Ve karşınızda Çankaya Sahne

Tiyatro, seslendirme, oyunculuk, yönetmenlik, sesli kitap… Devlet Tiyatroları, Ankara Sanat Tiyatrosu, şimdi de Çankaya Sahne. Büyülü bir süreç. Kimdir Mehmet Atay?

Sorunun son kısmından yola çıkayım, bu “büyülü süreç” diye bir kelime kullanmışsınız. İnsanın hayatını erekler, amaçlar, vizyonlar kadar tesadüfler de belirliyor. Bilemiyorum ne kadar büyülü olduğunu. Ama şunu diyebilirim; tiyatro hayatım, saydığınız bütün mesleklerin dışında her şeyin ortasında, merkeze tiyatro oturuyor. Bu da biraz tesadüflere bağlı olarak gelişmiş bir şey.

Mehmet Atay

Lise yıllarımda biraz haylaz bir öğrenciydim ve son sınıfa geldiğimde de pek akıllanmış sayılmazdım. Biliyorsunuz liselerde kol faaliyetleri asılır; işte gazetecilik kolu, müzik kolu falan. İşte tiyatro kolu da bunlardan bir tanesiydi. Bir dedikodu geldi kulağımıza, “geçen sene tiyatro kolu çok iyi çalıştı, çok iyi de ders asabildi.” Biz de tiyatro koluna girelim mi diye 3-5 arkadaş konuştuk aramızda. Girdik tiyatro koluna.

O sene şans eseri, öğretmenlerimizin de teşvikiyle 3 tane oyun oynandı. Bir tanesi Şinasi’nin şair evlenmesi, bir tanesi Çanakkale ile ilgili bir oyun, birisi de Uzak Dünyalar oyunuydu. O senelerde; Halk Eğitim Merkezi (şimdiki Resim Heykel Müzesi) 3. Tiyatro’da Halk Eğitim faaliyetleri varmış ve Liselerarası Tiyatro Yarışması açtılar. Biz de Ankara Atatürk Lisesi olarak – o zaman erkek lisesiydi ama son sınıfta kızlar da gelmeye başlamıştı. Kızlar, erkekler birlikte tiyatro yapabilme şansı elde edebildik.- Hasbelkader, liselerarası tiyatro yarışmasında “en başarılı erkek oyuncu” ödülü aldım. Bu ödül hem kanıma girdi, hem de teşvik ve tahrik etti. Tiyatro kolunu organize eden edebiyat öğretmenimizin de teşviki, “konservatuarı denemelisin” demesiyle başvurdum ve kazandım. Babamın da haberi vardı, rahmetliye “ben konservatuar imtihanına gireceğim” demiştim, o da “olur gir” demişti. Girdim, sonra “kazandım” diye gittiğimde yanına, –heves gibi düşünmüştü galiba– biraz hayal kırıklığına uğradı, birkaç ay küstü bana.

İşte böyle tesadüflerle başlayan bir süreçtir tiyatro hayatım benim. Konservatuara girince de, o lisedeki haylaz, hayta, derslerle ilgilenmeyen çocuğun yerini, tamamıyla eğitimine, tiyatroya kendini adamış bir talebe aldı. 24 saatim tiyatro olmaya başladı, demek ki severek yapıyormuşum.

Tabii şimdiki gibi aslanın ağzında değil tiyatroculuk (1975 yılı). 5 yıl okuyup mezun olduktan 1 saat sonra kadrolu Devlet Tiyatrosu Sanatçısıyız, o zaman öyle bir şansımız vardı. Şimdi öyle değil yeni çocuklar için. Çok zor geçiriyorlar bu süreci, iş bulamıyorlar, Devlet Tiyatrosu’na girmek neredeyse imkansız hale geldi, çok mezun var. 7.000 tane işsiz mezun olduğu söyleniyor İstanbul’da.

Bu süreci dolu dolu geçirdiğiniz zaman, mezun olduktan sonrasını da dolu dolu geçirmeye ve tiyatroda üst üste görevler almaya başlıyorsunuz. Yan branşlar ilginizi çekiyor; seslendirme, dizi/sinema oyunculuğu teklifleri de gelmeye başlıyor. Ama bunların hepsinin merkezinde tiyatro var, eğitim var, vizyon var.

Sesli kitap başka bir süreç. Önce benim ihtiyaç duyduğum bir ürün. İstanbul’a çok sık gidiyordum bir dönem ve özgür olmak adına arabayla gidiyordum. Gittin 6, geldin 6 saat, sürekli gözün yolda, boşa giden zaman gibi gelmeye başlıyor. Bu, yolda geçen zamanın bir şeyle değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Dünyada yapılan örnekler var ve sesli kitapla (bizim markamız o) tanışıyorsunuz. Bizde niye olmasın diye araştırdım. O zamana kadar münferit bir şeyler yapılmış. Genellikle popüler olan isimler, o anı değerlendirmek, para kazanabilmek için yapmışlar. Adile Hanım rahmetli, masal kasetleri çıkarmaya başlamış popüler olduğu dönemde. Onların her biri de bizim için birer sesli kitap.

Bu nasıl sistemli bir hale gelebilir” diye düşünürken (şimdiki bir) ortağımla tanıştım. O da, çocuklar üzerine sesli kitap çıkarmak istiyormuş seri halde. Önüme, çocuklar için “okur musun” diye çocuk kitapları verdi. Dedim ki, “çocuk kitapları için, hem sesim ve hem cinsiyetim itibariyle –genelde kadın okuyucular okur- doğru insan olduğumu düşünmüyorum” dedim. “Benim de yetişkinler için böyle bir projem var, gel ikisini evlendirelim” dedik ve evlendirdik, 2009’dan beri sesli kitap üretiyoruz. Şu anda bayağı iyi bir koleksiyonla, hem Storytel hem kendi sitemizde dinleyicisiyle/okuyucusuyla buluşuyor sesli kitaplarımız.

Ben öyle çok hırsı olan, “o’nu yapayım, bunu da yapayım” diyen biri değilim. Biraz tesadüflerle gelişmiştir hayat. Mehmet Atay da oluştuysa, o da odur zaten.

Mekan, mahalle, merkezde olmak, mekanın geçmişi… Şili Meydanı’nda, Ayrancı’da, kentin göbeğinde, böylesine tarihi olan bir yerin tiyatroya dönüşünü sağladınız. Neler söylersiniz?

Buraların çocuğuyum zaten. Çocukluğum, gençliğim, delikanlılığım hep Esat’ta geçti. Buralar da bölgemizdi ve ben de bir sinema tutkunuydum o zamanlar. Çankaya Sineması da benim çok sık geldiğim bir yerdi. Yanında da Kilim Pastanesi vardı. Pastanenin kokusunu duymak, kız arkadaşlarımızla buraya gelmek falan, bir nostalji yaşıyorsunuz tabii ki. Hiç aklıma gelmeyecek bir şeydi, oldu. 2006 yılında Devlet Tiyatrosu’ndan emekli oldum, tercih ettim kendimi biraz özgür hissetmek istedim, iyi de oldu.

Burasının kült bir mekan olması yanında benim için nostaljik hatıraları var. Buraya girdiğim zaman her yerini ayrıntılı hatırlayamadım ama localarını, konumunu, kapısının arasından perdenin görünümünü hatırlayabildiğim için onları yerli yerine koyabiliyorum. Burası sinema iken bu kadar kalabalık ve hareketli bir yer değildi. Zaten buradaki (Şili Meydanı ve onu merkeze alan bölge) hareketlilik son 2 yılda oluştu ve birbiri ardına işletmeler açılmaya başladı.

Burada birçok şey denenmiş. Eskiden sinema, sinemadan sonra bir müddet disko yapılmış, sonra gazino yapılmış, bir süre atıl kalmış ve ihmal edilmiş. İçindeki kiracı bir süre kira verip oturmuş ama hiç bakılmamış binaya. Yıllar sonra terk ettiğindeyse tam bir virane olarak kalmış. Biraz korkarak girdik. Bir tiyatroyu yapmak masraflı bir iş. Neyimiz varsa, varımızı yoğumuzu ortaya koyarak, bazı özel zevklerimden feragat edip onları da paraya çevirerek, burayı çalışır bir tiyatro haline getirdik.

Geçen yıl açıldınız çok iyi oyunlar ve aktivitelerle. Ve üzerine pandemi geldi. Neler dersiniz; ülke, ekonomi, seyirci, sanatın para kıskacı üzerine.

Tabii ki işin başı; seyirci burayı tanıyacak, bilecek ki teveccühünü, ilgisini gösterecek. Buranın da tanınmaya ihtiyacı var. Bu konuda eksiklerimiz olduğu için ancak bu bölgeyi besleyecek kadar çalışabildik. Pandemi dolayısıyla 5 ay kadar faaliyette kalabildik. Çok memnun kaldı buraya gelenler, kim geldi ve takip ettiyse bir daha gitmedi, hiçbir gösteriyi kaçırmamaya başladılar, bu güzeldi.

Manevi tarafını çok iyi düşünerek girdiğimizi söyleyemeyeceğim. Çevre öyle besliyor ki insanı, buraya gelip kapının önünde durup, burada bir sanat mekanının açılmış olması insanların gözünde o kadar büyüdü, o kadar taltifle karşılaştık ki, burayı canlandırmış olmanın maneviyatını onlar sayesinde anlayabildik. Büyük bir iş, önemli bir iş yapmış olduğumuzu o zaman anlayabildik.

Farkında değildik, korku çok hakimdi çünkü; “Acaba becerebilecek miyiz, acaba yapabilecek miyiz, acaba gücümüz yetebilecek mi, bir yerde tıkanırsak ne olacak” gibi, endişeler taşıyorduk ve hâlâ da taşıyoruz. Pandemi sebebiyle birçok tiyatro da, firma da, bütün sektörler de ayakta kalma mücadelesi veriyor. Ama tiyatroların önemli olan tarafı şu:

Marketinizi burada kaparsınız bir sonraki sokakta açabilirsiniz. Market, terzi, kafe açacak çok yeriniz vardır. Ama tiyatro yapabileceğiniz alan yok, kalmadı. Devlet kurumları da mal sahipleri de dahil tiyatrolara hala destek verilmiş değil. Eğer tiyatrolar pandemi döneminde destek görmez ve kapanırsa bu büyük sanat boşluklarına yol açacak, bunların yerini yine marketler, otoparklar alacak ve bir daha Türkiye’de sanat hayatı kolay kolay tekrar dirilemeyecek. Ya çok büyük yatırımlar (kapitalizmin sermayesi) girecek işin içine ki o zaman tiyatronun asıl özü kayboluyor. Bir tiyatrocu hiçbir zaman tiyatrosunu; bir yatırım aracı, zengin olma aracı olarak düşünmez. Orayı tiyatro yapabileceği için ayakta tutmaya çalışır. Eğer bu alanlar yok olursa, Türkiye’de sanat hayatı uzunca bir süre kendine gelemeyecek, toparlanamayacak demektir.

“Tiyatronun, canlı ve yüz yüze temasın büyüsü… İnsanla temas” desem, neler dersiniz?

Seyircinin sahnedeki kişiyle özdeşleşmesi, buluşmasıyla eskiden daha çok karşılaşırdık. Şimdi eskisi kadar karşılaşmıyoruz çünkü seyirciyi illüzyona sokabilecek, içine alabilecek, teknolojik imkanları çok geniş olan sanat yapıtları var, sinema bunlardan sadece bir tanesi. Biz tiyatroda bu illüzyon üzerine çalışmıyoruz, tiyatro bu illüzyonu seyirciye sağlayamaz. Sağlamaya çalışırsa komik olur, yapabilmesi için de çok büyük prodüksiyonlar haline gelmesi gerekir.

Eskiden turnelerde çok sık rastlardık, oyunda kötülük yapan oyuncuyu çıkışta dayak atmak isteyen seyirciyle karşılaşırdık. Şimdi öyle değil, seyirci oyun olduğunun bilincinde. İşte bizim arınma dediğimiz şey, eğer gerçekleştirebiliyorsak zaten onu biz burada bir tiyatro yapıtı sunabiliyoruz demektir seyirciye. Tiyatroda seyirci, sahnedeki oyunun “mış” gibi olduğunu bilerek ve kabul ederek oturur koltuğuna. Oradaki patlayan silah gerçekten patlamaz, ölen gerçekten ölmez, tabanca tahta tabancadır, onu kabul eder. Öyle bir şansımız var bizim.

Ayrancım Gazetesi olarak sizinle söyleşmeye geldik. Semtin ve kentin kalbi olan bir noktadayız. Okuyucularımıza, kent-kentli kültürüne, mekanın tarihine ilişkin bize ne dersiniz.

Ben sosyolog değilim, bir takım tespitler yapamam. Buraların tarihçesi üzerine söyleyeceklerim sınırlı. Ama şuradan geçen ve buraya gelen seyirciyi biliyorum, dokunabildiklerim üzerinden konuşabilirim. Buraya geldiği zaman seyirci, kendisinin burayla paylaştığı şeyi anlatma ihtiyacı duyuyor. “Burası vaktiyle şöyleydi…  Ben burada şöyle yapardım… Çocukluğumda bunu yapardım… Şurada Kilim Pastanesi vardı, burada Börekçi vardı…” Benim de bazen bilmediğim şeyleri paylaşıyorlar, paylaşmak istiyor ve içeriyi merak ediyor, “Acaba hala aynı duruyor mu” diyor çünkü yıllardır buraya girilememiş.

Diskoyken büyük bir kesim girmemiş, ondan sonra uzun süre atıl kalmış. Burası kapalı bir kapıymış, çukurda, karanlıkta ve kimse buranın arkasında –aşağı yukarı– o zaman sinemayken 800 kişilik, şimdi 500 kişilik bir tiyatro olabileceğine ihtimal verememiş. Önünden geçmiş ama burası karanlık bir kapıymış. Belli bir yaş grubu “Evet ben burada bir şeyler yaşadım onu görmek istiyorum” diyor. Belli bir yaş grubu ise “Burası karanlık bir kutuydu, neresi ne olmuş burası, burada tiyatro mu olur” diye merak edip giriyor. Bunun arkasında bu kadar büyük bir şey olabileceğini aklı hafzalası almıyor. “Burada ne varmış, böyle bir yer var mıymış, nasıl, neymiş” diyor. Airport zamanında, diskoya giden bazı çocuklar, “burası bizim için Airport’tu” diyor, onlar da ayrı bir nostalji yaşıyor. Arkadaşlarıyla geldiler eğlendiler, aradan 15-20 yıl geçti ve 20 yıl önce bir genç olarak gelip eğlendikleri mekanlar 40-50 yaşlarındaki insanlar için yine bir nostalji kaynağı oldu.

Son söz yerine…

Bu muhitler birbirinden çok farklı değildir. Bir zamanlar bir Esat çocuğu olarak, bir zamanlar Ayrancı’da yaşamış biri olarak, Ayrancı’da 30 senede 3 tane seslendirme stüdyosu açmış olarak burada özel bir hikayemiz var.

Cinnah’ta başlar bizim öykümüz, Mesnevi’de devam eder, Hoşdere’de sürer ve şimdi buradayız. Sağlam bir öykümüz var Ayrancı’da.

Burası bence tescil edilecek, kültürel sit ilan edilecek bir yer/yapı. Ankara’nın kült mekanlarından bir tanesi. Ben devlet olsam, Kültür Bakanlığı olsam önce buraya ben sahip çıkardım. Maalesef bu tip şeyler olmuyor, ya en son sıraya atılıyor ya da hiç ilgilenilmiyor. 

Ve Ayrancılılara seslenmek istersek, Ayrancılılara diyoruz ki;

Gelin ve mekanınıza sahip çıkın. Gelin gidin, oturun, çay için, oyunlarımızı seyredin. Bizi yönlendirin, isteklerinizi söyleyin.”

Bir terslik olmazsa 19 Eylül’de “Geçmiş zaman olur ki” isimli –benim talebelerim olan– Kulis Sanat Oyuncuları’nın oyunuyla başlıyoruz. Bahçelievler’de 7-8 senedir inatla tiyatro yapmaya çalışan ve tiyatro aşkıyla dolu çocuklar. Pandemi sürecinde hem sahneleri çok küçük hem oynama imkanları yok artık, oynasalar da anlamlı olmayacak kendini kurtaramayacak oyun. Onlarla bir işbirliğine gittik. Ben onlara “buyrunuz paylaşalım” dedim ve oynayabilecekleri bir alan yarattım, onlar da bana genç enerjileriyle destek verecekler, benim de öyle bir desteğe ihtiyacım var. Bu işbirliği bizi ayakta tutar diye düşündük ve bir işbirliğine gittik. Eylül ayı içinde 4 oyun oynayacak, hepsi talebelerimin oyunları.

Dürrenmatt’ın “Uyarca”sı, kısmetse 4 Ekim’de prömiyerini yapacak. O Çankaya Sahne’nin oyunu. Bekliyoruz.

(web sitesi: cankayasahne.com)

Levni Kitabevi

Tunalı Hilmi Caddesi, 1980’lerde Ayrancı’da değildi, hatta Kavaklıdere’de bile değildi. O yıllarda Tunalı’nın kendine özgü bir konumu, kendi başına bir varoluşu vardı. Şehrin kalbi Kızılay’dan Tunalı’ya taşınmıştı sanki. 1980’lerin başında bugün Ziraat Bankası’nın yer aldığı köşenin karşısında Galeri Levni yer alırdı. 1982 yılı sonbaharında, galerinin bir bölümü kitabevine çevrilerek Levni Kitabevi adıyla açıldı ve 80’lerin sonuna kadar bir döneme şahitlik yaptı.

Devamını oku

Koronavirüsle mücadele hastaneden değil, mahalleden başlamalı

“Türkiye’de birinci basamak sağlık sistemi yani aile sağlığı merkezleri ve aile hekimleri koronavirüsle mücadelede ilk başvuru noktası yapılmadan sorun çözülemez. Buraları atlayarak, hastaneleri ana merkez yaparak salgın yönetilemez. Yönetilmeye çalışılırsa şu anki gibi başarısız olur. Bu salgını evlerde, mahallelerde kontrol altına almak durumundayız.”

Devamını oku

Ayrancı’nın sineması: Çankaya

Ankara’da 1967’den 1986 yılının son aylarına kadar açık kalmış önemli sinemalardan biri Çankaya Sineması ve onun adeta bir parçası olan Kilim Pastanesi, Şili Meydanı’ndaki büyük bir apartmanın parçasıydı.

Devamını oku

Milli Egemenlik Parkı: Tarihin tanığı

Covid-19 salgının ardından özellikle kentte yaşayanlar için parklar, her zaman olduğundan daha fazla önem kazandı. Kent kimliğinin önemli bir parçası Milli Egemenlik Parkı da Ankara için hem nefes alma alanı hem de tarihsel olayların tanığı.

Devamını oku

Fuge, late, tace

Bir mahallenin çekiciliği öncelikle onun kültürel zenginliğinden kaynaklanır. Nitekim bir mahalleyi kültürel bir mekân olarak görmemizin sebebi de “mahalleli”dir. Çünkü kültürler binalar tarafından değil insanlar tarafından var edilir ve geliştirilir.

Devamını oku