Ayaş evleri ve yapım teknikleri

Geleneksel Anadolu evlerine bir örnek

Ayaş, Ankara’nın batısında, Ankara-Adapazarı yolu üzerinde, şirin ve tarihi bir ilçedir. Hititler Frigler, Galatlar, Romalılar ve Bizanslılar burada hakimiyet kurmuşlardır. Ankara’ya uzaklığı 57 km’dir.

Ayaş’ta çok sayıda kültür mirası örneği vardır. İlçede 250’ye yakın cami, çeşme, konak ve sivil mimarlık örneği bulunmaktadır. Tescilli yapıların büyük kısmı çarşı çevresinde ve kuzeydeki vadi yamaçlarında toplanmıştır.

Bölgede tescilli yapılar; Hacımemi Mahallesi, Dervişimam Mahallesi, Camiatik Mahallesi, Hacıveli Mahallesi, Ömeroğlu Mahallesi, Şeyhmuhittin Mahallesi gibi yerlerde yoğunlaşmaktadır. 

Bu mahallelerde konutlar, dar sokaklarda, neredeyse sırt sırta olacak şekilde çok sık bir doku meydana getirmektedirler. 

Geleneksel Ayaş evleri

Ayaş evleri, genellikle 2-3 katlıdır. Az sayıda da olsa bazı evlerde ara kat bulunmaktadır. Bu ara katlar zemin katla birinci kat arasında düzenlenmiştir. Buna örnek olarak: İncipınar Sokak’taki ve Fındıklı Sokak’taki 2 tescilli yapı gösterilebilir.

Ayaş’ın geleneksel mimarisinde taşıyıcı sistem kurgusu ahşap karkas olup, temel malzeme; ahşap, taş ve kerpiçtir.

Ahşap karkas olan evler geleneksel Türk evlerinin ana karakteristiklerini taşır. Sevgili hocamız Doğan Kuban, ‘Türk ve İslam sanatı üzerine denemeler’ isimli kitabında konut kültürünün gerçek temsilcilerinin “Anadolu’nun kıyıları ile orta yayla arasında bir ikinci çember gibi dolanan Sivas dolaylarından batıya ve İç Ege’den Torosların kuzey yamaçlarına kadar uzanan yer yer diğer bölgelerde ve Balkanlarda görülen hımış yapı tekniğinde, yani taşıyıcı sistemi ağaç ve kerpiç dolgulu, zemin katı genelde taş olan yapı tekniği ile inşa edilmiş konut mimarisi…” olarak açıklıyor. 

Doğan Kuban bu saptamasına örnek olarak da Kütahya, Kula, Birgi, Sivrihisar, Bolu, Safranbolu, Kastamonu, Amasya, Çankırı vb. gibi evleri gösteriyor. Bu teknikle yapılan evlerin, diğerleri gibi bölgeyle sınırlı olmadığını ayrıca bölgesel tipleri de etkilediğini söylüyor.

Ayaş evlerinin bu örneklerde belirtilen yapım tekniği ile aynı olması nedeniyle geleneksel konut mimarimizin temsilcisi olduğunu söyleyebiliriz.

Evlerin bazıları avluludur. Avlulu evlerin bazılarının girişi avludan yapılmakta, bazılarının girişi ise hem avludan hem de yoldan yapılmaktadır.

Genellikle iki, üç  katlı olan  evlerin zemin katında ahır, kiler ,tuvalet ve büyük evlerde hizmetkar odası gibi servis mekanları bulunur.

Üst katlar ise asıl yaşama alanıdır. Sofa etrafında odalar dizilmiştir ve odalar sofaya açılmaktadır. Ayaş’ta geleneksel evlerin büyük kısmı iç sofalı olarak planlanmıştır. Yemek yeme, yatma, yıkanma gibi yaşam alanları bu kattadır. 

Ancak bazı evlerde sofalar özgün halini kaybederek, değişikliğe uğramıştır. Bazı evlerde ısınma sorunuyla sofanın bir ucuna ahşap bölme duvarlar ile kapatılmış ve sofalar ikiye bölünmüştür. 

Evler sobalı olması nedeniyle kışın yakıt tüketiminin daha az olması için böyle bir çözüm bulunmuştur. Bu çözüm tescilli yapıların özgün halinin bozulmasına neden olmuştur. Ayrıca bu değişikliklerin yapıldığı evlerde oda sayısı da fazlalaşmıştır.

Özellikle avlulu ve bahçeli evlerin özgün halinde tuvaletler açık alanlara yapıldığından, zamanla tuvaletler yapının içerisinde kendine yer bulmaya başlamıştır. Bu nedenle birçok yapıya sonradan tuvalet-banyo gibi eklemeler yapıldığı görülmektedir. 

Ayaş’ta, geleneksel Türk evlerinde olduğu gibi önemli bir mekan “oda”dır. Konutların büyük çoğunluğunda en az bir odada yüklük, ocak ve gusülhaneden oluşan bir düzenleme mutlaka bulunur. Oda içerisinde dolaplar ahşaptır ve genellikle süslemelidir. 

İç sofanın her iki ucu da genellikle sokağa bakmaktadır. Bazı evlerde ise sofanın bir ucu sokağa bakarken, diğer ucu avluya bakar.

Geleneksel Türk evlerinde ana yapım malzemelerinden ahşap, yapım tekniği olarak da ahşap çatkı önemli bir unsurdur. Bu yöntem bir gelenekselliğin devamı olduğu kadar, Anadolu’nun birçok bölgesinde orman alanlarının çokluğu ve ayrıca Anadolu’nun büyük kısmının deprem bölgesi olması nedeniyle hafif malzemeler kullanılması ihtiyacı ahşap malzemenin bolca kullanılmasını gerektirmiştir. Ayrıca ahşabın, diğer yapı malzemelerine göre daha esnek ve daha kolay işlenebilir olması bu malzemenin kullanılmasının nedenlerinden biridir. 

Ayaş’ın geleneksel mimarisinde taşıyıcı sistem kurgusu vazgeçilmez öğe olan ahşap karkastır. Kat döşemeleri, döşeme kaplamaları, kapılar, pencereler, tavan kaplamaları, duvar çatkıları, çatılar, kat silmeleri ve dolaplar gibi yapının birçok öğesi ahşap malzemedir. Çevrede var olan ormanlar ve ağaçlık alanlar bu malzemenin kolayca elde edilmesini sağlamıştır. Beypazarı çevresinden getirilen Sarıçam, Güdül çevresinden getirilen Karaçam ve Ayaş civarındaki Söğüt ve Kavak ağaçları yapılarda kullanılmıştır.

Temeller genellikle taştan yapılmıştır. Taş malzeme yapıda; temellerde, bodrum kat duvarlarında ve bahçe duvarı gibi bölümlerde kullanılmıştır. Bu yapı tekniği Anadolu’dan Balkanlara kadar uzanan coğrafyada çokça kullanılmıştır. Bu tekniğe göre, ahşap çatkı arası kerpiç ile doldurulmakta, temeller ve bodrum kat çoğunlukla taştan örülmektedir. Ayaş evlerinde de bu yapım tekniği gözlenmektedir. Temel malzeme, ahşap, taş ve kerpiçtir.

Duvarlar genellikle ahşap çatkı arası dolgudur. Dolgu malzemesi ise kerpiçtir. Kerpiç dolgulu ahşap taşıyıcının iç ve dış yüzeyleri genellikle saman karışımlı çamurla veya kıtıklı harçla sıvalıdır. 

Ayaş’ta bazı evlerde ise dolgu malzemesi olarak ahşap iskeletin aralarında Ayaş’ta gelişmiş olan yerel malzeme kullanılmıştır.

Ahşap çatkı araları, çevredeki toprak işleme atölyelerinde üretilmiş, sırlı pişmiş toprak, ince (yaklaşık 3/8/25 cm boyutlarında) tuğla benzeri malzemeyle doldurulmuş ve arası toprakla sıvanmıştır.  

Geçmiş zamanlarda Ayaş çevresindeki fırınlarda hazırlanan sırlı tuğla benzeri pişmiş toprak, bazı evlerin zemin döşemelerinde de kullanılmıştır. Ahmet Şevki Karakayalı Evi sofasının bir bölümünde bu malzeme kullanılmıştır.

Dış cepheler genellikle beyaz badana olup, sarı, mavi, turuncu renklerin de kullanıldığı örnekler vardır. Evlerin çoğunluğunda sokak boyunca çıkma yapılmıştır. Pencereler giyotin pencere ve bir kısmı kafeslidir.

Çatıların nerdeyse tamamı ahşap çatı olup alaturka kiremitle kaplıdır. Bazı evlerde zaman içerisinde kiremitler bozulduğundan yenileriyle değiştirilmiştir. Çatılar da aynı şekilde aktarılmış ve yeniden yapılmıştır.

Hoşdere Caddesi’nin Gemi Evi

Mimar Danyal Tevfik Çiper’in (1932-2008) “Gemi Ev” olarak bilinen yapısı, kent belleğine yerleşmiş bir modern mimarlık örneğidir. “Özkanlar Evi” adıyla projelendirilip inşa edilmiş (1968-69) ve 1970’de kullanılmaya başlanmış olan yapı, Hoşdere Caddesi ile Fuar Sokağı’nın köşesinde, 51 yıldır semtin nirengi noktalarından biri. Taşıtların Yukarı Ayrancı güzergâhında, tepeyi aşıp Çankaya’ya eriştikleri ya da Atakule tarafından Meclis’e doğru indikleri bir ara konumda olduğundan, önünden gelip geçeni çoktur.

Semt sakinleri arasında “Gemi Ev” olarak anılmaya başlanınca, kayıtlara da öyle geçmiş. Son zamanlarda esnaf  tarafından “Gemili Ev” olarak da adlandırılır oldu. Mimarlık dünyası ise binayı, modern mimarinin öncülerinden Frank Lloyd Wright etkisiyle ve Wright’ın ünlü Guggenheim Müzesi’ne referansla konumlandırır. İçinde yaşayanlar içinse bina, planı kesiti ve detaylarıyla, yaşanan mimaridir. 

Frank Lloyd Wright‘ın ünlü Guggenheim Müzesi

Yazıda binayı, değinilen bu üç açıdan ele alıyorum: hakkındaki söylentiler, mimari özellikleri ve içinde yaşayanlar için anlamı.(1)   

1. Söylence ve Gerçek

Gemi Ev, kendi çapında bir söylence kaynağıdır. Hakkında yayılmış şehir efsanelerinin başında, denizi ve gemileri çok seven bir aile tarafından yaptırılmış olduğu gelir. Güverte benzetmesi yapılan teras katında bir yüzme havuzu olduğu söylenir. Hatta havuzun açıkta değil, evin içinde yer aldığı söylentisi de var. Bir rivayete göre, içinde bir mescit vardır. Bina, toplumsal analizlere de konu olmuştur zamanında. İnşa edildiği sırada henüz yapılaşmamış olan semtin yakın çevresindeki gecekonduları inceleyen öğrenci grupları, Gemi Ev’i bozuk düzenin tipik bir burjuva villası olarak örnek görmüşlerdir. 

İşin gerçeği, binanın öncelikle “villa” değil, altı daireden oluşan bir apartman olduğudur. Zemin ve birinci katlarda ikişerden dört daire, ikinci kattan sonra ise teras katını da kullanan iki dubleks daire bulunur. Zemin kattaki iki daire kiraya verilmek üzere düşünülmuş, üst katlar Özkan ailesinden üç kardeş ve anne-babaları için planlanmış. Bodrum kat ve çekme teras katıyla birlikte beş katlı olan binanın villa ölçeğinde algılanabilişi, mimar elinden çıkmış olmasındandır. İyi bir mimar, yerine göre küçük olanı büyük, büyük olanı küçük gösterebilen bir sihirbazdır. Burada katların birbirini aynen tekrar ettiği standart apartman cephelerinden farklı olarak, binanın bütünsel bir kompozisyona sahip oluşu, tekil bir yapı izlenimi bırakır. 

Gelelim “gemi” takıntısına. Mimar, gemi şeklinde bir bina yapma niyetiyle yola çıkmadığı gibi, mal sahiplerinin de böyle bir talebi söz konusu olmamış.(2) Özkan ailesinden şu an apartmanda yaşayan tek aile var; anlatılan o ki, aile fertlerinin gündelik yaşamlarına ilişkin talepleri dışında bir yönlendirme yapılmamış, mimar tamamen özgür bırakılmış. Binanın gemiye benzetilmesi üzerine mimarın yorumu şöyle: “Bu yapı aerodinamik bir çalışmadır. Aerodinamik olduğu için diğer aerodinamik kalıplara benzer. Pek çok kişi binayı gemiye benzeterek aerodinamik olduğunu vurguluyor. Çünkü aerodinamiği gemiden tanıyorlar. Böyle anılmasında benim açımdan bir sakınca yok.(3)

Açık ya da kapalı “yüzme havuzu” tamamen efsane ise de, “mescit” rivayetinin mimari bir öyküsü var. Mimar, aile fertleriyle teker teker konuşarak yaşam tarzlarını anlamaya çalışmış. Ömrü ev işleriyle geçen büyük hanım, günlük mahallerin geniş, ferah ve caddeyi görür şekilde olmasını istemektedir. Eşinin isteği ise salonun bir bölümünün namaz kılmaya olanak tanıyacak şekilde düzenlenmesidir. Böylece, zemin üstündeki ilk katın caddeye bakan ön cephesinde tamamen şeffaf ve tamamen sağır iki bölüm ortaya çıkar. Cephenin bir yarısı mutfak ve ütü-dikiş odasını da içine katarak balkona açılırken, diğer yarısındaki oturma bölümü penceresiz, dairesel bir mekân olarak tasarlanır. Binaya Guggenheim görünümünü sağlayan bu yuvarlak çıkma ince bir bant pencere ile aydınlanmaktadır. 

1980 sonrası yaşanan ekonomik krizde Özkan ailesi için yapılmış daireler, biri dışında el değiştirir. Hoşdere yönündeki zemin üstü iki dairede, yapının karakteri içte tamamen yok edilir. Üstteki daireyi 1993 yılında satın alan mimar çiftin giriştiği iki tadilat var (1994 ve 2012). Birincisinde, modernist mekânı örten ağdalı dekorasyonun ve kimi eklentilerin izlerini silmekle uğraşıldı.(4) İkincisinde ise açık plan ve akıcı mekân anlayışını yok eden fuzuli kapılar ve duvarlar kaldırılarak, mekân yeniden özgürleştirildi.

Danyal Tevfik Çiper, Özkanlar Evi; 1968 yılında projelendirilen binanın, 70’li yıllardaki görünümü. (Fotoğraf: @ankaraapartmanlari, @mimarliktarihi_)

2. Tasarım, Uygulama, Eleştiri   

Binanın tasarlandığı 1968 yılında bugünün Hoşdere Caddesi, o günkü adıyla Ahmet Cevdet Sokağı, yapılaşmaya daha yeni başlamaktadır. Dönemin imar mevzuatı, köşe parsellerde toplam metrekareyi aşmamak koşuluyla, binanın konumu ve boyutlarında değişiklik yapılmasına olanak tanımaktadır. Binanın cadde ve arka cephelerindeki cömert kapalı çıkmalar, mimarın pafta üzerine işlediği hesaplama notuyla onaydan geçmiştir. 

Birinci kattaki dairesel kapalı çıkma ile hemen üst katındaki yarım daire balkon, yarıçap olarak 4 metre konsol (altında taşıyıcı olmayan) çıkmalardır. Balkonu örten üst saçakta ise görsel etkisi daha fazla olan köşeli 4 metre konsol, dönemi için cesur bir ölçü sayılır. Sıradan yapı pratiği için bugün bile cesurdur. Yapının kolona kirişe boğulmadan narin bir taşıyıcı sistemle çözülmesinde, mimarın ana kararlarını hesaba döken İnşaat Mühendisi Eral Soner’in payı vardır. Müteahhitlik hizmeti alınmamış; uygulamanın tamamı mimarın gözetiminde gerçekleşmiş. İçte ve dışta traverten kaplama ve mermer detayları, özgün ceviz kapılar ve sabit mobilyalardan geriye ne kaldıysa, tasarımı Danyal Çiper’e aittir. 

Bina 70’li yıllarda kent peyzajına egemen olmaya başlayan mimarsız, tasarımsız apartmanlar arasında şaşırtıcı formuyla dikkatleri çekti. Binanın o yıllarda meslek ve eğitim ortamlarında konu edilişi, genellikle “biçimcilik” yönünde olmuştur. Dönemin mimarlık öğrencileri binayı gizli bir hayranlıkla izlemiş, sezgileriyle güzel bulmuş, ama bunu yüksek sesle savunamamışlardır. Binanın konusu geçtiğinde “aşırı Wright etkisi” ya da “yerli Guggenheim” gibi tanımlarla dudak bükülmüştür. 1973 tarihli bir mimarlık kitabında, binanın fotoğrafıyla birlikte sadece şu ifade yer almaktaydı: “Ankara Çankaya’da bir ev. Biçim kaygısının egemen olduğu bir ürün.(5) 

Biçim kaygısının günah addedilişi, aslında büyük ölçüde biçim üzerinden yapılagelen mimarlık eleştirisinin garip bir çelişkisidir. Biçim kaygısı olmayıp sadece “işlevin çözümü” ile meşgul görünen üstünkörü mimarlık pratiği o yıllarda iyice yerleşti. 80’li yıllarda ise mimaride ortodoks modernliğin dışında durmuş “başka modernist”ler yeniden keşfedilmeye başlandı. Mimarlar Odası’nın gölgede kalmış kıdemli mimarları onurlandırmaya başlamasıyla, Danyal Çiper ve Gemi Ev yeniden gündeme geldi ve incelemelere konu olmaya başladı.(6) 1995 tarihli bir söyleşide, mimarın Gemi Ev üzerine yukarıda değinilen tanımlamaya ne kadar içerlemiş olduğu anlaşılıyor:(7)Kendi mimarlık değerlerinin ne olduğunu bilemediğim bazı kişiler binanın şekilci olduğunu söylediler. Bu eleştiriyi haklı görmem mümkün değil.” 

Binanın cesur konsolları, yatay bant pencereleri ve taşıyıcılardan kurtulmuş köşeleriyle, Frank Lloyd Wright’ın mimarisini akla getirmesi doğaldı. Bembeyaz kütlesi, yuvarlak çıkması, açılı parapetleri ve modernist bezemesiyle, Guggenheim çağrışımı da belirgindi. Sadece dış görünümüyle değil; içte akıcı mekân, taş duvar, ahşap bölücü ve tasarlanmış mobilyalarıyla da Wright’ın “organik mimari” ekolü içinde tasarlanmış olduğuna kuşku yok. Sözü yine mimara bırakmalı… Danyal Çiper’e binalarının Wright’ınkilerle benzeşmesi üzerine kinayeli bir soru yöneltildiğinde, cevabı şöyle olmuş:(8)Benim binalarım Wright’ınkilere benziyor, sizinkilerse hiçbirşeye benzemiyor.”   

3. Yaşanan Mimari    

Bina son yıllarda iyice köhneleşti, fakat ruhu yok edilemiyor. Doğrama değişiklikleri nedeniyle dış cephesindeki ince ayarların kaybolmasına rağmen, genel fizyonomisi sürmekte. Form, mekân, strüktür, detay… Mimarın bu unsurlar üzerindeki hakimiyeti, bina yaşlansa da sürüyor ve içinde yaşayanları etkiliyor. Sürekli bant pencereler ile ışığa yöneliş ve dışarıya kesintisiz bakış, mimar olsun olmasın herkese modernist mekânı farkettirmiştir örneğin. Mimar olanlar bir şey daha farkeder: bant pencere ve konsolların sürekli olduğu bina çeperi boyunca hiç mi su oluğu inmiyor? 

Büyük lomboz ile ters yarım daire pencereler mimar olmayanlara orijinallik olarak görünür. Evde yaşayan çocuklar içinse türlü türlü oyun ve düş kurmaya yarar. Mimarların “ışıklık” dediğine onlar “tavan penceresi” der; oradan aydedeye ve yağmura bakarlar. Cesur konsollar dıştan fotojenik görünürse de, moment diyagramından haberdar olanlara, içte biraz ürkütücü gelir… Odalardan, salondan, mutfaktan, her yönden çıkılabilen irili ufaklı dış mekânlar, yaşanan pandemi sırasında nasıl da işe yaramıştır!  

(Fotoğraf: A. Balamir)

Dubleks dairelerde merdiven, mekânı özelleştiren ana unsurdur. Yaşam merdivenin etrafında gelişir. İnenler, çıkanlar, oturanlar, sahanlıkta durup asağıya/yukarıya seslenenler, sahanlığa kadar çıkarılan dolu tepsiler, sahanlığa kadar indirilen boş tepsiler ve sahanlık parapetinden hayatı izleyen kediler… Apartman holündeki ana merdiven, dairedekilerin bir boy büyüğüdür. Mermer çıtalarla profillenip gömme süpürgeliklerle bitirilmiş merdiven basamakları, konukların dikkatini çeker. Geniş, ışıklı  bir merdiven holünde basamakları kuş gibi çıkan konuklar sorar: Böyle merdiven holü yapmak çok mu zordur, niye yapılmıyor artık?  

Başlıca nedenleri şöyle sayılabilir soranlara: Santimetreyi hesaplayan müteahhitler ve konut şirketleri mimarın ışıklı hol ve rahat merdiven tasarlamasına izin vermezler. Mimarların da çoğu bu rejime ayak uydurmuş, iyi merdiven yapamaz olmuşlardır. Böyle pek çok tasarım bilgisi, rant ve stil teknikerliğinin yararcı bilgisi yanında fantezi kalmıştır. Konut artık “meta” konumundadır. Mal-maliyet merceğinden bakıldığında, kötü tasarımın bedeli ile iyi tasarımın değeri ve anlamını tartmak olanaksızdır. 

Gemi Ev yapıldığında çevresindeki binalarla maliyet farkının yok denecek kadar az oluşunu hesaplamış olan mimarın, bu konudaki yorumu da şöyleydi:(9)Demek ki binanın güzel olması, bir karakteri ve fonksiyonel endişeleri olması, binaya ek bir maliyet getirmemektedir.”  

NOTLAR

(1) Bu yazıyı, Danyal Çiper’in 25 Ekim 2008 tarihinde vefatından sonra yayınlanmış iki yazımdan yola çıkarak derledim: A. Balamir (2008), “Mimar Danyal Çiper’in Ardından: Ankara’nın Gemi Evi,” Bülten, Mimarlar Odası Ankara Şubesi (65), 42-45; ve A. Balamir (2013), Ankara’nın Gemi Evi, Tavizsiz Bir Modernist Mimar: Danyal Tevfik Çiper, der. Müge Cengizkan, Arkadaş Yayınevi, 23-27.  

(2) Binanın tasarım ve yapım sürecine ait bilgileri, Özkan ailesinin apartmanda yaşamayı sürdüren fertlerinden, Ayça ve Şener Arıkan’dan aldım.

(3) Selda Başbuğoğlu (1995), “Bir Mimar: Danyal Tevfik Çiper,” Mimarlık (264),  20-27. 

(4) 6 numaralı dairede özgün tasarımın nasıl değişime uğradığını konu eden, deneme türünde bir yazı: A. Balamir (1995), “Gemi Ev’le Gecikmiş Bir Tanışma,” Mimarlık (264), 28-29.  

(5) Metin Sözen, Mete Tapan (1973), 50 Yılın Türk Mimarisi, İş Bankası Kültür Yayınları, s. 331.

(6) Mimarlık dergisinin bu konuda öncü olan 264. sayısından sonra, 1995), Danyal Çiper’in dergiye ikinci konuk edilişi: Hasan Özbay, Müge Cengizkan (2002), “Retrospektif: Danyal Tevfik Çiper”, Mimarlık (307), 26-35. Listeye eklenebilecek tez ve konferans sunumları dışında, mimarlık ortamı için önemli bir yazı: Uğur Tanyeli (2013), “Öngörünüm: Danyal Çiper: Bir İtiraf ve Çok Gecikmiş Bir Saygı Duruşu ve Bir Yorum,” Arredamento Mimarlık, Ekim, 6-7.  

(7), (8), (9) Alıntılar Danyal Çiper’le söyleşiden: S.Başbuğoğlu (1995), a.g.y.