Atatürk Orman Çiftliği nasıl tahrip ediliyor? Nasıl korunmalı?

Atatürk Orman Çiftliği’nin arazi ve plan bütünlüğünü aşındıran müdahaleler 1950’lerde Karşı Devrim’in güçlenmesiyle hibe koşullarını aşındıran satışlar ve tahsislerle başlamıştır. 29 Mayıs 1959 tarihli 7310 sayılı Kanun’la 725 dekar AOÇ arazisinin satışı düzenlenmiş; 6 Haziran 1959’da Resmî Gazete’de yayımlanan bu düzenleme, bütünlüğün bozulmasında kritik bir eşik olmuştur.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi bünyesinde hazırlanan Atatürk Orman Çiftliği oluşumunun, yapılanmasının ve yapılaşmasının neresinde yer alındığını gösteren “Hangi Yerleşke AOÇ” adlı çalışmada görüleceği gibi; 

Eskişehir Yolu, İstanbul Yolu, AŞTİ Bulvarı ve yeni açılan Ankara Bulvarı (ki, gerçekte plandaki adı AOÇ Bulvarı’dır), AOÇ arazisini batıya doğru kat ederken, beşincisi bunu kesen Anadolu Bulvarı olarak gerçekleşmiştir; tümü de bu arazinin bütünlüğünü zedeleyerek kalan arazi parçalarını hem küçültmüşler ve hem de nitelikli varlığını risk altına sokmuşlardır! Bunun farkında mıyız? Arazi bölünmesi yaşanırken ortaya çıkan kullanım ve mülkiyet deseni, artık bağlantısı kopan arazilerin konum, ilişki ve kullanım açısından AOÇ’nin olduğu duygusu ve bilgisini yeniden canlandırmamızı bile zorlamaktadır. Yalnızca resmî kurumlar ve devlet daireleri değil, parti binaları, askeri bölge ve kullanımlar, özel eğitim kurumları ve üniversiteler ve otobüs terminalleri gibi büyük; ama benzinlik, büfe, lokanta benzeri küçük işletmelerin de aralarında olduğu, aidiyetlerini gizleyen araziler ve yapılar dışında, yalnızca açık yeşil alanlar, Atatürk Orman Çiftliği’ne ait oldukları konusunda bir açık mesaj vermektedir.

Atatürk Orman Çiftliği haritası üzerinde talan edilen araziler görülebiliyor.

Atatürk Orman Çiftliği haritası üzerine talan edilen arazilerin üzerine inşa edilen bu yapıları oturttuğumuzda yıkımın dehşetiyle irkilmemek mümkün değildir. Bugün adını tek tek saymaya kalksak toplamda yüzlerce bina ve yerleşke Atatürk Orman Çiftliği arazileri işgal edilerek konumlandırılmıştır. Bunlardan bazıları; ASKİ Genel Müdürlüğü Eğitim ve Spor Tesisleri, Ankara Atlı Spor Kulübü, Gençlerbirliğ Tesisleri, Alparslan Türkeş Mezarlığı, Başkent Öğretmenevi, Orman Genel Müdürlüğü Lojmanları, Devlet Mezarlığı, Gazi Orduevi, Benzin İstasyonları, Bayraktar Twins (Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı), Tevfik İleri İmam Hatip Lisesi, Çevre ve Orman Bakanlğı, Yüksel İnşaat ve HaberTürk Binası, Emsan Sitesi, İşçi Blokları, Gazeteciler Sitesi, Seylap Blokları, İpek Sitesi, Yüzüncü Yıl Sitesi, Urankent, YDA 1. Etap, Gimat Toptancılar Sitesi, Rize Gross,  SSK Blokları, Konkur sitesi, Mitaş Enerji, Koray Outlet, Şaşmaz, Optimum Center, Danıştay, Ahmet Hamdi Akseki Cami, Öz Ankara Toptancılar Sitesi, ATB İş Merkezi, ACity Outlet, Tan Oto, Tepe Home, Atisan Sanayi Sitesi, Efe Plaza, Gordion AVM, ve adını burada tek tek sayamadığımız niceleri… * Hangi Yerleşke AOÇ

2000’lerden itibaren yetki devri ve protokoller aracılığıyla, AOÇ üzerindeki planlama ve kullanım kararlarında belediye ve farklı kamu aktörlerinin rolü genişlemiştir. 19 Ekim 2011 tarihli protokolle AOÇ Hayvanat Bahçesi alanının kullanım hakkı Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne verilmiş; izleyen plan kararları “Yenileme Alanı” tanımı ve uygulamalarıyla ANKAPARK gibi büyük ölçekli projelerin zeminini oluşturmuştur. Bu süreç, üst ölçekli koruma hedefi yerine projeye göre parça parça planlama pratiklerini öne çıkarmıştır.  

Yargı denetimiyle bu gidişat birçok kez durdurulmuştur. 3 Ağustos 2015’te Ankara 5. İdare Mahkemesi, AOÇ Koruma Amaçlı İmar, Ulaşım Planı ve Uygulama Projesi’ni, AOÇ’nin kuruluş amacına ve 1. derece doğal-tarihi sit niteliğine aykırılık gerekçesiyle oybirliği ile iptal etmiştir. Kararın ardından, planlara dayalı inşa süreçlerinin parçası olan Ankara Bulvarı, belediye duyurularıyla Ağustos 2015’te trafiğe kapatılmış; ancak idarenin yaptığı yeni plan değişiklikleri ve uygulamalarla mahkeme kararının uygulanabilirliği fiilen ortadan kalkmıştır.

Buna karşın izleyen yıllarda, iptal edilen kararların revize edilip yeniden onaylanması ve benzer fonksiyonların yeni planlarla tekrar gündeme getirilmesi görülmüştür. Meslek odaları bu pratiği, “iptal, revizyon, yeniden uygulama” şeklinde işleyen bir süreklilik döngüsü olarak tanımlamaktadır. Bu metinde ‘sürdürülmüş ihlal’ terimiyle kastedilen, tam olarak bu döngüdür.  

Sonuçta AOÇ’deki yıkım, tek bir siyasi döneme indirgenemeyecek birikimli kararlar ve temelinde karşı devrim sürecinin ürünüdür. Farklı dönemlerde belediye, bakanlıklar, kamu kurum ve kuruluşlarınca alınan kararlar; koruma statülerine rağmen alanın parçalanmasına, işlevsel süreksizliğine ve plan bütünlüğünün zayıflamasına yol açmıştır. Ortaya çıkan bu tablo, AOÇ’nin 1. derece doğal ve tarihi sit alanı statüsü ve kuruluş koşulları ile uyumlu, tutarlı ve şeffaf bir üst ölçekli koruma-kullanma stratejisine duyulan ihtiyacı açıkça göstermektedir. Yöneten değişse de yönetim anlayışı değişmedikçe talan devam etmektedir. Türk ulusu, bu gidişata dur diyerek Cumhuriyetimize ve onun simgesi yapı ve kurumlara sahip çıkmalıdır.

AOÇ’nin bütüncül bir koruma-imar planı ile korunması yerine parsel temelli müdahalelerle yapılaşmaya açılması, arazinin bütünlüğünü bozmaktadır. Örneğin 50 metre genişliğinde duble yollar ile AOÇ tarım arazilerinin bilerek ve isteyerek parçalara bölünmesi sağlanmıştır. Mimarlar Odası Ankara Şubesi’ne göre de bu yollar AOÇ arazisini “parça parça bölerek” toprak bütünlüğünü bozmaya yöneliktir. Ankara 4. İdare Mahkemesi söz konusu yolları içeren imar planlarını iptal ederek AOÇ tarım arazilerinin kesilmesine geçit vermemiştir. Ancak plan değişiklikleri küçük ölçekte devam etmektedir; Mimarlar Odası bu eksende AOÇ için kapsamlı bir koruma amaçlı üst ölçekli imar planı hazırlanması ve bölücü yol yapımlarının derhal durdurulması çağrısında bulunmuştur. Oda ayrıca 13 Nisan 2021 tarihli açıklamasında Gökçek döneminde planlanan yollardan bir tanesinin Atatürk Orman Çiftliği’nin talan edilmesi bölünerek parçalanmasının en önemli uygulamalarından olduğunu, “İ. gökçek tarafından planlanan yolun Mansur Yavaş tarafından inşa edildiğini” bildirmiştir.

Atatürk Orman Çiftliği alanları, son yıllarda büyük ölçekli projelerle hızla dönüşüme uğratılmaktadır. ANKAPARK örneğinde olduğu gibi 1,2 milyon metrekarelik hayvanat bahçesi alanı 2013 yılında eğlence parkına dönüştürülmüştür. 2018 yılında çıkarılan bir kanunla, bu alan 29 yıl süreyle Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne tahsis edilmiştir. Harita Kadastro Mühendisleri Odası Ankara Şubesi’nin uyarısına göre ANKAPARK, AOÇ arazi yapısını gasp ederek “ticarethaneye çevrilmektedir”. 

Cumhurbaşkanlığı Sarayı (“Beştepe Külliyesi”) da AOÇ üzerinde inşa edilen bir başka dev projedir. Danıştay, bu külliyenin bulunduğu alana herhangi bir “kamu/kurum binası” yapılamayacağı kararını vererek inşaatın temelini hukuken engellemiştir. Ancak Saray inşaatı her türlü uyarıya karşın başlamış ve zaman içinde yaklaşık 750 bin m²’yi aşan bir alana yayılmıştır. Bu çalışmalar için tahminen 10 binin üzerinde ağaç kesildiği değerlendirilmektedir. İnşaat çalışmaları sırasında Atatürk Evi’nin yanında bulunan Tarımcı Atatürk Heykeli ve Meydanı’nda yer alan rölyeflere bilerek zarar verilmiş ve parçalanarak pek çok parçası kaybolmuştur. Devlet bursuyla heykel ihtisasını Paris’te yapan Türk heykeltraş Burhan Alkar 1930 doğumlu olması ve ilerlemiş yaşına rağmen yetkililere rölyeflerin ücretsiz tamir edilmesi ve ücretsiz olarak yeniden yapılması için deyim yerindeyse yalvarmıştır. Bu bile tek başına tarihe kara leke olarak geçecektir.

Atatürk Orman Çiftliği arazisinin ABD büyükelçiliğine satışının iptali ile ilgili Mimarlar Odası Ankara Şubesi’nin açtığı davada Yargıtay satış kararını bozmuştur. Diğer bir ifadeyle satış kanun dışı ise arazi de yapılan büyükelçilik kompleksi de fiilen işgal edilmiş vatan toprağı olarak değerlendirilebilir! Hukuk mekanizması kullanılarak bu kararın da arkasından dolanılacaktır, bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Devleti sessiz bir işgal yaşamaktadır. Türk Ulusu savaşmadan yenilmektedir.

AOÇ arazisi içinde Sağlık eski bakanıyla ilişkili olan TEBA Vakfı’na 2025’te tahsis edilen Medipol Üniversitesi kampüsü inşaatı ve TÜRK İŞ Konfederasyonu bina inşaatı mahkeme kararlarına rağmen sürmektedir. Ayrıca yeni bulvar-yollar (ör. 4,2 km uzunluğunda 50 m genişliğinde güzergâh) gibi büyük kamu-özel yatırımları da AOÇ arazileri üstünde öne çıkmaktadır. Bu mega projeler, AOÇ’nin ekolojik ve kamusal bütünlüğünü ortadan kaldırarak, kullanım amacını dönüştürmektedir.

Atatürk Orman Çiftliği’nin koruma statüsü, çeşitli hukuki ve idari düzenlemelerle zaman içinde değiştirilerek projelere zemin hazırlanmıştır. 2012 yılı itibarıyla, AOÇ arazisinin birinci derece doğal ve tarihi sit alanı statüsü, Ankara Kültür Varlıkları Koruma Bölge Kurulu tarafından kaldırılmıştır. Sit derecesinin düşürülmesiyle, AOÇ arazisinin Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmesine ve sıkı koruma hükümlerinin gevşetilmesine olanak sağlamıştır .

2014 yılında Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu, tarihi sit alanlarında “kamu hizmet binaları” yapımına izin veren bir ilke kararı almıştır.  Ancak Danıştay bu kararı hukuka aykırı bularak iptal etmiştir. 2021yılında aynı kurul, “kamu hizmeti” yerine “resmî kurum” ibaresi içeren bir düzenleme yapmıştır. Bu değişiklik de Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu tarafından hukuka aykırı bulunarak durdurulmuştur. Yargı kararlarıyla, AOÇ alanlarında yapılaşmaya yönelik idari girişimler defalarca engellenmesine rağmen Cumhuriyetle hesaplaşmanın zirve mekânı AOÇ görüldüğü gibi her an tehdit altındadır.

Atatürk Orman Çiftliği arazisinde, yürütmenin durdurulması adına verilen yargı kararlarına rağmen, aynı alan için yapılan yeni plan değişiklikleriyle mahkemenin iptal kararlarını fiilen ortadan kaldırmaya yönelik bir yaklaşım sergilenmektedir. Örneğin, Türk-İş Konfederasyonu Binası ve Medipol Üniversitesi kampüsü için 2022 yılında yapılan imar planı değişiklikleri, açılan davalar sonucunda Ankara 16. İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Ancak, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 30 Mayıs 2024 tarihinde aynı alana “Özel Sosyal Tesis Alanı” statüsü tanıyan yeni bir plan hazırlamıştır. Bu durum, idarenin mahkeme kararlarına uymama eğilimi olarak değerlendirildiğinde, hukuki güvenliğin zedelenmesi durumuyla karşı karşıya kalındığı/kalınacağı ortadadır. Burada Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin, davadaki müdahilliğini geri çektiğini, Etimesgut Belediyesi’nin ise, bu süreçte inşaat ruhsatı vererek projelerin devamını sağladığını hatırlatmak yarar var. Aynı zamanda bu tutum hukuki süreçleri zayıflatarak AOÇ arazilerinin korunması açısından büyük risk oluşturmuştur.

AOÇ arazileri uzun süreli tahsis ve kiralamalarla kamu elinden çıkarılmaktadır. AKP döneminde on binlerce dönüm AOÇ arazisi, çeşitli kamu kuruluşlarına ve özel vakıflara devredilmiştir. 2012 yılında 1,37 milyar TL’ye inşa edildiği söylen Cumhurbaşkanlığı Sarayı ve 801 milyon dolar maliyetli ANKAPARK, bu tahsisli alanlar üzerinde yer almaktadır. 2022 yılında açılan ABD Büyükelçiliği de tahsisli AOÇ arazisine kurulmuştur. Böylece AOÇ, aslen kamu kullanımına ayrılmış bir şartlı bağışla halkımıza emanet edilmişken, el birliğiyle büyük yatırımlar için ‘rant kapısı’ haline getirilmektedir.

Atatürk Orman Çiftliği’ni simgeleyen yapılar zaman içinde işlevsizleştirilip hatıralar unutturulmaya çalışılmaktadır.  1926 yılında inşa edilen ve Birinci Ulusal Mimarlık Akımı’nın örneklerinden biri olan Gazi İstasyonu künefeciye çevrilerek tarihî kimliği yok edilmeye çalışılmaktadır. Atatürk’ün ayağını bastığı yere bile düşman sabıkalı ve sapkın bu anlayış daha önce Marmara Köşkü’nü de yok etmiştir. Benzer şekilde tarihî PTT Gazi Şubesi önü arkası sağı solu ve çatısı köfte kokoreççiler tarafından sarılarak tanınmaz hale getirilmiştir. 1940’lardan beri ailelerin uğrak yeri olan AOÇ Hayvanat Bahçesi 2013’te kapatılmıştır. Yıllarca on binlerce ziyaretçi ağırlayan, Anadolu hayatını da kısmen temsil eden bu mekânın yok oluşu toplumsal bellekte büyük boşluk yaratmıştır.

4 Kasım 2015 gecesi Atatürk Orman Çiftliği (AOÇ) sınırları içindeki Müze ve Sergi Salonu’nda çıkan yangında alevler özellikle malzeme ambarı ve sinevizyon bölümünü etkilerken, Kültür ve Turizm Bakanlığı envanterinde kayıtlı 263 eser —aralarında Atatürk’e ait fotoğraflar, tarımsal aletler ve çiftliğin kuruluşuna dair değerli objeler bulunuyordu— zamanında tahliye edilerek korunduğu iddia edilmiştir. Ancak yangının ardından müzenin restorasyonu ve yeniden açılışına dair resmî bir adım kamuoyuna yansımamış, konu 2017 yılında TBMM gündemine taşınmasına rağmen sonuçsuz kalmıştır. Böylece AOÇ’nin tarihsel hafızasını taşıyan bu yapı, hem fiziksel yıpranma hem de belirsizlik nedeniyle Ankara’nın kültürel mirasında kayıp bir halka olarak kalmaya devam etmektedir.

Benzer şekilde AOÇ’nin süt fabrikası da işlevini yitirmiştir. geçmişte 150’ye yakın süt ürünü üreten fabrika, bugün sadece süt, yoğurt, ayran ve dondurma gibi temel üretime indirgenmiş durumdadır. Bu tarz üretim tesislerinin küçültülmesi ve bir bölümlerinin özelleştirilmesi, AOÇ’nin “çiftlik” kimliğinin silinmesine neden olmuştur. Bugün Atatürk Orman Çiftliği etiketli ürünlerin çoğu başka üreticiler tarafından üretilmektedir. Özellikle son yirmi yılda büyüyen çocuklar için Atatürk Orman Çiftliği, kokoreç ve köfte dışında bir anlam ifade etmemektedir. Ülkemizi yöneten anlayış, AOÇ’yi, anıtsal değere sahip bir Cumhuriyet mirası olarak değil, rant odaklı ticari ve özel yatırımlara açılabilir bir potansiyel alan olarak algılamaktadır.

AOÇ nasıl korunmalı?  

Atatürk Orman Çiftliği’ni korumak için bütüncül bir koruma yaklaşımı gerekmektedir. AOÇ’yi yalnızca bir tarım arazisi ya da rekreasyon alanı olarak görülemez, kurulduğu tarihte hedeflenenler ve kuruluş ülküsünden bağımsız olarak düşünülemez. Bu yönüyle AOÇ’ye, ekolojik koridorları, tarihî yapıları ve üretim alanları ile birlikte yeniden işlev kazandırılması gerekmektedir. Bu yönüyle de Avrupa’daki kentsel tarım parklarından kendisini ayrıştıran eşsiz özellikleriyle de ancak bütüncül bir koruma yaklaşımıyla korunabilir.

AOÇ alanlarına yönelik parçacı imar planları bahse konu bütünlüğe zarar vermektedir. Bağlayıcı bir koruma amaçlı nazım plan, SİT statüsü ve üretim rekreasyon bölgeleri net biçimde tanımlanmalıdır. Meslek odalarının yıllardır altını çizdiği gibi, plan bütünlüğü olmadan bu Ata mirasının korunması olası değildir.

Bugüne dek AOÇ alanları çoğu zaman mahkeme kararlarıyla savunulabilmiştir. Toplumsal sahiplenme olmadan savunma hattı kurulamamaktadır. Aidiyet duygusu çoğunluk üzerinde yerleşmediği için kitlesel eylemler geliştirilememiş sonuç olarak AOÇ alanlarıyla ilgili olarak karar değişikliği ya da geri çekilme sağlanamamıştır. 

Cumhuriyetimizi yıkmaya ant içmiş anlayışla yalnızca hukuk mücadelesi yoluyla başarılı olunamadığı görülmektedir. Hukuk sistemini silah olarak kullanan bir anlayışla yalnızca hukuk zemininde mücadele edilemez. Cumhuriyetimizi korumak adına toplumsal denetim mekanizmaları ve farkındalığın yükseltilmesi büyük bir zorunluluk hâline gelmiştir. 

Vatandaşların yönetenlerden hesap sormaması durumunda neler olacağı açıkça görülmektedir. Toplumsal denetim mekanizmaları oluşturmadan, yurttaşların kendi eserine sahip çıkmasını bekleyemeyiz. 

Bunun için de gelişen teknolojiden de yararlanarak sayısal ortamda portal ya da platform benzeri yapılar kurulmalı, doğru bilginin kolayca yayılabilmesi sağlanmalıdır. Bu konuda Orta Doğu Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi AOÇ Araştırmaları sayfası son dönemde güncellenmese de güzel bir örnektir. Bakanlık, kurum ve kuruluşlara ek olarak meslek odaları, sivil toplum kuruluşlarına ve bireysel arşivlerde bulunan tüm AOÇ belgeleri kamuya açık şekilde erişilebilecek bir sayısal arşiv altında birleştirilmelidir. Bu hem tarihsel izlenebilirliği hem de toplumsal aidiyeti geliştirecektir. 

Atatürk Orman Çiftliği mücadelesi için hukuki veritabanı oluşturulmalı bugüne kadar açılan davalar ve gelişmelerle ilgili vatandaşların rahatça ulaşıp bilgi alabileceği platform kurulmalıdır. Gündemi yapay olarak hızlandırılarak olan bitenin halkın gözünden kaçırıldığı, medyanın neredeyse tamamen ele geçirildiği günümüzde ülkemizde kamuya açık şeffaf ve bağımsız bilgilendirme mekanizmalarını kurmak zorundayız. Buradan doğabilecek vatandaşlık tepkilerinin yansıması olarak daha sorumlu bir yurttaş profilinden bahsedebiliriz. 

Atatürk’ün AOÇ’yi Türk Ulusu’na bağışlarken öngördüğü temel işlevlerden biri de üretimdir. Bugün teknolojinin tüm ilerlemesine karşın tarım ve hayvancılık başta olmak üzere sanayi üretimini de geliştirecek ilgili alanlardaki üretim durmuştur. Bu üretim, devlet güvencesi ile yeniden başlatılmalı; büyüme çağındaki çocuklarımızla eğitim çağındaki gençlerimiz öncelikli olacak şekilde gelişim programlarıyla AOÇ tesislerinde üretilen temel ürünler halkımıza ulaştırılmalıdır. Benzer şekilde Halk Lokantaları üzerinden başta emekliler olmak üzere ihtiyaç sahiplerine ulaşabilecek destek programları uygulanabilir. Böylelikle AOÇ, hem gıda güvenliği hem de adil erişim açısından Atamızın hedeflerine uyumlu olarak yeniden işlevlendirilmiş olacaktır. Cumhuriyetin oluşturduğu sosyal devlet anlayışından uzaklaşılan bugünlerde O’nun öngörüsü bize ışık tutmayı sürdürmektedir.

AOÇ yalnızca üretim alanı değil, aynı zamanda bir öğrenme mekânıdır. Kuruluş döneminde olduğu gibi her yaştan öğrencimiz burada stajlarını yapabilir. Öğrenim çağına ulaşmış çocuklarımızın yaş ve ilgi alanlarına uygun olarak yönlendirilebileceği pek çok yapıyı barındırabilecek bir potansiyel içermektedir. Çocuklarımıza toprak ve doğa sevgisinin dışında yurttaşlık bilincinin aşılanmasında eşsiz bir fırsat sağlanabilir. Bunun yanı sıra teknik okul ve üniversitelerdeki öğrencilerimiz bundan bir asır önce olduğu gibi stajlarınızı bu tesislerde yapabilecektir. Üniversitelerimizin Mimarlık, Peyzaj Mimarlığı, Harita ve Kadastro Mühendisliği, İnşaat Mühendisliği, Ziraat Mühendisliği, Orman Mühendisliği vb. fakülte ve yüksekokul öğrencileri proje yarışmaları düzenlenerek bu alanlara ilgileri artırılmalıdır. Bunun dışında sahada yapılabilecek çalışmalara gönüllü olabilecek her yaştan insanla gönüllülük esasına uygun projeler gerçekleştirilebilir.  Bu yaklaşım, AOÇ’nin tarihsel kuruluş amaçlarını günümüze taşıyabilecek diğer önerilerle birlikte değerlendirilebilir. Bahse konu tüm bu girişimler insanımızın AOÇ’den başlamak üzere yurdumuza olan aidiyet duygularını da geliştirecektir.

AOÇ’yi korumak için yalnızca kamu kaynaklarına bel bağlanmamalıdır. AOÇ’nin etki alanını da genişletecek şekilde Cumhuriyetimizin kurucu felsefesiyle uyumlu çalışan dernek ve vakıflar pek çok gönüllü çalışmayı örgütleyerek AOÇ’nin geleceğe dönük varlığını geliştirebilecek uzun vadeli projelerle bu ekosisteme eklemlenebilir. Bunun için ayrıca çalıştaylar düzenleyerek gelebilecek değerli öneriler toplanmalıdır. Bu aşamada özellikle toplumsal farkındalık yaratmak adına sergiler, belgeseller sosyal medya üzerinden yayınlanabilecek kısa filmler kullanılabilir.

Atatürk Orman Çiftliği Müdürlüğü yapısı mutlaka gözden geçirilmelidir. AOÇ alanlarının talan edilmesi sürecinde doğrudan ya da dolaylı olarak hukuki sürece müdahil olun(a)mamasının hesabı adalet önünde sorulmalıdır. Ayrıca en kısa sürede gerekli yasal düzenlemeler yapılarak AOÇ alanlarında yaşanan talanlara karşı kendisini ve birbirini denetleyebilecek bir düzenek oluşturulmalıdır. Ayrıca AOÇ alanlarını amacı dışında kullanım için kiralayan, uzun süreli tahsis eden, Gazi İstasyonu’nun künefeciye, tarihî PTT şubesinin kokoreç/köfteciye çevrilmesine vb. gibi sayısız örnekle talana ses çıkarmayan göz yuman yetkililer (bakanlık, kurum kuruluş ve belediyeler dahil) hakkında gereken idari işlem yapılmalıdır. ABB ve merkezi idare dâhil tüm kurumlar için AOÇ alanlarındaki ihale ve tahsislerde kamuoyunda farkındalık ve yüksek hassasiyet oluşturulmalıdır.

Atatürk Orman Çiftliği, Cumhuriyet’in aydınlanma projesinin canlı bir anıtıdır. Ancak tahribat süreci göstermiştir ki yalnızca yasal düzenlemeler AOÇ’yi korumaya yetmemektedir. Atatürk Orman Çiftliği halkımız tarafından sahiplenmeli, aidiyet bilinci geliştirilmeli ve yurttaşlık sorumlulukları göz ardı edilmemelidir. AOÇ, yalnızca Ankaralıların değil, tüm Türkiye’nin ortak mirasıdır. Onu korumak, Cumhuriyet’i korumakla eş anlamlıdır! Cumhuriyetimizin üzerine inşa edildiği tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik kolonlarına, kurucu felsefeye sahip çıkılmalıdır!

Kaynakça 

• Açıksöz, S., & Memlük, Y. (2004). Kentsel tarım kapsamında Atatürk Orman Çiftliği’nin yeniden değerlendirilmesi. Journal of Agricultural Sciences, 10(1), 76–84. https://dergipark.org.tr/tr/pub/ankutbd/issue/1084/12548

• Ankapark 29 yıllığına kiralanıyor. (2018, Haziran 2). İnşaat Deryası. https://www.insaatderyasi.com/ankapark-29-yilligina-kiralaniyor-8769h.htm

• Ankara Büyükşehir Belediyesi. (2015, Ağustos 17). Ankara Bulvarı’nın kapatılması. Ankara Büyükşehir Belediyesi. https://www.ankara.bel.tr/tr/haberler/ankara-bulvarinin-kapatilmasi-7820

• Ankara Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü. (2020, 9 Aralık). İlimiz, Atatürk Orman Çiftliği 1. Derece Doğal ve Tarihi Sit Alanı, 2108 Ada 1 Parselde düzenlenen Koruma Amaçlı Nazım ve Uygulama İmar Planı değişikliği duyurusu. Erişim: https://ankara.csb.gov.tr/ilimiz-aoc-i.-derece-dogal-tarihi-ve-sit-alani-2108-ada-1-parsele-iliskin-koruma-amacli-nazim-ve-uygulama-imar-plani-degisikligi-duyuru-411509

• AOÇ Üzerine Düşünmek. (t.y.). Hangi Yerleşke AOÇ? Orta Doğu Teknik Üniversitesi AOÇ Araştırmaları. Erişim adresi https://aocarastirmalari.arch.metu.edu.tr/hangi-yerleske-aoc/ 

• Keskinok, H. Ç. (2007). Bir özgürleşme tasarısı olarak Atatürk Orman Çiftliği. Bir çağdaşlaşma öyküsü: Cumhuriyet devriminin büyük eseri Atatürk Orman Çiftliği içinde (ss. 70–80). Koleksiyoncular Derneği Yayınları.

• Kimyon, D., & Serter, G. (2015). Atatürk Orman Çiftliği’nin ve Ankara’nın değişimi-dönüşümü. Planlama, 25(1), 44–63. https://jag.journalagent.com/planlama/pdfs/PLAN_25_1_44_63.pdf

• HKMO (Harita ve Kadastro Mühendisleri Odası). (2020, 6 Temmuz). AOÇ’nin talanı adım adım devam ediyor. https://www.hkmo.org.tr/ankara/haberler/detay/19657

• İnşaat Mühendisleri Odası. (2020, Aralık 23). Niyeti bağcıda olanın gözü de üzümde olmaz. TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası. https://www.imo.org.tr/TR,45300/niyeti-bagcida-olanin-gozu-de-uzumde-olmaz.html

• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (t.y.). AOÇ dosyası (kronoloji ve kararlar). Mimarlar Odası Ankara Şubesi. https://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=4973

• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (2020, Temmuz 27). AOÇ alanlarının en geniş sınırları… (Hukuk notu ve basın açıklaması). Mimarlar Odası Ankara Şubesi.

• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (2023, Temmuz 13). Yargı, AOÇ’yi parçalayan yollara ilişkin plan değişikliğini iptal etti [Basın açıklaması]. Mimarlar Odası Ankara Şubesi. https://www.mimarlarodasiankara.org/index.php?Did=13075

• Mimarlar Odası Ankara Şubesi. (2023, Temmuz 17). AOÇ Medipol plan değişikliği davasında bilirkişi raporu… Mimarlar Odası Ankara Şubesi.

• ODTÜ AOÇ Araştırmaları Platformu. (t.y.). Ana sayfa; hedefler; davalar ve riskler; AOÇ merkez bölgesi; hangi alan AOÇ? https://aocarastirmalari.arch.metu.edu.tr

• Peyzaj Mimarları Odası. (2015, Ağustos 11). AOÇ arazisine inşa edilen Ankara Bulvarı trafiğe kapatıldı. Peyzaj Mimarları Odası. https://www.peyzajmimoda.org.tr/icerik/aoc-arazisine-insa-edilen-ankara-bulvari-trafige-kapatildi-5791

• Peyzaj Mimarları Odası. (t.y.). AOÇ’deki tüm planlar iptal! Peyzaj Mimarları Odası. https://www.peyzajmimoda.org.tr/icerik/ataturk-orman-ciftligi-8217-ndeki-tum-planlar-iptal-5787

• Peyzaj Mimarları Odası. (2022, Ağustos 1). Ankapark kültürel mirasımızı yok etmektedir. Peyzaj Mimarları Odası. https://www.peyzajmimoda.org.tr/haberler/ankapark-kulturel-mirasimizi-yok-etmektedir-

• Şehir Plancıları Odası (Ankara Şubesi). (2014, Aralık 25). AOÇ Hayvanat Bahçesi Yenileme Alanı & protokoller. Şehir Plancıları Odası. https://www.spo.org.tr/detay.php?kod=6208&sube=1&tip=3

• TMMOB. (2015, 6 Nisan). Anayasa Mahkemesi’nin AOÇ kararı üzerine ortak açıklama.https://www.tmmob.org.tr/icerik/odalardan-anayasa-mahkemesinin-aoc-karari-uzerine-aciklama

İkizköylüler zeytinlikler için direniyor

İkizköylüler, 3 Temmuz 2025 tarihinde 3. kez Ankara’ya gelip zeytinliklerini, köylerini, hayvanlarını, ailesini bırakıp bu talan yasasına karşı Meclisin hemen yanında bulunan Cemal Süreya Parkı’nda nöbet başlattılar. Gece gündüz demeden, Ankara’nın sıcağında, soğunda, yağmurunda aldırış etmeden direnişlerini sürdürdüler. Yaklaşık 18 gün yaşam nöbeti devam etti. Açlık grevine girdiler. Ona rağmen bu yasa geçti. İkizköylüler, Ayrancı halkına ilgileri için teşekkür etti.

Zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını öngören kanun teklifi TBMM’den geçti. Yasa ile zeytinlik alanlar, belirli koşullar altında madencilik faaliyetlerine açılabilecek, ağaçlar taşınabilecek. Tartışmalı düzenleme ise, “kamu yararı” gerekçesiyle yasalaştı. Zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını öngören ve kamuoyunda “Talan yasası” olarak anılan, “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” TBB Genel Kurulu’nda 199 oya karşı 255 oyla kabul edildi.

 AKP’nin verdiği önerge ile  kanun teklifinin 11’inci maddesi ile 3213 sayılı Kanun’a eklenen geçici 45’inci maddenin ikinci fıkrasında yer alan “öncelik verilmek suretiyle” ibaresinden sonra gelmek üzere “taşınan ve taşınamayan zeytin ağacı sayısının en az iki katı zeytin ağacı ile oluşan” ibaresi eklendi ve maddenin dördüncü fıkrası şöyle düzenlendi:

“Bu madde kapsamında, yeni tesis edilecek zeytin bahçeleri ile taşınacak zeytin ağaçları için Hazine taşınmazlarına ihtiyaç duyulması halinde, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığınca uygun görülenler veya maden sahalarının bulunduğu il sınırlarında kamu iktisadi teşebbüslerine ait taşınmazlardan ilgili kamu iktisadi teşebbüsünce uygun görülenler, zeytinliği kamulaştırılan taşınmaz maliklerinden talep edenlere 2/7/1964 tarihli ve 492 sayılı Harçlar Kanunu’nun 63’üncü maddesinde yer alan harca esas değerin yüzde biri üzerinden yirmi yıl süre ile doğrudan kiralanabilir. Kira süresi sonunda bakım yükümlülüklerini yerine getirdiği tespit edilen ve talepte bulunan kiracıların kira süresi onar yıl süreyle uzatılabilir.

Bakanlık artık izin verebilecek

Kanun teklifine göre, elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin, tapuda zeytinlik olarak kayıtlı veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan, sınırları belirtilen alanlara denk gelmesi ve faaliyetlerin başka alanlarda yürütülmesi mümkün olmaması durumunda madencilik faaliyeti yürütülecek kısımdaki zeytin ağaçlarının maden sahasının bulunduğu ilçe ve il sınırlarına öncelik vermek suretiyle taşınmasına, sahada madencilik faaliyetleri yürütülmesine ve bu faaliyetlere ilişkin geçici tesisler inşa edilmesine “kamu yararı” gerekçesi dikkate alınarak Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nca izin verilebilecek.

Zeytinlikler 10 yıl içinde kiraya verilecek 

Zeytinlik olarak kayıtlı alanlar veya fiili olarak üzerinde zeytinlik bulunan alanlarda madencilik faaliyeti yürütülen her yıl için, bu sahaların rehabilitasyon çalışmalarını temin etmek üzere ruhsat sahibinden işletme ruhsat bedeli kadar ayrıca tahsilat yapılacak. Yeni tesis edilecek zeytin bahçeleri ile taşınacak zeytin ağaçları için Hazine taşınmazlarına ihtiyaç duyulması halinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nca uygun görülenler, zeytinliği kamulaştırılan taşınmaz maliklerinden talep edenlere rayiç bedel üzerinden 10 yıl süreyle doğrudan kiraya verilebilecek.

Yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ön lisans veya üretim lisansı bulunan üretim tesisleri için gerekli özel mülkiyete konu taşınmazların temini amacıyla Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu tarafından 31 Aralık 2030’a kadar Kamulaştırma Kanunu kapsamında “acele kamulaştırma” kararı alınabilecek. Bu tarihe kadar işletmeye girecek yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı üretim tesislerinin izin, kira ve irtifak işlemlerinde yüzde 85 indirim uygulanacak. Enerji ithalatının azaltılması, cari açığın düşürülmesi ve yerli kaynaklara dayalı üretimin artırılması için izin, kira ve irtifak işlemlerinde uygulanmakta olan indirimlerin süresi 5 yıl uzatılacak.


Necla Işık

#ikizköydireniyor   

Nejla Işık; İkizköy Muhtarı, BBC’nin 2024 yılında dünyada ilham kaynağı olan etkili 100 kadın listesinde yer almıştır. Babası da madende çalıştığı için belki de direnişini küçümsemek için “madencinin kızı” denilen Nejla Işık Ayrancı ve Cemal Süreya Parkı’na bu sözlerle veda etti. 

Maden yasasının zor ve dayatmayla geçirilmesine karşı sözümüzü söylemek üzere nöbete başladığımız Cemal Süreya Parkı’nda Ayrancı’da Ankara’da dayanışma içinde olduğumuz tüm dostlarımızla birlikte, onların desteğini de yanımıza alarak, bu mücadele ateşini köyümüzde ve tüm Anadolu’da daha da büyütmek üzere Ankara’ya veda ediyoruz. Yanımızda olmanız, mücadelemizin yeni etabına dair sözlerimizi kamuoyuna ulaştırmanız bizim için bundan sonraki adımda kritik önemde köylü, kentli, örgütlü, örgütsüz, akademisyen, hiç okumamış, kadın, erkek, genç, yaşlı, yoksul, varsıl, çiftçi, memur, işçi, herkese ama herkese teşekkür ederiz.” 

“Şelaleye
Düşmüştür
Zeytinin dalı;
Celaliyim
Celalisin
Celali.” 
Cemal Süreya

ABD’nin eski büyükelçiliği ne olacak?

“Semtin dokusunu bozar”

Dilek Metin Sert (49)

Sanat Tarihçi/Kültür Sanat Direktörü

Semtin dokusunu bozar diye düşünüyorum. Trafik artık genel bir sorun Ankara’da. Toplu taşıma konusu ne yazık ki oturtulamadı, bundan sonra da düzeleceği konusunda soru işaretlerim var. Dolayısıyla orada bir otel, hastane vb. yapılması elbette olumsuz anlamda çok etkileyecektir mahalleyi.

“Herşey oldu bittiye getiriliyor, Ayrancı için kaygı verici bir durum”

Hüseyin Kalkan (33)

Esnaf

Ayrancı’nın bilinirliği açısından bir katkı sağlayacağını düşünmüyorum. Zaten Ayrancı, Ankara’nın en önemli yerlerinden birisi. Kendine has bir oturumu, kendine has bir toplumu var. O yüzden bilinirlik açısından Ayrancı’ya bir katkı sağlamaz. 

Altyapı sorununa gelince, altyapısının kaldırmayacağı çok aşikar. Bir anda Ayrancı’ya hiç ait olmayan bir hareketliliğin mahallemizin altyapısınca sorunsuz kabul edilmesi çok olası değil. Bir sürü yeni problemle uğraşmak zorunda kalacağız.

Trafik zaten Ayrancı için –ara sokaklar dahil olmak üzere– çok büyük bir problem. Ana caddelerde zaten yoğun bir trafik var. Ulaşım altyapısı anlamında çok büyük yeni problemler getirir.

Bunun öncelikle iyice bir hesaplanıp ondan sonra projelendirilmesi gerekirdi. Ama maalesef ülkede her şeyde olduğu gibi bu konuda da bir plansızlık var. Her şey oldu bittiye getiriliyor.

Böyle önemli bir arazinin satışının bile çok sonradan ortaya çıkması, bir şeylerin el altından yapıldığını gösteriyor. Ayrancı için kaygı verici tabii ki. Rant uğruna bütün yeşil alanlar talan ediliyor. Biz isteriz ki orada sosyal bir ortamın sağlanabileceği, insanların vakit geçirebileceği bir kültür merkezi, bir konser alanı gibi şeyler yapılsın.  Ama tabii ki yine halka bir şey sormuyorlar.

“Ayrancı’ya yeni sorunlar ekleyeceği kesin”

Tülay Kılıç (51)

Ayrancı’nın zaten birçok sorunu var, bunlara yenileri eklenir. Trafik iyice kitlenir, otobüs gelecek, taksi gelecek diye günümüz beklemekle geçer.

Birincisi trafik sorunu, ikincisi o büyüklükteki bir yerin gürültüsü açısından olumsuz bir etkisi olacağı kesin. Ayrancı bir emekli semti. Buranın düzenini bozacak.

Yani buraya çok hitap etmez öyle bir şey bence. Buradaki insanlar yolda zor yürüyoruz. Yollar dar, kaldırımlar dar. Güven hastanesi bile burada otopark sorununu artırdı. Bu büyüklükteki bir yer Ayrancı’yı kilitler.

“Kesinlikle çok katlı kullanıma açılmamalı”

Can Çokçalışkan (51)

Veteriner hekim

Olumsuz etkiler, bu alanın kamuya ait bir park, yeşil alan olması gerekirdi. Ancak bir kişiye satıldığı ortaya çıktı. Kesinlikle çok katlı otel, konut ya da hastane olmaması gerekir. Bulunduğu yerin halka açık, ağaçları ve yeşil alanı korunmuş, düşük katlı restoran, kafe vb. olarak kullanılmasını isteriz.

“Arsa sahibinin sözünü tutmasını beklerim”

Çiğdem Tiftikçi (44)

Fizik Öğretmeni

Bu arazi Atatürk Bulvarı ile Ayrancı sınırında bir doğal bariyer görevi görüyor, alçak katlı yapılar doğal habitata müsade ediyor ve içinde, berisinde, gerisinde onlarca kuş türünün yaşamasına imkan sağlıyor. Sadece güven hastanesinin bile trafiğe, park yerine nasıl bir yük oluşturduğunu bizzat tecrübe ettik. Arazi sahibinin “Ayrancı’nın dokusuna zarar vermeyecek bir yapı üretme” sözünü tutmasını isterim. Az katlı konutlar ve bol yeşillik benim hayalim..

“Trafiği ve ulaşımı felç eder”

Ceren S. (23)

Mühendis

Otel gereksiz, hastane olursa zaten yoğun olan trafiği ve ulaşımı daha da felç eder. Zaten yakında Bayındır ve Güven Hastaneleri var.

Bir Hoşdere hayali

II. yüzyılın ortalarında yaşamış olan Lidyalı seyyah Pausanias, Galatlar’ın Anadolu’ya yerleşmeleri hakkında bilgi verirken Ankara’dan da söz eder. “Ankyra” kentini Gordios’un oğlu Midas’ın kurduğunu ve Frigler’in bir kenti olduğunu anlatır. Yunanca ve Latince gemi çapası demek olan kentin ismi için açıklama yapma gereğini duyan Pausanias, Midas’ın bulduğu gemi çapasının, kendi dönemine kadar Jüpiter Tapınağı’nda saklandığını söyleyerek kentin isminin hikâyesini aktarır. Çapa, II. yüzyıldan itibaren sikkelerin üzerine de işlenmektedir. Gene Pausanias, adı geçen metinde, Midas kaynağı adı ile bilinen ve üzerine öyküler yazılan su kaynağının Ankyra kentinde olduğunu bildirir ve “İşte Galatlar bu Ankyra kentini aldılar” der.  Tarih boyunca akarsuları ile anılan Ankara, 200’den fazla akarsuyun bulunduğu bir çanak yerleşimidir. Bir Ankaralı olarak belki de kentte en çok aradığım şey masmavi bir su kaynağıdır. Zamanında burası için ne güzel şeyler tartışılmış aslında. Jansen döneminde, bu kadar zengin bir akarsu sistemine sahip olan bu kentte, gondol ve sandal üzerine kurulu bir ulaşım sisteminin bile tartışıldığı söyleniyor. Son zamanlarda artık kaybolmuş bu dereler için iki farklı görüşün öne çıkıyor. Bir kesim bu derelerin ıslah edilmesini ve artık hak ettikleri yeryüzünde özgür olarak akması gerektiğini savunuyor. Diğer bir kesim ise derelerin kapatılmadan önce yaşanan sel ve taşkın olaylarının tekrardan yaşanabileceğini düşünüyor. Ben, derelerin özgürce akması gerektiğini savunan taraftayım. Peki, neden bu görüşteyim? Eğer dereler tekrar yüzeye çıkarılsaydı, bizi nasıl bir gelecek beklerdi?

Güney Kore’nin başkenti Seul’de, Cheonggyecheon Deresi Restorasyonundan sonraki durumu

Doğa nehrin kıyısında başlar, kent ise onunla yaşar

İlk kentlerin su kenarında kurulmaya başlandığı düşünülürse, bu doğal eğilimden neden vazgeçtiğimizi sorgulamak gerekiyor. Üstelik bu sadece bize özgü bir durum da değil; dünya genelinde pek çok yer, tıpkı bizim gibi, su kenarındaki yaşam refleksinden uzaklaşmış durumda. Ama şimdilerde bizlere birer birer geri dönüşün ne kadar mükemmel olabileceğini gösteriyorlar. Bizler nedense görmek istemiyoruz. Mesela Güney Kore’nin başkenti Seul’de, dünyanın en etkileyici kentsel dönüşüm projelerinden biri olan Cheonggyecheon Deresi Restorasyonu, bu anlayışın öne çıkan bir örneği. 1940’larda betonla kaplanarak otoyola dönüştürülen bu dere, kenti ikiye bölmekle kalmamış, aynı zamanda güvensiz alanların oluşmasına da neden olmuştu. Ancak 2005’te başlayan restorasyon çalışmalarıyla birlikte 5.9 kilometrelik büyük üst geçit kaldırıldı, beton bloklar yerine yeşil alanlar tasarlandı ve temiz suyun yer aldığı bir yaşam koridoru oluşturuldu. Görselde gördüğünüz yer eskiden 3 katlı bir otoyoldu. Bu örneği gördükten sonra Ankara için neden olmasın sorusu aklımı ne zamandır kurcalıyordu. Bu yüzden geçenlerde Hoşdere için Kuzgun Caddesi’ne bir görselleştirme yapmak istedim.

Kuzgun Caddesi’nin şu andaki durumu

Hoşdere’nin tekrar açılması durumunda Kuzgun Caddesi hayalimiz

Denizsiz kente biraz da olsa mavilik katabilseydik ne olurdu?

Hoşdere’nin geçtiği caddelerden biri olan Kuzgun Caddesi’nin en kuzeyinde yer alan bir noktadan alınan bir görüntü üzerinden kendime ‘buraya biraz mavilik katabilsek ne olurdu?’ diye sordum. Bu mavilik aslında 1950’lerde başlayan süreçte biz kentlilerin elinden alınan bizim doğal hakkımızdı; arabaların değil. Bu yüzden ilk iş olarak görüntüden arabaları kaldırdım. Daha sonrası özgürlüğü elinden alınıp zamanında kanalizasyon inşa edilmek yerine, kanalizasyona dönüşen Hoşdere’yi olması gereken konuma yerleştirdim. Özgürlüğüne kavuşan Hoşdere etrafına biraz yeşilliği de beraberinde getirdi. Öncesinde bahsettiğim Güney Kore örneğinde de olduğu gibi pek çok canlı eski evlerine dönmüş ve kent içinde bir ekosistemi kendileri oluşturmuştu. Hoşdere aynı etkiyi yaratamasa bile yıllar süren tutsaklığından sonra biraz yardımı hak ediyor bence. Daha sonra maviliğe hasret kalmış Ankaralılar için bir araç yolunun yerine Hoşdere’nin koyu ahşap çitlerinin yanında bir yaya yolu belirseydi ne olurdu? diye düşündüm ve bir çizim daha ekledim. Bu görüntünün biraz mimariyi de en azından dış cepheleri etkileyeceğini varsayarak, sokaktaki binaların dış cepheleri üzerinden bir değişiklik yaptım. Görüntüye olabildiğince ağaç ve sonunda hakkını almış Ankaralıları da yerleştirdim. 

Elbette bundan çok daha iyisinin yapılabileceğini düşünüyorum. Bu sadece benim hayalimin gerçeğe dönüşmesi durumunda nasıl bir görüntüyle karşılaşacağımıza dair ipucu sadece. Bu benim için nehirlerin taşkınlara sebebiyet vereceğini düşünen tarafa yani karşıt görüşte duranlara cevabımdır. Aksine, geçirimli yüzeylerin artmasının taşkın ve sel riskini azaltacağını düşünüyorum. Derelerin kayıp olmasının nedeninin taşkın ve sel riskini engellemek olduğunu düşünenlere yağmurlu bir günde metroya binmelerini tavsiye ederim. 

Son sözlerimi benimle aynı fikirde olanları hayalime ortak olmaya davet ederek bitirmek isterim. Ya Kavaklıdere, Hoşdere, Bentderesi, Hatip Çayı, İncesu ve diğerleri özgürlüklerine kavuşsaydı? O zaman bizi nasıl bir Ankara bizleri bekliyor olurdu, hayal edebiliyor musunuz?

Araba mekanları yayalar tarafından işgal edilirse…

Kentsel yaşam kalitesi, kentsel sorunların artmasıyla ters orantılı olarak düşüşe geçmiştir. Nüfus ve araç sayısı arttıkça, yaya alanları, park ve bahçeler azalmaya başlamıştır. Kentleşmenin beraberinde getirdiği sorunlara yaratıcı çözümler üretmek artık zorunludur. Özellikle yerel yönetimlerin sivil toplum örgütleriyle işbirliği içinde yaptığı çalışmalar kentsel çözümlere örnektir. Bu çalışmalardan biri “Ekim ayında, ‘Sokaklar Dönüşüyor’ projesi kapsamında Global Designing Cities Initiative ve SUPERPOOL danışmanlığında, Avcılar Belediyesi ve Marmara Belediyeler Birliği ile gerçekleştirdiğimiz ilk projemizde, Türkiye’nin en kalabalık okulu olan Leyla Bayram İlköğretim Okulu’nu çevreleyen atıl otoparkı güvenli ve eğlenceli bir oyun alanına dönüştürdük!” şeklinde duyuruldu. Biz de bu çalışmanın tasarımcısı ve uygulayıcı Tabure Kentsel Tasarım Stüdyosu (KTS) tanışma fırsatı bulduk. Tabure KTS bir tasarım ekibi hepsi mimar olan Fatih Kala, Zeynep Aybala Tümer ve Mervan Önen’den oluşan yeni bir ekip ve birlikte kent için oldukça anlamlı ve motive edici bir işe imza atıyorlar. Biz de Fatih Kala ile röportaj yaparak Tabure KTS ve projenin detaylarını sizlerle paylaşmak istedik. 

Tabure Kentsel Tasarım Stüdyosu (KTS) – Fatih Kala

Sokaklar Dönüşüyor Projesi, Marmara Belediyeler Birliği çatısı altında yürütülen birkaç projeden biri. Avcılar Belediyesi de bu projeyi uygulayan belediyelerden biri olarak tasarım ekibine ihtiyaç duyuyor ve böylece Ekip projeye dahil oluyor.

Çalışmalarını taktiksel kentleşme yöntemiyle yaptığını söyleyen Tabure KTS, taktiksel kentleşmeyi; düşük bütçeli, boyaların kullanıldığı bu sayede araba mekanlarının yaya mekanlarına dönüştürüldüğü bir yöntem olarak anlatıyor. 

Taktiksel kentleşmenin başlangıcı araba odaklı kentlerde yayaların kendi isyanından dolayı ortaya çıkan, yere boyayla bir yaya geçidi çizip orada bir yaya geçidi oluşturup araba mekanlarının yayalar tarafından işgal edilmesi gibi bir süreçten doğuyor. Zamanla farklı kuruluşlar bununla ilgileniyor, bunda bir potansiyel görüp yaya mekanlarını nasıl arttırabiliriz üzerine daha organizeleşmiş bir hale büründürüyor. Her ne kadar alışılmış hali bir belediye ile yapılmıyor olsa da Avcılar Belediyesi, bu çalışmayı yapmayı tercih etmiş belediyelerden biri. 

Türkiye’nin en kalabalık okulu olan Leyla Bayram İlköğretim Okulu’nu çevreleyen atıl otopark.

Sokaklar Dönüşüyor’ projesi kapsamında Leyla Bayram İlköğretim Okulu’nu çevreleyen atıl otopark güvenli bir oyun alanına dönüştürüldü.

Fatih Kala süreci şöyle anlatıyor: “Yapılan proje aslında iki basamaklı oluyor. Bu prova projesiydi. Önce belediye bu alanlarda veri tutuyor. O yerden geçen yaya sayısı, araba sayısı, ihtiyaç duyulan hizmetler belirleniyor. Sonra biz boyalarla ve elimizdeki malzemelerle bir şey satın almaya ihtiyaç olmadan orayı bir yaya bölgesi yapıyoruz. Daha sonra belediye devreye giriyor.  Boyanan yeri mesela zemini yükseltiyor ve parke taşları geliyor. Duba koyulan yerlere delinatör yerleştirerek orayı kalıcı hale getiriyor.

Mike Lydon tarafından uzun vadeli fayda için kısa vadeli aksiyon şeklinde tanımlanan taktiksel kentleşmenin daha resmi bir tanımı: “taktiksel şehircilik, mahalle yapılaşmalarında uzun vadeli değişimi hızlandırmak için kısa vadeli, düşük maliyetli ve ölçeklenebilir müdahaleler kullanan ve şehir, organizasyon ve/veya vatandaş öncülüğünde gerçekleştirilen bir yaklaşımdır”  şeklinde yapılıyor.

Maliyeti düşük yoruculuğu az olan taktiksel kentleşme dünya literatüründe de karşımıza çıkıyor. Özellikle günümüzde yayalaştırmanın iyi örneklerinden biri olan Times meydanı bu çalışmaya örnek verilebilir. Meydan ilk olarak 2009 yılında New York Belediye Başkanı Michael Bloomberg‘in her gün Times Meydanı’ndan geçen 400.000’den fazla yayaya ek alan sağlama girişiminin bir parçası olarak trafiğe kapatıldı; o zamandan beri meydanda trafikle ilgili yaralanmalarda %33’lük bir azalma görüldü ve o zamandan 2016 yılına kadar yapılan tasarım çalışmalarıyla meydan günümüzdeki halini aldı. 

Fatih Kala da, aslında çok küçük bir müdahalenin bile kent sakinlerince hemen benimsenebileceğini dolayısıyla denemeye değer bir uygulama olduğunu söylüyor. Küçük bir müdahaleye örnek ise sokak zeminine boyayla oyun alanı yapmak yani insanların zihninde bir mekan yaratmasına yardımcı olmak. Bir yere tabure koyarsınız ve orası kamusal bir alan olur. Bu sözleriyle Tabure KTS’nin adının buradan geldiğini öğrenmiş oluyoruz.

Geleceği yeniden düşünmek, kent için bir şeyler yapmak artık hepimizin sorumluluğu olmuş durumda. Biz de Ayrancım Gazetesi olarak semtle birlikte geleceği yeniden düşünmeye çağrı yaparken Tabure KTS’ninki gibi çalışmaların bizlere örnek olmasını, yol göstermesini diliyoruz. 

Doğa Tabanlı Metropoliten Stratejiler: İmrahor Vadisi Uygulama Projesi Atölyeleri yapıldı

Kent-Lab Derneği’nin yürütücülüğünü yaptığı Ankara Kent Konseyi’nin eş başvuran olarak yer aldığı ve UNDP SGP GEF Küçük Destek Programı tarafından desteklenen uygulama projesinin Atölye çalışmaları 25 Aralık 2024 tarihinde Ankara Kent Konseyi Salonu’nda yapıldı.

Ayrancım Derneği’nin de Ali Necati Koçak ile katılım gösterdiği programın açılış konuşmaları, Kent-Lab Genel Sekreteri E. Serdar Karaduman, AKK Başkanvekili Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin, AKK Çevre ve İklim Meclisi Sözcüsü Ömer Şan tarafından yapıldı.

Prof.Dr. Nilgül Karadeniz’in moderasyonunu yaptığı “Doğa Tabanlı Kentsel Tasarım ve Peyzaj Uygulamaları Atölyesi”nde, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi’nden Doç.Dr. Şule KısakürekKavramsal Çerçeve: Doğa Tabanlı  Çözümler ve Örnekler” Kent-Lab Proje ekibi “DTÇ Gösterge Setleri” ve Bursa Uludağ Üniversitesi’nden Dr. Öğretim Üyesi Volkan MüftüoğluSu Hasadı” başlıklı sunumlar yaptı. Atölye Ankara’da yeşil alanlarda su hasadı ihtiyaçlarının konuşuldu.

Atölye çalışmasının Doç.Dr. Zühal Dilaver’in yönettiği 2.oturumunda, Doç.Dr. Ayşe Kalaycı Önaç video kaydı aracılığıyla “Kentsel Tasarımda DTÇ”, Doç.Dr. Zühal Dilaver DTÇ ve Bitki İlişkisi” başlıklı sunumlar yaptılar. Atölyede Ankara’da yeşil alanlarda yerel bitki türleri kullanımının ihtiyaçları tartışıldı.

E.Serdar Karaduman tarafından moderasyonu yapılan Kaynak Kullanımı ve Katılımcılık Atölyesi moderatörün “Katılımcılık ve DTÇ Ağı” sunumu ile başladı, ardından Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin AKK Deneymi başlıklı bir sunum yaptı. Ardından Cem Nuri Aldaş “DTÇ Ağı-Dijital Katılım Platformu ve Gül AkkayaYeşil Alanlarda Ankara Deneyimi” başlıklı sunumlar yaptılar. Atölye “Yerel Yönetimlerde DTÇ: Güçlükler” konulu bir tartışma ile son buldu.

Atölye çalışmalarının sürprizi Bursa Teknik Üniversitesi Ekolojik Farkındalık Topluluğu üyesi 15 öğrencinin Araş. Gör. Buse Nur Çırak ile Bursa’dan gelerek toplantıya katılması oldu. Atölyede AKK Çevre İklim Meclisi bileşenleri, ABB Çevre Koruma Daire Başkanlığı Yeşil Alanlar Şube Müdürlüğü ve Afet İşleri Daire Başkanlığı temsilcileri, Ayrancım Derneği ve diğer sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra Türkiye Belediyeler Birliği uzmanları ve AÜ Peyzaj mimarlığı öğrencileri katıldı.

Ayrancım Gazetesi FSCONGRESS ANKARA’da bildiri olarak sunuldu

Fiscaoeconomia Dergisi tarafından 2018’den itibaren her yıl düzenlenen FSCONGRESS (Uluslararası Sosyal Bilimler Kongresi) Çankaya Belediyesi paydaşlığında 23-24 Aralık 2024 tarihlerinde Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezinde gerçekleştirildi. Kongrenin genel teması “Türkiye’de ve Dünyada Yerel Yönetimler, Ekonomi ve Toplum” olup “Cumhuriyetin Kuruluşundan Günümüze Başkent Ankara” özel teması kapsamında da bildiriler sunuldu. 

Kongre`de Yerel medyanın kent hakkı bilinirliği üzerine etkisi: Ayrancım Gazetesi örneği başlıklı bildiriyi sunan, Ayrancım Gazetesi Yazı İşleri Müdürü Irmak Dalgıç Bulut, kent hakkı ve yerel medya kavramlarını tarihçesiyle birlikte ele aldıktan sonra Ayrancım Gazetesi`ni değerlendirdi. Ayrancım Gazetesi`nin yaptığı kent hakkı projeleri, semtin sorunlarına ilişkin mahalleliye sorduk bölümleri ve Gazete’ye erişimin kolaylığı hususları üzerinde duruldu. İçerisinde hak kavramının doğrudan yer aldığı yazıların tıklanma sayılarının veri olarak kabul edildiği çalışmada Ayrancım Gazetesi`nin kent hakkını duyurmada ve semte ilişkin sorunlara dikkat çekmede yerel medya organı olarak etkili olduğu sonucuna varıldı.

Denizsiz kentin kendinden memnun sahil semti

Orası neresi?

Herkesin, yaşadığı yerle gönlü hoş olmayabiliyor. Peki halimden memnunum ya da burayı seviyorum diyenleri farklı yapan ne? Orası, oralılar için ne zaman güzelleşiyor? Sanıyoruz her şey, yaşanan yeri temsil edenlerle bağ kurarak başlıyor.

Bir insanla, ağaçlar ya da hayvanlarla… belki bir mekan, bir koku ya da deneyimle ilişkilendikçe sokaklar, semtler ve kentlerle de ilişkiler geliştiriyoruz. Bir öğlen güneşi, bir arkadaş sohbeti ya da kendi kendimize yürüyüşe çıktığımız yarım saatin sonunda eskisinden daha çok ora’lı gibi hissediyoruz.

İstanbul için bu işi genelde denizin yaptığını söyler ve Ankara’yı da denize uzaklığı yüzünden başka şehirlerle epey kıyas ederler. Bu, gülümseten bir klişedir. Hatta Ankaralıların deniz yerine birbirlerine baktıkları, bu yüzden de birbirlerini daha güzel anladıkları, daha güzel çalıştıkları ve dayanıştıklarını da anlatırlar. Buna da fazla romantize edilmiş bir düşünce, diyenler çıkabilir.

Biz de şiirli sözlerin ve genellemelerin ötesinde olanı merak ettik; başkentin, gençlerin okul yıllarından sonra taşınmayı en çok seçtiği semtlerden Ayrancı’ya gittik. Burası bir yandan şehrin pek çok noktasına yakın oluşuyla merkezde duran öte yandan da kendini metropol hengamesinden özenle saklamış, kendi ruhunu korumuş bir alan. 50 binlik nüfusa sahip olduğuna inanmak zor çünkü aslında terzisi, yufkacısı, tamircisi, sokak kedilerini kısırlaştırmak için dayanışan komşuları ve yaşlı ağaçların etrafında kurulmuş sokak kahveleriyle özlenen mahalle kültürünü yaşatan yerlerden Ayrancı. Hem yeni şeyleri kucaklayan hem de eski şeylere hürmet eden bir tarafı var.

Ayrancım Derneğinden Necati Koçak bunu, semtin nüfusunun yüzde 20’ye yakınının 60 yaş ve üstü, yine aynı aynı yüzdede bir kısmının da 30 yaş altında oluşuyla açıklıyor.

Bu da tesadüf değil, diyor Necati.

Ayrancı’da boş zaman etkinlikleri ya da sosyalleşmek için çok fırsat var. Seramik atölyeleri, kafeler, restoranlar… Ya da sanat galerileri örneğin. Belki de Ankara’nın en fazla antika ve eski eser dükkanına sahip yerleşkesi burası.

Bu canlılık bir yana dursun; TRT gibi, Yargıtay gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi gibi çevresinde konumlanmış bürokrasinin ağır seyrini, mesafesini de yansıtıyor semt. Bu kurumların çalışanları için de yaşam alanı oluşu, bölgenin eğitim düzeyi ve okur yazarlık çizgisini epey yükseltmiş.

“Gençler bu iklime hem çekildi hem de bu iklimi daha da besledi aslında. Yani Ayrancılılar gündemi takip eden, kitap okuyan; yazan, çizen, tiyatrosuna giden, dolayısıyla kente karşı duyarlılığı çok yüksek bir profile sahip.”

Denizsiz olmak en çok Ayrancılılara yaramış diyebilir miyiz, diye soruyoruz. Gülüyor.

Orada ne değişti?

Her şey bu kadar yolundaysa Ayrancım Derneği neden var, diye sormak farz oluyor. Güzide semtlerin de dertleri var mıdır, diyoruz Necati’ye.

Derneği 2019’da kurmuşlar ve yola çıkarken üç dernekten ilham almışlar: Bunlardan ikisi Kavaklıderem ve Çiğdemim Derneği bugün 27, Bahçelievler Derneği ise 22 yaşında. Üçünün de ortak noktası somut bir soruna odaklanmak olmuş. Çiğdemim Derneği, mahalledeki ulaşım problemine; Kavaklıderem, Tunalı Hilmi Caddesindeki esnafın taleplerine bir cevap olabilmek ümidiyle doğmuş. Yine Bahçelievler, 7. Cadde ve etrafını bir çekim merkezi haline getirmek yolunda belediyeden daha çok hizmet alabilmeyi hedefleyerek açılmış.

Bu hedefler gerçekleştikçe derneklerin asıl kuruluş amaçları ortadan kalktı, o zaman da birer mahalle güzelleştirme derneği olarak hizmete döndüler. Ama gelin görün ki 1930’lardan 1970’lere kadar kapatılıp açılarak yola devam eden güzelleştirme dernekleri, siyaset için oy potansiyeli olarak görülmüşler. O zamanlar kentin en büyük meselelerinden biri kırdan kente göçmüş, dolayısıyla imar düzenlemelerine dair verilen vaatlerin aracısı olmuş bu dernekler. Ancak bugün hepimiz farkındayız; birden fazla krizle mücadele gerektiren bir çağdayız. Özellikle Gezi zamanında gördük bunu; dünyanın sorunları çetrefilli hale geldikçe kentlerin meseleleri de karmaşıklaştı, çeşitlendi. Ve artık kentin yaşayanı kentinde, mahallesinde yapılacak değişiklikler, alınacak kararlar için muhatap alınmak, kararlarda söz sahibi olmak istediğini dile getirmeye başladı.

İşte tüm bu noktaları birleştirince ortaya Ayrancım Derneğinin yol haritası çıkıyor.

Necati Koçak 2019’da belediye meclis üyesi olarak görev aldığı sırada yakın çalıştığı muhtarlar, neden bizim de bir araya gelebileceğimiz bir ortak yapımız yok, diyorlar. Onların itici gücüyle kuruluş gerçekleşirken tüzüğe Ayrancım’ı diğer semt oluşumlarından farklı yapan şu ifade giriyor:

Ayrancım Derneği Avrupa kentsel şartını kabul eder ve kent hakkı konusunda çalışmalar yapmak üzere kurulmuştur.

Ayrancım’ın bu açık beyanı bir ilk oluyor çünkü o yıllarda kent hakkı henüz mahalle-semt dernekleri ya da kent konseyleri düzeyinde kendisine çok fazla ifade alanı bulamadığı bir noktada. Bu yüzden ekip, kent hakkının hayata geçmesini sağlayacak mekanizmalar için çalışmadan evvel bu hakkın herkes tarafından iyice anlaşılması ve hayatın içinde somutlaşması yolunda çaba harcamakta anlaşıyor. Sözlerini ve işlerini daha görünür kılmak için de Sivil Düşün’ün kapısını çalıyorlar.

Nasıl değişti?

Ayrancım Derneğinin aylık olarak çıkardığı ve üç bin adet basıp ücretsiz dağıttığı bir gazeteleri var.

“Mahalleli sabah kalkıyor; fırına gidiyor, iki ekmek alıyor, çantasına Ayrancım Gazetesini de koyup evine öyle gidiyor. Kırtasiyeye fotokopi çektirmeye gittiğinde gazeteyi orada görüyor.

Kafede çayını, kahvesini içerken gazetesini orada görüyor. Kasaba, markete gittiğinde, hastaneye gittiğinde yine gazetelerimizle orada denk geliyor. Gazeteyi alarak, gazeteyi okuyarak, gazeteyi alıp evine götürerek tüm mahalleyle buluşmuş oluyor.” 

Bu yayın hem Ayrancı’nın kültürel iklimini daha da çiçeklendirmiş hem de Derneğin asli kuruluş unsuru olan kent hakkı meselesinin gündelik yaşamın parçası haline gelmesine aracı olmuş. Ekip her ay konuyu ele alan yazıların gazetede yer almasına titizlenmiş örneğin. Hemen hemen her sayıda sağlıklı bir çevrede bulunmaktan kültürel mirasın korunmasına şehirde yaşamaktan doğan ama hayatın içinde yeterince tanınmayan hakları başlıklara taşımış, bunları görselleştirip mahallenin farklı alanlarında afiş olarak sergilemişler.

Mahalleli sıkça karşılaştıkları ve artık hem gözlerinin hem zihinlerinin alıştığı kent hakkını zamanla söz dağarcıklarına, kendilerini ifade biçimlerine de taşımış. Belediyeden, muhtardan ya da kamu kurumlarından talepte bulunur ya da haklarını savunurken tavırları daha kendinden emin hale gelmiş. Hatta Çiğdemim, Bahçelievler ve Kavaklıderem Dernekleri de konuyu gündemlerine alıp konuşmaya başlamış. Çiğdemim Derneği kent hakkı başlığı altında uzmanları davet edip fikir paylaşımı için alan açtığı etkinlikler düzenlemiş. Çankaya Kent Konseyi içinde yer alan Ayrancılılar, bir dilekçeyle Konseye başvurmuş ve burada tamamen kent hakları üzerine faaliyet gösterecek bir çalışma grubu kurulmasına aracı olmuş.

Bu grup iki buçuk yıldır aktif olarak çalışıyor, diyor Necati Koçak. Bu ilk adımın başka iş birliklerine de vesile olduğunu söylüyor.

“Konseyle birlikte Çankaya Kent hakkı okulunu açtık. Altı derslik bir programdı. Eğitimler yüz yüze oldu. Her yaş grubuna, eğitim düzeyinden insana açıktı. Farklı belediyelerden ve kamu kurumlarından, örneğin Mahalli İdarelerden çalışanlar, uzmanlar, eski belediye başkanları, halen aktif olarak görev yapan kent konseyi başkanları gelip eğitimler verdiler. Katılımcılarımıza sertifika da verdik.”

Bu okuldan haberimiz yoktu açıkcası, epey güzel bir gelişme bu, şaşkınlığımızı gizleyemiyor ve Derneğin çabalarını kutluyoruz. Çünkü katılımcıların, sertifikaların ötesinde kent hakkını somut biçimde yaşamlarında var olan bir şeye dönüştürdüklerini öğreniyoruz.

Kent hakkı okuluna katılmadan evvel akıllarından belediyede görev almayı hiç geçirmeyen  üç mezun, 2023 Yerel Seçimlerinde aday olmuş ve Mamak ile Çankaya’da belediye meclis üyesi olarak görev almaya başlamış. Daha öncesinde hem bu işin neyi gerektirdiğini bilmiyor hem de adım atmaya cesaret edemiyorlarmış.

E bu güzel haberleri kutlamak lazım o zaman, diyoruz. Aslında kutlamalar da olmuş, biz kaçırmışız. Ekibin geçen sene Cumhuriyetin yüzünci yılı vesilesiyle Portakal Çiçeği Parkında düzelendikleri Ayrancı Festivalinden de haberdar oluyoruz. Stand-up gösterilerinden çocuk şenliklerine ne kadar renkli bir program olduğunu dinliyor, çekilen fotoğraflara bakıyoruz. Bu senenin festivaline katılmak için sözümüzü verip semtten ayrılıyoruz.

Klişelere ve fazla romantize edilmiş sözlere mesafeli bir ekibiz ama Ankara’yı da Ayrancı’yı da seviyoruz. Hem insanın canı arada bir deniz havası çekiyor. O zaman denizsiz kentlerin Ayrancı gibi sahil semtleri imdada işte böyle yetişiyor. 

İllüstrasyonlar: Ilgın Ataş 

Yazı Sivil Düşün sayfasında yayınlanmıştır.

Bir Ankara hayali: Şehrin eski yüzüne bakmak

Çoktandır hepimiz aynı kentte yaşıyor gibiyiz malum. Şehir planları, mimari üsluplar (ki bunlara üslup denemez bile), sosyalleşme ve alışveriş mekânları, rekreasyon alanları vb. birbirinin aynı neredeyse. AVM’lere teslim olmuş bir boş zaman kültürü peydah oldu. Kentsel dönüşümün bir rant kapısı olduğu, bu kapının da partileri siyasi ikbale taşıdığı düşünülürse bu gelişmeye şaşırmamak gerek.

Kentsel dönüşüm mahalle kültürünü yutuyor

Ankara için de benzer bir durum söz konusu. Kentsel dönüşüm acımasız, estetik kaygılardan yoksun ve kâr güdüsüyle önüne çıkanı deviren bir canavar gibi. Acı olan; bu tür bir dönüşümün toplumun kayda değer bir kesimince bir tür sınıf atlama, prestijli bir yaşam alanına sahip olma gibi algılanması ve bu konuda çok hevesli olunması. Ucuz ama gösterişli malzemeden yapılmış çok katlı binalar; yeşil alanları, küçük esnafı, mahalle kültürünü yutuveriyor.

Yerleşimlere kişiliğini kazandıran, geçmişe dair hikâyeler anlatan mimari ve doğal dokunun silinmesi yahut görünmez kılınması kent kimliğinin, özgünlüklerin yitirilmesi anlamına geliyor. Ankara için bir hayal kuracak olsam, bu yerleşimden gelip geçmiş tüm medeniyetlerin bıraktıkları mirasın görünür olduğu bir kentsel doku tasavvur ederdim. Bu mirasın zaman içinde ne kadar cılızlaştığını bilmeme rağmen, aylakça yürüyüşlerimde önüme çıkan tek tük ipuçlarının tarihsel sürekliliği ve şehrin kimliğindeki yerine referansla görünür hale getirilmesi çok göz alıcı ve maalesef şimdilik epey uzak bir ihtimal değil mi?

Ankara Yahudi Mahallesi

Şehir yoktan var edilmedi

Çok isabetli “Kim var imiş biz burada yoğ iken?” sorusuna cevap mahiyetindeki bu hayali mekânsal düzen, kadim uygarlıkların şehirde bıraktıkları izleri takip ederek, başkentin hikâyesinin yıllarca bize anlatılageldiği kadar sönük olmadığını gösterebilir. Kimsenin yolunu düşürmediği fakat şehrin merkezinde yer alan Roma Hamamı, yakında basamaklarına ilişmeyi hayal ettiğimiz Roma Tiyatrosu, Hacı Bayram Camii ve Türbesi’ne omuz vermiş Augustus Tapınağı, yüzyıllar öncesinden kalan ve ince işçilikleriyle dikkat çeken camiler, türbeler, Yahudi Sinagogu‘nun hâlâ ayakta kalabildiği eski Yahudi Mahallesi, Ankara Ermeni ve Rumlarının yaşadıkları diğer mahalleler, Kale’nin bedenine yerleşmiş kitabeler, heykeller farklı inançların, uygarlıkların bir arada yaşayabildiklerini göstermesi bakımından çok değerli. 

Benim kent hayalim, kentin kuş uçuşu beş dakika uzaklıktaki yerleşimlerine batı şehirlerinden daha yabancı Ankaralıların çok katmanlı kentsel dokunun izini sürebilecekleri ve şehrin “yoktan var edilmediğini” fark edebilecekleri bir çevre düzenlemesi üstüne. 

İnsan, kent ve ulaşım odaklı “Bir Ankara hayali”

Ankara’da elli yıldan uzun bir süredir yaşayan bir kent plancısı ve ulaşım uzmanı olarak “bir Ankara hayal etmek” artık çok zor ve ürkütücü olmaya başladı. Son yirmi-otuz yılda yaşadığımız gelişmeler sonucunda kentlilerin değişen önceliklerini ve kentin değişimini yönlendiren dinamiklerini dikkate aldığımızda kentin geleceğini hayal etmekten çekiniyor ve hatta korkuyoruz. Çünkü sadece kentin fiziksel mekânları değil kentlileri, değerleri ve ilişkileri de yıprandı ve istenmeyen yönlerde değişti.

Ankara’nın ve diğer kentlerimizin geleceğine ilişkin hayaller kurmadan önce geçtiğimiz dönemlerde yaşananların kent ve kentliler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

Son Yıllarda Değişen Belediyecilik ve Değerler

Cumhuriyet döneminin ilk planlı kenti olan Ankara, Gökçek döneminde planlı kent özelliğini yitirmiş ve “ben noktasal planı tercih ederim” yaklaşımıyla kent planlarına yama üstüne yama yapılarak kent talanı en üst düzeye çıkarılmış, yasallaştırılmış ve kurumlaştırılmıştır. Belediye meclisleri; imar komisyonlarındaki inşaatçı, emlakçı ve rantçıların onay mekanizması haline gelmiş, teknik kadrolar bu kararları kuralına uydurma görevini üstlenmiştir.

Son beş yılda dünyayı ve ülkemizi büyük ölçüde etkileyen pandemiye ilave olarak ulusal ekonomik kriz özellikle orta ve düşük gelirli kentliler üzerinde büyük baskı kurarak yaşam koşullarını kötüleştirmiş ve kenti bir yaşam savaşı alanına dönüştürmüştür. Artan enflasyona ilave olarak yurtdışından gelen sığınmacılarla büyüyen işsizlik ve Güneydoğu illerimizde meydana gelen depremle yaşanan iç göç pek çok kentimiz gibi Ankara’yı da etkilemiştir.

Tüm bu olumsuzlukların giderilmesi için gerekli adımlar atmayan merkezi yönetim karşısında yerel yönetimler kenti değil kentliyi korumaya öncelik vermiştir. Muhalefet partileri tarafından yönetilen belediyeler ve özellikle Ankara’daki yerel yönetimler, belediyeciliği; yoksullaşan kentlileri koruma ve ayakta tutma çabası işlevine dönüştürmüştür.

Merkezi yönetimin yarattığı ekonomik sorunlarla yaşam savaşı veren dar gelirli kentlilere destek olmaya çalışan yerel yönetimler geleceğin kentini planlamak ve oluşturmaktan çok günümüzdeki olumsuz ekonomik koşullar karşısında dar gelirli kentlilerin direncini artırmaya odaklanmıştır. Merkezi yönetimin çözemediği ulusal sorunlar karşısında dar gelirli kentlilere yapılan destekleri artıran yerel yönetimler kısıtlı kaynaklarıyla merkezi yönetimin eksikliklerini kapatmaya çalışmıştır. Yerel yönetimler bir yandan merkezi yönetimin yapmadıklarını için kaynaklarını tüketirken hiç verilmeyen ya da geciktirilen kent projelerinin onayları ile kente ve kentin geleceğine yönelik projelerini uygulamaya sıra gelmemiştir. 

Hayallerin Temeli Olarak Dün ve Bugün 

Yerel yönetimlerin son beş yıllık dönemde seçim öncesi önerdikleri ve uygulayabildikleri proje ve vaatlerinin yukarıda ana hatlarıyla açıklanan koşullar altında değerlendirilmesi, diğer bir deyişle geçen beş yılın deneyim ve sonuçlarının değerlendirilmesi önümüzdeki kısa dönemde gerçekçi beklentilerimizi, orta ve uzun dönemli hayallerimizin boyutlarını belirleyecektir. 

Geçen beş yıllık dönem ana hatları ile değerlendirildiğinde seçim öncesi vaatlerin ve projelerin ciddi bir çalışma ve hazırlığa dayanmadığı, ulaşım altyapısına, özellikle raylı sistemlere yönelik vaatlerin gerçekleştirilemediği, beş yıl sonra kentin hâlâ bütüncül planı olmadığı, ulaşım konusunda uygulanan projelerin önceki dönemden kalan ve uzmanlar tarafından şiddetle karşı çıkılan, meslek odalarının açtıkları davaların hâlâ devam ettiği karayolu ve katlı kavşak projeleri olduğu görülmektedir.

Beş yılın ardından Ankara hâlâ bir çevre düzeni planı olmadan, yama üstüne yama yapılarak onaylanan parçacı planlarla sağlıksız bir şekilde yayılmakta ve yükselmektedir. Kent; bir ulaşım ana planı olmadan yeni yollar ve katlı kavşaklar, alt ve üst geçitlerle önceki dönemin politikaları ile hızlı ve plansız gelişmesini (!) sürdürmektedir.

Ana başlıklarla Ankara’nın son beş yıllık gelişmesinde aşağıdaki konuların öne çıktığı görülmektedir;

Mekânsal Planlar: Kentin anayasası olan “çevre düzeni planı” mahkeme kararı ile iptal edildikten sonra beş yıllık dönemde yeni plan hazırlanarak halkın görüşlerine açılmamış ve meclise sunulmamıştır. Bu durum Gökçek döneminin temel yaklaşımı olan “noktasal planlarla” (yamalarla) bütüncül, bilimsel planlarla değil çıkar amaçlı projelerle inşaat ve kentsel gelişmenin sürdürülmesi seçeneğinin hâlâ sürdürüldüğünü göstermektedir.

Ulaşım Ana Planı: Çevre düzeni planı ile birlikte, onun verilere göre hazırlanması gereken ulaşım ana planı hazırlanmamış, kentin mekânsal ve demografik değişimleri dikkate alınmadan iptal edilen planlarda yer alan karayolu ve raylı sistem projelerinin uygulanmasına devam edilmiştir. Dış kaynak desteğiyle başlanan ve kısa ve orta dönemli projelere stratejik bir yaklaşım getirmesi beklenen Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı çalışmaları gecikmiş, bu dönemde sonuçlanamamıştır.

Raylı Sistemler: Daha önceki onaylı ve süresi dolmuş ya da iptal edilen planlarda yer alan raylı sistem hatları, bütüncül ve güncel bir plan olmadan, koridor ve proje ölçeğindeki etütlerinin yapılmasına devam edilmiş, seçim öncesi vaat edilen 50-60 km uzunluğundaki yeni metro hatlarından hiçbiri uygulamaya geçilememiş, bir kısmının sadece projeleri hazırlanabilmiştir.

Belediye Otobüsleri: Yaşlanan otobüs filosunun hayatta kalabilmesi ve genişleyen kentin artan yolculu taleplerinin karşılanması için beş yıllık dönemde yaklaşık 400 yeni dizel ve LPG’li otobüs alınmış, dönem başı ve seçim öncesinde gündeme getirilen yerli elektrikli otobüsler denenmiş, sadece belediye bünyesinde birkaç eski otobüs elektrikli çekişe dönüştürülmüştür.

Otobüs Yolu/Metrobüs: Toplu ulaşım sunumunun en hızlı, merkezi yönetim onayı beklemeksizin ve düşük maliyetle artırmanın yolu olan toplutaşım otobüsleri için ayrılmış otobüs şeridi, otobüs yolu ve metrobüs altyapısı gibi uygulamalar beş yıllık dönemde gündeme gelmemiş, uygulanmamıştır. Yüksek kapasiteli, uzun otobüsler çeşitli hatlarda “metrobüs” adıyla test edilmiş ancak bu tür işletmeciliğe yönelik ve bu işletmeciliğin ön koşulu olan altyapı yatırım projeleri (ayrılmış hat, duraklar, vb.) planlanmamış ve uygulanmamıştır.

Bisiklet Altyapısı: Dış kaynak destekleri ile iki ayrı bisiklet etüdü ve planı hazırlanmış olmasına karşılık trafik ve yol boyu otopark şeritlerinin yeniden düzenlenerek fiziksel ayrımlı bisiklet şeritlerine dönüştürülmesi bu planlarda önerildiğinden çok yavaş ilerlemiştir. Güncel olarak yaklaşık 45 km uzunluğunda bisiklet yolu parçaları kullanıma açılmış olup bunun yaklaşık üçte biri kamuya açık ulaşım amaçlı bağlantılar niteliğindedir. Bu bisiklet yollarının önemli bir kısmı yeşil alanlar, üniversite kampüsleri ve sanayi sitesi içerisinde kalan, kent ulaşım sistemine katkısı sınırlı yollar olmuştur. Bu bisiklet altyapısı taşıt trafiğine alternatif olacak şekilde geliştirilmemiş, taşıt trafiğini olumsuz etkileyeceği endişesiyle taşıt trafiğini altyapısına dokunmadan, tepki çekmeyecek ve yapılması kolay ancak kullanımı sınırlı yerler tercih edilmiştir.

Bisiklet Paylaşım Sistemi: Geçen dönemin başlarından itibaren çalışmaları sürdürülen ve dış kaynak desteğiyle beş yıldır gündemde olan yaklaşık 408 elektrikli bisiklet temini ve metro istasyonlarında kurulacak e-bisiklet paylaşım istasyonlarında beş yıl sonunda henüz işletmeye açılmamıştır.

Yayalaştırma ve Yaya Öncelikli Projeler: Taşıt trafiğini azaltma, yaya ve bisiklet ulaşımını destekleme amaçlı düzenlemelere ve yol yüzeyi paylaşımını değiştirmeye yönelik projeler gündeme gelmemiştir. Tersine, önceki dönemde projeleri hazırlanmış ve meslek odalarının açtığı davaların hâlâ devam ettiği yeni yollar ve katlı kavşakların inşaatı tamamlanmış, önceki dönemde başlayan taşıt öncelikli uygulamalar olan “17 katlı kavşak” yeni dönem seçimlerinde övünülen örnek uygulamalar olarak kampanyalarda kullanılmıştır. Özellikle “Ulus kent merkezinin yayalaştırılması” görünümü altında tarihi merkezin altından geçecek Ulus Tüneli projesi hâlâ gündemde tutulmuş, yeni dönemin taşıt odaklı projeleri arasında yerini almıştır.

Kısa Dönem Hayalleri

Geçtiğimiz beş yıllık dönemde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeyen (ya da gerçekleştirilemeyen) projeler dikkate alındığında yeni başladığımız beş yıllık dönem için hangi hayalleri kurabileceğimizi belirlemek ve hayal etmekten çok bir “öngörü senaryosu” oluşturacak ve daha sonraki dönemlerin hayallerinin temelini oluşturabilecektir. Yeni bir Ankara Hayali ise ancak bir sonraki beş yıllık dönem için geçerli olabilecektir.

Yeni başladığımız beş yıllık dönem, genel olarak başlanmış bulunan ve bir kısmı önceki dönem seçimleri vaatleri arasında yer alan ancak beş yılda gerçekleştirilemeyen projelerin “bir kısmının” uygulamaya geçirilebildiği bir dönem olarak değerlendirilebilir.

Ankara Büyükşehir için mekânsal çevre düzeni planının toplumsal katılım ile tartışıldığı, hazırlandığı ve onaylandığı bir başlangıç haritası olduğunda diğer taşlar yerine oturabilecek, bu öncelik yeni yerel yönetimlerin, meclislerin ve karar vericilerin yirmi yıllık yıpranmasının ne kadar düzeltilebildiğinin göstergesi olacaktır. Bu planlar başta imar komisyonları olmak üzere yönetimleri etkileyen rant çarklarının ne kadar kırılabildiğini gösterecek, yakın ve uzun dönemli Ankara hayallerinin yolunu çizecektir.

Şu anda bütüncül ve güncel onaylı plan olmaksızın sürdürülen başta raylı sistemler olmak üzere ulaşım altyapısı, hâlâ seçim vaatleri arasında bulunan katlı kavşakların yeniden değerlendirildiği bir yaklaşım hayal edilmelidir. Bu yaklaşım kentte yeni altyapı yapmak yerine öncelikle mevcut altyapının ne kadar etkin kullanıldığı, kapasite kullanım oranlarının nasıl arttırılabileceğine odaklanılmasını gerektirmektedir.

Örneğin kentteki mevcut raylı sistemlerin kapasitelerinin çok düşük oranlarda kullanıldığı gerçeğinden (1,5 dakika aralıkla işletilmesi mümkün hatların halen zirve saatlerde M1,M2, M3 hatlarında 5 dakika, M4 hattı 6,5 dakika olmasından) yola çıkılarak halen “sunulan kapasitenin” bile %30 düzeylerinde kaldığını göstermektedir. Diğer bir deyişle, altyapı kapasitesinin tam olarak kullanılmadan hizmet sunulduğu, sunulan hizmetin bile tam olarak kullanılmadığı dikkate alınarak yeni raylı sistem hatları yapmadan önce mevcut hatların etkinliğinin artırılmasına öncelik verilmesi gereklidir. Bu amaçla raylı sistemlere paralel otobüs (EGO, ÖHO, ÖTA) ve minibüs hatlarının yeniden gözden geçirilmesini de kapsayan yeni bir toplutaşım yapılanma planı sonucunda yeni aktarma merkezlerinin ve besleme hatlarının oluşturulması, aktarmaları kolaylaştıran yeni fiyatlandırma sisteminin geliştirilmesi beklenmelidir. 

Kent genelinde toplu ulaşım, yaya ve bisikletle yapılan yolculukların artışının sağlanması için bir yandan bu ulaşım türlerinin altyapı ve kapasitelerinin geliştirilmesi gerektiği ancak bunlar dışında kalan bireysel otomobil kullanımını azaltacak düzenlemelerin yapılması gerektiğinin bilincine varılması umut edilmelidir. Etkin ve çağdaş bir ulaşım planı sadece toplutaşım, yaya ve bisiklet kullanımını arttırmak için projeler geliştirmekle kalmamalı, otomobil yolculuklarının sınırlanması ve azaltılması için karayolu ve otoparklar konusunda öneriler getirmelidir. Dünyanın büyük kentleri (Singapur, Londra, Stokholm, Roma, Paris ve New York gibi) kent merkezlerine otomobil girişini ve merkezden geçişini çeşitli yöntemlerle yasaklarken Ankara’nın hâlâ merkeze otomobillerin gelişini ve merkezden geçişini teşvik eden yeni ve geniş yüksek hızlı yollar, katlı kavşaklar ve tüneller yapmaktan vazgeçmesinin bir hayal olarak değerlendirilmemesi gerekir.

Bu davranış değişikliğinin benimsenmesi durumunda içinde bulunduğumuz beş yılda otomobillerden şerit alınarak yaya ve bisikletlilere fiziksel ayrımlı altyapı şebekesi geliştirilebilecek, bisiklet kullanımında da artış görülebilecektir. Bu altyapı düzenlemeleri yapılamaz, bisikletlere güvenli altyapı yapılmaz ve motorlu taşıtların hızını azaltan projelere (yeni yollar ve katlı kavşaklara) devam edilirse beş yılda uygulamaya geçilemeyen bisiklet paylaşım sistemi yeni dönemde işletmeye alındığında beklenen yaygın kullanıma ulaşamayacak, bisikletli ve yayaların yaralanma ve ölümleriyle sonuçlanan çarpışmaların artması kaçınılmaz olacaktır.

İçinde bulunduğumuz beş yıllık dönem proje hazırlıkları geçtiğimiz beş yılda başlanan mevcut raylı sistem hatları uç noktalarındaki uzatmaların (7,5 km Dikimevi-NATO yolu, 9,4 km M2 Hattının Koru-Yaşamkent ve Koru-Bağlıca eklentileri, 7,7 km M4 Hattının Şehitler-Forum uzatması) tamamlanması (toplam yaklaşık 23 km) “erişilebilir bir hayal” olarak görülürken yeni başlanacak olan (15,3 km M5 Kızılay-Dikmen hattı ile 11,6 km M6 (M2) Çayyolu – (M3) Sincan Bağlantısı) hatlarının (toplam 27 km) işletmeye açılmasa bile inşaatlarının başlanabilmesi bile bu dönemin gerçekleşebilir hayalleri arasında sayılabilecektir.

Uzun Dönemli Ankara Hayalleri 

İçinde bulunduğumuz beş yılın ötesindeki yıllarda görebileceğimiz gerçek hayalleri (!) ise ortaya koymamız ve ulaşmaya çalışmak için çevremizi yönlendirmemiz gereken yeni, yaratıcı, değiştirici, ileriye götürücü ve yaşamda aşama kaydedici yaklaşımlar ve onların kente ve yaşantılarımıza uygulamaları olarak tanımlayabiliriz. 

Bu değişimlere öncelikle planlama yaklaşımlarını ve yöntemlerini değiştirerek başlamamız gerekir. Planlar katılımcı, kapsayıcı olmakla birlikte sadece kentlilerin geçmişten gelen değer yargıları ve yaklaşımları ile biçimlenen kararlar olmamalıdır. Kentlilerin değer yargıları ve önceliklerinin de değiştirilmesi, geliştirilmesi ve yenilikçi hale getirilmesi için oluşturulacak süreçler, bilgilendirmeler sonucunda günü ve geleceği planlayacak şekilde geliştirilmelidir. Mevcut yapıda ulaşım sorunlarını çözmeye, daha geniş ve hızlı gidilebilen yollar önerilen yaklaşımlar sorgulanarak “Neden daha uzağa gidilmeli, neden daha hızlı gidilmeli?” sorularının cevaplarının tartışılması ile başlanmalıdır. Hızla dijital bir hale gelen dünyada işe, okula, alışverişe, hastaneye, eğlenceye daha uzağa gitmemiz gerektiğini sorgulayan bir evreden geçilmeli, kent ve kentteki erişim konusundaki temel çelişkiler yeniden değerlendirilmelidir.

Günümüzde pek çok kent yönetimi bu sorgulamayı yaparak kentte daha uzağa gitmek yerine gereksinmelerinin büyük bölümünü kentliye getirerek yakın yaşam alanında karşılamayı amaçlayan “yakınlık planlaması” (proximity planning) kavramını uygulamaya başlamıştır. Aslında tarihsel gelişim içinde çok eski çağlardan beri kullanılan, ülkemizin planlama standartlarında da yer bulmuş bu yaklaşım dijitalleşen dünya ile daha büyük bir anlam kazanmış ve yeni bir dönemi başlatmıştır. 15-Dakikalık Kent tanımıyla öne çıkan yeni yaklaşımda bir yandan aktif ulaşım biçimleri (yaya, bisiklet) 15-20 dakika içinde ulaşılabilen temel gereksinmelerin ve (dijitalleşen dünyada) çalışma, okul gibi temel eylemlerin yanı sıra sağlık, eğlence gibi işlevlere de ulaşılabildiği bir yaşam çevresi oluşturulması önerilmektedir. Yeşil ağırlıklı, taşıt trafiği azaltılmış bir mahalle/semt yaşamı içinde yeniden komşuluk ilişkilerinin oluşturulması, bu alan dışına çıkılmasını gerektiren yolculukların da ağırlıkla toplu ulaşımla karşılanabildiği bir kent yapısı oluşturmak günümüzde pek çok ülke ve kentin temel hedefi olmaktadır.

Dijital kent ikizi” gibi teknolojik gelişmelerin sadece taşıtları hızlandırmak ve daha uzun mesafeler götürmek için değil, hizmetleri ve olanakları yaygınlaştırmak ve erişimi kolaylaştırma için kullanıldığında artık “daha uzağa gitmek” değil yeşil ve insan ölçekli yerleşimlerde yaşayarak “erişmek ve katılabilmek” için yeni bir kent yapısı ve dinamikleri oluşturulması hayal edilmelidir.

Pek çok gelişmiş ülkede giderek yaygınlaşan dört günlük çalışma haftası, uzaktan çalışma, eğitim ve benzeri uygulamalarla çevre duyarlılığı birleştiğinde aktif ulaşım ağırlıklı ortamda haftalık temel gereksinmelerin karşılandığı, bu yaşam birimlerinde yer almayan tiyatro, konser, uzman sağlık kuruluşu gibi kullanımlara yapılacak yolculukların ise toplu ulaşım ve paylaşımlı ulaşım türleriyle karşılandığı bir yapıya geçiş “bir Ankara Hayali” olarak tanımlanabilir. 

Günümüzde imar planlarında yama üstüne yama ile ortaya çıkan kent çevresindeki yüksek katlı yapılardaki konutlar, alışveriş merkezleri ve ofisler kuralların ve dinamiklerin değişmesiyle birer kendine yeterli “yaşam alanı” haline getirilmedikçe kentin ulaşım ve sağlıklı yaşam sorunlarının çözülmesi beklenmez. Ankara’da bu tür gelişmeler ne yazık ki mevcut ve olası toplu ulaşım altyapısından uzakta oluşturulduğu için yapılacak yeni planların ve ulaşım altyapısının bu yeni yaklaşımla düzenlenmesi gerekecektir. 

Yüksek standartlar ve maliyetlere sahip kent çevresindeki bu alanlarda dar gelirlilerin de yaşayabilmesini sağlayacak önlemler ve düzenlemeler yapılabilmesi mümkündür. Diğer yandan mevcut kent dokusu içinde kalan ancak kendiliğinden en azından zemin katları işyeri ve ticari olarak kullanılan alanların da yeniden yapılandırılması gerekebilecektir. Bu yaklaşımla oluşturulacak karma kullanımlarla kentlileri çalışmak, okumak ve diğer ihtiyaçları için daha uzağa gitmelerini destekleyecek hızlı, ucuz ya da bedava toplu ulaşım yerine kentlilerin olabildiğince mahalleleri ve semtleri içine yaşamasını destekleyecek önlemlerin geliştirilmesi söz konusu olacaktır. Bu önlemler arasında toplu ulaşım odakları çevresinde oluşmuş yüksek yoğunluklu alt merkezler (toplutaşım odaklı gelişme: transit oriented development) ve yaşam alanları geliştirilmesi söz konusudur. Kent planlarının rant odakları tarafından oluşturulması yerine çevresinde okul ve sağlık ocağı gibi kamu hizmet birimlerinin yeşille bütünleştiği kullanımların planlanması, bu alt merkezlerdeki ticaret ve hizmet tesislerin kamu tarafından inşa edilmesi, işletilmesi ve kiralanması ile kamu girişimleri gelişmeyi yönlendirebilecektir. Gerekirse alt merkezlerde yaşayacak ve içlerinden en az bir kişinin çalıştığı ailelere vergi indirimi gibi mali destek sağlanması ile kentlilerin yaptığı toplam araçlı yolcu kilometre ve ona bağlı olarak hava kirliliği, yollarda kaybedilen zaman, çarpışmalar ve kayıplar azalacak kent içinde yapılı ve yeşil alan dengesi iyileştirilebilecek, ulaşım talebi ve sorunları başka bir düzeye indirgenebilecektir. 

Tabii, pek çok dünya kentinde uygulanmaya başlanan bu yaklaşımların hepsi şimdilik ve yakın dönemde Ankara için bir hayal!