Bir İzmirli’nin Ayrancı’ya gelişi
Benim Ayrancılı olmam biraz da tesadüf eseri oldu aslında. 18 yaşında üniversiteyi kazanıp İzmir’den geldim. İkinci sınıfın ortasına kadar da Beytepe’de yurtta kaldım. Üzerinden 15 sene bile geçmemesine rağmen çok rahatlıkla “Benim öğrenciliğimde buralarda hiç bina yoktu. Her yer boştu” denilebilecek zamanlardı. Şöyle söyleyeyim, Beytepe’den market alışverişleri için Armada’nın altındaki Gima’ya gelirdik. Arada bir şey yoktu.

Bu kadar boşluk ve yokluğun 19 yaşında insanı sıkmaya başlaması kadar normal bir şey yok herhalde. Üniversitelerin yazılı olmayan kurallarından olan “Hele bir ilk sene yurtta kal da sonrasına bakarız!” da fazlasıyla yerine getirildiğine göre sırada şehre inme vakti vardı. Vardı da, nereye? Ankara’yı pek bilmiyordum ve sevmiyordum. Okula gidiş geliş zaten başlı başına bir problemdi. Ev arayışları başladı. O zamanlar da Bahçeli taraflarından hoşlanmazdım, şimdi de pek hoşlanmam. Cebeci tarafları bana Ankara Üniversitesi’ni, 100. Yıl tarafları ise ODTÜ’yü hatırlattığı için Ayrancı dolayları aklıma yattı. Bir gün Kızılay’dan Ayrancı dolmuşuna bindim. Dolmuş Meclis’in yanından Hoşdere’ye döndü. Ben de “Herhalde Ayrancı burası” diyerek indim. Bir alt sokağa geçtim ve ilk gördüğüm emlakçıya daldım. Emlakçı bulunduğu binada olan bir daireyi gösterdi. Daire bana çok mantıklı geldi ve her şey tamam oldu. Kısaca, Kızılay’dan dolmuşa bin, ev tut 20 dakikada Ayrancılı oldum. Kuzgun Sokak ile Alidede’nin kesiştiği binada Ayrancılılık kariyerim başladı.

O ev ile ilgili aklımda kalan en önemli özellik küçüklüğüydü. O zamanlar internet için telefon gerekiyor. Ben de telefon bağlatacağım eve. Bağlayacak kişi geldi. Gösterdim yeri. Diyor ki “Salona bağlasak daha iyi olmaz mı?” Salonun büyüklüğünü beğendirememiştim o zaman.
Okuldan mezun olduktan sonra Ayrancılılık da Ankara’da yaşam da bitti (sanıyordum o zaman ama bir ara vermiş sadece). Başka şehirlerden sonra yolum tekrar Ankara’ya düştü ama bu sefer Boğaz’ın öte tarafını Kavaklıdere’yi seçtim kendime. Sanırım Ankara’nın en güzel apartmanıydı o apartman ve Türkiye’de her güzel şeyin başına gelenler oldu. Yıkıldı. Otopark olamadan yeni bir inşaat başladı yerinde. (Google’a Büklüm Sokak’taki güzel apartman yazdığımda çıkıyordu karşıma Büklüm 18!)

Kavaklıdere maceram Büklüm 18 ile bitti ve tekrar yolum Ayrancı’ya düştü. Boğaz’ın iki tarafı arasındaki farkı böylece net olarak görebildim. Kavaklıdere daha Avrupa yakasıyken, Ayrancı daha Asya. Bir taraf daha Beyoğlu’yken, bir taraf daha Kadıköy. Sakinliğin güzelliğine karşı (Ankara standartlarında) bitmeyen hareketin çekiciliği. Arada da Ankara’ya büyük zararlar vermiş bir belediye başkanının otoyola çevirdiği Atatürk Bulvarı.
Kavaklıdere’nin anlatımı Kavaklıdere’nin bir gazetesi çıkarsa bir gün oraya kalsın. Biz Ayrancı’ya dönelim. Ayrancı son yıllarda geçirdiği dönüşümle kimliğine daha çok kavuştu gibi. Sokağı yaşayabildiğiniz cafelerden, restoranlardan bahsediyorum. Buralar; yıllardır Ayrancı’da oturan, sokaktaki ağaçlarla birlikte büyüyüp, onlarla yaş alan eski Ayrancılıların da katılımıyla yaşanılası bir mahalle kültürü oluşturdular. Bu değişim Kavaklıdere ya da Bahçeli’de olduğu gibi olmadı. Daha dokuya uygun, daha yaşayanların katılımıyla oldu. Belki Ayrancı’yı hala özel tutan noktalardan bir tanesi budur.

Buradaki insanlar kendilerini belli ediyorlar sokakta. Çiftlerin yürüyüşleri, farklı farklı bir sürü köpeğin dolaşması, bir cafede kitap okuyanlar, bir cafede sohbet edenler… Merkeze çok yakın bir merkez ve merkeze çok yakın bir sakin mahalle.
Geriye dönüp bakınca hayatımın çok önemli bir bölümü Ayrancı’da geçmiş. Ankara’nın çekilebilir olmasını da belki bu sağlamış. Şimdi olumlu gördüğüm değişim, binaların yerlerini “rezidanslara” bırakmasıyla elbette bozulabilir. Orada da Ayrancı’nın gücü ortaya çıkacak. Yeni gelenleri de benim gibi içine alacak mı? Yoksa merkeze yakın bir “oteller bölgesi” mi olacak? Bu gazetenin de katkılarıyla ilki olur umarım.