Kızılay meydanı, su perilerini geri istiyor
Ayrancım Derneği
Modern cumhuriyetin başkentinin planlandığı 1920’li yıllarda Yenişehir üzerinde pek çok plan, proje ve yatırım olanca hızıyla sürmektedir. Yabancı mimarların, belediye başkanlarının ve aslında tüm hükümet amirlerinin bazen örtüşen çoğunlukla çelişen uygulamaları arasında bir kent kurulmaktadır “Yenişehir”de. Modern anlayışın simgelerinden heykeller de yavaş yavaş yerlerini almaya başlayacaktır Ankara’nın “modern” yüzünde.
Kurtuluş Meydanı; “Havuzbaşı”
Belediye Başkanı Asaf İlbay’ın siparişini verdiği heykeller de bu dönemde getirilmiştir 1926 yıllarında, tahminlere göre. Ankaralıların ilgi odağı olmakta gecikmez bu ihtişamlı heykel. Zamanla etrafına çiçekler, banklar konulur, bulvarı turlayanların dinlenme ve seyir mekanı olur yıllarca. Fıskiyelerinin altında oturmak pek fiyakalıdır artık, hemen herkes önünde hatıra fotoğrafı çektirmeye başlar. Heykel o kadar revaç görür ki kentin merkezinin ismini bile gölgede bırakır, halk arasında burası artık Kurtuluş Meydanı değil “Havuzbaşı”dır. Ruşen Eşref Ünaydın, “Atatürk’ü Özleyiş” adlı kitabında (1981, s.77) Atatürk’e hitaben yazdığı satırlarında getirilen üç heykelden bahseder:
“Kurtlar, sadece, gece vakti dışarı çıkıldığı veya eve dönüldüğü zaman dere içlerine elde fener, omuzda mavzer inilen o ilk kışta değil, zaferden birkaç yıl sonra bile o semtlerde dolaşmakla da kalmadılar. Yenişehir kıyılarına indikleri dahi oldu! Hatta şehremini Asaf (İlbay) Ankara’yı süslemek için Avrupa’dan bir demir havuzla birkaç da dökme nemfos heykeli getirtmişti. Havuz önceleri Kızılay Meydanı’na kurulmuştu. Bugün de Sağlık Bakanlığı önündeki meydanda duruyor sanırım. Nemfoslar ise iki üç mevsimi senin bahçende geçirdilerdi. Ve bir kış üstü Yenişehir’e indirildiler. Fakat, bir tipili sabah, uyanılınca görüldü ki çıplak kızların kolları ile baldırları geceleyin kurtlar tarafından dişlenmişler! Demirlerin altındaki kırmızı boyalar yaralarının kanları gibi dışarı vurmuştu!”
Ankara’nın o eski çetin kışlarında 20’li yıllarda gelen kurtlar hızla büyüyen, kalabalıklaşmaya başlayan caddelerden ayaklarını kısa sürede çekerler. Kent merkezinde olması nedeniyle hemen yanında kurulan büyükçe bir çadırın içinde konserler verilmeye başlanmıştır, modern Ankaralılara. Riyaset-i Cumhur Mızıkası tarafından sıkça verilen bu konserler, dönemin gazetelerinden Hâkimiyet-i Milliye’nin 3 Kasım 1928 tarihli sayısında şöyle duyurulmuştur; “Yenişehir’de güzel bir park halini alan meydanda akşamları Riyaseti Cumhur Mızıkası Çalıyor.” 1929 yılında Kızılay Genel Merkez binası hemen çapraz köşeye yapılır. Meydanın bir köşesini tutan bu güzel mimarili binanın önüne de büyükçe bir park, havuz ve bir de çocuklar için bir kum havuzu yapılır. Giderek ilginin bu parka çevrilmesiyle “Su Perileri” gözden düşmeye başlarlar yavaş yavaş. Bölgenin adı “Havuzbaşı” değil “Kızılay” olarak anılmaktadır artık.
İkinci, üçüncü durak, yerinden edilen heykel…
1931-32 yıllarında heykelimiz ikinci adresine taşınmıştır. Burası o zamanlar yanından İncesu Deresi’nin geçtiği bataklık bölgenin hemen yanında ve Belvü Palas’ın karşısındaki parkta bulunmaktaydı. İstiklal Caddesi’nden çift kollu geniş bir merdivenle inilen ve caddeye paralel ince uzun bir şerit olarak düzenlenmiş bu parkın adı “Gençler Parkı” idi. Park yine bu bölgede yer alan “Ay-Yıldız” isimli top sahasının 1923 yılında kurulan Gençler Birliği Spor Kulübü tarafından kullanılması nedeniyle bu ismi almıştı.
Bataklık bölge yazın en büyük sorunlardan biri olan sıtmanın kaynağı olduğu için burasının kurutulması ve üzerinde büyük bir park yapılması için inşaatlara başlanır. Kentlilerin, deniz özlemlerini üzerinde kayıklar çekerek giderebilecekleri Gençlik Parkı’nın temelleri atılmaya başlandığında heykelimiz için yeni bir yolculuk vaktidir.
Üçüncü durağı Hacettepe Parkı’dır, Su Perileri’nin. 1936 yılında gelen heykelin 1960’lı yıllara kadar kalacağı yerdir burası. Lakin heykelimizin üst kısmı yoktur artık. Sebebi kaza mı, kayıp mı, hırsızlık mı bilinmez.
Mahallelinin çok sevdiği bu park heykel gelince daha da şenlenir. Ailelerin piknik yaptığı, bıçkın delikanlıların, öğrencilerin geldiği bir yer olur. Bazı tatil ve bayram günlerinde Hacettepe Parkı’na, Hasanoğlan Köy Enstitüsü öğrencileri de otobüslerle gelirler ve burada milli oyunlar oynarlar. Hatta mahallenin ünlü spor takımının da renklerini buradaki menekşelerden aldığı söylenir. Hacettepe Spor, mor beyaz renkleriyle birinci ligde fırtınalar estirir.
Merkezi otoriteyle sık sık başı derde giren Hacettepe Mahallesi, dönemin başbakanı Adnan Menderes’in talimatıyla istimlak edilir, 1959 yılında hastane projesi uygulanmaya başlanır. Hastane binaları yükselmeye başladıktan sonra Hacettepe Parkı da eski önemini kaybedip üniversitenin arka bahçesi durumuna düşünce, sökülüp parçalara ayrılan demir döküm heykel ve fıskiyenin parçaları doğruca belediyenin depolarına kaldırılır.
Uzun yıllar Yenimahalle Belediyesi’nin açık hava depolarında parçalanmış ve muşambalara sarılmış bir vaziyette bekletilen “çeşme”, nihayet yine Şair ve Gazeteci Halil Soyuer’in uyarısı ile hatırlanmış ve tekrar gün yüzüne çıkartılmıştı. 1970 ve 80’li yıllarda yeniden kentin simgesi haline gelir Su Perileri. Tandoğan Meydanı’nın Anıtkabir’e bakan kısmında uzun yıllar güzelliğiyle büyüler herkesi.
Tandoğan Meydanı’da sık sık miting yapılmasından ve yürüyüşlerden duyulan rahatsızlık nedeniyle meydanın bir şekilde daraltılması düşünülürken bu fırsat, tarihler 1992’yi gösterdiğinde ele geçmiş. Ankaray projesi bahane edilerek, gereksiz büyüklükteki Ankaray çıkışları ile hem meydan amaçlanan doğrultuda parçalanmış hem de Ankara’daki bu büyük değişimin sert rüzgarları, Su Perileri’ni yine yerinden etmişti. Tandoğan Meydanı’ndan üç parça halinde sökülen çeşme bir kez daha gözlerden uzağa, Ankara Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nün Yenimahalle’deki deposuna kaldırılmıştı.
Yıllar sonra gazeteci Ateş Yalazan, Melih Gökçek’e heykelin akıbetini sorup Ankaralılardan yardım istedi. Bu haber üzerine perilerin belediyenin açık hava deposunda çürümeye terk edildiği ve çıplaklıkları görünmesin diye de muşambayla örtüldüğü ortaya çıktı.
16 yıl depoda bekleyen Su Perileri, T.C. Kültür Bakanlığı ve TÜRSAB, Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği işbirliğiyle 2008 yılında, Cinnah Caddesi’nin köşesinde bulunan “Su Perilerinin Dansı” heykelinden tanıdığımız heykeltıraş Metin Yurdanur’a restore ettirilmiş, hasar gören kısımları onarılmıştı.
“Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”
20 Aralık 2010 tarihinde çeşme bu kez de TCDD lokomotiflerin teknik bakımının yapıldığı eski “Cer Atölyeleri”nin restore edilerek modern bir sanat merkezine dönüştürülen 11.500 m2 kapalı alana sahip, Cer Modern’in önüne yerleştirilmişti.
Heykel hakkında değerli araştırmalar yapan mimar Levent Civelekoğlu, çok değerli bilgilere ulaşır; “Heykelin üstünde bulunan asma yaprakları, üzümler, amphora, kantharos ve thrysus bizi Yunan mitolojisindeki bağ bozumu, bağcılık, şarap, haz, cümbüş ve coşkunluğun tanrısı Dionysos’a ya da Roma mitolojisindeki karşılığı olan Bacchus’e götürmektedir” der.
Yunan Mitolojisine göre Dionysos, Zeus’un kartal kılığına girerek baştan çıkarttığı Thebai (Thebes) prensesi ölümlü Semele’den olma oğludur. Ancak Semela’nın hamileliğini öğrenen Zeus’un karısı Hera, Semela’yı Zeus’un kendisine gerçek kimliğiyle görünmesini istemeye ikna eder. Semela, Zeus’un gerçek kimliğiyle ortaya çıktığında bir ölümlü olarak onun yıldırım ateşiyle yanıp kül olacağını bilmediğinden, başına geleceklerden habersizdir. Nitekim Semela, Zeus’u gördüğü an yanıp kül olur ancak Zeus cenini son anda kurtarıp baldırına dikerek saklar. Cenin gelişimini babasının baldırında tamamlayıp ikinci kez dünyaya gelince ona iki kere doğmuş anlamında dimetor sıfatı yakıştırılıp Dios ve Nysos kelimelerinden oluşan Dionysos (Nysa’nın Tanrısı) adı verilir. Dionysos Olympos’a en son kabul edilen, en genç ve annesi ölümlü olan yegâne tanrıdır. Zeus karısı Hera’nın gazabından korumak için Dionysos’u gizlemiş, doğduktan sonra yetiştirmeleri için efsanevi Nysa dağının perileri olan Nysiad’lara emanet etmişti. Böylelikle Dionysos ergen olup Olympos’a çıkana kadar Nysiad’lar tarafından bakılıp, büyütülmüştü.
Heykele işlenen çocuğun Dionysos, su perilerinin de onu büyüten dağ perileri Nysiad’lar olması nedeniyle çeşmenin isminin “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi” olarak anılması gerektiğini belirtiyor Civelekoğlu. 1858 yılında çekilen fotoğrafa göre Lyon kentinde Célestins Tiyatrosu’nun önündeki küçük meydancıkta bulunan bu anıtsal çeşme, Ankara “Anıtsal Dionysos ve Dağ Perileri Nysiad’lar Çeşmesi”nin kardeşi olduğunu da söylemektedir aynı zamanda.
“Célestins Tiyatrosu’nun önündeki çeşme Ankara’daki kardeşine göre daha sadedir; üstteki su haznesi ve alttaki kaidesi daha küçük ve yalındır, alt kaidesinin etrafında Eroslar da yoktur. Heykeller direkt olarak silindirik bir kaideye oturmaktadır.
Tiyatronun önündeki meydana 1858’de yerleştirilen çeşmenin tasarımını Fransız heykeltraş ve dekoratör Michel Joseph Napoléon Liénard (1810–1870), heykellerini ise yine Fransız olan heykeltraş Mathurin Moreau (1821-1912) yapmış, çeşmenin demir dökümlerini ise Val d’Osne Sanat Dökümhanesi gerçekleştirmişti. Doğal olarak Ankara’daki heykelin yaratıcıları da bu iki Fransız heykeltraştır; Michel Liénard ve Mathurin Moreau. Üreticisi de Fransız Val d’Osne Sanat Dökümhanesi’dir.
Anlaşılacağı gibi, Ankara’daki “Anıtsal Dağ Perileri Nysiad’lar ve Dionysus Çeşmesi”ne Milano’dan ya da Napoli’den ne de Viyana’dan gelmemişlerdi, çeşme Fransa’dan gelmişti ya da getirilmişti.” Lyon’daki benzerinin 1957 yılında yıkılmasından sonra bizde kalanın türünün tek örneği olması da ne kadar değerli olduğunun kanıtıdır.
Kent meydanları, tarihi yapıları ve sanat ürünleriyle kimliğini bulur
Şu an Cer Modern’in bir köşesinde yıllardır küskün bir vaziyette bulunan tarihi anıt çeşmemiz kendisine yakışan bir yerde tüm Ankaralıların seyrine açık olmalı. Bu nedenle hem uzun yıllardır meydansız kalan başkentimiz bir asır önceki nadide haline getirilmeli ve tahminen 158 yaşında olan (bilinen ismiyle) “Su Perileri”miz de meydandaki yerine konmalıdır. Kent meydanları, tarihi yapıları ve sanat ürünleri ile kendi kimliğini bulur. Meydansız başkent olmaz, Ankara’ya yakışan budur.
Başkent Ankaramızın yüzyıla yaklaşan geçmişini de bizlere özetleyen bu güzel yazınız nedeniyle sizleri candan kutlarım.