Yolculukları severim ama göçebe ruhlu değilim

Erendiz Atasü: “Türkiye’de hayatın hemen hemen her yönünde olduğu gibi kadın meselesinde de büyük çelişkiler mevcut. Evet, belli kesimlerde, kadının bilinçlenmesi, her alanda kendini gerçekleştirmesi belirgin biçimde yaygınlaştı ama belirli kesimlerde. Toplumun bir kısmında kadının durumunun fecaate dönüşmesinde ise yoksulluğun ve cahilliğin etkisi olduğu kadar, Türkiye’nin geçtiğimiz on yıllarda ‘yobazlığa’ itilmesinin büyük rolü var.”

Erendiz Hanım 41 kere maşallah.Yanılmıyorsam 41 yıldır “Kadın sorunları” üzerine bıkmadan yazıyorsunuz. Yanlış saymadıysam 8 roman, 9 hikaye, 10 deneme kitabı sığmış bu yıllara… Bu sürede bir kısım kadının bilinçlenmesi arttı ama eşitsizlik, cinayetler, tacizler azalmadı, hatta arttı sanki. Ya da görünür oldu. Ne dersiniz? Bu gidişle acılı, ezilen, katledilen kadın hikayeleri hiç bitmeyecek…

Türkiye’de hayatın hemen hemen her yönünde olduğu gibi kadın meselesinde de büyük çelişkiler mevcut. Evet, belli kesimlerde, kadının bilinçlenmesi, her alanda kendini gerçekleştirmesi  belirgin biçimde yaygınlaştı; ama belirli kesimlerde. Kesim derken illa ekonomik ve kültürel açılardan bir sınıflandırma yapıyor değilim. Türkiye insanı çok şaşırtan ve ön kabullere pek uymayan bir yer. Toplumun bir kısmında kadının durumunun fecaate dönüşmesinde ise yoksulluğun ve cahilliğin etkisi olduğu kadar, Türkiye’nin –kimse kusura bakmasın, her olguya gerçek adını vermekten yanayım– geçtiğimiz on yıllarda “yobazlığa’’ itilmesinin büyük rolü var. Bütün tek tanrılı dinlerin yobaz uygulamaları kadından korkar ve nefret eder ve nu cezalandırır. Tabi iç göçle kırsalın kente taşınması ve kentte iletişim imkanlarının teknoloji sayesinde çok gelişmesi, ayrıca nüfusumuzun aşırı kalabalıklaşması da “kadın’’a karşı işlenen suçları hem sayıca kabartıyor, hem duyulmasına ön ayak oluyor; ama ne olursa olsun, kadının dünya yüzündeki yeri bağlamındaki geri ve gerici ön yargılar  başta yöneticiler tarafından açıkça ifade edilemese vakalar bu denli artmazdı.

Eczacılık fakültesinde doçentken yazmaya başlamışsınız, profesörlüğe rağmen gittikçe artan bir şekilde yazılarınız, kitaplarınız artmış. Sizi buna iten neydi? Zaman sorunu çok zorladı mı? Öğrencileriniz yazar hocaları olmasından nasıl etkilendi? 

Yazmaya daha önce başladım. Yazdıklarım yayımlanmaya başladığında doçenttim. Zaman elbette bir sorundu, sorumluluk isteyen ağır bir işim, yolunda gitmeyen bir evliliğim, hasta bir annem ve küçük bir çocuğum vardı. Sanıyorum, yazarak dayanıyordum. Gençken çok güçlü bir hafızam vardı. Metni noktası virgülüne kadar zihnimde kuruyor, Çarşamba öğleden sonralar fakülteyi “asıp’’ , sakin bir kafeye gidiyor, orada zihnimdekileri kağıda döküyor, ilk fırsatta daktiloya çekiyordum. Özel bir yetenek olmadan yapılacak şey değil, bir de gençlik enerjisi gerek her halde. Profesör olduktan birkaç yıl sonra emekli oldum.  Bu kararda yazmayı seçmem elbette büyük etmendi; ama sadece o değil, üniversitenin ikiyüzlü hayatına daha fazla tahammül edemedim.

Çok satan bir yazar olmadığım için öğrencilerimin kitaplarımdan pek de haberdar olduklarını sanmıyorum.

Son kitabınız “Bir Başka Düğün Gecesi” yüreklerimize işledi. Kurban Menekşe, Saldırgan Hıdır, çevrelerindeki kişiler tek tek, çok güzel işlenmiş. Daha düğün gecesine gelmeden  “Bir Düğün Gecesi” romanı havası oluşuyor. Bu kişiler tamamen kurgu mu, yoksa sizi bunları yazmaya iten kişiler, haberler oldu mu?  

Karakterler kurgu, ama böyle olaylar duydum, hepimiz duyduk, basına yansıdı, çünkü. Konuya ilgim, sosyoloji dalında insan ticareti üstüne doktora yapan kızımın çalışması sırasında, yıllar önce başlamıştı. Emniyet güçleri (sadece bizimkiler değil, diğer ülkelerde de) işin uluslararası boyutuyla daha çok ilgililer. Ülke içindeki  insan ticareti biraz “kol kırılır yen içinde kalır’’ muamelesi görüyor. 

Son kitabınızla Adalet Ağaoğlu’na ve başka yazarlara gönderme yaptığınızı söyleyebilir miyiz? Bu dönemden Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Firuzan, İnci Aral, Ayla Kutlu, Pınar Kür… gibi bir çok iyi kadın yazar sayabiliriz. Bu yazarlar birbirini okur mu, görüşür mü, kayıplardan nasıl etkilenir?  Birbirinizden etkilenir, beslenir misiniz? Sevdiğim bir yazar ölünce ben hem onun ölümüne üzülürüm, hem de bencilce bir daha okuyamayacağım diye…

Evet, tabi kitapta pek çok gönderme var. Böyle göndermeler hoşuma gider, unutkan okura kültürel bir hatırlatmadır bu; anılan yazara da bir dost selamı. Valla, herkes ne yapar bilemem ama, en azından ben hemcinsim yazarları okurum, hele eskiden her yazdıklarını okurdum. Yaşım yetmişi geçeli o kadar okuyamıyorum, neden derseniz, yaşlanma sürecinde enerji azalmasına bağlı olarak belli bir yavaşlama çıkıyor ortaya, eskiden çabucak yapılan işler bir bakıyorsunuz bir türlü bitmek bilmiyor. Bu da zamanı daraltıyor. Mutlaka kadın yazarlar arasında bir etkileşim oluyordur, bu bence güzel bir şey.

Erendiz Atasü

Ankara Film festivalinin “Sanat Çınarı” ödülü size çok yakıştı. Film festivallerinde sık sık karşılaşıyoruz, sinemanın hayatınızdaki yeri nedir? Sinemaya uyarlanmış eseriniz var mı? Son kitap ve birçoğu uyarlanabilir gibi ama uyarlansa ne kadar içinize siner bilmem…

Çok teşekkür ederim. Pandemi döneminde en çok özlediklerimden biri sinemaya gitmek. Sinemalar açıldı ama cesaret yok. Bununla beraber internette yoğun biçimde film izliyorum. Çocukluğumdan beri severim sinemayı, hatta “Sinema Tutkusu” diye bir öyküm bile var. Sebebini bilmiyorum. Belki kitapları, edebiyatı sevmemle aynı sebebe dayanıyordur. Kardeşsiz, dolayısıyla bir anlamda yalnız  çocukluğumda, bana bir hayal dünyası açmışlardır. Hiçbir eserim sinemaya uygulanmadı, televizyon için de herhangi bir uyarlama olmadı. Olsaydı içime siner miydi, bilemem. Genelde yazarlar pek memnun kalmıyorlar bu işten, yani manevi açıdan memnun kalmıyorlar. Her halde maddi bir karşılığı oluyordur. Memnun olmuyorlar, çünkü yazı ve görsellik tamamen farklı yaratı ortamları. Filmin yönetmeni ticari kaygılarla basitleştirmelere, ucuzlatmalara gitmese bile, görselliğin ve yazının farklı ifade biçimlerinin olması sanırım yol açıyor hoşnutsuzluklara. Öte yandan sinemanın, sanat sinemasının elbette,  biz yazarları esinlediği, bize yeni  ufuklar açtığı kanısındayım.

Sizi yarı Ayrancı, yarı Çankayalı kabul edebiliriz. Semtimiz sizin için ne ifade ediyor? Oturup kalakaldınız mı, yoksa burada kalmaya iten özel nedenler var mı? 

Aslında Tunalı Hilmi caddesine sadece on yıl önce taşındım. Asıl yuvam tam kırk iki yıl yaşadığım evim Kızılay, Yüksel caddesinde idi. Melih Gökçek denen kimsenin belediye uygulamaları sonucu yaşanmaz hale gelen semtten üzülerek ayrılmak zorunda kaldım. Hayatımda çok az taşınmışımdır. Yerleşik ruhlu bir insanım ben, yolculukları severim ama göçebe ruhlu değilim.

Yazar Hakkında

+ Yazarın diğer yazıları
Ücretsiz E-Bülten Abonesi Olun

Yorum yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir