27 Aralık: Hangi şehrin tarihinde var ki?

Ankara, İstanbul Hükümeti tarafından atanan “işbirlikçi” Muhittin Paşa’yı vali olarak istemediği gibi, Onun yerine gönderilen Ziya Paşa’yı da kabul etmemişti. Peki ne yapmışlardı? Kendilerine vali olarak, Yahya Galip’i seçmişler; sonuna kadar da arkasında durmuşlardı. “Vali seçmek de nedir?” diye sorabilirsiniz...

100 yıllık bir geçmişi var, bizim Kurtuluş Savaşının; tarihe sorsanız altı üstü bir yüzyıl ama biz o yüzyıla öyle bir tarih sığdırmışız ki ciltler dolusu kitaplarla anlatılamaz.

İşte bu nedenle şair, “Tarihi kendin yazıyorsan, eserindir” dizesini döktürmüş.

Bu dize, Ankara için yazılmıştır sanki!

Nasıl olmasın ki?

Cumhuriyet tarihinin önemli dönemeçlerine tanığı olmakla kalmamış; o tarihin oluşmasında etkin rol üstlenmiş bir şehirden söz ediyorum.

DİĞERLERİ KURTULUŞ, ANKARA BAYRAM KUTLAR!

Her ne kadar “ilk kurşun” İzmir’de atılmışsa da, orası kurtarılmıştır; kurtuluş gününü kutlar.

Tıpkı diğer pek çok şehir gibi!

Ankara ise o şehirlerin kurtarılma sürecini başlatanlara, daha sürecin başında inanan ve kucak açan; o süreci yöneten ve yönlendirenlere ev sahipliği yapan bir şehirdir.

Tıpkı zor zamanlarda çocuğunun arkasında duran; her şey yoluna girdiğindeyse kendisine ayrılan yerde alçak gönüllü hayatını sürdüren bir güzel baba gibi!

Ankara’nın bu başarısı, kökünü, tarihi geleneğinden alır.

O tarihi gelenekte “katılımcılık” vardır, örneğin.

Tarihi adım adım dolaştığınızda göreceksiniz ki Ankara, ister “yaren meclisi” aracılığıyla ister “meşveret” yöntemiyle isterse de “istişare” yaparak, her daim katılımcıdır.

Selçuklu’nun “birlik ve bütünlük” sağlamakta acze düştüğü dönemlerde kendisini korumak ve dağınıklığı ortadan kaldırmak için kurduğu Ahi Cumhuriyeti, bunun en çarpıcı örneğidir.

Kurtuluş Savaşının öngünlerinde yaşadıkları da, bu örneğin istisna olmadığının bir kanıtıdır.

Tarihe meraklı olanlar bilirler; Ankara, İstanbul Hükümeti tarafından atanan “işbirlikçi” Muhittin Paşa’yı vali olarak istemediği gibi, Onun yerine gönderilen Ziya Paşa’yı da kabul etmemişti.

Peki ne yapmışlardı?

Kendilerine vali olarak, Yahya Galip’i seçmişler; sonuna kadar da arkasında durmuşlardı. 

Vali seçmek de nedir?” diye sorabilirsiniz.

Osmanlıda, kendi valisini kendisi seçen başka bir şehir olmadığı gerçeğinden hareketle söyleyebilirim ki bu coğrafya üzerinde, sadece Ankara’nın elde ettiği “fevkalade müsaadeye mazhar” bir durumdur. 

Seçtikleri valiye desteklerinin göstermelik olmadığını kanıtlamak için Ona “Hakan” adını vermelerinden de anlaşılmaktadır ki Ankara, kendine özgü ayrıcalığını bizzat kendisinin yarattığı bir şehirdir.

ANKARA USULÜ DEMOKRASİ!

İsyankar denilebilir mi Ankara için?

İsyankar da denebilir ama bu tanım Ankara’yı anlatmaya yetmez.

İşbirlikçi valiyi koruduğu için Padişaha isyan etmiş ama o kadarla yetinmemiş; valisini seçerek, çözümünü de kendi üretmiştir. 

Buna “Ankara usulü demokrasi” desem abartılı olmaz umarım!

Bu usulün, Harbiye Nazırı Cemal Paşa’nın valilik konusunda yardım istediği Atatürk’ün ricasını dahi geri çevirecek kadar kararlı bir hal aldığını hatırlatırım.

Ankara’nın kurtuluşun ve kuruluşun karargahı olmasını sağlayan da bu duruşudur. 

Her koşulda kendi iradesine sahip çıkacak kararlılık gösteren kaç şehir vardır acaba? 

O kararlılık nedeniyledir ki Ankara, işgalci emperyalistlerin oyuncağı haline dönüşen şeyhülislamın, Mustafa Kemal’i hain ilan eden fetvasına karşı fetva yayınlamaktan da geri durmamış bir şehirdir. 

Atatürk’ün, Sivas Kongresi biter bitmez, hedefine Ankara’yı koymasında, böyle bir sağlam duruşun etkisi yadsınamaz.

İşte bu “ahval ve şerait” içinde, Ankara’ya gelmiştir Atatürk!

Tarih, 27 Aralık 1919’dur ve o gün Ankara’nın bayramıdır.

Atatürk, Ankara açısından önemli olan bu tarihi adımı atmak için yolculuğa başladığı İstanbul’dan, “bağımsız bir Türkiye” hedefini gerçekleştirmek üzere ayrıldığının bilincindeydi.

Sonrasını biliyorsunuz; Önce Samsun’a varmış, sonrasında tarihin gördüğü en bağımsızlıkçı genelgeyi duyurduğu Amasya’da ses vermişti dünyaya.

Erzurum ve Sivas Kongreleri, “irade-i şahane”nin tarihe gömüleceğinin ve artık “irade-i milliye” döneminin işaret fişeği gibidir!

BİR İŞARET FİŞEĞİDİR ANKARA!

 “Harap ve bitap” düşmüş bu topraklara can suyu olan o “işaret fişeği”nin bir “bayram günü” coşkusuyla taçlandığı Ankara’dır söz konusu olan.

Atatürk, henüz Bandırma Vapurunda ve henüz Samsun’a varmamışken, Ankaralıların, 21 Mayıs 1919 günü yaptıkları muhteşem miting, o “işaret fişeği”ni alıp kabul ettiklerinin göstergesidir.

İşgal altındaki İstanbul basını, o mitingi, “Anadolu’nun Tuğyanı” yani “coşkusu” başlığıyla duyurmuştu.

Tam da Kemal Atatürk’ün istediği gibiydi bu miting ve Atatürk tarafından devamının getirilmesi istendiğinde, Ankaralılar, 29 Mayıs’ta, bir kez daha “protesto mitingi” düzenleyerek yanıt vermişlerdi.

Protesto etmekle yetinmediklerini biliyoruz; hemen o günlerde, “Azm-i Milli Yurdu” Teşkilatını kurmuşlardı. 

Müdafa-i Hukuk Cemiyetinin ilk adımıydı bu!

İşte bu nedenle Kemal Atatürk, Samsun’dan başlayıp, Amasya, Erzurum, Sivas ve nihayet Ankara’ya varana dek geçtiği her yerde toplantılar yapıp, halkın örgütlenmesi için canhıraş çalışırken, Ankaralıların “milli irade” için attıkları adımlar, her zaman kayda değer, daima örnek alınacak tarihi öneme sahiptir.

Damat Ferit’in, Sivas Kongresi’ne delege göndermenin isyan niteliği taşıdığına ilişkin emrine ve dönemin valisi Muhittin Paşa’ya karşı duruşları, geleceğin habercisi niteliğindedir.

Ankara’nın kendisine vali olarak seçtiği Yahya Galip, Sivas’ta bulunan Atatürk’e, “Biz mukadderatımızı, ne böyle milletin mukadderatını bilmeyen hükümet ve ne de sümmetedarik gönderilecek valilere terk edemeyiz” şeklinde telgraf çekerek, Ankara’nın duruşunu tarihe not düşmüştü.

Ankaralıların harladıkları, “milli irade” ateşiydi ve o ateş, yanmıştı bir kere!

O “ateş”, o günden itibaren hep yanacak ve 27 Aralık 1919’da, Atatürk ve arkadaşlarının Ankara’ya girdikleri Kızılyokuş’ta bir kez daha alevlenecekti.

Atatürk ve arkadaşlarının, bir gün önce Beynam’a vardıkları haberini alan Ankaralıların o geceyi iple çektikleri, ertesi gün, Mustafa Kemal’i görülmemiş bir kalabalıkla karşılamalarından anlaşılabilirdi.

O günün gazeteleri, “hava baharı andırıyordu ve sanki bir düğün vardı” şeklinde çıkmıştı.

Kış ortasında bahar havası yaşamak, Ankara’daki moral motivasyonun düzeyini de göstermektedir.

Rıfat Börekçi, o mahşeri kalabalık için “bütün Ankara halkı, kadınlarına, çocuklarına, lohusalarına varıncaya kadar yollara döküldüler. Mustafa Kemal Paşa’yı karşıladılar” şeklinde yazmıştı.

Dışarıdan bakıldığında, “harap ve bitap” düşmüş bir halkın bu kadar coşkulu olmasını anlamak zordur. 

“BU ANKARA VAR YA BU ANKARA…”!

Bunu anlamak için Ankara’nın ruhuna sirayet etmek; o ruhu içselleştirmek lazımdır.

Bedri Rahmi’nin iznine sığınarak ve o güzel şirinden esinlenerek diyebilirim ki “Bu Ankara var ya bu Ankara”, hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadığının tepeden tırnağa kanıtıdır.

Hatırlamak lazım; Ankara, 27 Aralık’ta, herhangi bir konuğu değil, tarihe yön veren bir lidere açtı kapısını.

Unutmamak lazım; Ankara o kapıyı bir tesadüf sonucu değil, “tarihin kendisine yüklediği rol” gereği bilerek ve isteyerek açmıştı.

İşte bu nedenle belirtmek isterim ki “kurtuluş ve kuruluş bir şiirse, Ankara o şiirin ilk dizesidir” ve her daim öyle kalacaktır.

Yazar Hakkında

+ Yazarın diğer yazıları
Ücretsiz E-Bülten Abonesi Olun

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir