Yazar Hakkında

Sırtı bize dönük olduğundan yüzü görünmüyordu. Okulun bahçesindeki çitlerden birine tutunarak kendini yukarıya çekmiş ötelere bakmaktaydı. Bilmeyen biri, orada gördükleri karşısında değil de düşmemek için ellerini çite öyle sımsıkı geçirdiğini düşünebilirdi. Beyaz örtülü başını uzattığı alanın ön planında yıkık evler, molozlar, gerilerde ise bir çan kulesi ile minare seçiliyordu. Fotoğraf sanatçısı Sertaç Kayar, Diyarbakır Sur’un yasaklı mahallelerinden birinde, oy atmaya gelen (2019 yerel seçimleri) ve okulun bahçesinden mahallesinin son haline bakan yerinden edilmiş Surlu bir yaşlı kadını görüntülemişti. Sırtı bize dönük olduğundan yüzünü göremesek de o yüzdeki ifadeyi tahmin edebiliyorduk. O ifadeyi, işyerinin penceresinden molozlar içindeki mahallesine bakarken Küçükçekmece Ayazmalı Kasım’ın; Sulukule’de acele kamulaştırmayla gasp edilen eviyle vedalaşan Gülsüm Abla’nın; 20’lerinde gelin geldiği Ayvansaray Tokludede’yi 60’larınde terk i diyar ederken Hürri Abla’nın ve bil cümle dönüşüm / yenileme alanındaki bilcümle isimsiz sürgünün yüzlerinde okumuştuk. Dikmen Vadi’den, Beyoğlu Tarlabaşı’na Gaziosmanpaşa Sarıgöl’e, Ataşehir Küçükbakkalköy’e, Üsküdar Kirazlıtepe’ye, Muş’un Kale mahallesinden, Batman Hasankeyf’e, Olimpiyatlarla yerle yeksan edilen Rio favelalarından, kentsel yenilemeye yenik düşen Londra sosyal konutlarına, deprem, tsunami, sel ertesi Haiti’den, New Orleans’a, gezegenin hemen her yerinden tanıyorduk. Ve aslında o ifade, en temel sosyal ekonomik haklardan biri olan konut hakkının ihlalinin, kimi zaman baskı ve şiddetle, kimi zaman kent güzelleştirme /yenileme adları altında veya mega projeler eliyle, olmadı Olimpiyatlar, dünya kupaları gibi mega etkinlikler bahanesiyle, ya da felaket kapitalizmiyle, kimi zaman da bizzat yasalar vasıtasıyla yüzlerimize nakşedilmesiydi.

Konut neydi?
Peki konut neydi? Konut, sadece bir konut demek değildi. Konut, mahalleydi, yaşam alanıydı, kente tutunmaktı; ekonomik ilişkilerdi; gündelik yaşam, sosyal ağlar ve komşuluktu; toplumsalın inşasıydı, dayanışma kadar çatışmaydı; kentte var olabilmekti; kolektif hafızaydı; mekana aidiyet, kendini emniyette hissetmekti ve daha sayamadığımız nicesiydi. Tam da bu nedenle, konutun kaybı sadece bir binanın kaybıyla sınırlı değildi. Ve işte o yüzden, salt binalara odaklanarak konut sorununu teknik bir probleme indirgeyen ve mühendislik araçları ve teknolojik vasıtalarla çözüm arayanlar ile tüm o TOKİ pokiler hiçbir zaman çözüm olamayacaklardı çünkü konut sorunu teknik bir sorun değildi.
Konut, özel yaşamın gizliliği, ailenin ve özellikle kadının ve çocuğun korunması demekti. Eğitim, sağlık, çalışma / istihdam gibi ekonomik ve sosyal haklardan vatandaşlık haklarıyla siyasi haklara kadar uzanan geniş bir yelpazeydi. Hepsinin ötesinde, BM Genel Kurulu’nun 8 Ağustos 2016 tarihli 71. Oturumunda (69b) altı çizildiği üzere, konut, yaşam hakkı demekti: “Yaşanan tecrübeler, yaşam hakkının güvenli bir yerde yaşama hakkından ayrılamayacağını göstermektedir…evsizlik ve devasa ölçekte yetersiz ve yaşamaya elverişsiz konut, konut hakkı ve yaşam hakkının kabul edilemez ihlalleri olarak görülür ve böyle ele alınır.” Pandemi, bu saptamanın gerçekliğini, 4 yıla kalmadan 2020 başında, tüm dünyanın yüzüne çarpacaktı. Konuta erişim artık bir ölüm kalım meselesi olmuştu.
Konut sonra ne oldu?
Toplumsal ihtiyaçların ekonomik ihtiyaçlara feda edildiği, her şeyin ekonomik getiri üzerinden değerlendirildiği neoliberal sistemde konutun kullanım değeri tedavülden kaldırılmış, temel bir insan hakkı olan konut, bir metaya hatta finans varlığına dönüştürülmüş, toplumsal değeri de ekonomik değere indirgenmiştir. Ünlü Marksist kuramcı David Harvey, konutun artık ikamet amacıyla değil bir meta olarak küçük bir azınlığı daha da zengin etmek için üretildiğini belirtmekte, insanların içinde yaşaması için değil yatırım yapması için kentler inşa ettiğimize dikkat çekmektedir: “…her çeşitten zengin ahaliye yönelik, onların içlerinde yaşamayacakları, sadece paralarını yatıracakları lüks konutlar üretirken, aynı zamanda ödenebilir fiyatta konut eksikliği krizi ile de karşı karşıyasınız.” Nitekim, başta New York, Londra, Paris olmak üzere küresel merkezlerde, yatırım amaçlı alınıp atıl bekletilen konut sayısında patlama yaşanırken kullanılmayan ev sayısı, evsizlerin sayılarını aşmaktadır. 23 Şubat 2014 tarihli The Guardian, AB ülkelerinde 4.1 milyon evsize karşılık 11 milyon boş konut bulunduğunu belgeleyerek bunu bir skandal olarak nitelendirmiştir. Pandemi ve daralan küresel ekonomiyle birlikte bu uçurumun daha da açıldığını düşünebiliriz.
Küresel emlak ve finans şirketleriyle, emekli fonları, hedge fonlar (yüksek riskli yatırım fonu), akbaba fonlar gibi sürü sepet küresel yatırım fonu günümüzün görünmez ev sahipleridir. Nasıl bir paradokstur ki bu fonlarda emekli aylıklarını işleten emekliler, hiç farkına varmadan, dünyanın başka bir yerinde başka emeklilerin yerlerinden edilmelerine sebep olmaktadırlar! Önce 2008 krizi, şimdi pandemi, küresel emlak, finans şirketlerinin değirmenlerine su taşımaktadır. Berlin’de kiralar erişilemez olmuştur çünkü kentteki 280,000 konut, sadece üç şirkete aittir. Gezegen boyu konut stoklayan, arttırdığı kiralar ve yükselttiği konut fiyatlarıyla, alt gelir grupları nüfuslarını yerlerinden eden Blackstone, Çin’e bile girmiştir. Bu aktörlerin egemen olduğu sistemde, konut, salt bir kazanç ve spekülasyon aracına, alınır satılır bir metaya veya borsada bir finans varlığı olarak “değerli” bir kağıt parçasına dönüşmüştür. Konuttan baktığımızda karşımızda adaletsiz, vicdansız bir gezegen bulunmaktadır. Ve bu yüzdendir dünya üzerinde süregelen kira grevleri, kiraların dondurulması için protestolar, tahliyelere moratoryum talepleri, boş konut işgalleri, kamulaştırma referandumları ve bil cümle sivil itaatsizlik eylemleri.
Türkiye’nin konut hakkıyla imtihanı
Küresel emlak finans şirketleriyle fonlarını Türkiye’de henüz görmesek de –ya da elimizde veri olmadığından bilemesek de– süreç farklı değildir. Konutta arz fazlası, üst gelir gruplarına yönelik yatırım amaçlı lüks projelerden kaynaklanırken asıl ihtiyaç sahibi alt, alt-orta gelir gruplarına yönelik ödenebilir şartlarda yaşamaya elverişli konutlarda arz yetersizliği vardır. İstanbul Planlama Ajansının (İPA) “Konut Sorunu Araştırması: İstanbul’da Mevcut Durum ve Öneriler” başlıklı raporuna göre, 2020 sonu itibariyle İstanbul’da yaklaşık 6 milyon 400 bin kayıtlı mesken bulunmakta ve bunların yaklaşık 4 milyon 400 bininde ikamet edilmektedir. Bu veriler ışığında, mevcut kayıtlı ikameti olmayan mesken sayısı 1 milyon 800 bindir.
Uluslararası insan hakları mekanizmalarında tanımlanan “Yaşamaya Elverişli Konut Hakkı” kriterlerini TOKİ’nin niteliksiz konutları karşılayamadığı gibi “kira öder gibi ev sahibi olmak” TOKİ’nin aylık kredi taksitleri karşısında asgari ücretle geçinenler için hayaldir. Konut giderleri, sadece konut kredisi taksitlerini veya kiraları değil, apartman / site aidatı, doğalgaz, elektrik, su gibi hizmetler de eklenerek hesaplandığında alt, alt-orta gelir gruplarının ödeyemeyecekleri bir toplam tutmaktadır. TÜİK 2018 verilerine göre, konut ve kira/kredi harcamaları giderlerin ilk sırasında yer alarak hane halkı bütçesinin %23.7’sini oluşturmakta ve bu harcamaların aile bütçesine oranı alt gelir gruplarında %31.4’e çıkmaktadır. Pandemiyle birlikte kiraların tavan yaptığı, ekonomik gidişat karşısında doğal gaz, elektrik, su gibi hizmetlerin zamlandığı ancak ücretlerin yerinde kaldığı, işten çıkarılmaların hızlandığı göz önüne alınırsa, bugün karşımızda çok daha vahim bir tablo vardır.
Yine TÜİK ile devam edersek, 2018 yılına ait “Hanehalkı Tüketim Harcamaları” verilerini 2002 verileriyle karşılaştırdığımızda, ev sahipliği oranının düzenli olarak düştüğünü, buna karşılık kiracılık oranının düzenli yükseldiğini görmekteyiz. 2002’de nüfusun %73’ü kendi evinde otururken, 2018’de oran %56.2’ye inmektedir. Aynı dönemde, kiracılık %18.7’den %28.5’e yükselmiştir. Yoksul kesimler ve alt gelir grupları göz önüne alındığında oranlar artmaktadır. Gidişatın bir nedeni rantsal dönüşüm politikalarıyla yerlerinden edilen mahallelilerin kiracı nüfuslara katılması ise bir diğer nedeni, sosyal konut arzının yetersizliği ve lüks konut odaklı politikalardır. Sisteme giren yeni nüfuslar, ekonomik olarak konuta erişememektedir. Bu verilere dayanarak yirmi yıl sonra kiracıların ev sahiplerini geçeceği öngörülmektedir. Öte yandan, yine İPA’nın araştırma sonuçlarına göre pandemi döneminde, sadece bir yıl içinde, İstanbul’da kiralar %66 artmıştır. Dolayısıyla, kiracılar, daha bugünden başlarını sokacak ucuz kiralık bulamazken 20 yıl sonra nasıl bulabileceklerdir?! Resmi konut politikaları, konut hakkını önceleyen bir şekilde değiştirilemezse, yakın gelecekte evsizlerden oluşan kentlerle baş etmek zorunda kalacağımız kesindir.
Gidişatın bir başka kaygı verici veçhesi, kullanım biçimi olarak sadece mülkiyete bağlı konutun teşvik edilmesi ve kiralık, kooperatif, işgal gibi tüm diğer kullanım biçimlerinin, özelleştirmeler, yasalar, kredi teşvikleri, mortgage gibi araçlarla ve ayrıca enformel konut alanlarına yönelik şiddet kullanımıyla sistemden dışarı atılmaya çalışılmasıdır. TOKİ’nin meşhur sloganı, “kira öder gibi ev sahibi olmak” bile devletin mülkiyet odaklı konut politikasının tescilidir. Onlarca yıl yerleşik gecekondu mahallelerine yönelik zorla tahliye-yıkım-zorla yeniden iskan ya da zorla TOKİ’leştirme, bu mülkiyet odaklı konut politikalarının ihlal ve mağduriyetlerle dolu sonuçlarıdır. Nüfuslar, 15-20 yıl boyunca ödeyemeyecekleri miktarlara mahkum edilmekte, konut kredisi taksitlerinin köleleri olmaktadırlar. Sosyal kiralık konut, Türkiye’nin konut politikalarına neredeyse hiç girmemiştir. Alt gelir grupları ve kent yoksullarına yönelik sosyal kiralık konut seçeneği konut politikalarında yer almalı, salt mülkiyet odaklı konut politikalarından vazgeçilmelidir. Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın Ekim 2020’de açıkladığı ayda 100 TL’ye kiralık konut arzı konut hakkı açısından tarihi bir adım olup örnek alınmalıdır.
Bu bağlamda, dinci neoliberal iktidarın tarikat yurtlarıyla özel yurtlar arasında 40 katır-40 satır ikilemine sıkıştırdığı öğrencilerin bugün parklardan, kentsel kamusal alanlardan, üniversite önlerinden seslendirdikleri konaklama / yurt talepleri, aslında, eğitim hakkının da ayrılmaz parçası olan yaşamaya elverişli ve ödenebilir şartlarda barınma / konut hakkı talebidir. Alt gelir gruplarına sosyal konut sağlamak üzere yola çıkan ama tam aksine yoksuldan alıp varsıla veren; gayrimenkul yatırım ortaklıkları vasıtasıyla bil cümle lüks proje gerçekleştirirken ödenebilir şartlarda yaşamaya elverişli konut ve barınma üretmeyen TOKİ’nin –ve TOKİ vasıtasıyla devletin– kamucu konut politikalarına döndürülmesine yönelik bir mücadele hattı açılmıştır. Ayrımcı konut politikalarıyla emekçileri kentlerden püskürtülen sendikalardan, dönüşüm alanlarında konut hakları ihlal edilen mahallelilere; sosyal kiralık konut bulamadıkları için evsizlik riskiyle karşı karşıya nüfuslardan, ne kiralık, ne de mülk, konuta erişemeyenlere, aileleri yanına sığınan genç nüfuslara, bölünen ailelere… bir çok ihlale değen bu mücadele hattı, kamucu konut politikalarını hayata geçirmek için ortaklaştırılmalıdır.

Konut sorunu sınıfsaldır, ikamet politiktir
Yaşadığımız mekanlara dayatılan tepeden inme projeler, yaşam alanlarımızı değişim değerleri üzerinden dönüştürülecek arsalar olarak sermayeye pazarlar, dünya emlak fuarlarında kurulan tezgahlarda satışa sunarken hepimizin hakkı olan bir yaşam tarzından bizleri kopartıp geride kıyımlar, hasarlar, yaralı bireyler ve topluluklar bırakmakta. Her ne ad ve biçim altında olursa olsun kentsel dönüşüm, alt gelir grupları ve emekçi mahallelerine karşı açılmış bir savaştır; yıkımlar ve zorla tahliyeler de silahları. Konut politikaları ve planları, ideoloji, güç, sınıf, etnisite, ırk, azınlıklar üzerinden okunabilir. Bu politika ve planlar, statükonun yeniden üretimini sağlayabilecekleri gibi kentin merkezinde kimlerin ve hangi sınıfların kalacağını, hangilerinin kentten kovulacaklarını da tayin ederler. Bir devlet politikası olarak zorla tahliyeler ve “temizlemeler” (mahalle yıkımları), savaş silahı, etnik temizlik ve nüfus transferleri amacıyla da kullanılabilir; ya da, terörle mücadele adı altında yıkım ve zorla tahliyeler meşrulaştırılarak istenmeyen grupların, sınıfların, etnik aidiyetlerin merkezden tasfiyeleri gerçekleştirilebilir.
Buna karşın, bir kentte yerleşik olmak ya da ikametgah, o kentte kimlerin varlık göstereceğini tayin eder. Kente dahil olmayanlar, kentin hizmet ve olanaklarından faydalanamayacakları gibi kentin değişimi ve dönüşümü üzerinde irade gösteremezler; dahası, içinde yer almadıkları bir kente dair tahayyülleri ve gelecek beklentileri olamaz. Konut ve ikamet, son kertede kentte kimlerin var olacağını, o kentin kimlerin kenti olacağını, kentsel mekanları kimlerin üreteceğini ve yeniden üreteceğini tayin ettiğinden konut sorunu sınıfsal bir sorundur ve ikamet de politiktir.

Son söz : “Konut hakkı olmadan kent hakkı olmaz”
Konut sadece bir konut demek değildir, konut sistemdir diye bitirelim. Bugün gezegen boyunca evsizlerin artması, alt gelir gruplarının elverişli şartlarda konuta erişimlerinin olanaksızlaşması, sistemin düzgün çalışmamasından ya da aksaklıklarından kaynaklanmamaktadır. Paradoksal olarak, bu ihlal ve mağduriyetler, sistemin planlandığı şekilde, hatta gayet mükemmel çalıştığını göstermektedir çünkü sistem, konutun ve kentin değişim değeri üzerinden yürümekte, konutu ve kenti metalaştırarak, finansallaştırarak birikimini sağlamakta ve böylece kendini yeniden üretmektedir. Konut, ekonomiyi çeviren ve sistemi ayakta tutan çarkın önemli bir dişlisidir. Öyleyse, yaşam alanlarını, sistemi ayakta tutacak, yeniden üretecek metalara, finans varlıklarına dönüştüren ve alt, alt-orta gelir grupları ile kent yoksullarını, emekçileri ve öğrencileri, kent merkezlerinden kovan bu gidişata karşı konutun ve kentin değişim değerine karşı kullanım değerini savunmak, sisteme kısa devre yaptırabilecek önemli bir mücadele hattıdır.
Kent üzerinde son sözü, o kentte konut hakkını kazananlar söyleyecektir. Harvey’in altını çizdiği üzere konut hakkı olmadan kent hakkının talebi olanaksızdır.
Dipnotlar:
* 2 Eylül 2019 tarihli Yerel Siyaset (İstanbul) gazetesinde yayınlanan daha kısa metnin yeniden düzenlenmiş ve güncellenmiş versiyonudur.
1 https://twitter.com/Sertac_Kayar/status/1112337248358416388
2 Video: David Harvey: Slums & Skyscrapers: Space, Housing and the City Under Neoliberalism (Gecekondular ve Gökdelenler, Neoliberalizm Altında Mekan, Konut ve Kent), ( 2015, 28 Temmuz). http://davidharvey.org/2015/07/video-david-harvey-slums-skyscrapers-space-housing-and-the-city-under-neoliberalism/
3 Scandal of Europe’s 11m empty homes (Avrupa’nın 11 milyon boş konut skandalı). The Guardian, (2014, 23 Şubat). https://www.theguardian.com/society/2014/feb/23/europe-11m-empty-properties-enough-house-homeless-continent-twice
4 “İstanbul Planlama Ajansı Konut Raporunu Açıkladı.” Yapi.com.tr , (2021, 18 Eylül). http://www.yapi.com.tr/haberler/istanbul-planlama-ajansi-konut-raporunu-acikladi_187119.html
5 Bknz: BM Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Komitesi 4 Numaralı Genel Yorum: Yaşamaya Elverişli Konut Hakkı.Yaşamaya yeterli / elverişli konut hakkı, asgari 7 kriter altıda açılmaktadır. Ödenebilir konut bunlardan biridir: Lema Uyar, Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Yorumları-İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik, Sosyal Kültürel Haklar Komitesi,1981-2006 İstanbul Bilgi Üniversitesi 2006 142-151
6 “İstanbul Planlama Ajansı Konut Raporunu Açıkladı.” Yapi.com.tr , (2021, 18 Eylül). http://www.yapi.com.tr/haberler/istanbul-planlama-ajansi-konut-raporunu-acikladi_187119.html
7 Pandemiyle birlikte iyice zorlaşan yaşam şartları karşısında ebeveynleri yanına sığınarak ayrı evlerde yaşamak zorunda olan çiftler ya da çocukları yanına paylaştırılan yaşlı çiftler.
8 David Madden ve Peter Marcuse, (2016). In Defense of Housing; Verso: London ( 1-16).