Ankara’nın anlatılacak nesi var ki? Urban Walks: Kent Yürüyüşleri

Pandemiden sonra Ankara’nın değişik semtlerinde yirmişer kişilik gruplar haline yürüyen, binaların önünde durup birşeyler konuşan, sokağın ismini, mahallede yaşayan simaları anlatan bir grup gözünüze çarptı mı, kulağınıza konuşmaları ilişti mi? Cevabınız evet ise, onlar bizim gençler olabilir: Urban Walks yani kent yürüyüşleri grubu. Bir süredir bizim de sosyal medyada izlediğimiz, Ayrancı’da yürürken gözümüze ilişen bu çarpıcı etkinliği ve yürüyüşleri gerçekleştiren genç ekibi sizlerle tanıştırmak isteriz.

Cemre Gökpınar, Hacettepe mezunuyum, sanat tarihçisiyim. Cumhuriyet dönemi üzerine araştırmalarımı geliştirmeye çalışıyorum. Ankara’nın başkent oluşundan sonraki o gelişim süreci, oradaki yapılaşma ve onun etrafında gelişen çok katmanlı süreçlere odaklanıyorum. 2019’da Ankara Aks’ı kurdum. Ankara Aks, yaratıcı endüstri alanında çalışan bir stüdyo olarak tanınıyor ama aynı zamanda bir sivil toplum örgütü. 

Cem Dedekargınoğlu, ODTÜ mezunuyum, mimarım, mimarlık tarihçisiyim. Şu anda ODTÜ mimarlık tarihi programında doktora çalışmalarıma devam ediyorum. Geç dönem Osmanlı İmparatorluğu ve 1950 sonrası Türkiye Modern Mimarlığı üzerine çalışıyorum. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisiyim, mimarlık tarihi dersleri veriyorum. 

Kent yürüyüşleri nedir?

Cemre: Avrupa kentlerinde aslında yaygın bir format kent yürüyüşleri. Biz 2017’den beri Ankara’da hafta sonları Cem ile birlikte yapıyoruz. Fakat pandemiden itibaren herkese açık bir şekilde organize etmeye başladık. KA Atölye ile beraber başlamıştı, hâlâ da devam ediyor.

Bu süreçte kendi mesleki ve deneyim pratiklerimizi insanlarla buluşturuyoruz. Kendi arşivciliğimizi, araştırmacılığımızı rotalara dönüştürüyoruz. O yüzden severek yaptığımız, kendimizi geliştirdiğimiz bir süreç.

Kent yürüyüşleri, mesleki deneyim, arşiv ve araştırmalarımızı paylaştığımız bir deneyim

Cem: Ben aynı zamanda bir Ayrancı çocuğuyum. Yeşilyurt sokağında doğdum, şimdi de Portakal Çiçeği sokağında oturuyorum. Yani doğma büyüme hayatım hep Ayrancı’da geçti. 

Ayrancı bölgesinin güncelde nasıl değiştiğinin, dönüştüğünün ve buradaki yaya odaklı yaşantının da -daha çok olumsuz yönde- nasıl etkilendiğinin birebir şahidi oluyorum. Yaptığımız yürüyüşlerde de bunlardan sıklıkla bahsediyoruz.

Sadece kitaplardan ya da araştırmalardan edindiğimiz bilgileri değil aynı zamanda kendimizin de kentte bir yaya olarak yaşadığımız deneyimleri de insanlarla paylaşmak istiyoruz.

Kent yürüyüşleri fikri yurt dışından dediniz ama siz buna nasıl karar verdiniz, nasıl başladınız? 

Cem: 2017’de Ulusal Mimarlık Öğrencileri Buluşması organizasyonunun Ankara’da olması kararlaştırılmıştı. Atölyeler, paneller, kent gezileri gibi çeşitli ayakları olan bir organizasyondu. 15 Temmuz sonrası, ekonomi iyi durumda değil, güvenlik tedbirleri üst düzeyde ve bizim Ankara’da yüzün üzerinde öğrenciyi bir hafta boyunca ağırlamamız gerekiyordu…

Cemre: Yine aynı buluşma kapsamında misafir öğrencileri gezdirebilmemiz için Ankara Büyükşehir Belediyesi’nden iki tane EGO otobüsü alınmıştı, arkadaşlar “Cemre sen sanat tarihçisisin bir otobüse sen geç, Cem sen mimarlık tarihçisisin sen de bir otobüse geç” dediler. Biz böylece otobüslere geçip anlatmaya başladık. Oradan gelen tepkiler ve hocaların geliştirdiği birtakım tekliflerle beraber Ankara’ya gelen gruplara eşlik etmeye başladığımız bir hikâyenin başlangıcıydı bu. 

İki genç var, enteresan şeyler yapıyorlar

Cem: İkimizin de nispeten ağzı laf yapıyor, Ankara hakkında bilgisi var ve insanlarla da bunu paylaşmayı seviyoruz. Kendi hayatımızı ikimiz de mümkün olduğunca yaya olarak sürdürmeye çalışıyoruz ki, bu aslında ciddi bir mesele Ankara’da. Çünkü bu kadar saçaklanmış bir şehirde işinizin, evinizin, her şeyinizin aynı bölgelerde olması ciddi bir beşeri ve maddi sermaye de gerektiriyor. 

Bizim böyle bir ilgimiz olduğu ortaya çıkınca, bu anlamda biraz görünür olmaya başlayınca önce arkadaşlarımızdan sonra hocalarımızdan bu yönde öneriler geldi. 

Cemre: Aslında bizim öyle çalıştığımız farklı rotalar yoktu. Bazı kent keşif rotaları üzerine konuşuyorduk katılımcılar için. Bir tane rotamız vardı onu geliştirmeye başladık. O da tabii ki Ulus etrafında gelişen, kentin cumhuriyet dönemiyle birlikte inşa edildiği sürecini aktaran bir rota. “Ulus-Bulvar” olarak geçiyor bu söylediğim. Tansel Korkmaz hocanın “öğrencilere eşlik eder misiniz” teklifiyle biz bu rotayı oluşturduk. Sonra Cem ile beraber bu rotayı sadece belirli gruplara yapmaya başladık. Bir tanesi de Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin Ankara gezisiydi. Rota, onları gezdirdikten sonra kafamızda tam olarak oturmaya başladı diyebilirim. 

Cem: Biz bir yandan da şehir dışından arkadaşlarımız geldiği zaman onları gezdirmekten keyif alan insanlar olduk. Yani aslında bir hobi olarak başladı diyebiliriz. Cemre ile de böyle yürüye yürüye, konuşa konuşa arkadaş olmaya başladık. 2020’nin başına geldiğimiz zaman kulaktan kulağa “iki genç var enteresan şeyler yapıyorlar” durumuna geldi ve yayıldı.

Cemre: Takvimimiz böyle dolmaya başlamıştı. Bunlar hep Mimarlık Fakültesi etrafında gelişen ilişkiler bu arada. Hiçbiri bir turist kafilesi ya da benzeri gruplar değil. Hepsi ya bir akademik değişim için geliyor ya bir panel programı için bir misafir geliyor ya da Goethe Enstitüsü’nün Almanya’dan misafiri olarak geliyor. Sonra bir baktık tüm bahar takvimimiz dolmuştu 2020’nin başlarında. Şubat ayından itibaren başlayan Covid-19 süreci bir anda her şeyi değiştirdi ve tüm takvimimiz iptal oldu.

Cem: Ben o sırada yüksek lisansı tamamlamıştım ama doktorayı Ankara’da yapmak istemiyordum. İstanbul’a doğru gitmek gibi bir niyetim de vardı. Ama sağlık durumları, ekonomik durumlar derken öyle arada kalmış durumdaydım.

O dönem aslında bir yandan da Ankara üzerinde çalışan sosyal medya hesaplarını yürüten, başka projeler yapan arkadaşlarımızla Ankara’nın muhtelif parklarında buluşuyorduk. Böyle bir park buluşmasında “siz böyle güzel şeyler yapıyordunuz, şimdi bunlar mekân da gerektirmiyor, bir çağrı yapsanız da bunu yapsak” diye birazcık bizi gaza getiren teklif oldu. O gün Urban Walks Ankara isimli bir instagram hesabı açarak başladık. Başlayış o başlayış, 2020 Ekim’i.

Hobi olarak başladı, etkinliğe dönüştü

Dört senede yaklaşık 120 yürüyüş yaptık. Hobi olarak başladık ama artık hafta sonlarını ciddi anlamda kaplar vaziyete ulaştı. Bu amatör lezzeti korumaya özen gösteriyoruz. Çünkü biz zaten hayatımızı yürüyerek geçirmeyi tercih eden insanlarız. Bunun böyle bir etkinlikler serisi olmasını değil de kendi yaya deneyimimizin başat olmasını daha çok önemsiyoruz.

Daha çok nereleri seçiyorsunuz? Bu yürüyüş güzergâhlarını nasıl oluşturuyorsunuz? 

Cemre: Biz aslında ilk Ulus rotasıyla başlamıştık. Sonra Çankaya’nın merkezinde kalan Kavaklıdere bölgesinin sivil mimari yapılarını öne çıkaran, apartmanlara dikkat çekmeyi amaçlayan rotalar oluşmaya başladı. O yüzden ilk rotalar “apartmanlı kent yürüyüşleri” adı altında gelişmişti. Sonra bunlar semt ve mahallenin öne çıkan isimlerini alarak değişmeye başladı.

Bu 120 yürüyüşün içerisinde çok çeşitli yürüyüşler var. Tematik yürüyüşlerimiz var. Mesela Vedat Dalokay’ın anısına, onun bıraktığı izlere değinen bir rota: Mimar Başkan Ankaralı. Bu tematik rotaların dışında semt rotaları var. Bugün artık Çankaya’nın dışına çıkan rotalarımız var; Atatürk Orman Çiftliği, Eryaman 3. 4. etap rotaları, Oran rotası gibi.

Bahsettiğimiz şey kent; mekânlar, ticari işletmeler değil

Cem: Başka özel etkinlikler için partner olarak yaptığımız geziler oluyor. Örneğin Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfı için bir Ankara gazetecilik rotası yapmıştık. Binalardan ziyade özellikle Kızılay bölgesi ve çevresinde gazeteciler nerede çalışırdı, nerede vakit geçirirlerdi, nasıl olaylar olurdu diye bir rota hazırlamıştık onlara. 

Öyle bir durum olmadığı takdirde genelde rotalarımızı hep bir kamusal alanda başlayacak, kamusal alanda mola verecek ve nispeten kamusal bir alanda bitirecek şekilde yapıyoruz. Çünkü bir ticari bir mekânla, bir işletmeyle doğrudan bir ortaklığa girmek istemiyoruz. Bizim bahsettiğimiz şey kent; mekânlar, ticari işletmeler değil.

Cemre: Geçtiğimiz ay bir aydınlatma firması dedi ki; bir akşam yürüyüşü yapar mısınız, biz de şehrin aydınlatılması ile ilgili farkındalığı gösterelim. Bir akşam rotası yapmak istiyorduk gerçekten. Bu da bizim düşündüğümüz bir şey için itici güç oldu. 

Tunalı bölgesinde iki kere akşam rotası yaptık. Burada da yapıların, sokakların aydınlatılmasıyla ilgili eksikleri ya da yeterli-yetersiz örnekleri aydınlatma uzmanlarıyla birlikte konuştuk rota esnasında. Bunları da böyle çeşitli işbirlikleriyle göstermeye çalışıyoruz. 

Cem: Meşhur “Las Vegas’tan öğrenme” kitabı vardır ya, orada “kentteki yayaya yönelik olan, kentliye yönelik olan aydınlatmanın zayıflığına karşın reklam için yapılan devasa aydınlatmaların farklı bir şekilde kentin ticari katmanını ayakta tuttuğundan bahseder.” Kavaklıdere-Tunalı bölgesi bunun için çok ciddi bir laboratuvar aslında. Kırık dökük kaldırımların içerisinde ışıl ışıl aydınlatmalarla geçiyorsunuz.

Cemre: Her rotada böyle bir süperstar yapı ya da hikâye belirliyoruz. O hikâyenin etrafında onun destekleyicisi bir kurgu oturtmaya çalışıyoruz. Çok çeşitli kaynaklardan yararlanıyoruz. Tezlerden VEKAM’ın Ankara Araştırmaları Dergisi’nde yayınlanan makalelere kadar. Bloglarda tutulmuş günlükler, gazete haberleri. Bunların her birini derleyip bir çapraz okumayla durak noktalarının anlatım hikâyesi haline getiriyoruz.

Anlattıklarımız, herkesin gördüğü ama hikayesini bilmediği şeyler

Cem: Ankara’nın doğruluğunu teyit etmediğimiz kent efsanelerini mümkün olduğunca insanlarla paylaşmamaya özen gösteriyoruz. Kulağa hoş gelen hikâyeler olabilir. Ama ne kadar gerçektir ne kadar değildir onu birazcık kendimizi geri çekerek söylüyoruz.

Cemre: Heykeller, kamusal alanlar ya da kamu yapılarıyla da desteklemeye çalışıyoruz. Mesela sokak adları bile burada dâhil oluyor yaptığımız şeye. Cinnah’a yakın noktadaysak mutlaka Metin Yurdanur’un balerinlerin dansı heykelini ya da Kuğulu Park’ın kuruluş hikâyesi, kuğuların nasıl geldiğine yer vermeye çalışıyoruz. Çünkü bunlar kent hafızasının öne çıkan unsurları Ankara’da. Onlarla zenginleştirmeye çalışıyoruz.

Cem: Kendimiz için Ayrancı’da önemli gördüğümüz yerler var. Herkes Yeşilyurt’un merdivenlerini bilir. Ama mesela Rus Büyükelçiliği’nin arkasında ondan daha yüksek bir yerde, Ayrancı’nın orta bölgesini aşağı Ayrancı’ya bağlayan uzunca bir merdiven vardır Kuloğlu Sokağı inen. Muazzam bir Ankara manzarasına açılır. Bunu da çok az kimse bilir.

Bunu da göstererek Ayrancı’nın bir yamaca kurulmuş olmasından ve hâkim Ankara manzarasının Ayrancı’nın şekillenmesine nasıl etkisi olduğunu da paylaşmaya çalışıyoruz. 

Cemre: Kalan son bağ evlerini de –Rıfat Börekçi bağevinden tutun, Dafne Restorant’ın olduğu bağ evi gibi– göstermeye çalışıyoruz. 

Cem: Ayrancı rotamızın ismi o yüzden “Yukarı, orta, aşağı Ayrancı.”

Herkes yukarıyla aşağı Ayrancı’yı bilir ama orta Ayrancı nedir çok fazla bilinmez. O da aslında haritalarda bir dönem mevki işaretlemek için kullanılan bir terim aslında. Ayrancı’nın aşağı bölgesi nispeten erken yapılaşıyor. Ortası hâlâ 1960’ların başına kadar aslında bir nevi bağlık arazi hüviyetinde, sonradan parselizasyon yapılıyor. Bunun sürecinden de birazcık bahsediyoruz aslında o sayede. 

Cemre: İlk Ayrancı rotasını yaptığımızda yürüyüşün kapağına Cem Yılmaz’ın fotoğrafını koymuştuk. Vizontele’deki o meşhur “Yukarı Ayrancı – Aşağı Ayrancı” değinmesinden. Hatta katılımcılarımızdan biri “ortadaki park dediğiniz bu muydu” demişti Portakal Çiçeği Parkı’nda. 

Kent yürüyüşlerinin müdavimleri var

Yürüyüşe ilgi nasıl? 

Cemre: Açıkçası genelde yürüyüşlere sadece mimarlık okuyanlar geliyordur diye düşünülüyor. Bizde tam tersi durum. Oldukça farklı alanlardan, beyaz yakalılardan, hukukçulardan, sağlık alanından yaş ortalaması yüksek bir grup yürüyüşlere katılıyor.

Mahalleliden tutun, emeklisi, aktif iş hayatında olanı ya da Ankara’ya yeni göç edeninden Ankara’dan yurt dışına taşınacak kişinin son kez bir Ankara’yı iyice öğreneyim hevesine kadar bir ilgi var. Belediyenin bürokratları, personelleri var. Son zamanlarda doktorların ve evden çalışan yazılımcıların çok fazla katıldığını görüyoruz. 

En çok ilgi toplayan yürüyüş güzergâhınız neresi? 

Cemre: En son Emek rotasında rekor kırdık. 18 dakikada tükendi kontenjan. Ama uzun zamandır biletlerin tükenmediği rotamız yok. İlk zamanlar bazen 12-13 kişiyle falan yaptığımız oluyordu. Çok yoğun yaptığımız ya da üst üste yaptığımız zamanlarda. Şu anda biz açıkladıktan sonraki ilk yarım saat içerisinde tamamen tükeniyor etkinlik biletleri. Onlar da zaten KA Atölye‘nin kendi web sitesinden satışa çıkıyor. 

Kontenjan 25 kişi. Yurt dışındaki örneklerinde bu aslında bir kamu eğitimi programı olarak yerel yönetimlerin desteklediği bir şey. Biz her ne kadar kendi emeğimizle yapmaya çalışsak da buna bir zaman ve enerji de ayırıyoruz. 

Bazen bir apartman sakiniyle o sokaktan geçen bize katılıyor, korsan, dinliyor. Birisi camdan laf atıyor, diğeri el sallıyor bize. Mahallelinin, dükkânların aşina olmaya başladığını hissettik. Hatta bazı esnaflardan “gelin sizi misafir edelim, bir çay için” diyenler oluyor. 

İlk zamanlarda şuna maruz kalıyorduk; Ankara’nın anlatılacak nesi var ki? Bunu aşmak çok önemli. Çünkü Ankara değer atfedilen bir şehir olarak görülmüyor burada yaşayan belli bir kesim tarafından. İstanbul, İzmir ya da başka şehirlerde daha turistik ya da tarihi değerleri yaygın görebiliyorsunuz ama Ankara için bu çok söz konusu olmayınca insanlara bunu da gösterebilmek gerekiyor. O yüzden dışarıda olmak, oradaki insanlarla temas etmek, korsan da olsa o dinleyicilere ulaşmak çok değerli.

Her yürüyüşe katılan sizin müdavim diyeceğiniz kişiler var mı? 

Cemre: Hiçbir yürüyüşü kaçırmayan, her rotaya ilk bileti alan insanlar var. Bunlar birbirinden çok farklı kişiler. Mesela birisi doğa uzmanı, birisi TRT’de çalışıyor, birisi seramik sanatçısı… Böyle müdavimlerimiz var artık, Ayrancı’ya da geldi, Eryaman’a da geldi. 

Cem: Elimizde büyüyen müdavimler var; bir tane lise öğrencisiyken gelen arkadaşımız vardı şimdi mimarlık okumaya Almanya’ya gitti. 

Cemre: Rotaların koleksiyonunu yapan var. Cem diyor ki, 15 seneye Ayrancı Antika Pazarı’na düşer rota kartları. Buradaki katılımcıların hepsinin farklı sebepleri oluyor. Birisi bu alanı çalışıyor tezinde. İkincisi burada yaşıyor oluyor ve yaşadığı çevreyi merak ediyor, keşfetmek istiyor. Kendi misafirlerini gezdirebileceği bilgi edinmek istiyor. Üçüncüsü Ankara aşığı, Ankara severi olan insanlar tabii oldukça rağbet gösteriyor. Son zamanlarda sosyal medyadan gördüm, merak ettim geldim diyenlerin arasında dramatik bir artış var. Instagram’da çok hızlı bir ilerleyişimiz oldu. Rotalarda kısa kısa videolar çekip onları paylaşıyorum. Onlar çok fazla görüntülenme alıyor. Oradan görüp gelenler, ilgi duyanlar oluyor.

Benim hak ettiğim şehir hayatı bu değilmiş demek bir kent hakkıdır

Sizin rotanıza ilgi daha çok yürümekle mi ilgili, mekânlarla mı ilgili? 

Cemre: Yürüme pratiği işin en önemli kısmı ama bizim rotaya gelenler yürüyeyim diye gelen insanlar değil ağırlıklı olarak bir çevreye ya da mimari yapılara ilgisi olan insanlar ve bir şeyleri öğrenmek için yürüyorlar. O kenti merak etme duygusu onları yürütüyor. Yoksa yürümek isterseniz bu rotayı zaten yarım saatte tamamlarsınız. Çok uzun bir rota değil, her biri ortalama 3-3,5 kilometre gibi. Ama 3 saatlik bir deneyime dönüşüyor. 

Araçsız olmanın öne çıkan yanı şu: İnsanlara yaya hızında bir şeyleri göstermek çabasındayız. İnsanlar o sürede “benim hak ettiğim şehir hayatı demek ki bu değilmiş” diyor. “Ben bunun doğru olanını, kent hakkı olan kısmını talep edebilirmişim” diyor. Şimdi bu konu bizim için de çok önemli. Yani kaldırımın kaç metre genişliğinde olması gerektiği ya da hangi mekân, hangi kafe ya da hangi reklam tabelasının onun hakkı olan şeyi işgal ettiğini ya da kişi başına düşen yeşil alan miktarının, sosyal aktivite alanının ne kadar olması gerektiği konularına hâkim değil ya da bununla ilgili bir çabası olmamış. Biz orada kısa bir mola veriyoruz onların hayatına ve diyoruz ki iyi bir örnek var burada. Yapılmış ama devamı gelmemiş. Demek ki bunu da talep edebilirmişiz… 

Tunalı, Kavaklıdere bölgesindeki rotalarda insanları kısa bir süre Atatürk Bulvarı’nın kenarına çıkarıyoruz. Neden? Atatürk Bulvarı bu şehrin ana aksı ama artık otobandan hallice bir yer. Aslında şehrin ana bulvarının ne kadar bu battı çıktılarla yanlış bir kurguda olduğunu göstermeye çalışıyoruz.

Çünkü insanlara o anda otomobil gürültüsünden bir şey aktaramıyoruz. Hâlbuki o bulvara cephesi bakan çok önemli yapılar da var. Ve sırf o gürültüden o yapıları es geçmek zorunda kalıyoruz. Burada göstermemizin sebebi şu; bakın bulvar bu kadar geniş değildi, tamamen otomobiller için tasarlanmamıştı, buranın yaya yolları vardı. Bunları göstermezseniz insanlar bir noktada şöyle düşünüyor; doğru olan Atatürk Bulvarı gibi olan mı acaba? Aslında şehrin ana aksının bu kadar kesintisiz olması gerekmiyor. Işıklarla bölünmesi, insanların çok daha rahat bir şekilde karşıya geçebilmesi ve oradaki yoğun gürültüden uzak olması da sağlanabilirdi diye düşünmelerine çalışıyoruz. 

İnsanlar bize hep soruyorlar; bizim niye estetik kaygılarımız yok? Bizim binalarımız neden çirkin? Sokaklarımız niye bu kadar plansız? Biz de konuyu böyle kabaca, tarihsel bir şekilde anlatmaya çalışıyoruz ama şunu da söylemiyoruz, biz artık hep estetik olmayan yerlerde yaşayacağız, mecburuz demiyoruz. İstersek planlı, estetik kentlerde yaşamayı talep edebiliriz demeye çalışıyoruz.