Ankara’nın fotoğraflı hafızası: Dericizade Faruk Küçük
Sahip olduğumuz kentin mekânlarını, kent belleğini, kültürünü ve tarihini geçmişten geleceğe aktarmak için ne tür çalışmalar yapıyoruz? Sahip olduğumuz bir mesleği devam ettirmek ve asırdan asıra sürdürmek için sahip çıkıyor muyuz?
Bu ayki röportajımızı bir Ankara sevdalısı olan Faruk Küçük’e ayırdık.
Dericizade’nin onursal başkanı Faruk Küçük babadan oğula geçen dericilik mesleğini uzun yıllar yaparken Ankara sevdasıyla Ankara’ya ait fotoğraflar, gazeteler ve kitaplar biriktirmeye başlamış. Yaşadığı kente kendi tarzı ve bakış açısıyla sahip çıkmayı kendisine hedef belirlemiş. Ankara’nın en büyük çatı kuruluşlarından Başkent Ankara Meclisi’nin üstün hizmet başarı ödülünü almaya hak kazanmış ve Ankara’nın Başkent oluşunun Cumhuriyetin 100. yılı etkinliği kapsamında Türk Tarih Kurumu Konferans Salonu’nda, Dericizade Faruk Küçük koleksiyonunu yapılan bir törenle Türk Tarih Kurumuna devretmiştir.
Dericizade’de işçi, usta, yönetim kurulu başkanı ve değerli koleksiyon ustası olarak hikayenizi bize anlatır mısınız? Mesleğe nasıl başladınız?
Derici bir babanın derici en büyük oğluyum. 1947 Haymana Yeniköy doğumluyum. Bizimki bir Türkmen köyü, Oyacı’ya, Dereköy’e yakın. Asrın Kürk Deri firmasının kurucusuyum. Bizim aile üç kuşaktır dericilikte uğraşmaktadır. 1960’lı yıllardan beri deri ve kürk işleme, imalat ve satıcılıkla uğraş verdik. Babamın zamanında dericiliği Haymana’da yapıyorduk. Dört kardeş bir de babam. Haymana bize dar gelince 1960’da Atpazarı’na geldik. Ankara’da ticaretin merkezi bizim zamanımızda Atpazarı, Samanpazarı, Çıkrıkçılar yokuşu ve Ulus civarıydı.
İlk deri atölyelerini nerede açtınız?
Bizim zamanımızda Polonya’dan ustalar gelmiş sığır derisi işliyorlardı. Ankara’da da kuzu, koyun, keçi derisi işliyordum, aksesuar ve namazlık yaptırıyordum. Kürkçü ve dericilere satıyordum.
İlk tabakhanemizi İskitler’de sonra Siteler’de açtık. İskitler ufak geliyordu. Sitelerde, Samsun yoluna cepheli Demirhendek caddesindeki caminin yanında büyük, modern bir fabrika vardı. Devrediyorlardı, oraya taşındık, 100 kişi filan çalışanımız vardı. Belediye çok yüksek tutarda arıtma bedelleri talep edince yürütemedik orayı, Uşak’a gittik.
Uşak, merkezi geldi bize. Antalya, İzmir, İstanbul’un ortası. İki tane Türkiye’nin en modern deri fabrikasını açtık. Birisinde küt –içi tüylü, dışı derili– işleniyor. Birinde zik –kumaş gibi deri– işleniyor. İki fabrika 1997’ye kadar aile şirketi olarak gitti. 1997’de sonra ayrıldık. Asrın Kürk Deri’nin kurucusu bendim, iki kardeşim onu alıp orada kaldı. Biz de Dericizade diye devam ettik.
Babamın çevresi çok genişti, işimizi genişlettik. Babam derdi ki: “Sözünü gününde yerine getireceksin ve işini iyi yapacaksın”
O dönemde deri satış işleri kışın rağbet görse de yazın çok düşüyordu. Bu nedenle, turizm işine girdik ve Alanya’da ilk otelimizi açtı
Kızılay maceranız nasıl başladı?
Büyükçarşı 1976’ya kadar sinemaydı. Sonra kapandı ve çarşı haline getirilip küçük dükkanlara bölündü. Büyükçarşı’nın sahipleri Kazım Rüştü Güven ve Hamdi Başaran kardeşlerdi. Hamdi Başaran, gaz şirketi HABAŞ’ı kurmuştu. Kazım Rüştü Güven’in de İskitler’de buzhanesi varmış. Sudan buz üretiyor, buz satıyormuş. Vehbi Koç, “size gıpta ediyorum, biriniz havadan biriniz sudan para kazanıyor” diyordu onlara.
1977’de hasbelkader Büyükçarşı’da birisi dükkan satıyor diye duyduk. 225 bin lira hava parası vererek oradan 30 metrekare küçük bir dükkana taşındık. Sandalyeleri özel yaptırdık, 2 sandalye sığacak yere 3 kişi otursun diye sandalyeleri böldürüp 3 sandalye koydurduk. O kadar küçük, dar. Her yere dolaplar yaptık, küçük masa yaptırdık yer kaplamasın diye.
İskitler’de tabakhanemizde işliyoruz deriyi. Fevzi Çakmak Sokak’ta atölyemiz var, orada da dikiyoruz. Büyükçarşı’da satıyoruz.
Deri işleri, kürk işleri sesli, gürültülü işler. Onun için her yeri tutamıyoruz. Ancak bodrum katında olacak. Bodrum katı da havasız oluyor, işe giren birkaç ay kalıyor ayrılıyor. Sonunda Fevzi Çakmak’taki bodrum katından ayrılıp Ihlamur Sokağı’nın başına geldik. Orası da bir paşanındı, 2. katta büyük bir yer tuttuk. Dükkanın geleni gideni arttı, müşteriyi oraya çektik.
Kızılay’da sosyal hayat nasıldı bu yıllarda, Ankara’nın gözde mekanları nerelerdi?
Kızılay civarında bizim gidip geldiğimiz yerler de vardı. Ökkeş Ağa’nın Yeri vardı; Menekşe Sokağın başında, Onur Çarşısı’nın karşısında pizza restoranıydı. Onur Çarşısı’nın öbür tarafında Demirtepe’de Diyarbakırlıların lokantası vardı.
Şimdiki GMK bulvarıyla Fevzi Çakmak Sokak köşesinde İş Bankası’nın vakıf yeri var, orada da Çarkoğlu Lokantası vardı. Orası meşhurdu, rezervasyonla gidilirdi. Elgün Sokakta bizim dükkanın altında Hopalı meşhur Papila ailesinin Liman Lokantası vardı. Hasan Papila başındaydı, ilk defa canlı alabalığı onlar yaptılar. Ihlamur Sokakta da Zafer İşkembecisi vardı.
Piknik tabii meşhurdu, herkes oraya gidemezdi. Memurların, üst kademe bürokratların gittiği yerdi. Piknik’in yanında bir de Bekir’in Yeri vardı. Garsonlar papyonlu giyinecek, her gün tıraşlı olacak, yüzleri hep gülecek. Bu Bekir o zaman Elgün Sokakta otururdu. Büyük Çarşı’nın 1. katında bir yer vardı Hamsiköy, 1970’lerin başlarında mini etekli kız garsonlar koymuşlar oraya, herkesin çok ilgisini çekmişti.
Cevat Restoran vardı, Kantin Cevat dedikleri. Sahibi İbrahim Bizden, Ayrancı’da Turizm bloklarında otururdu. O Ankara’nın 3-5 tane restoranından birisiydi. Onların yerleri önce Soysal Çarşı’nın oradaydı. Ondan sonra Gima’nın yanına geçiyor, oradan da Yüksel Caddesi’nin başına. Boşnak, üç kardeşlerdi bunlar 1900’lerin başında gelmişler. Yabancı dil de biliyorlar, o nedenle burada elçilikten kim gelirse onlarla konuşup, ilişki kurabiliyorlar. Be nedenle elçiliktekiler genelde onlardan alışveriş ediyorlar.
Ankara’nın meşhur Merkez Lokantası vardı. Atatürk kurmuştu çiftlikte. Kapanmaması lazımdı. Orası Ankara’nın bir değeriydi, ne anılar, ne fotoğraflar var orada. Şimdi kebapçı oldu, üzülüyoruz öyle şeylere. Hatta Gazi İstasyonu’nu da bunlar satın almışlar.
Burayla ilgili bir anım var. Bir arkadaşım aradı beni bir gün İzmir’den. Gürcistan’dan sanatçı bir arkadaşı varmış. Şarap meraklısı. Ankara’ya gelecekmiş. İyi şarap nerede var, bir öğren, onu oraya götürelim dedi.
Ben de araştırdım, Merkez Lokantası’na götüreceksin dediler. Atatürk Orman Çiftliği “Boğa Kanı” diye bir şarap veriyormuş oraya 200-300 şişe. Hepsini onlar alıyormuş. Özel misafirlere veriyormuş.
Bunlar geldiler. İzmir’den Mehmet Emin Yılmaz, bir de o Gürcistandan gelen Ramas, bir de ben üçümüz gittik. Eskiden Ankara’nın ünlü yuva kavunu vardı. Mehmet Emin Yılmaz’ın babası yuva kavununu at arabasıyla getirip Merkez lokantasına veriyormuş. Babasının bir gözü de kör olduğu için Kör Mehmet derlermiş. Emin kendini Kör Mehmet’in oğluyum diye tanıttı. Onlar da tanıdılar, sohbet koyulaştı. Boğa Kanı şarabı söyledik. Getirdiler boğa kanı şarabı. Benim tabii şarap kültürüm yok. Şarabı koydular, bardağı şöyle bir çalkaladı Ramas. Biz tabii dikkatle bakıyoruz. “Haraşo” dedi, Rusça da “iyi” demekmiş. Mimiklerinden de belli oluyordu, çok hoşuna gitti Atatürk Orman Çiftliği’nin o şarabı.
Marmara Oteli’nin olduğu yerde Atatürk’ün Marmara Köşkü vardı. Yabancılar gelince Ankara’da yemek yiyecek yer de pek yok. Türkiye böyle geri kalmış demesinler diye gelen turistleri oraya götürüyorlar. Turistlerde orada yiyip içiyor Ankara’da böyle yüzlerce lokanta var zannediyor.
Ihlamur Sokaktaki AST’ın yeri de sizin miydi?
Oranın sahibi bir büyükelçiymiş. Kültüre, sanata çok düşkünlerdi. Orayı idare etti öyle. AST’ın başında Rutkay Aziz vardı. Kızı Doğa, bizim çocuklarla arkadaştı, birlikte büyüdüler. Bizim dükkana da sık geliyordu. Oranın sahipleri bir ara sıkışmışlar, Rutkay Aziz’e demişler ki; biz burayı size satalım. Rutkay Aziz bizim şu an paramız yok demiş. O arada kardeşim, ben alayım, siz paranızı bana verirsiniz size devrederim demiş. Ama parayı bir türlü toplayıp, alamadılar. Kardeşim Ankara Sanat Tiyatrosu‘nun yerini satın almış oldu. Onun yanında da dükkanımız var.
Oranın komple yıkılıp otel yapılma projesi vardı. Çankaya Belediye Başkanı da, Ankara Büyükşehir Belediyesi de Ankara Sanat Tiyatrosu yaşasın diye burayı satın almak istediler. Fakat diğer daireler için birşey demeyince öylece kaldı. Şimdi depo olarak kullanılıyor ama otel yapılacak.
Koleksiyonerlik nasıl başladı?
1997’den sonra 2000’li yılların başında kardeşlerim ile işlerimizi ayırdık. Ben İzmir caddesindeki işyerimde bir yandan dericilik işlerime devam ederken bir yandan da Ankara‘ya hizmet için koleksiyonerlik çalışmalarıma devam ettim. Ahilik geleneğinden gelen dericiliğin son temsilcilerinden bir ben kaldım. Ankara‘ya vermiş olduğum bu hizmetler karşılığında birçok kurum ve kuruluştan ödüller aldım. Tarihi Ankara fotoğrafları, Ankara kitap, dergi ve gazeteleri ve Ankara’ya dair belgeler koleksiyonuna sahip oldum. Bence, iş insanları, servetleriyle kazandıkları şehre, bölgeye, ülkeye yatırım yapmalıdır. Bu yatırımın ekonomik olması kadar kültürel olması da önemlidir. Koleksiyonumla kendi adıma bu konuda bir adım attığımı düşünüyorum. Elimdeki fotoğrafları da kendime saklamıyorum, onları insanlarla paylaşmak beni mutlu ediyor. Bugüne kadar 100’den fazla sergi açtım.
Sahip olduğum koleksiyonun maddi değerini söyleyebiliyorum ama manevi değerini söyleyemem. Bu parayla ölçülmez.
Koleksiyonda neler vardı?
12 bin 500 fotoğraf, 2 bin 500 kitap dergi ve gazeten oluşan koleksiyon Türk Tarih Kurumu’na bağışladım.
Genellikle Ankara ile ilgili kim eski fotoğraf bulursa, bana ulaşır. Sahaflarda ve ilgili yerlerde Dericizade poşetim olur. 10 günde veya 20 günde bir sahafları ve ilgili mekanları gezerim ve çay kahve sohbetlerine katılırım. Ziyaret ettiğim yerlerdeki arkadaşlardan topladıkları fotoğrafları satın alırım. Tasnif ederim. Fotoğraf alıp satanlar da beni bulur. Ankara albümü de gelir. Özellikle müzayedelere de katılırım.
Hemşerimiz ünlü gazeteci Selahattin Duman bizim koleksiyondan da faydalanarak “Kasabadan Başkente, Başkentten Metropole Ankara” adlı altı bölümlük bir belgesel yaptı.
Ayrancı’ya nasıl geldiniz?
Haymana’dan Ankara’ya ilk geldiğimizde Saimekadın’da oturduk. Çocuklarımız olunca, bize dediler ki; burada çocuk yetiştirilmez, Çankaya’ya gidin, Çankaya’da elektrik, su kesilmez. Biz de Çankaya’da ev araştırmaya başladık.
Ayrancı’da siyasetçiler, sanatçılar, tiyatrocu, ses sanatçıları yaşardı. Yetmişli yılların başında, Cinnah caddesinde Mavi Apartmana yakın kürkçü bir arkadaşım vardı, onunla ilk defa Meneviş sokağın Güvenlik caddesiyle kesiştiği köşede “Çankaya Aile Bahçesi”ne geldik. Gözleme ve çay içilen bir yerdi. Sahibi Taylan Bey’di, ismini hiç unutmam. 1975’de Yaylagül sokağında Derya Apartmanı’nda oturduk. Hüseyin Onat sokağında Çağdaş Market’in olduğu yer eskiden pazardı, onun tam karşısındaki apartmanda oturduk sonra. Yakınımızda Necdet Calp otururdu. Sonra Portakal Çiçeği Sokak’taki evi satın aldık ve burada kaldık.
Ayrancı’dan hatırladığınız kimler var?
Aşağıdaki Necmettin Erbakan oturuyordu. Bu Nimet ekmeğin karşısında. Ondan sonra Lütfü Doğan, Diyanet İşleri Başkanı orada oturuyordu. Şair Nedim Sokakta Balıkçı Ayabakanlar oturuyordu. Ondan sonra şarkıcı Süreyya Davulcuoğlu, sonra Tamer Karadağlı aynı sokakta oturuyordu. Ankara’nın en iyi aileleri buradalar. Mesela Börekçiler, Ayrancılar, Yağcılar, Mıhçılar… Kazım Mıhçıoğlu mesela çok önemli biridir. Şimdiki Dafne’nin yerini bağışlamıştı.
Buranın kıymetini herkes bilmiyor. Çok iyi bir mahalle. Burada çok sanatçı, tiyatrocu yetişmiş. Şarkıcılar yetişmiş. Eskiden yaşayanların çocukları Çayyolu, Ümitköy tarafına taşındı. Şimdi çoğunlukla emekli bir kesim kaldı. Eşim Ayşen Küçük, Sincan’ın yerlisidir, oranın iyi bir ailesi olan Koç’lardandı. Eşim çok seviyor burayı, “ille de mahallem, ille de Ankara” der eşim, ne satarız ne başka yerde yaşarız. Başka semtlerde evimiz var ama kendimizi ait bulduğumuz yer Ayrancı.