Ankara’nın dijital kimlik manifestosu ve başkaldıran neşeli kolektif eylem: Kızılay tabelası

Ankara… Kimi zaman fıskiye ile akla geldi kimi zaman dinazorla… Özgün Cumhuriyet yapılarıyla da daimî gündemdi, Atatürk Orman Çiftliği ve Saray ile de… Yolları, dereleri, battı çıktıları, saatleri ve heykellerinden başka gündemimiz ‘tabela’ oldu şimdi. Kriz diye nitelendiren de var, tabelayı yerinden söküp eve götüren yurttaşın özrüne gülümseyerek Ankara nostaljisi yapan da… Ankara’yı sadece insandan ibaret görmeyen bir kent adaleti savunucusu olarak, araştırmalarıyla olduğu kadar düzenlediği turlarla da kenti yürüyerek öğrenen ve öğreten, anlayan, anlatan, dinleyen ve dillendiren, mikro tarih hikayelerini bizlerle buluşturan akademisyen Funda Şenol ve araştırmalarının yanı sıra Ankara başta olmak üzere kentlerin mekan olarak seçildiği filmlerin izini süren, duygu haritalarıyla katılımcıları dahil ederek yeniden görme ve düşünme pratiğini de rotalarla sürdüren “O’film.Route” oluşumunun kurucularından Dr. Ali Gençoğlu. Funda ve Ali hocaların özgün değerlendirmelerini; düşündürürken gülümseten, neşeli eylem pratiğine denk düşen bir kent söyleşisine çevirdik. İşte bu bizim dijital hikayemiz. Öyle derin öyle benzersiz… Söyleşinin ilk bölümünde Funda Şenol’a yönelttiğimiz sorularla başlıyoruz.

Funda Şenol

Bir akademisyen ve “yürürgezer” gözüyle baktığınızda kent Ankara’da tabela krizi kent aidiyeti bağlamında nasıl yorumlanabilir?

Ben buna ‘kriz’ demezdim. Masum bir tabela çalma, eve asma macerasından Ankaralı gençlerin kimlik beyanı, küçük çaplı da olsa politik manifestosuna dönüştü. Tabelanın bulunduğu bölge ‘otoritenin kaçak yaptığı’ bir lokasyon. Yasaklardan, ayıp ve günahlardan kaçabildiğimiz bir çatlak gibi. Belki biraz Çankaya Belediyesi’nin devasa kültür merkezine yakınlığının bu lokasyonu bir grup genç için korunaklı bölgeye dönüştürmesinin de etkisi var. Nitekim, 8 Mart’larda toplanma noktamız da kendimizi görece güvende hissettiğimiz Kızılay’daki Çankaya Belediyesi’nin arkası. Muteber sayılmayan her kimlikten, her yaştan, sınıftan, kültürden insan gibi, son yıllarda kendimize giderek daralan nişler aramak zorundayız çünkü.

“Otoritenin Kaçak Yaptığı Yer”

Bestekar ve Tunalı tarafı oldum olası gençlere ve içkili eğlencelere aittir. Ama AKP’nin gece yaşantısına, sosyal hayata, eğlence tarzlarına, alışkanlıklara getirdiği resmi ve gayri resmi kısıtlamalar çoktandır gençleri bu tabelanın bulunduğu lokasyona sığışmaya sevk etmişti. Buraya o yüzden otoritenin kaçak yaptığı bir yer diyorum. Burada bulunan içkili, müzikli mekanlara girip oturacak parası olmayan gençler yıllardır bayilerden aldıkları ucuz alkollü içecekleri, özellikle de biraları mekanların önünde, kaldırımlarda, köşelerde durup içerler. Alkollü mekanların önüne konuşlanmak biraz da oraya dışardan da olsa dahil olmak niyetiyle sanırım. Mekanların da bundan memnuniyet duyduğunu düşünüyorum. Çünkü mekanın bir kültür yaratması beklenir. Dışardan bu kültüre dahil olanlarla o kültür yavaş yavaş oluşuyor. Gençler de aynı zamanda kendilerini güvende hissediyorlar. Belki girip tuvaletlerini bile kullanıyorlardır. Mini bar diye adlandırılan bu pratikle ilgili geçmişte akademik çalışma bile yapılmıştı.

Neşeli eylemsellik: Şehri yakalama, aidiyet gösterme, kimlik beyanı ve meydan okuma

Çeşitli harflerle tanımlanan kuşağın elinden kaçan şehri yakalama, aidiyetini gösterme yolu sanırım bu eylem. Aynı zamanda eğlenceli ve meydan okuyucu da bir eylem. Behzat Ç.’den sonra ‘Angaralılık’, küçümsenen bir kimlik olmaktan çıkıp kırılganların, kaybedenlerin mağrur sembolüne dönüştü. Burada ister istemez, sistem sorunu olagelen bir Ankara-İstanbul kıyaslaması var. “Ankara’da görecek/yapacak ne var?” şeklindeki küçümseyici soruya bir yanıt gibi de aynı zamanda. Bir meydan okuma, bir kimlik beyanı, gri ve karamsar şehrin neşeli yüzü oldu bu eylem.

Eylem, şenlik, kurtarılmış bölge hafızası

Ama şunu da hatırlatmak isterim, Kızılay yakın tarihte hep bu tür eylemlerin mekanı olmuştu. Demokrat Parti’nin sonunu getiren eylemlerden biri olan 555K, Kızılay AVM’nin inşasına giden süreçteki merkez/temsil tartışmaları, Gezi eylemlerinde Güvenpark’ta yaşananlar vb. sebebiyle. Gençler bilmeyecektir tabii ama eski Türkiye’de her türlü toplanma, eylem, şenlik Kızılay Meydanı’nda yapılırdı. En son İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto eylemleri, yine CHP’nin Kızılay binasının önünde, sıkış tepiş yapılabildi. Bu da bir şeydir. Fakat bu son eylemde Tunalı’daki Kızılay’dan bahsedebiliriz. Şehrin merkezi Ankaralılık kimliğini temsil ederdi. Kızılay AKP iktidarından sonra artık Ankara’nın dönüştüğü hali temsil ettiği için, kurtarılmış bölge Tunalı Hilmi ve Kavaklıdere’de yeni bir merkez oluşuyor çoktandır. Bu eylem de bunun bir uzantısı gibi görünüyor bana.

“Yerinden edilme” ve tekrar “yerine geri getirilme” “sökülme” ve “takılma” ile gündem olan Kızılay tabelası; kent mekanları ve durakları açısından kent hafızasında ne anlam ifade ediyor?

“Tabela” veya “şehir mobilyası” dediğimiz banklar, heykeller, anonim çeşmeler, masalar vb.’nin kaçırılması (çalınması demek istemiyorum, sonuçta bunlar ortak kullanıma açık, kamu malı) pratiği hep vardı. Yaşı tutanlar hatırlayacaktır, Murat Karayalçın döneminde yapılmış ve şehrin muhtelif parklarına, yol kenarlarına yerleştirilmiş zarif Ankara keçisi heykelleri kaçırılırdı bir dönem. Hatta bunların kaçırılma serüvenleri, kaçıranlar ve evlerine yerleştirenler şehir efsanesine dönüşmüşlerdi. Bunun yanında Melih Gökçek döneminin “kitch” kentsel düzenlemelerine yapılan sistematik ve sempatik saldırılar vardı. Üzerini boyamak, sloganlar yazmak, resimler çizmek gibi. Yani bu tür eylemler yeni değil ama uzun zamandır ilk kez bu kadar cesurca ve göstere göstere yapılıyor. Kaçıran kişinin ortaya çıkması bir kahraman olma hevesinden mi, yaptığı şeyi sempatik ve mazur gösterme niyetinden mi, yoksa polisiye işlemlerden kaçınmak için mi bilemiyorum. Ama evine çok yakışmıştı o tabela.

Gençlerin çoğunlukta olduğu bir kitle tarafından önünde poz verilerek viral hale gelen bu akımı, tabela “eylemi” ve “mekansallık” ilişkisi açısından nasıl yorumlarsınız?

Eylem –ısrarla eylem diyorum buna– benim çok hoşuma gitti. Ümit ve neşe verdi. Ben oldum olası yerle bir olmanın, yani yerin bir parçası olmanın önemine ve değerine inanırım. Kendim de her gittiğim yerde, Ankara’da da tabii, benzer fotoğraflar çektiriyor, çekiyorum eskiden beri. Bedenin şehrin açık alanlarına, kuytularına dahil olması, esnemesi, kasılması, kapanması, açılması, sığınması ve hatta mekanla zıtlaşması, onu itmesi çok önemli. Mekan bir organizma çünkü değişiyor, değiştiriyor. Yürürken şehrin bize fısıldadıklarının, bizi çağırdığı pozisyonun, bizimle kurduğu dostane veya hasmane ilişkinin farkına varmak, onunla müzakereye girmek kimliğimizin farkına varmak anlamına gelir. Ayrıca yaşadığımız yerin nasıl bir yer olduğunu, özgünlüğünü koruması, orasının çok kimlikliliğin mekanı haline gelmesi için neler yapabileceğimizi de bu yolla öğreniriz. Bence bu da bir öğrenme süreci olabilir. Bu eylemin politik ve meydan okuyucu niteliği hemen fark edildi ki oraya bir polis devriye aracı yerleştirildi. Bunu sadece tabelanın sürekli sökülüp götürülmesi ve yenisinin yerleştirilmesi endişesiyle yaptıklarını sanmıyorum. Bence belediye tabelaya olan ilgiyi keyifle izliyor. Zaten oraya polisi sevk eden Bakanlık.

Bir yön gösterme aracı olan Kızılay tabelasının, işlevsel bir nesne olmaktan çıkıp sosyal medya aracılığıyla şeyleştirilen bir göstergeye, binlerce kişinin poz verdiği modern bir dergaha dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?

Günlük rutinimiz içinde yaptığımız her şeyi zaten sosyal medyada paylaşır olduk. Bundan çoğumuz azade değiliz. Ben de sosyal medya hesabımı aktif kullanıyorum. Henüz o lokasyona gidip fotoğraf çektirme imkanım olmadı ama can atıyorum. Çektirirsem de paylaşırım.

Kamusal alanın aktif kullanımı suç değil kolektif eylem

Burada hatırda tutulması gereken bir şey var. Oraya bizzat gidiyor bu insanlar. O fiziksel mekanda bir performans sergiliyorlar. Tasarlayarak, yaratıcılıklarını kullanarak fotografik bir görüntü veriyorlar. Bu hem “performans ve sokak sanatı” bağlamında değerlendirilmeli, hem de politik bağlamı ihmal edilmemeli. “Kamu malına zarar vermek” olarak nitelendirilip tahkikata uğrayabilecekleri ihtimalini ya akıllarına getirmiyor ya da umursamıyorlar. “Kolektif eylemlilik” böyle bir şey işte. Yüzlerce kişi, kamusal alanın aktif kullanımı sayılabilecekken “suç sayılan” aynı eylemi gerçekleştirirse o suç olmaktan çıkabiliyor.

“Angara Bebelerinin” kişisel ve kolektif bellek kaydı: Sosyal Medya

Bir yandan da zamanın ruhu gereği, oraya gidip herkesten farklı bir poz verebilmek, daha gösterişli bir kare ortaya çıkarmak gençlik heyecanına ve sosyal medyada daha fazla ilgi çekmenin, şöhretini arttırmanın verdiği motivasyona da bağlanabilir. Moda olan bir şeyi yapmak aynı zamanda. Labubu bebeği satın almak, belli markalara sahip olmak için imkanları seferber etmek veya onların taklidine sahip olmak, hatta basit veya karmaşık estetik dokunuşlarla ideal bedensel görünüme sahip olmak arzusu gibi bir şey bu.

Tiktok videolarının kısa ve çarpıcı olmaları hasebiyle popülerleştiği bu dönemde, bu videolara içerik arayışı da arttı. Tabelayla çektirilen fotoğraflar ve videolara bakınca, buraya rağbet gösterenler arasında başka ve uzak semtlerden gelen gençler de olduğunu gördüm. Bir tür turistik gezi gibi de olmuş sanki. Hem de tarihin o döneminde, o olayın olduğu mahalde bulunmuş olmak hali. Bu yabana atılacak bir şey değil. Sosyal medya hesapları aracılığıyla da arşivlenmiş, “kişisel ve kolektif belleğe” kaydedilmiş oluyor. Benzer ve nispet niteliğinde eylemleri başka semtlerden ve hatta şehirlerden bekliyorum. Belki “Kızılay ve Tunalı bebelerine” inat “Keçiören, Sincan, Karapürçek bebeleri” de bu tür içerikler üretirler.

Ali Gençoğlu

Bir başka isim, Ayrancı Festivalimizde “Sinema Gözüyle Ankara” konulu sunumuyla katılımcılara görüntüler eşliğinde Ankara’yı yeniden düşünme, görme fırsatı sağlayan, “O’film.Route” oluşumunun kurucularından Dr. Ali Gençoğlu, viral hale gelen bu eylemi, popüler kültür, virallik ve sosyal medya bağlamında Ayrancım Gazetesi için değerlendirdi. 

Kızılay tabelasının viral hikayesi ve dijital çağın Ankaralılığı

Tam konumu da verelim Ankaralılığımız pekişsin. Ankara’nın eğlence hayatının önemli noktalarından Bestekar Sokak’la Kennedy Caddesi’nin kesişimindeki yön tabelalarının en altında bulunan Kızılay tabelası… Binlerce kez yanından geçtiğimiz bu tabela Ankara kışının hemen öncesinde, Tunalı ve çevresinde şekillenen kültürün yeni özel günlerinden birine dönüşen Halloween ile eş zamanlı biçimde yeni bir anlama büründü. Heykel de değildi anıt da değildi, otoritenin taktığı bir hali de yoktu ama başına gelenler onu bir şehir hikayesine, gençlerin elinde birkaç günde dijital bir efsaneye dönüştürdü. Gençlerin kendine has aksiyonlarıyla önünde poz verdiği, “buradaydım” demenin yeni yolu haline gelen, sonra da çalınıp gündem olan bir tabeladan söz ediyoruz. Tabelanın etrafındaki gençler ise bir bakıma Ankaralılığın dijital çağdaki yüzlerini oluşturuyorlar.

Yeni kamusal alan deneyimleri: Dijital sahne, dijital totem, dijital performans

Kamusal alanın artık fizikselden ziyade görselliğin başrolde olduğu dijital bir sahne haline geldiği herkesin malumu. Kızılay tabelasıyla yaşanan aşkın hem birbirine benzer hem de birbirlerinden farklı şekillerde birçok paylaşımla yeniden üretilmesi durumu tam da popüler kültür nedir sorusunun yanıtı niteliğinde. Bununla birlikte olay, Jenkins’in popüler kültürün dijital çağdaki haliyle ilgili “katılımcı kültür” dediği şeyin de bir örneğini ortaya koyuyor. Birbirine benzer binlerce içerik patlaması, viral dediğimiz bir şey var ortada. Bir yandan özgün bir üretimden ziyade yansımaların paylaşılması söz konusuyken aynı zamanda gençler o tabelayı yeniden anlamlandırıyor, kendilerine ait kılıyor, kendi meşreplerince esprileştiriyorlar. Tabela böylece giderek bir dijital toteme dönüşüyor. Bu bir taraftan kanlı canlı, gerçek bir kent deneyimiyken bunun yanında aslında dijital çağın kent deneyimi. Yalnızca kentte görünür olmak değil, platformda görünür olmak söz konusu. Kızılay tabelası da haliyle birdenbire Ankara’nın görünürlük sahnesi, performans alanına dönüşmüş oluyor. 

Herkesin gözünü Ankara’ya çeviren tabela hikayesinin bu kadar yaygınlaşması, kenti görünür kılması hakkında neler söylenebilir?

Kolektif şakanın yasını tutan gençliğin duygu paylaşım hikayesi

Virallik açısından baktığımızda burada esasında söz konusu olan duyguların paylaşımı… Zira gençlerin sıraya girerek tabelayla haşır neşir pozlar vermesi ve bunları paylaşması Ankara’ya ve Ankara’da genç olmaya dair bir duygunun da hem paylaşılması hem de her defasında üretilmesi demek. Tabelanın “çalındığı” günkü paylaşımlara bakın bunu anlarsınız. Birbirlerine yanıt veren ve yer yer “diss” atan gençler için “tabelanın yokluğu” bu kolektif şakanın yasının tutulması halini almış gibi. Çünkü tabelanın anlamı da aslında kolektif bir şekilde üretilmişti. Virallik tam da buralarda belirgin oluyor işte; katılıma açık, alaycı ve kopyalanabilir olma haliyle. Tarihimize Tunalı’daki Kızılay Tabelası vakasıolarak geçen olay tam da popüler kültürün dijital çağdaki ortaya çıkma hallerinden biri olan virallliğin bir deney laboratuvarı böylece. Bir “Atatürk’ün Dikmen sırtlarından Ankara’ya girişi sırasında Seğmen Alayı’nın karşılaması” olayı kadar heyecan verici olmasa da bu birkaç günü hayattayken takip edebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.  

Viralliğin deney laboratuvarı

Dijital döneme ait bir popüler kültür laboratuvarı demişken tabi ki mekansal bir sınır ortaya koymuş oluyoruz. Tüm bu olan bitenin Ankaralı bir renge sahip olduğunu da söylemiş oluyoruz. Olay, Ankara’nın büyük öteki İstanbul’un ihtişamı karşısında gündelik absürtlüklerden beslenen samimi ve alaycı mizahından bir parça aynı zamanda. Fotoğraf çektiren birinin de dediği gibi: “Bizim eğlenecek kadar sıradan bir nesnemiz var ve o da bize yeter.” 

Ankara’nın görünmezliğine ve “Büyük Öteki”ne başkaldırı

Kızılay kelimesi bugüne kadar ona yüklenen birçok anlamın yanında temelde bir merkez hüviyeti taşırken bu olayla birlikte bir kültürel kimlik göstergesi halini almış gibi görünüyor. Bununla birlikte kentsel hafızanın içinde de yerini alabileceğe benziyor. Tabi bunun sınavını zaman içerisinde verecek. Ancak mevcut haliyle Kızılay tabelasının artık bir hikaye anlatıcısına ve onunla çekilen her fotoğrafın hikayenin başka bir versiyonuna dönüştüğünü gözleyebiliriz. Bu; kente dair sahiplenmeyle birlikte zaman zaman yukarıda bahsettiğim Büyük öteki’nin karşısında zaman zaman görünmez kılınma durumuna karşı da başkaldırı inceden. Ankara’nın dijital kimlik manifestosu… Bunun önünde fotoğrafın yok mu? Bizden değilsin… Ya da biraz daha ötekileştirici daha semt milliyetçisi gibi konuşursam; belki de Armada’nın ötesindensin. Bu akımın diğer kentlere sıçrama potansiyelini de saklı tutarak Ankara vurgusunu sivriltiyorum tabi ki. Zira pavyonlarla özdeşleşen Ankara müziği, dansı, gece kulübü (!) kültürü Ankara markasıyla zaman zaman ihraç edildi son on yılda. Aklımda birkaç kentin birkaç tabelası var ayrıca ama kendime saklıyorum.

Modern toplumun yeni ritüelleri ve geleceğin dijital kazıları

Kızılay tabelası olayı bize modern toplumun nasıl yeni ritüeller icat ettiğini de göstermiş oldu. Dijital ritüeller çağında yaşanan bir örnekle bizi baş başa bıraktı. Önünde fotoğraf çektirmek, hele ki devletin merkezi olan Ankara’da, anıtların, binaların tekelindeydi. Mümkün müydü ki bir ufak Kızılay tabelası bu devasa otoriteyle boy ölçüşsün. Ancak görünen o ki bu mücadeledeki güç dengesizliğini dijital çağda yeniden düşünmek gerekecek. Tabelalar, neon ışıklar, duvar yazıları, vs. Ve bu mücadele bize dijital hafızayla ilgili izler bırakacak. Bakalım yirmi sene sonra hangisi her gün karşımızda olacak, hangisi için kazma kürekle dijital kazılara girişeceğiz. 

İşte bu bizim dijital hikayemiz: Dijital jestlerle kurulan Ankaralılık Sonuç olarak bir tabeladan çıkan bir kent hikayesi, dijital dönemde beliren bir popüler kültür vakası bizlere bir kez daha şöyle bir şey hatırlattı: Gençlerin “Ankaralılık” durumları dijital çağda, bu kenti en fazla tanımlayan şeylerden olan mimarisiyle, anıtlarıyla, planlamasıyla, düzenli bir kent oluşuyla, nedenini anlayamadığım ama her gelenin isim olarak fenomenleştiği belediye başkanlarıyla değil de hızlı hızlı birkaç bardak happy hour içkisi sonrası, son metro saatine kadar geçen süreyi sokakta geçirdikten sonra eve gitmeden Kızılay tabelasıyla fotoğraf vererek üretilecek. Aslında dijital jestlerle kurulan bir Ankaralılık bu her şeyden önce. Tabela gitse de baki kalan onun etrafında ördüğümüz ortak dijital hikayemiz. Orada yarattığımız, dijitale taşıdığımız “mikro-kamusal alan”ımız ya da “şehir efsane”miz. Ne olursa olsun telefonlarımızla bunu biz yarattık. Telefonlarımızla…