Temmuz ayının son günlerinde aşırı kurak ve sıcak hava ile birden fazla yerde çıkan orman yangınlarını canımız yanarak izledik. Onlarca köy, milyonlarca canlı göz göre göre yandı. Yangınlar bir yerde sönerken bir diğer yerde yeniden başlıyor. Peki sorun iklim krizi mi, yönetim krizi mi?
Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği’nden Orman Mühendisi Ahmet Demirtaş ile söyleşimizde bu soruların cevaplarını aradık, kendisinden değerli bilgiler aldık:
Sorun iklim krizi mi, yönetim krizi mi?
Türkiye’deki ormanların yüzde 99’u devlet ormanları. Eskiden özel mülkteki ormanlar 1945 yılında çıkan yasayla devletleştirilmişti. Örneğin Ankara’daki Beynam kalıntı ormanı o yasayla devletleştirilmiş. Tabii ki orman sahipleri yasaya karşı çıkmış o tarihlerde. Demokrat Parti de iktidara gelirken özel orman sahiplerini kollayan düzenlemeler yapma sözü vermiş. İktidara geldiği dönemde büyük bir orman yangını patlaması yaşanmış tüm yurtta. Günümüzde ormanların devletin olması öte yandan büyük avantaj olmuş bugüne kadar. Aksi halde durum daha vahim olurdu.
Türkiye ormanlarının Akdeniz ve Ege bölgesinde olan ve denizi gören kısımlarında bin-bin iki yüz metreye kadar olan yükseltide Kızılçam türü egemendir. Bodrum Güvercinlik’te ise Halep çamı özgün bir yapı gösterdiği için Tabiatı Koruma Alanı statüsünde korunmakta. Bu ormanın bir bölümü doksanlı yılların sonunda yanmış ve yerine bir otel dikilmişti, Anayasa ve kanunlara aykırı bir biçimde.
Geç kalındığında tepe yangını ile uğraşmak çok daha zor
Kızılçam ormanları evrimsel olarak çıktığı dönemden beri yangınlarla haşır neşirdir. Dolayısıyla yangınlara karşı evrimleşmiş bir türdür. Bu nedenle hızlı büyür. Karaçam yılda 40 cm boy atarken Kızılçam 1 metreye kadar büyür. Karaçam 20-25 yaşında kozalak verecek ergenliğe ulaşırken Kızılçam için bu süre sadece 5 yıldan ibarettir. Aynı şekilde Kızılçam ağaçlarında kozalaklar yıllarca dökülmeden ağacın dalında kalır. Orman yangınları sırasında alev alan kozalaklar on metrelerce uzağa fırlayarak tohumlarını uzağa saçmış olurlar. Yapılan bilimsel araştırmalar Kızılçam tohumlarının 80 dereceyi gördüğünde çimlenme oranının yüzde 90’lara ulaştığı gözlenmiş. Tüm bu özellikler Kızılçamın yangına karşı evrimleştiğinin göstergeleri.
Bunun dışında Kızılçam kuraklığa karşı son derece dayanıklı. Derin kök yapısı var. Bu sene çimlenen çam tohumunun toprak üstündeki kısmı 4-5 cm iken kök kısmı 90 cm’ye inebiliyor. Bu özelliği ile yangın sonrası çimlenen diğer tohumlara göre kuraklıkla daha kolay başa çıkabiliyor.
Kızılçam aslında Ankara’da bile var. Çayırhan kuş cennetine su sağlayan Aladağ deresi Seben’den doğru gelir Çayırhan’a. O derenin devamında bin 700 hektar Kızılçam ormanı bulunmakta. Hatta orası da geçen hafta yangına sahne oldu ama çok büyümeden müdahale edildi.
Çam türleri gibi Kızılçam da kolay tutuşur. Reçineli yapısı ateş almasını kolaylaştırır. Bu tür ormanlar otuzlu kırklı yaşlarda en fazla yanıcı maddeyi biriktirdiği dönemdir. Bu yaştaki ormanda ağaçların alt dalları güneş görmediği için kurumaya başlayıp dökülür. Yapraklar da yerde bolca birikir. Tüm bunlar belli bir kalınlığa ulaştığında kuru ve sıcak dönemlerde tutuşmaya hazır çıra vazifesi görürler. Dolayısıyla bir küçük kıvılcımla bile yangın başlayabilir. İşte bu nedenle OGM yangın tehlikesinin çok yüksek olduğu Kızılçam ormanlarında biriken bu materyalleri bölgeden mutlaka uzaklaştırması gerekmektedir. Aksi takdirde örtü yangını dediğimiz olaylara neden olmakta, örtü yangını da hızlıca ağacın üst kısımlarına ulaşarak tepe yangınına yol açmaktadır. Hızlı müdahale ile örtü yangınını söndürmek kolaydır ama geç kalındığında tepe yangını ile uğraşmak çok daha zordur. Çünkü alevler artık rüzgarla da güçlenmektedir. Bu günlerde yaşadığımız yangınlar bu şekildedir ne yazık ki.
Kızılçam yangınla karşılaştığında nasıl başa çıkabileceğini biliyor. Halk da biliyor, ya bakanlık?
Tarih öncesi orman yangınları yıldırım gibi doğal nedenlerle çıkarken günümüzde yurdumuz yangınlarının yüzde 90, 95’i insan faaliyetleri nedeniyle çıkmaktadır. Kasıtlı veya ihmalden kaynaklı yangınlar en büyük problemdir. Orman Genel Müdürlüğü’nün (OGM) yangınların nedenlerini tespit edip önleyici tedbirler alması zorunludur ama bunu yapmadığını görmekteyiz. Dolayısıyla insan faaliyeti sonucu yangınlar çıkıyor demek tek başına bir şey ifade etmemekte. Lakin orman yangınları çıktığında OGM son zamanlarda şöyle bir söylem geliştirdi; “Biz yangın söndürme konusunda çok başarılıyız. Avrupa’nın en iyisiyiz…” Ne yazık ki bu da çok anlamsız ve dayanaktan yoksun bir söylem çünkü her ülkenin ekolojik/ekonomik/topografik/orman özellikleri farklıyken neye göre başarılı olduğunuzu söyleyebilirsiniz? OGM’nin yangına karşı önlem alması önemlidir.
OGM ne kadar örgütlü, deneyimli olduklarını söyleseler de bir gündeki orman yangını sayısı ikiye üçe katlandığında çok yetersiz kaldığını ve yangınların kontrol dışına çıktığını görmekteyiz.
Turizm teşvik yasası aslında iktidarın doğal varlıklara nasıl baktığının bir yansıması
Turizm teşvik yasası aslında iktidarın doğal varlıklara nasıl baktığının bir yansıması. Dolayısıyla ormana rant getirecek, yerine göre para kazanılacak arsa, yerine göre odun, yerine göre satılacak manzara diye bakıyor sadece. Orasının bir ekosistem, insanlığın ortak varlığı gibi görmüyor. Para kazanılacağı bir meta olarak görmekte.
2018 yılında çıkarılan 7139 sayılı yasa ile orman dışına çıkarılacak yerlerle ilgili düzenlemeler anayasamıza açıktan aykırıdır. Çünkü 169. Madde “orman olarak muhafazasında yarar görülmeyip tarım ve hayvancılıkta kullanılmasının daha uygun olduğuna karar verilen yerler orman vasfından çıkarılır” demektedir. 1982 Anayasasında böyle yazar. İktidarın çıkardığı yasada şunu yazar “orman olarak korunmasında yarar görülmeyen, tarımda da kullanılmayan, taşlık kayalık, eğimi fazla olan yerler Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle orman vasfından çıkarılır” diyor. Akdeniz Bölgesi ve Toros Dağlarındaki ormanların büyük bölümünün taşlık kayalık yerlerde bulunduğunu belirtelim. Dolayısıyla bu yasa uygulanırsa o bölgedeki ormanlar yok edilir.
Son yıllardaki uygulamalar; maden, HES, RES izinleri sonucunda toplumun Orman Genel Müdürlüğü’ne güveni azalmıştır. Bu güvensizlikten kaynaklı olarak yanan orman alanlarının yapılaşmaya açılacağı düşüncesi yaygındır.
OGM yıllık bütçesi dışında orman yangınlarını önlemek üzere genel bütçeden sınırsız ödenek alma hakkına sahiptir ama müdürlüğün maalesef yıllık bütçesini bile faydalı kullanmadığı anlaşılıyor. Son yangınlarda söndürme çalışmalarındaki tişört giymiş kişilerin görüntüleri yayınlanmıştır. Yangın söndürme personelinin yangına dayanıklı giysi ve başlıkla donatılmış olması gerekir. Kurumun orman yangınlarıyla mücadele kapsamında, nereye ne kadar harcanmıştır, hangi önlemler alınmıştır, yetersizlikler nelerdir ve mevzuata uygun mudur gibi konuları içerecek biçimde denetimi yapılmalıdır.
Orman yangınlarının davranışları üzerine mücadele edecek gönüllü personelin bilgilendirilmesi, eğitilmesi şarttır. Ormanın yapısı, topografya, ağaçların özellikleri, rüzgar çok belirleyicidir. Bunları bilmeden yangın söndürmeye giden ekiplerin hayati tehlikesi büyüktür. Eğitimsiz eleman çalıştırılmaması gerekiyor. Dışarıdan yardıma gelen asker, itfaiyeci veya gönüllüler bölgeyi tanımadığı için zor durumda kalabilirler. OGM’nin bunun planlamasını yapması gerekmektedir. Orman yangınlarını koruyucu tedbir almak yol kenarına uyarıcı levha koymak yeterli değildir.
Ormanın yapısal özellikleri gibi veriler elde edilmemişken fidan kampanyasının ne anlamı var?
Daha ormanlar yanarken Orman Bakanının fidan kampanyası başlatması acizlik göstergesidir. TEMA da bunun fırsatçılığını yapıyor. Yangınlar söndürülememişlerken, yanan ormanın alanı, yapısal özellikleri, toprak durumu vb. veriler elde edilmemişken fidan kampanyasının ne anlamı var?
“Tarihin en büyük fidan kampanyasını yapacağız…” Bakanın müjdelediği bu haber çok vahim. Bir kere yanan bölgeleri ağaçlandıracak Kızılçam fidanınız elinizde yok. Ne yapacaklar o zaman? Ülkenin her yerinden fidan getirip dikecekler. Bölgeye adapt olamayan bu fidanlar da kısa sürede kuruyacak. Akıl dışı, bilim dışı, savurganlık kokan bir kampanya bu. Kızılçam ormanlarına yandıktan sonra çok müdahale etmemek en iyisi. Yanan bölgeyi koruma altına alarak bir iki sene gözlemek, sonra çimlenmenin az olduğu belli bölgelere uygun tohum veya fidan takviyesi yapmak en doğrusu. Tabii ki takviye yapacağınız tohum veya fidanı benzer coğrafyalardan temin etmiş olmak çok önemli. Başıbozuk kampanyalar faydadan çok zarar verecektir.
Zaten şu andaki önceliğimiz mevcut yangınları söndürmek olmalı. Sonrasında hasar envanterinin çıkarılması ve bilimsel çalışmaların yapılması şart. Şimdiden kampanya çağrıları yapmak çok yersiz.
“Böylesi zorlu coğrafyalarda yangına ilk müdahalede uçak veya helikopter çok önemli”
Türkiye’de orman yangınlarının olduğu Akdeniz bölgesinin topografik yapısına bakarsak oldukça sarp ve değişken olduğunu görüyoruz. Böylesi zorlu coğrafyalarda yangına ilk müdahalede uçak veya helikopter çok önemli. Hızla bölgeye ulaşabilen bu araçlardan atılan sular alevleri henüz yayılmadan söndürebiliyorsa ne ala. Eğer bunu yapamadıysanız yangınlar yayıldıktan sonra yapılan havadan mücadele genellikle başarısız olabiliyor. Dağların konumları, derin vadiler, sık tepeler uçakların manevra kabiliyetini sınırlıyor, etkili olamıyorlar her noktada. Yangına fazla yaklaşamıyorlar tepelere çarpma riskinden dolayı. Çok yüksekten bıraktıkları sular da etkili olamıyor. İki yüz metreden bırakılan su kütleselliğini kaybediyor aşağı düşerken, dağılıyor. Böylece ısının etkisiyle buhar oluyor. Bir de rüzgar faktörü varsa durum daha da zorlaşıyor. Topografya düz ise uçağın şansı artıyor.
Helikopterin manevra kabiliyeti yüksektir. Hem ekiplerin bölgeye hızlıca ulaştırılması hem de suyla ilk müdahale edebilmesi açısından kara araçlarından avantajı vardır.
Artık tüm yetki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda
Tarım ve Orman Bakanlığı iklim değişikliğine karşı pek çok eğitim, panel düzenlemesine rağmen uygulamada bunu pek göremiyoruz. İklim değişikliğine karşı tarımın ve ormanların adaptasyonuna dair elle tutulur bir proje geliştirdiklerini duymadık. 2009 yılında Manavgat ile Serik arasında 20 bin hektarlık orman yangını sonrası OGM, “Yanan Ormanların Rehabilitasyonu ve Yangına Dirençli Ormanlar Projesi -YARDOP” geliştirerek yanan bölgede ateşe dayanıklı orman oluşturma çalışması yürütüldüğü açıklanmıştı. Lakin son çıkan Manavgat yangınında o projenin etkisiz kaldığı ortaya çıktı çünkü uygun ağaç türlerini dikmek yetmiyor, orman ölü örtüsünün (yanıcı madde) de temizlenmesi ve emniyet şeritlerinin bakımlı tutulması da çok önemli.
İklim değişikliği olduğunu kabul ediyorlar ama ne tarımsal ne de ormanlar açısından bu değişikliğe uygun bir önlem alınmıyor. Kurak bölgelerde çok su isteyen bitkisel ürünler yetişmesini teşvik etmeleri nedeniyle yeraltı sularının tükenecek hale gelmesi bakanlığın bakış açısını gayet net gösteriyor. İklim değişikliği, iktidarın hatalarını kapatmak için kullandıkları bir bahane haline geldi.
18 Temmuz tarihinde çıkan ve 28 Temmuz 2021 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan 7334 sayılı Turizm Teşvik Yasası ile tüm ormanlar ticari işletmelerin kullanımına açıldı. Üstelik yetkiyi Kültür ve Turizm Bakanlığına veriyorlar ama sorumluluk tamamen OGM’de. Yani işletmenin ormanda yapacağı tahribatın sorumlusu kendisi olmayacak. Artık tüm yetki Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda.