Ayrancı’nın bağ evi restorasyon bekliyor

Ankara’nın bağları eski kent hayatında çok önemli bir yer tutuyordu. Yerli, yabancı gezginlerin de seyahatnamelerine konu olan bağlar kuzeyden güneye, doğudan batıya kenti bir yeşil kuşak gibi sarmıştı bir zamanlar. Kuzeyde Etlik, Ayvalı, Keçiören, Hacıkadın, Solfasol, doğuda Karacakaya, Samanlık, Abidinpaşa, Türközü, güneyde Seyran, Esat, Çankaya, Ayrancı, Dikmen, Öveç, Keklik, batıda Balgat, Söğütözü, Pamuklar muhitleri kentin belli başlı bağlarını oluşturmaktaydı.

1800’lü yılların sonlarına doğru giderek artan bağlar ve bağ evleri olgusu 1900’lü yıllarda Ankara kültürünün vazgeçilmez öğeleri arasında yerini bulur. Müslüman, Rum, Ermeni hemen herkes ekonomik durumuna göre bir bağa ve bağ evine sahiptir o zamanlarda. Hatta ticaret için buraya gelen yabancıların ve sefaret mensuplarının bile bağ evi satın aldıkları bilinmektedir. Yazların sıcağından ve sineğinden kaçanlar, serin havası olan bağlarda çeşitli üzümler, zerdali, dut, vişne, elma, armut, ayva gibi meyve veren ağaçlar da yetiştirirmiş. Dönüş ayı olan Ekim’e kadar geçen sürede yetişen üzümden, meyvelerden yapılan pekmez, pestil, kurutulmuş meyve de kışlık yiyecek olarak tüketilirmiş.

Aşağı, Yukarı Eğlence’nin isimleri bağ evlerinden mi geliyor?

Bahçelerinde kuyusu, havuzu da olan bu güzel evlerin eğlence, sohbet alemleri de eksik olmazmış serin yaz akşamlarında. Hatta Etlik civarındaki Aşağı ve Yukarı Eğlence semtlerinin kökenlerinin Rumlara ait bağ evlerinde ud, keman ve piyano eşliğinde düzenledikleri eğlencelerden aldıkları rivayet edilir.

Ancak Birinci Dünya Savaşı sonrası yaşanan olaylardan, işgallerden, sürgünlerden Ankara da payını alır. Pek çok aile yok olur, kaçar, sürgüne gider. Eski ihtişamını koruyamasa da bağ evlerinin pek çoğu yeni sahiplerine kavuşur. Cumhuriyet sonrası yaşanan konut kıtlığının imdadına bu evler yetişir. Bürokratların, askerlerin, memurların evleri olurlar. Ankaralıların bağlara göç kültürü 1950’li yıllara kadar gelir. Sonrasında yaşanan kültürel değişimler bu geleneği unutturur, sahipsiz kalan bağlar, hızla büyüyen kentin içinde erimeye başlar. Binalar, bahçeleri birkaç on yılda birer birer yutar.

Ayrancı’da restorasyon bekleyen Kınacızade Bağevi

Kınacızade bağ evleri

Günümüzde sayıları çok azalan bu evlerin restore edilerek ayakta kalmayı başarmış örnekleri de var. En ünlüleri Cumhurbaşkanlığı konutu ve İnönü ailesine ait köşkler. Tabii bir de Keçiören’de Koç ailesine ait olan iki konağı da unutmamak gerek, şimdilerde biri VEKAM’a ait, diğeri müze olarak hizmet veriyor.

Ayrancı semtimizde de birkaç bağ evi sessizce varlıklarını sürdürüyor. Eski Ankara müftüsü Rıfat Börekçi (Börekçizadeler) ailesinin bir ve Kınacızadelerin iki bağ evi bulunuyor. Birincisi rahmetli Mehmet Kınacı’nın olan sonradan belediyenin satın alarak aslına uygun restore ettiği ev, ikincisi ise Şakir Kınacı’nın sahibi olduğu, bir zamanlar ünlü bir restoran olarak hizmet veren bağ evi. Kuloğlu Sokak’taki Şakir Bey’e ait olan bu Kınacızade bağ evi uzun zamandır devasa bahçesinin içinde gizlenmiş bir şekilde tarihe meydan okuyor. Bir zamanlar büyük babası mebus Şakir Bey ile Mustafa Kemal’in havuz başında sohbet ettiği, Kınacı ailesinin yıllarca bağ evi olarak kullandığı bu nadide yapı, yılların yorgunluğuna rağmen inatla ayakta dursa da restorasyon ihtiyacı aciliyet taşıyor.

Bu konuda bilgi almak için başvurumuzu nezaketle kabul eden Kınacı ailesinin değerli üyesi Şakir Bey’le yaptığımız güzel sohbete götürelim sizleri:

Başkent sonrası Ankara’da ‘Eski Ankaralılar’ veya ‘Ankara eşrafı’ olgusunun biraz geri plana düşüp bürokratların öne çıktığı görülüyor. Lakin Ankara eşrafı hala sessizce kendi hayatlarını yaşıyorlar. Kınacı, Toygar, Tuzcu, Kütükçü, Börekçi, Çubukçu, Aktar, Mermerci, Urgancı, Bulgurlu, Mıhçıoğlu gibi pek çok eski Ankaralı aileler ne yapıyorlar şimdi?

En başta şunu söyleyebilirim; Ankara eşrafının yüzde 70-80’si yavaş yavaş İstanbul’a göçtü. Ticari faaliyetleri nedeniyle büyük bir pazar olan İstanbul’a taşındılar, orada hem yaşayıp hem işlerini yürütüyorlar uzun zamandır. Bizim dışımızda Aktarlar, Hanifler (ailenin bir kısmı), Börekçiler ise hala burada yaşıyorlar.

Ayrancı’da çok az sayıda eski bağ evi ayakta kalabildi. Bunlardan birisi de Kuloğlu Sokak’ta sahibi olduğunuz Kınacızade bağ evi. Biraz bilgi verebilir misiniz ev hakkında?

Bazı çevrelerde 400 yıllık Rum konağı olduğu iddia edilen Kınacızade bağ evimizin, tahminen 1890-1900 yıllarında yapıldığını söylemişti babam. Vaktiyle Rum bir ailenin olduğu tahmin edilen bu bağ evini de sonrasında bizim ailemiz almış. Bizimkiler de diğer aileler gibi bu bağ evlerini belediyeden satın almışlar.

Bağ evlerine bahar aylarında gidilir, sonbahar ortalarına kadar kalınırdı. Ekim ayı gelip de havalar serinleyince özel mangal ocaklarımızı kullanırdık hem ısınır hem de mısır kestane közlerdik, soba teşkilatı yoktu evde. Bulvardaki evimizde yaşarken her yaz bağ evine giderdik, 1974 yılında bulvardan taşınıp Çankaya’ya göçünce bağ evine gitmez olduk ama 46 doğumlu olduğuma göre tam 28 yıl, her bahar eşyamızı doldurduğumuz kamyonun üstünde akrabalarla, çocuklarıyla güle oynaya bağdaki evimize gittiğimizi hatırlıyorum. Büyükler taksi ile giderdi, çoğu ailede olduğu gibi hususi arabamız yoktu. Tam bir şenlik olurdu bizim için.

Bağ evimizin suyunu yeni bağlamıştı belediye, ben 6 yaşıma geldiğimde. Zaten sık sık su kesintisi olurdu. O zamana kadar evler kendi suyunu karşılamak için farklı yöntemler geliştirmişti. Bahçenin dik olan üst tarafında içeri doğru kazılmış mahzen gibi galeriler vardı. Sular bu galerinin içerisinden sızarak önünde birikirdi, bizler sularımızı buradan temin ederdik. Belediye suyu gelmediğinde evdeki emme basma kollu tulumba ile suyu temin ederdik. Kuyu veya sarnıç yoktu buralarda, komşu evler hep mahzen benzeri bu galerilerden sızan suyu kullanırdı. Bizim bahçede birisi kuru ikisi yaş üç galeri vardı. Bir tek komşu amcamın evinde bir kuyu olduğunu hatırlıyorum. Ben 5-6 yaşlarında iken evin aşağı yamacındaki bir mahzenin yakınında da tokaç ve kil ile çamaşır yıkanırdı. Biz çocuklar da eğlencesine çamaşırları taşır, iplere asardık. Ben 6-8 yaşlarıma geldiğimde çamaşır makinası alındı, tokaç eğlencesi sona erdi.

Bağ evlerinde her cumartesi gecesi sıra gezilir, çilingir sofrası ve mükellef bir yemeğin ardından masalar kurulur tavla ve bezik seansları başlardı. Bu da bittiğinde, gece yarısı komşu amcalar ellerinde gaz lambası ya da mumlu fenerle evlerinin yolunu tutarlardı. Elektrikli fenerler daha sonraları çıktı.

Bizim evin alt katında (Kuloğlu Sokağa bakan tarafta) at ahırı vardı. Babam at binmeye meraklıydı. Sanırım 1952 yılı gibi Muhafız Alayı’nda bir süvari subayından Anglo-Arap cins 3-4 yaşında bir kısrak aldı. Pazar sabahları çıkar, 4-5 saat toprak bağ yollarında, sanırım Yıldız, Ahlatlıbel taraflarında bazen yalnız, bazen atçı arkadaşlarıyla at binerdi. O yıllarda Ankara’nın o taraflarında asfalt yol nadirattandı. Bir gün annem de heves edip binmiş ve gözümüzün önünde çok kötü düşmüştü. O olaydan sonra benim de gözüm korktu, hevesim kırıldı.

Önde, Şakir Kınacı ve Rıfat Börekçi konağın havuzbaşında

Ayrancı bağları nasıldı o tarihlerde?

Komşularımızın evleri de vardı etrafımızda. Yukarımızda Hamamcılar, Börekçiler; sağ tarafta babamın amcasının yani Mehmet Kınacı bağ evi vardı, belediye satın alıp restore etti. Cinnah tarafında Çubukçular, aşağıda Alemdar, Toygarlar… daha aşağıda Dökmeciler’in bağ evleri bulunurdu. Alemdar ve Toygarlar ile Turgut Güdüllüoğlu ailesinin bağ evleri üzerine sonradan Rus Elçiliği yapıldı. Portakal Çiçeği Vadisi’nde de bir takım bağ evleri vardı. Zengin Ermeni ve Rum ailelerin bağ evleri genelde Ayrancı ve Çankaya taraflarında bulunurdu. ‘Ayrancı bağları’ ve ‘Çankaya bağları’ diye anılırdı buralar. Çankaya bağları denen bölgede İnönülerin, Toygarların, Bulgurluzadelerin bağ evleri vardı. Çankaya Köşkü dediğimiz yer Bulgurluzadelerin eviydi zaten.

Evlerin bahçelerinde üzüm bağları dışında çeşitli meyve ağaçları da yetişirdi. Bunlardan toplanan fazla ürünler kışlık olarak değerlendirilirdi.

Ziya Kınacı, Halim Kütükçü, Bahri Kınacı, Mümtaz Ökmen ve ortada Nebahat Kınacı

“Hatırası var, yıkamam…”

Ayrancı’da, Cinnah Caddesi’nden başlayarak 1960’lı yıllarda binalar yapılmaya başlandı. 1970’lerde eski eserleri koruma yasası çıkarılması için hazırlıklar yapılırken pek çok bağ sahipleri evlerini yıktırıp apartman yaptılar veya müteahhitle anlaştılar ne yazık ki. Ankara’nın bağları ve bağ evleri o dönemde yok edildi. Tanıdıkları babamı uyarmışlar zamanında, “Hazim Bey, devlet bu bağ evlerini çevresiyle birlikte kısıtlayacak, tasarruf hakkımız elimizden alınacak” diye. Babam da “Hatırası var; havuz başında Atatürk ile babam Şakir Kınacı kahve içmişler. Bahçedeki çam ağaçlarını kendi ellerimle diktim, büyüttüm, şimdi kendi elimle yıkamam” der. Böylece evi muhafaza ettik.

Kınacı Ailesi’nin Ulus’tan Yenişehir’e taşınma süreci nasıl gelişti?

Ailem 1940 başlarında Ankara Kalesi’ndeki evimizi terk edip bulvarda yaptığımız evimize taşınmış. Ben 1946 yılında o evde doğdum. Eski evler 4 katlı etrafı bahçe içinde olan evlerdi. Öyle kocaman değillerdi. Arif Çubukçu’nun evi vardı bizden yukarıda, Meşrutiyet sapağını geçince üçüncü apartmanın yerindeydi evi. Emin Aktar’ın evi de onun biraz üzerindeydi. Doğan Börekçi’nin gümüş eşya satan çok güzel bir dükkanı vardı eskiden bulvar üzerinde. 1965 yıllarından sonra muhit tamamen değişti, iş yerleri çoğalmaya başlayınca 1974 yılında müteahhitte verip Çankaya’ya taşındık. Şimdi Engürü Pasajı’nın olduğu bina yapıldı bizim evin yerine.

Bağevi havuzbaşında annem ve babam

Kınacızade bağ evi bir ara ünlü bir restoran olmuştu. Sonra ne oldu?

Erol bey, bizim evi kiralayıp Mangal Restoran’ı açmıştı ama bir süre sonra devredip Amerika’ya gitmek zorunda kaldı. Devrettiği garsonu da onun gibi iyi çalıştıramadığı için kayınbiraderine devrettiyse de bir yıl sonra ondan alan avukat da yine işletemedi. Sonra da boş kaldı ev 1997-98’den beri giderek harabeye dönüştü, hırsızlar malzemelerini çaldılar. Hatta bir ara izinsiz kalanların yaktığı ateş nedeniyle ev yangın tehlikesi geçirdi. Evimizi Kültür ve Turizm Bakanlığı’na devretmek için pek çok kez yazıştım ama olumlu cevap alamadım. Bunun üzerine açtığım ilk dava, bakanlığın yeterli ödenekleri olmadığı gerekçesiyle reddedilmişti. Aradan geçen üç, dört yıl sonra tekrar açtığımız ikinci kamulaştırma davasını ise kazandık. Bakanlığın burayı kamulaştırarak aslına uygun bir şekilde restore etmesini bekliyoruz. Ayrancı, restore edilerek yeniden kazanılmış üçüncü bağ evine sahip olacak inşallah. 

Kent kültürünün simgeleri

Şakir Bey’in anlattıkları bizi Ankara’nın kaybolan kültürüne götürüyor… Kentin bağlarında, çayırlarında şimdilerde apartmanların yükseldiğini, betona bulanmış tepelerin çok değil iki nesil öncesine kadar doğanın bir parçası olduğunu bilmek çok düşündürücü. Kentimizi ranta teslim etmenin bedeli bu olsa gerek. Kent kültürünü gözeten, insanca yaşamın sürebileceği planlamaların yapılmaması veya tercih edilmemesi yaşadığımız kentleri hızla kültüründen koparıyor. Her şeye rağmen bize o güzel kentlerin var olduğunu hatırlatan bağ evlerinin kıymeti ise paha biçilmez. Tarihimize, kültürümüze ait bu evleri günümüze kadar yaşatan bu değerli ailelere şükranlarımızı sunuyoruz…