Leonardo da Vinci ile tanışmam üniversite yıllarımda oldu. Mimarlık, içmimarlık, tasarım, mühendislik okuyan bir çok kişinin yolu mutlaka Da Vinci ile kesişir ve kiminin bu yolculuğu kısa, kiminin ise benim gibi hayat boyu sürer. Peki meşhur tabloları, icatları ile aslında hep hayatımızda olan Leonardo da Vinci kim? Böyle birini anlatmak zor. Bana göre mükemmeli bulsa bile daha da iyisini aramaya devam eden bir dahi, zor şartlarda mücadele etmenin ilham kaynağı. Araştırmacılara göre ise Rönesans döneminde yaşamış İtalyan hezarfen, döneminin önemli bir filozofu, astronomu, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltraşı, botanisti, jeoloğu, kartografı, yazarı, ressamı…
Tuttuğu defterler pek çok alanda ilham kaynağı
Bu büyük dahinin yaşadığı bilimsel ve felsefi serüvenini anlatan 7 bine yakın eskiz ve taslak notları, Londra, Paris, Torino, Milano ve Madrid gibi şehirlerde sergileniyor. Tuttuğu defterler bile hala tıptan mühendislik ve müziğe pek çok alanda ilham kaynağı. Beni en çok etkileyenlerden biri ise insan anatomisi üzerine yaptığı kadavra çalışmaları. Da Vinci insan organizmasına, çalışma prensiplerini merak ettiği mükemmel bir makine olarak yaklaşıyor; insanı olabildiğince canlı ve tüm hareketlerini gerçeğe en yakın şekilde çizmek için dış gözlemleri yeterli görmeyip vücudun içini de görmek, kemiklerin, kasların ve eklemlerin birbirleriyle ilişkilerini kavramak istiyor. Onun bu araştırmacı merakı, eserlerinin arkasında büyük bir emek olduğunun göstergesi ve hala günümüze ışık tutmasının nedeni.
Mekan-insan ilişkisi
Sanatçının dolmakalemle yaptığı yukarıda görülen eskiz, elinden düşürmediği defterlerinden birine aitti. Çizimin yanlarında, ideal insan bedenine ilişkin ters yazı ile yazılmış notlar yer alıyor. Bu eskiz Romalı mimar Marcus Vitruvius Pollio’nun M.Ö. 1. yüzyılda yazdığı bir kitapta yer verdiği, ideal bir insan vücudunun bir daire ve karenin içine yerleşebileceğine ilişkin teoriyi çizgilere döküyor. Da Vinci, eskizde bir erkek bedenini iki farklı pozisyonda kağıda yerleştiriyor; kareye tam sığması için kolları uzatılmış olan ve daireye tam yerleşecek şekilde bacaklarını ve kollarını açmış olan.
Rönesansın dahi adamı, Vitruvius’un kavramlarını görselleştirmeye çalışan tek sanatçı değildi ancak Da Vinci’nin eskizi, matematik, felsefe ve sanatı ustaca birleştirmesi ile Rönesansın en önemli eserleri arasına girdi. Ve günümüzde mimarlık kitaplarının en anlamlı sembolü oldu. İnsan anatomisini, fiziksel ihtiyaçlar ve ölçülerin birleşmesini, mekanların ölçek gereksinimlerini belki de bu çizim en iyi şekilde özetliyordu.
Helikopter 1940’lı yıllarda icat edilmiş olsa da, Da Vinci’nin, havaya yükselmesi için spiral tasarladığı bu makinaya ait çizimlerin bir ilk olduğu düşünülüyor. 15. yüzyılın sonlarına ait Da Vinci’nin bu eskizi birçok diğer fikri gibi hayata geçirilip denenmedi ancak notları ve çizimleri, böyle bir cihazın nasıl çalışabileceğini doğru bir şekilde anlatıyordu.
“Son Akşam Yemeği”, İncil’den alınan bir sahneyi yansıtan tablo. Figürlerin yüz ifadeleri ve duruşuyla, insani duyguları yansıtmasıyla bu alanda ilklerden biri sayılıyor. Resimdeki neredeyse her unsur, gözlerin, merkezde yer alan İsa’ya yönelmesini sağlıyor. Da Vinci resimde tampera (Orta Çağ’da çok kullanılan tutkallı su ile boyanın karıştırıldığı teknik) ile yağlı boya kullanıyor.
1500’lerin başında Da Vinci tarafından yapılan Mona Lisa tablosu ise dünyanın en ünlü ve en gizemli tablolarından biri. Resmedilen figür gülüyor mu hüzünlü mü bilinmiyor ve belki de insanın karmaşıklığını ve tezatlarını aynı anda yansıttığı için bu kadar ilgi görüyor. Paris’e gittiğim yıl ben de bu tabloyu görmeden dönmedim ve bu kadar heyecanlanacağımı düşünmemiştim. Louvre müzesindeki binlerce eser, devasa tablolar, muazzam heykellerin arasından sıyrılmış bu küçük tablo (77cmx53cm) müthiş bir kalabalığı ağırlıyordu. Mona Lisa bize bakıyordu, biz ona. Ve günlerce bakabilirdi insan öylece kalıp, belki gizemini çözmek için, belki sadece seyretmek için, belki de kendimizi onda görmek için.
“Herkes uykudayken erken uyanmış bir adam”
Leonardo çok yönlü bir sanatçıydı. Yaptığı eserlerinin arkasında çok fazla merak, araştırma ve detay vardı. Bu da onu dünyanın en büyük sanatçılarından ve dehalarından biri haline getirdi. Çocukluğunda böcekleri, hayvanları ve doğanın bütün biçimlerini gözlemleyip taslaklar çizmiş durmadan. Gücünün, zekasının bilincine vararak, herşeyi merak ederek yaşamış; hiçbir yerin yerlisi olamadan, ruhuna yolculuk ateşi üflenmiş seyyahlar gibi. Sigmund Freud onun için “Herkes uykudayken, gökyüzüne karanlık hakimken erken uyanmış bir adam” der.
Leonardo da Vinci, 500. Ölüm Yıl Dönümü’nde dünyanın çeşitli yerlerinde, onuruna düzenlenen büyük organizasyonlarla anıldı. Ülkemizde de “Leonardo da Vinci’nin 500. Ölüm Yıl Dönümü” nedeniyle çok önemli bir proje gerçekleştirildi. Bir grup sanatçı, Paris’te yaşayan ressam Onay Akbaş’ın düşlediği “Leonardo da Vinci’ye Saygı” projesini, İbrahim Karaoğlu’nun küratörlüğünde ve Emre Sefer’in koordinatörlüğünde, Leonardo’nun ömrünün son üç yılını yaşadığı Amboise kentine bir yolculuk yaparak başlattılar. Yolculuk sonrası her sanatçı, orada duyumsadıklarını Leonardo’ya gönderme yaptıkları resim, heykel, kitap ve belgesel bir filme dönüştürerek sanatseverlerle buluşturdular. Bu proje için yapılan tüm yapıtlar bir sanat şöleniyle Çankaya Belediyesi Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde Ankaralı sanatseverlerle buluştu. Bu değerli sergiyi görmeniz dileğiyle.