Ev sahibinin bir evi var kiracının bin evi sözünün rahatlıkla söylenebildiği günlerdi; en azından bizim evde sık duyulan bir cümleydi bu, özellikle annemin ağzından. Yeni bir ev, semt heyecanıyla ya da bir zorunluluk durumunda çok da dert etmeden rahatlıkla yer değiştirebiliyorduk.
Ankara’daki dördüncü semtimizdi Ayrancı, 1977-1981 yılları arası oturduğumuz. Sosyalliğim ağırlıklı okul üzerinden kurulmuştu. Okul servisi diye bir şeyin olmadığı, fikrinin bile tuhaf geldiği günler; kamusal alanın, çok gençler tarafından bile yoğun kullanıldığı zamanlardı. Sabahları otobüslerde, dolmuşlarda çokça öğrenci olurdu, neşeleri ile bazen yetişkinlerin asabını bozan, otobüs tacizlerine karşı kendini çoktan eğitmiş.
Biz Atatürk Liseli’ydik; bu liseye gidip Ayrancı’da oturan ciddi bir öğrenci nüfusu vardı. Aşağı ve Yukarı Ayrancı; her ikisinin de toplu taşımından yararlanılırdı. Aşağı Ayrancı’ya, Ulus belki de Aydınlık taraflarından gelen basık, steyşın minibüsler ve otobüs, Yukarı Ayrancı’ya ise mavi yüksek minibüsler ve otobüs çalışırdı. Okullarda çatışan siyasi grupların okul çıkışlarında farklı güzergahları kullandığı dönemlerdi; ben Sıhhiye’den değil, İzmir Caddesi ve Kızılay üzerinden toplu taşıma ulaşarak Ayrancı’ya varmaya çalışanlardandım. Mavi minibüsleri değil ama Aşağı Ayrancı’ya çalışan basık steyşın minibüsleri plak çalmalarıyla da hatırlıyorum.
Yıllar yıllar önce Naim Dilmener’den duyduğumu sandığım ve çok sevdiğim bir tanımlamayla “hayatımızın fon müzikleri”nin bir kısmını, minibüslerde duyduğumuz dinlediğimiz müzikler oluştururdu. Haftanın belli gün ve saatlerinde yayın yaparak hayatımıza giren ve 80’lerin ortasına kadar tek kanal olarak bu faaliyetini sürdüren TRT’nin alternatifiydi burada dinlediğimiz müzikler. Radyoda bunun karşılığı polis radyosu iken, asıl bugünden baktığımda beni en çok etkileyen, ilginç gelen, anılarımda fazlaca yer kaplayan, kasetçi dükkanlarıydı. 80’lere kadar yaşadığım hemen her semti böyle bir kasetçi dükkanı ile hatırlıyorum… Sokağa inceden müzik yayını da yapan bu dükkanların en önemli özelliklerinden biri oluşturduğumuz listelerle buralarda kaset doldurtabilmemizdi.
Hoşdere caddesi 3. duraktaki TEOŞ, işte bu kasetçi dükkanlarından biriydi. Evlerimizi TEOŞ’da doldurduğumuz kasetler süsler, o kasetlere girecek şarkıların listelerini oluşturmak en sevdiğimiz aktivitelerden biri olurdu. Bu kez maruz kalmıyor, dinleyeceklerimizi kendimiz seçiyorduk. Hoşdere Caddesi’nin simgelerindendi TEOŞ; adreslerde kerteriz olurdu; “aşağı inerken TEOŞ’dan sola sap, TEOŞ’da in biraz yukarı yürü…”
Yine balkonların hayatımızın önemli alanlarından biri olduğu zamanlardı; balkonlarda uzun zamanlar geçirilir, konuklar balkonda ağırlanır, balkonlardan balkonlara tatlı kurlaşmalar yaşanır, balkonlardan taşan müzik sesleri inceden birbirine karışırdı; balkonları kapatmak, balkonlardaki kuş pisliklerinden şikayet etmek kimsenin aklına gelmezdi.
TEOŞ’da doldurulan kasetlerdeki şarkılar Güvenlik Caddesi’ndeki bir balkondan sokağa çok bırakıldı; trafiğin sakinlediği akşam saatlerinde daha duyulur oldu. Bir balkondan gelen ezgi bir başka kasetin listesinde kendine yer buldu bazen. Sokakların, balkonların, kasetçi dükkanlarının kıymetli olduğu, şarkılarımızın birbirine daha çok karıştığı güzel günlerdi…