Suat Derviş ile 1940’ların Ankara’sında bir polisiye yolculuk: Ankara Canavarı
Ankara’ya taşınalı henüz 8 ay oldu, ama bu şehre gelip gitmeye başlamam çok daha öncesine dayanıyor. Ankara’nın kendine has mahzunluğunu, ‘memur şehri’ tanımını fazlasıyla hak ettiğini düşündüğüm sakin atmosferini seviyorum.
Ankara’ya temelli taşındıktan sonra şehre olan ilgim ve merakım daha da arttı. Yeni taşındığım bu şehirde nelerin var olduğunu, kimlerin nasıl yaşadığını, parklarını, sokaklarını, eski Ankara apartmanlarını hiç durmadan öğrenmeye koyuldum. Her gün öğrendiklerim, gördüklerim ve duyduklarım iştahımı daha da kabarttı.
Önce kendime bir yol haritası çizmeliydim. Hemen bir kitapsever olarak, Ankara ile ilgili yazılan romanları, hikayeleri araştırmaya başladım. Tahmininiz üzere birçok eser çıktı karşıma. Romanlar, hikayeler, makaleler… Romanların birçoğu da beklendiği gibi savaş yılları Ankara’sını anlatan, adlarını bildiğim, bir kısmını da okuduğum eserlerdi. Ancak, Ankara’yı anlatan eserler arasında daha önce hiç duymadığım biri, en çok da adından etkilendim sanırım, Suat Derviş’in “Ankara Canavarı” polisiye romanı dikkatimi çekti.
Bendeniz Ankara’yı sakinliğiyle tanımış ve sevmiş biri olarak, bu polisiye roman, adıyla sanıyla, “Ankara Canavarı” dikkatime mazhar oldu. Heyecanlandım. 1940’ların Ankara’sında geçen polisiye bir roman! Üstelik bir kadın yazar, Suat Derviş yazmış, Cumhuriyet Türkiye’sinin en cevval gazetecilerinden…

Romanı görünce, Suat Derviş’in Ankara serüvenine bakmak aklıma geldi; kendisi, eşi Reşat Fuat Baraner’in hapse girmesi üzerine Ankara’ya daha sık gidip gelmeye, hatta uzun bir süreliğine Ankara’da yaşamaya başlıyor. İşte bu dönemde yazdığı kitaplardan biri de “Ankara Canavarı” romanı. Roman ilk olarak 1948’de Kudret gazetesinde tefrika ediliyor. Romanın 1952’de, Son Telgraf Gazetesi‘nde tefrika edilen resimli romanı da basılıyor. Benim okuduğum baskısında romanın sonuna onu da eklemişler. O zamanki çizimleri görmek ve romanı bir de böyle okumak nefis oldu.
Tüm bunları bir araya getirince bendeniz için bu kitabı edinmek farz oluyor. Her şey bir yana, kesin bir bit yeniği de vardı bu işte, Ankara’da bir canavar olacak iş değildi…
Ankara Canavarı polisiye romanı, Ankara’da, Keçiören, Etlik ve Telsizler’de üç gün içerisinde arka arkaya aynı yöntemle işlenen üç korkunç cinayeti anlatıyor. Kitabın arka yüzündeki tanıtım yazısı şöyle;
“Üç gün içinde üç cinayet işleniyor; biri Etlik’te, biri Keçiören ve biri de Telsizler’de. Her üçü de aynı elle, aynı şekilde, bir silah ile yapılıyor. Maktullerin üçü de ayrı ayrı sosyal seviyeleri olan kimseler. Ankara’da müthiş bir cani yaşıyor. Esrarengiz bir cani. Güzel, küçük, sevimli ve temiz şehrimizin içinde henüz ele geçmemiş olan müthiş bir katil var ki, kurbanlarının karşısına onları ürkütmeyen bir yüzle çıkıyor. Ve onlar arkalarını dönünce vahşi bir hamle ile üzerlerine saldırıp bir hançer darbesiyle onları hemen öldürüyor.”
Romanımızın baş kahramanı, Suat Derviş gibi bir gazeteci, zabıta muhabiri Hikmet Altıntaş. Bir Ankara gazetesinde zabıta muhabiri olarak çalışan Hikmet Altıntaş, romanda geçen cinayetlerin izini sürmeye başlıyor. Cinayet soruşturmasında kendini de hikâyenin tam ortasında buluyor. Romanda seri katil şüphelisi Ruhsar ile gazeteci Hikmet arasında oluşan bağ da Hikmet’in Ruhsar’a olan hayranlığı ve zaafı da cinayetlerin çözülmesinde kilit bir rol oynuyor.
Bu hikâyede Hikmet’in Ruhsar’a beslediği duygular, bana Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sını ve Metin Erksan’ın “Sevmek Zamanı” filmini anımsattı. Romanımızda Hikmet’in Ruhsar’a benzer sadelikte ve naiflikte duygular beslediğine şahit oluyoruz.
“O gün Ulus Meydanı, Bankalar Caddesi ve bütün Ankara içinde, her tarafında o kadar çok güzel kadın, güzel masum ve cici kızlar varken niçin onun arkasında durdum ve onu takip ettim? Bilmiyorum. Gözlerini dahi görmediğim bu kadının peşi sıra beni sürükleyen şüphesiz ki kötü kaderim olmuştur.”
Romanda; 1940’ların sonundaki Ankara’yı, Ulus’u, yani eski Ankara’yı da öğrenme şansına sahip oluyoruz. Hikayemizin baş kahramanı Hikmet, sıklıkla cinayeti araştırmak üzere Ankara sokaklarını dolaşıyor, şüphelinin peşine düşüyor ve o sayede biz okurlar da Ankara’yı keşfediyoruz.
“Bankalar Caddesi’nden gelmişti. Beyaz iskarpinli küçük ayaklarının metin adımlarıyla abideye doğru ilerledi. Abidenin önünü, İş Bankası’nı geçti ve Keçiören otobüslerinin durduğu yerde durdu.”
“Konur sokağı çok kalabalık bir sokak olmamakla beraber nihayet dağ başında değildik.”
“… Ve bugün, Bankalar Caddesi’nde, Merkez Bankası ile Karpiç arasında tekrar önüme çıkmıştı.”
“Eğer bu cinayet işlenmemiş olsaydı muhakkak ki ben bu kadınla ömrümün sonuna kadar konuşmak ve onunla böyle Ankara’nın bu büyük otelinin bahçesinde karşı karşıya oturmak fırsatını bulamazdım.”
Kitaptaki bu alıntılardan görüldüğü üzere zabıta muhabiri Hikmet Bey ile cinayetlerin peşine düşerken eski Ankara’yı da Suat Derviş’in gözünden dolaşıyoruz. Romanın sonunda ise gazeteci Hikmet katili yakalıyor ve adalete teslim ediyor.
Suat Derviş’in, yeni kurulan Cumhuriyet Ankara’sından verdiği detaylar, bir kadın gazetecinin gözünden dönemin Ankara’sını anlatıyor. Alışılmışın tersine, bir kadın yazarın polisiye bir eser yazma cesaretini de vurgulayan bu romanı, okurların mutlaka keşfetmesini öneririm. Siz de benim gibi polisiye okumayı seviyor, Ankara’yı polisiye bir romanla keşfetmek nasıl oluyor diye merak ediyorsanız mutlaka okumanızı tavsiye ederim!
Romanda adı geçen mekanların haritasını aşağıda paylaşıyorum. Belki de benim gibi meraklı okurlar, romanda geçen yerleri ziyaret etmek ve görmek isteyebilirler.

* ile belirtilen noktalar romanda kurgusal olarak yer almaktadır. Konumları tahmini olarak haritaya yerleştirilmiştir.