili devreden ile temsil eden arasındaki diyalektik ilişki semte ilişkin demokratik süreçlerin merkezden yerele kaymasını engeller. Böylece adlandırmaya ilişkin meseleler yukarıdan aşağıya dayatılması meşrulaşır.
Adlandırma hakkının gasp edilmesi ulusal ve yerel ölçekte kentlerin, semtlerin, sokakların, köylerin hafızasını ortadan kaldırır ve hafızaya ilişkin sürekliliği yararak kesintiye uğratır. 1952’de bakanlık bünyesinde Ad Değiştirme İhtisas Kurulu kurulmuş ve 1978’e kadar bu kurul çalıştırılmıştır. Bu kurul; köy, mahalle, sokak, dağ, anıt vb. yerler dahil yaklaşık otuz bin yeni ad üretmiştir. Daha yerel ölçekte bir sabah uyandığınızda sokağınızın adı Oğuzhan Asiltürk olabilir. Opera Meydanı’nız Necmettin Erbakan Meydanı’na dönüşebilir. Çocukluğunuzun hafızasında, fotoğraflarda, anı defterinizde yer alan parkın bir gün adı değiştirilir ve artık eskiden bu parkın adı şöyleydi demek zorunda bırakılırsınız. Adlandırmanın kendisinin hangi amaçla yapıldığı bir taraftan da politik olduğu için yeni ad parkın, sokağın benzer politik hamlelerle dönüştürülmesini de beraberinde getirir. Bu mekâna ilişkin hafızanızın, aidiyetinizin jeolojik katmanlar gibi sarsılarak üst üste fakat farklı katmanlar şeklinde birikmesine sebep olur.
Bunun önüne geçmek için il veya ilçeye bizi temsil etmesi için devrettiğimiz haklarımızı daha yerel ölçeğe çekerek söz ve yetki hakkını merkezileştirmek yerine demokratikleştirmek gerekiyor. Bunun bir yolu da semt, ilçe ve kent meclis ve konseylerini kent-semt hakkı lehine işletmektir.
Bir kent hakkı olarak adlandırma hakkı için iki şekilde hareket edilebilir. İlk olarak adlandırmaların neyi, niçin hatırlattıkları, adların köken ve oluşumlarına, ikincisi adlandırmalarda sosyal süreçlerin rolüne ve arka plandaki politik mücadelelere, ortak kimlik oluşturma süreçlerine odaklanmak. Mekânın adlandırılmasının hafızasını kalıcı hale getirmenin ve bu hakkı daha güçlü savunmanın yolu buradan geçiyor gibi gözüküyor.
Sahi, siz hiç yaşadığınız mekâna ad verme hakkınızı kullandınız mı?
Teşekkür ederim, tüm emekleriniz için efendim