Nesneleri saklayarak ortaya çıkaran çift
Sanatı; tuvaller, heykeller olarak görerek, dört duvarın içerisinde hapsetmeye meyilliyiz. Belki de onlara fazlaca değer verdiğimiz ve korumak istediğimiz için bunu yaparız. Kalıcılığını sağlamaya çalıştığımız bu eserlerin zaman zaman taklitleriyle karşılaşırız bu nedenle. Çünkü eserlerin bulunduğu konumlara gidip görmek ve incelemek, mümkün olmayabilir.
Fiziki ihtiyaçların karşılanması, örtünme, korunma için var olduğunu düşündüğümüz kumaşı, sanat eserlerinin olmazsa olmazı olarak da görebiliriz. Burada Postmodern sanatla ilişkilendirsek de, tuvallerde boyaların kendilerini gösterdikleri yer bir kumaş parçası. Kumaş formdan forma girebilmesi, sosyal ve kültürel konumu göstermesi bakımından da önemlidir. Geçmişte farklı anlamlar taşısa da günümüzde kumaşın daha olumsuz bir işlevi vardır; farklılıkları karıştırmak, kuşku ve belirsizlikleri anlatmak gibi. Örtmek bir nevi maskelemedir.
Son yüzyıla kadar eserlerin belli mekânlarda görülebilmesine alışkındık. Ancak bu yüzyıl sanatın mekândan, boyadan, alçıdan, kağıttan ve fırçadan bağımsız olarak yaratılabileceğini de kanıtladı. Bir enstalasyon (yerleştirme, konumlandırma) sanatçısı olan Christo ve eşi Claude, adlarını binaları, nesneleri veya parkları renkli kumaşlarla örterek duyurdu. Her ne kadar farklı eserleri olsa da uzmanlıkları binaları kumaşla paketlemek. Sipariş üzerine çalışmayı reddeden sanatçı, nihayetinde şu an bahsi geçen enstalasyon eserlerden hayatını idame edemeyeceğinden, klasik tarzdaki eserlerinin gelirini enstalasyon çalışmalar için bir kaynak olarak görmüştür. Bu eserler maliyetli olmalarının dışında, sergilendikten hemen bir ya da iki hafta sonra eski hallerine dönmeleri nedeniyle dikkat çekicidir. Bu giydir-çıkart mekanizması nedeniyle sanatçının bu tarz bir kalıcı eseri yok. Bu eserlerden geriye sadece o anın fotoğrafları, proje çalışmaları ve anıları kalıyor. Doğa, onların galerisi, kumaşsa eserleri olmuştur.
Sanatçıya neden böyle bir şey ortaya çıkardın diye sormak pek normal olmasa da, Christo’nun neden bu tarzı seçtiğini görebiliyoruz; kendince var olan sorunu başkalarına da göstermek ve çözüm üretmek. Sanatçıların neden kumaşı seçtikleri ise, “İnsanların kendilerine ve çevrelerine daha bilinçli yaklaşmalarına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bir projeye başladığımda sonucunun nasıl olacağını tam olarak bilmiyorum. Projelerimde çoğunlukla farklı tiplerde de olsa daima kumaş kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü kumaş, dinamik ve dokununca karşılık veren bir materyal olarak, en ufak esintide bile hareketlenebilmektedir” (Keser ve Oskay, 2015, s.84) sözlerinde saklı. Christo ve Jean Claude’un binaları kumaşla kapladıkları çalışmalarında binaların bulundukları çevreyle uyumlu kumaş renkleri seçmeleri izleyici üzerinde çarpıcı bir etki bırakmaktadır. Her çalışma için farklı tipte kumaş kullanmış olsalar dahi kumaşların ortak noktası hiçbir yapay katkı maddesi içermeyen doğal ve yeniden işlenebilen kumaşlar olmalarıdır. Mimaride kumaşın kavramsal ve estetik yönüyle kullanılması, yapının, çevreyle uyumuna işaret etmektedir. Kumaşın mimari bir yapıyla yorumlanması öncü ve sıra dışı özellikler içermektedir. Christo- Jeanne Claude çiftinin kumaşlarla gerçekleştirdiği devasa projeler popüler bölge ve yapıları ikonlaştırmaktadır. Kendisini paketleme sanatının yaratıcısı olarak görmeyerek nesnelerin formlarını değiştirmediğini, sadece merak uyandırmaya çalıştığını söylemiştir. Eserlerini yaratarak, yorumlamayı izleyicilere bıraktıklarını söylemişlerdir. Sahiplenmeyi protesto eden ve özgürlüğün üstünde fazlaca duran ikili, projelerini ücretsiz ancak kısa süreli sunmayı tercih etmişlerdir.
Christo ve eşi Jeanne Claude, 70’li yılların başında Colorada’da ‘Curtain Valley’ (Perde Vadisi) projesini hayata geçirdi. 80’li yıllarda Florida’nın Biscayne Koyu’ndaki küçük adaları pembe kumaşlarla çevreledikleri ‘Surrounded Islands’ (Çevrilmiş Adalar) ve Paris’te Ponf Neuf köprüsünü giydirme projeleri büyük ses getirdi. Christo eşinin ölümünün ardından İtalya’da İseo Gölü üzerinde 2016’da gerçekleştirdiği enstalasyon ‘Floating Piers’ (Yüzen İskele) ile yaklaşık 1 milyon 300 bin kişiyi gölün üzerinde yürüttü. Projeye ilişkin belgesel ‘Walking on Water’da, Christo ‘Gerçek şeyleri seviyorum, gerçek rüzgar, gerçek kuruluk, gerçek ıslaklık, gerçek korku ve gerçek sevinç’ diyordu. Sanatının anlamını, izleyene bırakan Christo’nun biyografisini kaleme alan David Boundon, Christo’nun nesneleri ‘saklayarak, ortaya çıkardığını’ ifade ediyor.
Arazi sanatının bir temsilcisi olan Christo, Jeanne-Claude ile birlikte binaları, parkları, doğal alanları örterek, sararak, yeniden şekillendirerek, siyasi bir duruş da sergiledi. Coğrafi alanın bir sanat eserine dönüştürülmesi ile hiç kimsenin sahip olamayacağı bir durum yaratan Christo, sahiplenmeyi protesto ediyordu.
Bu fikri sonuna kadar savunan Christo’nun açık alandaki büyük çaplı projeleri sadece kısıtlı bir süre için, ücretsiz olarak izleyiciye sunuldu. Christo, Reichstag’ı giydirmesinin ardından sanatına ilişkin yaptığı açıklamada, eserlerinin ‘Bir süre sonra kaybolmasının, estetik konseptin bir parçası olduğunu’ söylüyordu. Eserlerine işaret eden Christo, ‘Böylelikle özgürlük ile kök salıyorlar, zira özgürlük sahiplenmenin düşmanıdır ve sahiplenme aynı zamanda devamlılık anlamına gelir’ diyordu.
Eserleri sadece bir kesimin değil, toplumun tüm tabakaları tarafından izlenmesi ve yorumlanması sanatçı çiftin aradığı mekanizma idi. Eserleri binalara hapsolmadığından, eleştirmenlerin sözleriyle etkilenmediğinden aynı anda oradaki tüm halk kendilerince yorum yaparak inceleyebiliyorlardı.
Bu eserleri ortaya çıkartmak hayli zahmetliydi. Almanya’nın eski parlamento binası Reichstag’ın paketlemesi izni 23 yıl önce alınmıştı. Sadece izinlerin alınması, görüşmeler, incelemeler bile büyük maliyetler, siyasi iletişimler ve efor gerektiriyordu. Federal mecliste yapılan oylamayla sonuç alınmıştı. Ancak projeye karşı olanlar, 1890’da inşa edilen ve Almanya’nın en zor günlerine tanıklık etmiş yapının sarıp sarmalanmayla konu edilmesini onaylamıyorlardı. Eserin oluşmasını isteyenlerden özellikle belediye başkanı ise Almanya’nın 2000 yılı olimpiyatları için isminin duyulmasının kolaylaşacağı düşüncesindeydiler. Sanatçı çiftimiz ise eserin Almanya’nın tamamını mutlu edeceği düşüncesindeydi; nüfusun yüzde sekseni eser oluştuğunda yüzde yirmisi ise eser söküldüğünde mutlu olacaktı.
Christo’nun planladığı son eseri ise, Fransa’nın başkenti Paris’teki Zafer Takı projesiydi. Eylül 2021’de gerçekleşmesi düşünülen enstalasyonda, Paris’in simgelerinden biri olan Zafer Takı’nın 25 bin metrekare gümüş mavisi renkte polipropilen kumaş ile kaplanması ve 7 bin metre uzunluğundaki kırmızı kurdele ile bağlanması planlanıyordu. Christo’nun yaratıcı yenilikçi sanat etkinliği, sadece iki haftada 6-19 Nisan 2020’de olup bitecekti. Zafer Takı, yüksekliği 50, boyu 45, eni 22 metre dev bir anıt. Ortasındaki kemerli açıklığın eni 15 metre, yüksekliği 30 metreyi buluyor. Napolyon’un yıldızı parlarken planlanan anıtın, inşaatı başladığında Napolyon’un yıldızı sönüyordu. 1821’de ölen Napolyon’dan sonra ise inşaat 15 yıl terk edildi. Nihayet 1836’da tamamlandı. Ancak kadere bakın ki, ne Napolyon bu anıtı görebildi ne de Christo burada yapacağı çalışmayı yapabildi. Çalışma, sanatçı öldükten bir yıl sonra yeğeni tarafından tamamlanarak gerçekleştirildi.
Eserlerinde kullandıkları malzemelerin geri dönüştürülebilir olmasına da dikkat çeken sanatçı çift, güzellikler sunmak kadar doğayı korumayı da amaçlamışlardır.
Christo’nun yapıtları sanat eseri midir değil midir diye düşünebiliriz. Bergson, ‘sanat eseri hayret değil hayranlık uyandırmalıdır’ der. Bu açıdan bakıldığındaysa, Christo’nun, oldukça büyük sanat eserleri oluşturduğunu söyleyebiliriz.
The Wrapped Coast (Sydney,1968-69)
Enstalasyonun gerçekleştirildiği Little Bay sahili Sidney merkezine 14.5 km uzaklıkta, 2.4 km uzunluğunda, 46-244 metre genişliğinde ve 26 metre yüksekliğinde. Sarılması için 92.900 metrekare sentetik kumaş kullanıldı. Enstalasyonun kurulumunda dört hafta boyunca 110 mimarlık ve sanat öğrencisi ile birçok sanatçı çalıştı. Projenin finansmanı için sponsorluk kabul etmeyen ikili, projeyi Christo’nun 1950-1960’larda ürettiği işlerini satarak finanse etti. 28 Ekim 1969’dan itibaren 10 hafta boyunca sarılı kalan sahilden çıkarılan tüm malzeme geri dönüştürüldü.
Wrapped Monuments (Milano,1970)
1970 yılında, Milano’daki İtalya Kralı Vittorio Emanuele II’nin Duomo Meydanı’ndaki anıtı ve Leonardo da Vinci’nin Scala Meydanı’ndaki anıtı polipropilen kumaş ve kırmızı polipropilen iple sarıldı. Bol kıvrımlara izin verilecek şekilde dikilmiş kumaşlarla sarılan iki anıt da aynı anda Galleria’nın merkezinden görülebiliyordu.
Valley Curtein (Colorado, 1970-72)
10 Ağustos 1972’de, Colorado’da, Grand Junction ve Glenwood Springs arasına 35 inşaat işçisi ve 64 sanat okulu ve üniversite öğrencisinden oluşan bir ekiple, 18.600 metrekarelik naylon kumaş perde gerildi. Hazırlanması 28 ay süren projenin finansmanı yine Christo’nun eski işlerinin satılmasıyla sağlandı. Enstalasyonun kurulumunun ertesi günü çıkan bir fırtına ise bu projenin toplanmaya başlanmasına neden oldu.
Surraunded Islands (Florida 1980-83)
7 Mayıs 1983’te, Miami’deki Biscayne Körfezi’ndeki 11 ada, 603.730 metrekare yüzer pembe dokuma polipropilen kumaşla çevrelendi. 430 kişilik bir ekip aracılığıyla kurulan enstalasyon öncesi adalardan kırk tonluk çöp toplandı. 11.3 km’ye yayılan neon pembe enstalasyon iki hafta boyunca sergilendi ve büyük ses getirdi.
Le Pont Neuf (Paris, 1985)
Paris’te yer alan Pont Neuf Köprüsü 22 Eylül 1985’te 300 profesyonel işçili bir grubun yardımıyla 41.800 metrekarelik ipek görünümlü altın rengi kumaşla kaplandı. Nehir trafiğini engellemeyecek şekilde sarmalanan kumaş, halatlar yardımıyla sabitlenip köprünün ana hatlarını belli edecek şekilde konumlandırıldı. Enstalasyon 14 gün boyunca sergilendi ve köprüyü kullanan yayalar da bu kumaşın üzerine yürüdü.
The Floating Piers (İtalya 2015-16)
1970 yılında tasarlanan proje ancak 2016 yılında gerçekleştirilebildi. Modüler yüzer bir iskele sisteminin taşıdığı 100.000 metrekarelik sarı bir kumaş, İtalya’nın Iseo Gölü üzerinde 3 km uzunluğunda bir yürüme yolu oluşturdu. 16 gün süren sergide yolu 1 milyon 300 bin kişi deneyimleme şansı elde etti. Sergi sonrasında ise kullanılan tüm malzemeler endüstriyel olarak geri dönüştürüldü. Christo, “Yüzen iskeleleri deneyimleyenler kendilerini suyun üzerinde ya da belki bir balinanın sırtında yürüyormuş gibi hissettiler” dedi.