Çoktandır hepimiz aynı kentte yaşıyor gibiyiz malum. Şehir planları, mimari üsluplar (ki bunlara üslup denemez bile), sosyalleşme ve alışveriş mekânları, rekreasyon alanları vb. birbirinin aynı neredeyse. AVM’lere teslim olmuş bir boş zaman kültürü peydah oldu. Kentsel dönüşümün bir rant kapısı olduğu, bu kapının da partileri siyasi ikbale taşıdığı düşünülürse bu gelişmeye şaşırmamak gerek.
Kentsel dönüşüm mahalle kültürünü yutuyor
Ankara için de benzer bir durum söz konusu. Kentsel dönüşüm acımasız, estetik kaygılardan yoksun ve kâr güdüsüyle önüne çıkanı deviren bir canavar gibi. Acı olan; bu tür bir dönüşümün toplumun kayda değer bir kesimince bir tür sınıf atlama, prestijli bir yaşam alanına sahip olma gibi algılanması ve bu konuda çok hevesli olunması. Ucuz ama gösterişli malzemeden yapılmış çok katlı binalar; yeşil alanları, küçük esnafı, mahalle kültürünü yutuveriyor.
Yerleşimlere kişiliğini kazandıran, geçmişe dair hikâyeler anlatan mimari ve doğal dokunun silinmesi yahut görünmez kılınması kent kimliğinin, özgünlüklerin yitirilmesi anlamına geliyor. Ankara için bir hayal kuracak olsam, bu yerleşimden gelip geçmiş tüm medeniyetlerin bıraktıkları mirasın görünür olduğu bir kentsel doku tasavvur ederdim. Bu mirasın zaman içinde ne kadar cılızlaştığını bilmeme rağmen, aylakça yürüyüşlerimde önüme çıkan tek tük ipuçlarının tarihsel sürekliliği ve şehrin kimliğindeki yerine referansla görünür hale getirilmesi çok göz alıcı ve maalesef şimdilik epey uzak bir ihtimal değil mi?
Şehir yoktan var edilmedi
Çok isabetli “Kim var imiş biz burada yoğ iken?” sorusuna cevap mahiyetindeki bu hayali mekânsal düzen, kadim uygarlıkların şehirde bıraktıkları izleri takip ederek, başkentin hikâyesinin yıllarca bize anlatılageldiği kadar sönük olmadığını gösterebilir. Kimsenin yolunu düşürmediği fakat şehrin merkezinde yer alan Roma Hamamı, yakında basamaklarına ilişmeyi hayal ettiğimiz Roma Tiyatrosu, Hacı Bayram Camii ve Türbesi’ne omuz vermiş Augustus Tapınağı, yüzyıllar öncesinden kalan ve ince işçilikleriyle dikkat çeken camiler, türbeler, Yahudi Sinagogu‘nun hâlâ ayakta kalabildiği eski Yahudi Mahallesi, Ankara Ermeni ve Rumlarının yaşadıkları diğer mahalleler, Kale’nin bedenine yerleşmiş kitabeler, heykeller farklı inançların, uygarlıkların bir arada yaşayabildiklerini göstermesi bakımından çok değerli.
Benim kent hayalim, kentin kuş uçuşu beş dakika uzaklıktaki yerleşimlerine batı şehirlerinden daha yabancı Ankaralıların çok katmanlı kentsel dokunun izini sürebilecekleri ve şehrin “yoktan var edilmediğini” fark edebilecekleri bir çevre düzenlemesi üstüne.