1998’de evlenip Balgat’a yerleşmiştim. Hala Balgat sakini olduğum ama parti merkezli, kilo ile et-mangallı, nargile kafeli mahallenin arsız gözünü üzerinizden eksik etmeyen o keşmekeşten kurtulmak istediğim, bir ev alabilecek mütevazı bir bütçeye sahip olduğum günlerin birinde, ablamla Ahmet Mithat Efendi Sokak’taki meşhur bir pastaneye, Cocinella’ya yolumuz düştü. Hiç unutmuyorum, Ankara için bahar başlangıcı sayılabilecek bir Nisan sonuydu. Araya taraya bulduğumuz sokağa daha adımımızı atar atmaz büyülendik. Asırlık çınarlar ve çamlarla, apartmanların muhtemelen çoğu artık hayatta olmayan en eski sakinlerinin diktiği, kokusuyla sarhoş eden capcanlı leylak ağaçlarıyla, akasyalarla, iğdelerle bezeli, semtin en eski apartmanlarının bahçelerinden rengarenk kır çiçeklerinin boy verdiği, kapıcıların bu bahçelerle birlikte bahçelerin sokağa taşan kısımlarını bile her gün silip süpürdükleri bir yerdi burası. Olmayacak bir hayale kapıldım o gün: keşke burada yaşayabilsem.
Aradın yıllar geçti ve ev sahibi olma çabaları, uzak semtlerdeki arayışlar ve hayal kırıklıklarıyla sürdü. Ta ki, mucizevi bir şekilde alım gücümün artması ve bir emlakçı aracılığıyla benim için rüya olan o sokaktan bir ev buluncaya kadar.
Gençliğimde varlığından haberdar olmadığım bu sokaklar, Hakan Bıçakçı’nın deyimiyle “orta sınıfın otopark sorunu”nun kurbanı olmuş ve sakinleri, şehir merkezinden uzak, zamanın ruhuna uygun otoparklı, avm’lere komşu sitelere göç etmişlerdi. Burada artık düzenini bozmayı göze alamayan veya gücü yetmeyen eski kuşak kalmıştı ve genç nüfustan boşalan dairelere mimarlık ve mali müşavirlik ofisleri, dershaneler ve dernekler yerleşmişti. Yıllar önce içimi yaşama sevinciyle dolduran bahçelerin bir kısmı bakımsızlıktan tarumar olmuştu fakat asırlık ağaçlar henüz kentsel dönüşüme kurban gitmemişlerdi, kısa boylu, ihtiyar apartmanların önlerinde olanca haşmetleriyle boy gösteriyorlardı hala.
7-8 yıl önce taşındığımız apartmanın arsa sahibi üst katımızda yaşıyordu. Eşini kaybedince taziye için ziyaret ettiğimizde tatlı tatlı sohbet ettik kendisiyle. Buraların İmparatorluk Ankarasının sayfiye yerlerinden biri olduğunu, bağ evlerinin ve bahçelerin önemli bir kısmının Ermenilere ait olduğunu zaten biliyordum. Fakat sohbet esnasında asırlık ağaçların sahipleri birer birer arz-ı endam ettiler zihnimizde. Salon penceresinden görünen apartmanın arsasında bir Ermeni terzinin, arka pencereden görünen apartmanın arsasında bir Ermeni kuyumcunun, ortasında cumbalı eviyle birlikte bağları vardı bir zamanlar.
İmparatorluk döneminin çokkültürlü sayfiyesi, Cumhuriyet’in buluğ çağında başkentin en itibarlı yerleşimi haline gelmişti oysa. Elçiliklerin, sosyalleşme mekanlarının bu semte yerleşmeye başlaması da semtin ederini ve itibarını arttırmıştı. Eski bağlardan kalan doğal dokusu, şimdi üstünden asfalt geçen dereleri ve onların oluşturdukları vadilerle yeşil bir kuşaktı burası.
Çankaya yokuşuna teyellenen Ayrancı semti, bir orta sınıf gettosu gibi çoktandır. Oto park sorunu, binaların eskiliği ve mahalle kültüründen, şehir merkezinden kaçmak isteyenlerin çoğalması sebebiyle kiralar ve satılık ev fiyatları düştü. İmparatorluk döneminin çokkültürlü sayfiyesi, Cumhuriyet’in buluğ çağında başkentin en itibarlı yerleşimi haline gelmişti oysa. Elçiliklerin, sosyalleşme mekanlarının bu semte yerleşmeye başlaması da semtin ederini ve itibarını arttırmıştı. Eski bağlardan kalan doğal dokusu, şimdi üstünden asfalt geçen dereleri ve onların oluşturdukları vadilerle yeşil bir kuşaktı burası. O günlerden miras, semtin kerteriz noktası olduğunu düşündüğüm Seğmenler Parkı, Botanik ve Portakal Çiçeği Parkları; Ayrancı’ya omuz veren Dikmen Vadisi manzarası semti doğal doku zenginliği bakımından hala diğer birçok semtten ayrıcalıklı kılıyor. Cumhuriyet mimarlığının rüştünü ispat ettiği yılların ürünü Cinnah 19 numara, kıymetli bir parçasını Polonya Elçiliği’ne kaptırmış olmasına rağmen Ankara deyince akla gelenlerden olan Kuğulu Park, iş çıkışı bir kadeh şarap içilebilen Kavaklıdere Şarap Evi’nin arsasına yayılan Karum, dolmuşların dura kalka, oflaya puflaya çıktıkları Hoşdere yokuşu, caddelerin sayılara teslim olduğu bir çağda şair-yazar isimleriyle gönül çelen sokaklar, Amerikalı subayların, istihbarat çalışanlarının, idari personelin hikayeler bıraktığı Kavaklıdere sokakları, üçüncü nesil kafeler, sahaflar, avm’lere karşı cengaver butikler, terziler Ayrancı semtinin sınırlarına fiziksel olarak değilse bile sembolik olarak giriyorlar. Ortalama bir Ayrancı sakininin bilişsel haritasında yerleri var.
Semtin nüfus yapısının kozmopolitliğine katkıda bulunan yabancı elçilik mensupları, sokaklarda farklı dillerin, insan tiplerinin ve kültürlerin duyulur, görünür olmasına vesile olarak kültürlerarası karşılaşmalarla zenginleşen bir atmosfer yaratıyorlar. Çoktandır birçok semtinde kadınlar için zaman bütçesinin ve mekânsal dolaşımın kısıtlandığı şehirde, Ayrancı kadınlara ve lgbti bireylere de görece bir özgürlük imkanı veriyor. Hemen hemen her apartmanın bir kedisi olduğunu ve sokaklarda kendini sevdirmeye hevesli köpeklerin dolaştığını da hesaba katacak olursak, mahalle türü örgütlenmelerin çözüldüğü bir dönemde, hatırı sayılır sakini Ayrancı Ahalisi adlı facebook hesabından haberleşen, komşuluk eden Ayrancı’ya bir ahir zaman mahallesi diyemez miyiz?