Uçuk, masum ve gözü kara Ankara

“Kökü İncesu’da, Altındağ’da” olan bu şehrin “acaba” bakışları altında tarihi duruşuna ve efelenmesine sahip çıkıp, isyanını aşka dönüştürmesi, görülmeye değerdi. Bu şehir için ciltler dolusu yazmak mümkün ama özetle benim için Ankara, “hep uçuk, her zaman masum ve daima gözü kara”dır

Elli yıl önce bir kapısından içeri girdiğim Ankara ile nasıl bir serüven yaşayacağımı hiç düşünmemiştim; öyle bir geçti ki zaman, şimdi Ankarasız hiçbir serüven düşünemem bile!

Çoktan “kökten Ankaralı” olmuş durumdayım.

O kadar ki hala üç gün bile ayrı kalmaya dayanamam; sırılsıklam özlerim. 

Bu nedenle terk etmek aklımdan bile geçmez; “Emeklilikten sonra sakin bir Ege Kasabası” sözü, teşbihte hata olmasın, benim için “Konur Sokak Geyiği” olmaktan ibarettir.

Kendilerine kalbimde özel yer ayırdığım pek çok yol arkadaşımın zorunlu olarak rota kırdıkları yurtdışı tekliflerini de zamanında usulünce geri çevirmişliğim bundandır.

Ankarasız yaşamak, yaşamaktan sayılmaz benim için!

Ankara, gerektiğinde penceresini kapatıp, perdesini çektiğim; soğuk kış gecelerinde göğsüme kadar örtündüğüm battaniye ile örneğin “bizimkiler” dizisini izlediğim evimdir benim.

Ev sizinse çatısının akmasına, lavabosunun tıkanmasına, “cehennemin dibinde” bile olmasına aldırış etmez; güzelleştirmek için çabalarsınız.

Doğrudur; Ankara hiçbir zaman bizim gibiler için “pembe panjurlu” bir ev olmadı ama hayalini kurmamıza kim engel olabilir ki?

Hayal kurarken her türlü uçuklukla beraber olmuşluğum çoktur.

Çocukken Atıfbey’i, Hıdırlıktepe’yi tümüyle temizlemeyi geçirmiştim aklımdan; bozkırın Ankara’sını yeşile çevirmek için…

Daha henüz çocukluk hayalini bile gerçekleştirememiş bir “fani” olarak, büyüyüp, “elim iş tutunca” kurduğum hayalleri paylaşmam, sanırım yakışık almaz.

Çocukken Atıfbey’i, Hıdırlıktepe’yi tümüyle temizlemeyi geçirmiştim aklımdan

SEVGİ EMEK İSTER!

Ama bu benim Ankara’yı sevmeme engel değil; sokağını da, insanını da seviyorum.

Kimseye söylemeyin ama pek çok sokağında, kalbimin en kuytu köşesinde özenle sakladığım el değmemiş, göz ilişmemiş “türlü tevir” anılara sahibim.

Az mı nefes tükettim, Ataç Sokağı’ndaki bir apartmanın bodrum katında?

Cebeci Kampüsünü, Kurtuluş Parkını ve ille de Dil Tarihin önünü saymıyorum bile!

Tunus’ta çokça kırılmışlığımı; Kuğulu’da kuyruğu dik tutmak için ne kadar yutkunduğumu da…

Boğazıma düğüm atanların; boğazlarına atılan düğümleri çözmek için çabaladıklarımın en yakın tanıkları arasındadır Ayrancı.

Sevmek, tanımak; tanımak ise emek ister.

İnsan, kendini bilir!

Çinçin’i, Kuşcağız’ı, Esertepe’yi, Piyangotepe’yi, Hasköy’ü ve pek çok yoksul semti kendimden bilirim; kendim gibi bilirim.

O semtlerin yoksul evlerinde çok çay içmişliğim, kokusu geniz yakan kömür sobası önünde ıslak giysilerimi çokça kurutmuşluğum vardır; ola ki aramızdaki “demirden dağları” belki eritebiliriz diye…

Heyhat gün geldi, “demirden dağları” eritmek bir yana, “sudan çıkmış balığa” döndüm.

Dönüp hayata tutunmak için kendimi temize çekmeye karar verdiğimde, hemşehrim Cemal Süreya adına henüz park yapılmamış ve kalbim henüz Tirebolu Sokağı’nda kalmamıştı.

O “temize çekmektir” ki beni direnişe, kurtuluşa ve elbette kuruluşa öncülük etmiş ve başkent olmayı “söke söke” almış Ankara ile hemhal etti.

Zaten bu yüzdendir ki coşkuyla başladığı yüzyıl bitmeden kendisini inkar edecek tercihlerde bulunmasına rağmen umudumu hiç yitirmedim.

Seviyorsa dönecekti” çünkü!

Nitekim çeyrek asır sonra “kılı kırk yararak”, yeniden kendisine dönme çabasında aralarında olmaktan gurur duyduğum “ümitvar insanlar”ın ısrarında bu sevgi vardı.

GERÇEKÇİ OLUP İMKANSIZI İSTEMEK!

 “Kökü İncesu’da, Altındağ’da” olan bu şehrin “acaba” bakışları altında tarihi duruşuna ve efelenmesine sahip çıkıp, isyanını aşka dönüştürmesi, görülmeye değerdi.

Bu şehir için ciltler dolusu yazmak mümkün ama özetle benim için Ankara, “hep uçuk, her zaman masum ve daima gözü kara”dır. 

Bu üç sözcük bana, “gerçekçi ol imkansızı iste” mottosunu hatırlatır.

Ben, Bedri Rahmi’nin dizeleştirdiği gibi bir şehir isterim:

“sokaklarında tanımadık yüz,
ensesine şamar atmayacağın kimse dolaşmasın.
her ağacına elin,
her karış toprağına terin değsin.
ve kuytu evlerden birinde
senden habersiz ölenler olmasın”

Bu mottonun ışığında, halen, yıllardır kurmuş olduğum, “gündelik hayatı, kolay, ucuz, nitelikli ve geleceği planlanmış, yaşanabilir bir Ankara” hayalinin gerçekleşmesi için emek veriyorum.

İşte bu nedenle emeğin anlamını bilen biri olarak, “emek verip”, Ayrancım gazetesini çıkartanlara gıpta ediyorum.

Yazar Hakkında

+ Yazarın diğer yazıları
Ücretsiz E-Bülten Abonesi Olun

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir