Bir fikir “Bauhaus”: Sanatın teknik ve üretimle birlikteliği

Bauhaus’un hedefi, özgürlükçü ve yeni bir dünya görüşüyle sanat ile seri üretimin bir arada yapılabileceğini göstermekti ve Bauhaus bütün dünyada birçok tatbiki güzel sanatlar okullarının kurulmasına örnek teşkil etti.

Bildiğimiz ve bilmediğimiz Bauhaus; aslında burada “bilmek” kelimesi yerine ‘’tanımak’’ kelimesini kullanmak daha doğru olur. Biliyoruz ama tanımıyoruz. Tanıdığımız Bauhaus,  İsviçreli ünlü modernistin adını kullanan, atölye, ev ve bahçe ile ilgili her türlü ihtiyaç malzemesinin satışının yapıldığı alışveriş mağazaları bulunan perakende satış şirketi. İlk mağaza 1960 yılında Mannheim, Almanya’da açıldı ve 2012 yılı itibarıyle de Bulgaristan, Almanya, Avusturya, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Danimarka, Finlandiya, Hırvatistan, İspanya, İsveç, İsviçre, İzlanda, Macaristan, Norveç ve Slovenya ve Türkiye’de olmak üzere 190 perakende satış mağazası ile franchising mağazaları  bulunuyor. Yani Bauhaus denildiğinde birçoğumuzun hemen aklına gelen yer, alışveriş mağazası. 

Bauhaus sanat okulu

Diğer Bauhaus ise 1919’da yine Almanya’da kurulur. Bir sanat okuludur ve etkileri günümüze kadar devam eden bir sanat akımıdır. “Yapı Evi’’ anlamına gelen Bauhaus, kurulduğu zaman dünyanın en seçkin ve çağdaş mimarlarını, sanatçılarını, bir araya getirmiş, yalnızca bir eğitim kurumu yaratmamış, aynı zamanda bir üretim merkezi ve tüm bunların konuşulup tartışıldığı bir yer haline gelmiştir. Bauhaus’un kurucusu olan mimar Walter Gropius ise kuruluş manifestosunda şunları söylüyordu; “mimarlar, heykeltıraşlar, ressamlar biz, hepimiz zanaata geri dönmeliyiz çünkü sanat mesleği diye bir meslek yoktur.” 

Bu sözlerin işaret ettiği gibi Bauhaus anlayışı, uygulamalı sanatlar ile güzel sanatlar arasındaki engeli ortadan kaldırarak her iki uğraş alanının karşılıklı olarak etkileşimine uygun bir ortam hazırlamayı amaçladı. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra sanat eğitimini kökten etkileyen bir kurum olan Bauhaus, endüstrileşmenin ayrıştırdığı sanatsal, teknik ve üretimsel bölümlerin birlikteliğinin önemini savunarak büyük bir atölye haline geldi.

Bauhaus’ta ilk defa endüstrinin gereksinimlerini karşılama amacıyla tasarımlar hazırlanarak, tekstil, cam, metal, baskı ve seramik atölyelerinde prototipler yapılarak, fabrikalarda üretimler gerçekleştirildi. Toplum, ilk kez sanatçılar tarafından hayata geçirilen bu tasarımları günlük yaşamda kullanma fırsatını buldular. Bunlar belki de şu an günümüzde açılan tüm sanat atölyelerinin temelleriydi. Okul, tüm eylemleri bir arada tutarak sadeliği ve pratikliği temsil ediyordu. Evlerimizi, kentlerimizi dolduran gereksizliklerden kurtulmamızı sağlıyordu Bauhaus akımı.

“Sanat toplum içindir”

Bauhaus’un hedefi, özgürlükçü ve yeni bir dünya görüşüyle sanat ile seri üretimin bir arada yapılabileceğini göstermekti. Bu bağlamda “sanat toplum içindir” düşüncesi benimsendi. Bu düşünceyi benimsemeyen diğer sanat okulları, politik baskı ile Bauhaus’u kapatmaya zorlamışlardı. Bir süre daha Almanya’da eğitime devam eden okul 1933’te tamamen ortadan kaldırıldı ancak dönemin önemli mimarları ile Amerika’da aynı düşünce ve fikirle eğitime devam edildi. Ve Bauhaus bütün dünyada birçok tatbiki güzel sanatlar okullarının kurulmasına örnek teşkil etti. 

Türkiye ile bağlantısı

Baskıcı düzenin kapattırdığı Bauhaus okulu, dünyanın birçok ülkesinde aynı düşünceden hareketle yeni oluşumlara kaynaklık etti. Bauhaus’un Türkiye bağlantısı ise 1957 yılında İstanbul Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu ile oldu; bu okulun başına, Bauhaus kökenli Alman Prof. Adolf G. Schneck getirildi. 1971-1976 yılları arasında da öğretim yönetmeliğinde ve programlarında, lisans düzeyinde çağdaş bir öğretimin gerektirdiği düzenlemeler gerçekleştirilerek Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksek Okulu, Güzel Sanatlar Fakültesi adı ile Marmara Üniversitesi’ne bağlandı. Bu ekolun diğer bir uzantısı da, Eskişehir Anadolu Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi oldu. (Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 2014 18 (1): 105-120)

Bir fikir…

Peki ya böyle bir okulun, fikrin mahalle kültürüne nasıl bir katkısı olabilirdi? Bildiğimiz gibi Ayrancı Mahallesi sanat atölyeleri, sanatçıları, yazarlarıyla zengin bir mahalle kültürüne sahip. Aslında herkesin özgürce sanatını ortaya koyduğu küçük bir Bauhause fikri mahallemizde mevcut. Kim bilir belki ileride tüm bunların aynı çatı altında toplanıp, tartışıldığı bir yer oluşur. Mimar Van Der Rohe’nin 1957’de söylediği gibi “Bauhaus bir fikirdi aslında…”