Normal-dışı günlerden geçiyoruz. Hoş birkaç zamandır normalimiz de kalmamıştı ama… Tanışık olmadığımız bir salgın hastalık… tanışık olmadığımız minimal yaşamı yeniden anımsama zorunluluğu… tanışık olduğumuz ya da olmadığımız dayanışma, ihtiyaç sahiplerinin artması… bazılarımız evde oturma şansına sahip ve sıkılırken, bazılarımızın çalışma ve riske girme zorunlulukları… (bazen hastamızla ilgilenmedi diye şiddet sergilediğimiz) sağlığımız için emek verenlerin değerinin keşfi… sokağın durumu… değişik ve temasa izin vermeyen yeni yaşam normları… ve dahası.Biz de, çaba sarfeden muhtarlarımızla haberleştik, sağlıkçılarla konuştuk, dayanışan Ayrancılıların önemle altını çizdik ve sokakları, parkları, caddeleri fotoğraflamaya çalıştık.
Nurten İşçi – Güzeltepe Muhtarı
İşlerimiz daha yoğunlaştı
Yoğun çalışıyoruz. Apartman yöneticileri, apartman görevlileri listeleri oluşturduk. 11.00-14.00’e sınırlamıştı Kaymakamlık çalışma saatlerimizi ama mahallem yoğun olduğu için; 9.30-10.00’da gidiyorum 15.00-16.00’yı buluyor işlerimizin bitmesi.
65 yaş üstü bakıma muhtaç olanları Kaymakamlığa, ayrıyeten gıda-para ihtiyacı olanları da Sosyal Yardımlaşma’ya yönlendiriyoruz, tüm organizasyonu yapmaya çalışıyoruz.
Büyükşehir Belediyemizin muhtarlar WhatsUp grubu üzerinden de, bize gelen her bilgiyi onlarla paylaşıyoruz. Büyükşehir Belediyemizin bir hizmeti var, evden çıkamayanlar için Askimatik; telefon açıp kartlı su sayaçları için doluma geliniyor. Biz de ilişkilerini kuruyoruz bazen. Yöneticilerle görüşerek, bu yola gitmesi gerekenlere izin kağıdı için temaslarımız oluyor, izin kağıtları için…
Yoğun geçiyor ama olsun, herkes sağlıklı olsun yeter ki, biz koşturalım.
Seviye Ardıç Çelik – Güvenevler Muhtarı
Devletin ulaşamadığı yerde dayanışma gerekecek
İlk günden itibaren mahallemizdeki evden çıkamayan yaşlıları arıyoruz. Bizi arayanlar da oluyor. Özellikle gıda yardımı ve korona için kolonya ve dezenfaktan isteyenler oldu. Engelli bir mahalle sakinimizin maaşını çekip teslim ettik. Birkaç kişinin de alışverişini yaptık. Sağlık ocağına gelemeyenler oldu, onların ilaçlarını yazdırıp, ilaçlarını evlerine teslim ettik.
Genç bir azamız var, yetişemediğim yerlere o da destek oluyor. Bizim yetki alanımız dışındaki talepler için karakola ve Çankaya Belediyesine yönlendiriyoruz. Fakat karantina günleri uzadıkça özellikle işsiz kalan sakinlerimizden yardım talebi geliyor.
Önümüzdeki günlerde bunların artacağını düşünüyorum. Bu konuda devlet desteğinin sağlanamadığı yerlerde bir dayanışma gerekecek. Maddi sorunların artacağı kesin. Buna ne gibi önlem alabiliriz bu konuda belediyelere yönlendirmek dışında yapacak bir şeyimizde yok aslında.
Elif Doğan – Ayrancı Muhtarı
Herşeye çözüm üretemediğimiz oluyor
Yoğun geçiyor, şu anda da yoldayım, evden çıkamayan 65 yaş üstü bir büyüğümüz aradı, o’na gaz almaya gidiyoruz. Mahallede arabası olanlardan da destek alıyoruz bu destekleri sağlarken.
Devletin ve Belediyenin açıkladığı yardımlarla ilgili çalışıyoruz elimizden geldiğince, bazen çözüm üretebiliyoruz bazen üretemiyoruz. En çok da evde çalışan kadınlarımız çok zor durumda kaldı, ev işlerine gidiyorlardı, ama şimdi herkes evine çalışan da almıyor bu problem sebebiyle. Önemli problemlerden biri de bu diye düşünüyorum.
Güldane Tenç – Aziziye Muhtarı
Yardımları muhtarların dağıtacağı zannediliyor
Önlemlerle beraber hemen mahallemizdeki yaşlıları ve apartman yöneticilerini aradım. Genelde pek bir sıkıntıyla karşılaşmadık. Apartman ve site görevlileri bu konuda eksik birşey bırakmamış durumda.
Bizi genelde maske ve kolonya için arıyorlar. Bunun muhtarlar aracılığıyla dağıtılacağını sanıyorlar. Azalarımı arayıp onlardan da bilgi istedim. Sosyal yardımlardan faydalanmak isteyen apartman görevlileri oldu, onları belediyeye yönlendirdik.Mahalleden kağıt toplayarak geçinen birinin 1 yaşındaki çocuğu için ilaç temin ettik, yeni doğacak bebeği için de mahalle grubuna duyurarak, gönderilen giyim malzemeleri ve oyuncakları ilettik. Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.
Süleyman Demircan – Remzi Oğuz Arık Muhtarı
En büyük ilaç dayanışma ve moral
Dünyamız, ülkemiz ve bizler zor günlerden geçiyoruz. Bu günleri, dayanışarak, bilimle ve birbirimize sahip çıkarak birlikte aşacağız.
Bu günlerde en büyük ilaç dayanışma ve moral. Elimizden geldiğince, 65 yaş üstü mahalle sakinlerimizin hepsi ile telefonla konuşup, yalnız olmadıklarını ifade edip, bir ihtiyaçları olup olmadığını sormaya özen gösteriyoruz muhtarlık olarak. Bugüne kadar 400’e yakın telefon açtık, hatırlarını sorduk, ihtiyaçları olup olmadığını öğrendik. Mevcut telefonlarımızdan 7 gün 24 saat arayabileceklerini de hatırlattık. Çok mutlu oluyorlar doğal olarak, seslerinde gözlerinin parıltısını hissedebiliyorsunuz.
İhtiyaç sahibi ve maddi durumu uygun olmayan ailelerimizle de görüştük ve bir imce ile birleştirdiğimiz destekle alışveriş paketleri alıp dağıttık.
Birlikte olduğumuz, bilim insanlarının söylediği kurallara dikkat ettiğimiz ve dayanışabildiğimiz sürece mutlu kalabiliriz. Biz buradayız, burada olmaya devam edeceğiz.
Çankaya Kent Konseyi Başkanı Mustafa Coşar: 31 Mart yerel seçimleri bize yeni bir davranış biçimini mecbur kılıyor. Geçmiş dönemlerde de birkaç kez olduğu gibi sorumluluğu yerel yönetimlere yüklüyor. Kent konseyleri bu dönemi de böyle bir bakış açısıyla ele alarak birkaç tartışmayı toplum kesimlerine açmalıdır. 1. Yerel yönetim kavramı iktidarın yeniden kurgulanması bağlamında yeniden tartışılmalıdır 2. Kent konseyleri kamusal alan tartışmasını başlatmalıdır. 3. Demokratik katılımı güçlendirecek bir kültürel atmosfer yaratılmalıdır.
Sevgili Mustafa Coşar, Çankaya Kent Konseyi yeni bir döneme başladı, başarılar dileriz. Biz de Ayrancım Derneği olarak beş mahalleyi kapsayan bir çalışmayla bu coşkuya katılmak istiyoruz. Ayrancım Gazetesi okurlarına biraz kent konseyinin yeni döneminden bahseder misiniz?
Böyle bir gazete çalışması hem kent için hem de Çankaya Kent Konseyi için ciddi bir moral kaynağı oldu. Ben de birlikte yürüyeceğimizi söylemek isterim Çankaya Kent Konseyi adına.
Çankaya kent konseyi bir dönem çalışmalarına ara vermişti. 6. Seçimli Olağan Genel Kurulu’nu 25-26 Mayıs 2019 tarihinde gerçekleştirdi. Kent konseyinin bugüne kadar ki 1 yıllık dönemini iki bölüme ayırıyorum. Kent konseyinin teknik altyapısının, mekanının, personelinin, çalışma koşullarının hazırlandığı ve Ekim ayına kadar süren bir dönem. Sonrası da aslında Çankaya Kent konseyinin öyküsünü yazmaya başladığımız ikinci dönem.
Çankaya kent konseyi öncelikle Maltepe yerleşkesinde yerini aldı, çalışmalarımızı yapabileceğimiz olanaklara sahip olduğumuz bir yer burası. Bu koşulları sağlama konusunda Çankaya Belediye Başkanımız Alper Taşdelen hemen adım attı. Bize çok ciddi katkısı oldu.
Bunun ardından meclislerimizi kurduk. Özellikle 123 mahallenin hepsini kapsamaya çalıştığımız semt meclislerimiz var. 75 mahalleyi kapsayan 8 semt meclisimiz oluştu. Diğerlerini de oluşturmaya çalışıyoruz.
Bunlar her kent konseyinin yapması gereken, atması gereken adımlar, biz de aynı yolu izliyoruz.
Çankaya Kent Konseyi yönetimi belediye başkanı Alper Taşdelen’le birlikte.
Çalışmalarınızı hedef haline getirmiş bazı eleştiriler var, ne diyorsunuz?
Burada kritik bir tartışmayı açmak isterim. Tarihsel bir eşikteyiz. 31 Mart yerel seçimleri bize yeni bir davranış biçimini mecbur kılıyor. Geçmiş dönemlerde de birkaç kez olduğu gibi sorumluluğu yerel yönetimlere yüklüyor. Ben bu dönemi de böyle bir bakış açısıyla ele almamız gerektiğini, bir tarihsel dönemde kendimizi şu ya da bu görevleri alan insanlar olarak görmemiz gerektiğini düşünüyorum. Diğer türlüsü çok ciddi bir zaiyatı gündeme getirir. Ülkenin daha demokratik bir yapıya, daha özgürlükçü bir ilişki biçimine kavuşması için bir dönemeçteyiz. Kent konseyleri burada rolünü abartmadan ama küçümsemeden de bir misyon biçmelidir kendisine. Bunun için çaba sarfediyorum.
Kent konseyleri nedir, ne değildir?
Kent konseyleri çalışmaları bağlamına dönerek kent konseyinin ne olmaması konusunda bazı uyarılar yapmak isterim.
Kent konseylerini bizim dar anlamlı siyaset kültürümüzden kaynaklı zeminler olarak bir siyasal sıçrama tahtası olarak görmemek lazım.
Kent konseylerini dar demokratik kitle örgütü içeriğiyle görmemek lazım.
Etkinlikler yapan basit bir etkinlik örgütü olarak görmemek lazım.
Siyasetin geçmişten gelen “alkış ve eleştiri paradoksu”na sokarak, kent konseyini belediye başkanını illa eleştirecek ya da illa alkışlayacak gibi görmemek lazım.
Bir siyasi partinin çalışma alanı, propaganda aracı gibi görmemek gerekir.
Bunlar kent konseylerini daraltıcı, küçültücü ve geriye saran bir mekanizma haline getirir ve o tarihsel eşiğin olanaklarını yaratacak, ufkunu, vizyonunu genişletecek bir zemin olmaktan, heyecan verici bir başlangıç olmaktan uzağa götürür. Bunlara dikkate almak gerekir diye düşünüyorum
Yeni dönem için hedeflerinizden ve yaklaşımınızdan bahseder misiniz?
Önümüzdeki döneme ilişkin yaklaşımım şudur; kent konseylerinin birkaç tartışmayı toplumun tüm kesimlerine açması lazım. Bunları gerçekleştirmeye çalışacağız.
Yerel yönetim kavramı iktidarın yeniden kurgulanması bağlamında yeniden tartışılmalıdır
Birincisi yerel yönetimler kavramı tartışmasıdır. Bu geçmişte de yapılan ama yeniden düşünülmesi gereken bir iktidar tartışmasıdır. Kent konseyleri ve yerel yönetimlerin, sundukları ciddi olanaklarla yatay ve demokratik bir biçimde iktidarın yeniden kurgulanması ve yeni bir deneyim olarak tarih sahnesine çıkması yönünde ciddi bir olanak sunduğunu düşünüyorum. Kent konseyleri bunun küçümsenmeyecek bir aracı ve zeminidir. Öncelikli kişisel yaklaşımım budur.
Kent konseyleri kamusal alan tartışmasını başlatmalıdır
Diğer taraftan, uzunca bir dönemdir hem yerel yönetimlerde hem de merkezi iktidarda bulunan siyasi anlayışın ülkeyi getirdiği biçimlerden kaynaklı çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bu da yerel yönetimlerin en önemli tartışma ve kendisini üretme alanlarından birisi olan “kamusal alan” tartışmasıdır. Kent konseylerinin fikri düzeyde bir kamusal alan tartışması yapması ve bütün meclislerinde yaygın bir biçimde bunu gündem yapması gerektiğine inanıyorum.
İlk madde de söylediğim gibi kamusal alanın da yeniden inşası ve talep edilmesi gerekmektedir. Bu sadece kent konseylerine ilişkin bir tartışma değildir. Bir merkezi iktidar sorunudur ama biz yurttaş olarak bunu tartışıp yeniden inşa edilecek zeminde tarif edebiliriz. Kent konseyleri bağlamında kentin sokaklarını, caddelerini yeniden talep etmek, kentlilere açmak ve bu konuda da projeler ve programlar üretmek, kamusal alanın yeniden örgütlenmesi bilincini açığa çıkaracak bir alan sunuyor bize. Bu çerçevede “kamusal alan” tartışmasını kent konseylerinin başlatacağı ve bütün kentlerimize bir öneri olarak sunacağı bir zemin olarak görüyorum.
Demokratik katılımı güçlendirecek bir kültürel atmosfer yaratılmalıdır
Geçmişten beri gelen bir davranış biçimimiz var; demokratik katılım noktasında aslında sandıksal demokrasinin önümüze getirdiği ve bir oy fazla alanın kazandığı, bir oy eksik alanın kaybettiği bir katılım ilişkisi var. Bence kent konseyleri bu sürece, bu yaklaşıma ciddi bir eleştiri getirmeli ve kazanma kaybetme ikileminin dışında, toplumun yeniden kendisini birarada yaşadığını hissedebileceği, bu arada yeni motivasyonlar ve çalışmalar yapabileceği bir fikri yaklaşım oluşturmalıdır. Ben demokratik bir kültürün yaratılması açısından müzakere yaklaşımının, birbirini ikna etme arayışının merkeze konulduğu demokratik bir işleyişin kent konseyleri açısından önemli olduğunu düşünüyorum. Birileri bunu siyaset yapmanın ya da siyaseti yönetmenin bir manüpilasyon aracı olarak görebilir ama ayrışma siyaseti her alanda gündemde ve bu toplumları birbirinden uzaklaştıran ve düşmanlaştıran bir zemin oluşturuyor. Bizim bunu ortadan kaldıracak bir kültürel atmosfere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum.
Kent konseylerinin geçmişi yeni değil. Buna rağmen hala bir fikirsel altyapı eksikliğini dile getiriyorsunuz, değil mi?
Kent konseyleri biliyorsunuz 1992’de Rio’da Yeryüzü Konferansı’ndan sonra Türkiye’de yasal mevzuata girmiş ve 2006’da resmi gazetede yayınlanmış ve ciddi bir biçim olarak Türkiye’nin yerel yönetimler gündemine girmiş iyi bir uygulama. Bu çalışmayı yürüten örnek gösterilecek yerler var. Ama kent konseylerinin kendisini bir siyasal anlayışla değil toplumun örgütlü örgütsüz tüm kesimlerini birarada tutabilme ve bunların hem fikir geliştirme hem bir proje geliştirme hem de bu projelerini bir deneyim olarak yaşayabilmelerine olanak sağlayan yatay bir yapı olmasından kaynaklı çok ciddi olanak sunduğunu düşünüyorum.
Türkiye açısından baktığımızda iki bine yakın belediyemiz var, iki yüz elli civarında kent konseyi olduğunu ve yüz ellisinin şöyle ya da böyle çalıştığını düşünürsek aslında bu işte de ne kadar işin başında olduğumuz görülüyor.
Kent konseylerinin bu dönemde yerel yönetimlerin dönüştürücü gücünün tekrar hissedildiği bir dönemde yerini alması gerekir. Bunun da basit, etkinlik yapma düzleminde değil –piknik yapmak, kermes yapmak, sinema günleri düzenlemek– bunları reddederek söylemiyorum ama varoluş gerekçesini ve vizyonunu buradan kopartarak düşünsel bir zemine daha güçlü biçimde müdahale edebilecek bir olanak olduğunu görmemiz gerekir.
Güzel taraflarından birini daha söyleyeyim, 31 Mart’tan sonra yeni bir farkındalık kazandı bu; bir iyimserlikten bahsedebilirim size. Kent konseylerinin ortak deneyim oluşturmak için kurduğu yapılar var. Bu platformlarda çabalarını ciddi olarak arttırdılar. Cumhuriyet Halk Partisi de bu konuda ciddi adımlar attı, tüm belediyelerine anketler göndererek kent konseyleri konusunda bilgi istedi. Diğer partilerde de bu anlamda çok ciddi çabalar var. Bu çabalardan ben çok umutluyum.
Önümüzdeki dönem için Sanayi 4.0 çalışmalarıyla da bağlantılı düşünerek kent konseyimiz çok ciddi çalışmaları gündemine aldı.
Gündem: iklim, su, enerji ve gıda
Biz 4 ana konuyu stratejik sorun ve çalışma alanı olarak gördük. Bunlar iklim, su, enerji ve gıda. Bu dört ana konuda ulusal düzeyde araştırma çalışmaları yapmasını önümüze koyduk. Semtlerimizden bunu destekleyecek çok ciddi geri dönüşler alıyoruz.
Kent Akademisini kuruyoruz
Kent çalışmaları konusunda bilimsel bir merkezin oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için bir “Kent Akademisi” çalışmamız var. Bunun için bir danışma meclisi kurarak hangi konularda çalışmalar yürüteceğimize, önceliklerimize karar vereceğiz.
Bu çalışmaların bir erken müjdecisi olarak Ankara Üniversitesi DTCF dekanlığı sosyoloji bölümü aracılığıyla bizimler bir protokol imzalama noktasına geldi. Bütün mahallelerimizde sosyoloji öğrencilerinin ve akademisyenlerinin çalışmalar yürüteceği bir Çankaya düşlüyoruz.
Yaşam Dostu Ekolojik Köy
“Yaşam Dostu Ekolojik Köy” projemizle birkaç bin dönümlük örnek alan yaratarak hem yaşlılar, hem engelliler, hem de gençlerin bir arada üretip, tüketebileceği bir örnek yaratacağız.
Sıfır Atık
“Sıfır Atık” konusunda çalışma başlatacağız. Bunun içinde önemli projeler geliştiriyoruz.
Proje Fabrikası kurduk
Yine üzerinden önemle durduğumuz bir “proje fabrikamız” var. Sosyal inovasyonu gerçekleştirmek için bölgesel kalkınma konusunda özellikle dezavantajlı gruplara proje yazma ve uygulama eğitimi verecek bir fabrika kurduk. Bu da önemli çalışmalar yapıyor.
Çankaya Kent Konseyi başkanı Mustafa Coşar
Ayrancı’nın kentin hafızasına, belleğine, yaşanmışlığına ilişkin çok ciddi değerleri var.
Ayrancı bölgesi sizin de çalışma alanınızı kapsayan beş mahalleden oluşan bir bölge. Ayrancı semt meclisi çalışmamız var, bir dönem sizlerin de içinde olduğu, başta muhtarlar olmak üzere çok katkı koyan kişiler, çabalar oldu. Ayrancı semt meclisini oluşturmak için bir geniş katılımlı toplantı yaptık. Hep birlikte tartıştık, birlikte karar verdik. Nisan başında Ayrancı semtinin en geniş bileşenleriyle, bölgeye dair önerisi olan herkesin katılabileceği bir toplantı yapacaktık. Bunu ertelemek durumunda kaldık ama normal düzene geçtiğimizde ilk planlamamızda yer alacak. Bölgemizdeki beş mahallemizdeki herkesi bu çalışmaya davet etmek isterim. Bundan sonra artık semt meclisimizi oluşturacağımız genel kurulumuzu yapacağız.
Ayrancıyı tarif etmek gerekirse; Ankara’nın kadim semti olarak tarif etmek isterim. Orada kentin hafızasına, belleğine, yaşanmışlığına ilişkin çok ciddi değerler var. Sanatçısından, düşün insanına, kültürel yaşam zeminlerine kadar insanların hayatlarında bıraktığı izlere kadar benim de bir dönem yaşadığım bir semt olarak diğer semt meclislerine örnek olacak, öncülük edecek, fikir geliştirecek bir çalışma olacak.
Bir davetimde Çankaya kent konseyi çalışması için. Biz bir yıllık çalışmalarımızın raporunu vereceğiz paydaşlarımıza. Eleştiriler, öneriler bizim için çok geliştirici olacak. Özellikle burada andığımız projelere ilişkin fikirleri önemlidir.
Bir de çalışma yönergemizi güncelleyeceğiz. Bunun için kent konseyimiz uzun çalışmalar, çalıştaylar yaptı. Bunu hayata geçirmek içinde her türlü öneriye açığız. Yeter ki, birlikte çalışabilelim.
Yaşadığımız bu değişik günleri, bir de doktor gözüyle dinleyelim istedik. Birçok şehirde farklı düzeylerde görev almış, farklı coğrafyalarda birbirinden sınıfsal ve yapısal olarak farklı Anadolu insanıyla yıllarını geçirmiş, şimdi aile hekimliği yapan büyüğümüzün ağzından salgın günlerinde; durumumuz, kendi durumları, gözlem ve yorumları ile salgın, mahalle ve deneyimler, aktarıyoruz…
Salgın verem aşısının önemini hatırlattı
Nasılsınız?
Herşey yolunda iyiyiz, büyük bir sorunumuz yok.
Neler düşünüyorsunuz coronavirüs pandemisi ve gelişmelerle ilgili?
Geç alınmış ve alınmamış kararlar var. Fakat şu anda bile yeni alınacak kararlarla çok çabuk hız kesebilir. Bilgi, deneyim ve ülkenin bölgesel, yerel farklılıklarının gözönüne alınmasına ihtiyaç var.
Böyle bir pandemi döneminde, Ayrancı’nın yaş durumu ve nüfusu üzerine söyleyecekleriniz neler olabilir..?
Kişilerin çok yanlış bir bilgisi var, ben 1969’dan beri bu bölgenin çocuğuyum. Nedense Ayrancı’nın yaşlı bir nüfusu olduğu fikri oluşmuş durumda Ankara Ahalisi’nde. Bu yanlış bir düşünce. Çünkü artık 2. ve 3. kuşak çocuklar, torunlar geldi. Tabii ki her yerde olduğu kadar yaşlı var burada da. Ben Ayrancı’nın nüfusunun yaşlı bir nüfus olduğuna katılmıyorum; Çinçin’de, Gaziosmanpaşa’da ne kadar yaşlı varsa Ayrancı’da da o kadar yaşlımız var.
20-25 sene evvel, Robenson hayatı gibi Çayyolu’na, uydukentlere gitti insanların bir kısmı. 5-6 sene kadar yaşadıktan sonra, oralarda beceremeyeceklerini anlayınca şehre (merkeze) geri döndüler. Oralarda yaşamak zaten, belli bir düzeyde ekonomik güç gerektiriyor. Ankara merkezi elitliğini de koruyor cazibesini de. Ama Ayrancı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim.
Ayrancı’da durum sizce nasıl, hasta gelişi ne durumda?
Hasta sayısında tabii ki düşme var, genelde günde 100’ü geçen hastamız varken şu an 30-40 civarında. Düştü hasta sayısı. Ve pandemi şikayeti ile gelen benim bildiğim gelen de olmadı.
Pandemi, deprem, salgın, savaş gibi durumlarda sizce Yerel olarak, semt ölçeğinde ya da kent ölçeğinde ne yapılmalı, bizde ne eksik?
Farklı farklı devlet kademesi yöneticiliklerinde ve şehirlerde çalıştım. Çok farklı pandemiler gördüm ve yaşadım, hafife almıyorum ama egzajere (büyütmek, abartmak) edildiği kadar vahim bir boyut beklemiyorum açıkçası. Biraz abartılan bir durum olduğunu düşünüyorum. Tabii ki ciddiye almalıyız, alıyoruz da.
Her yüzyılda böyle pandemiler olur. Veba da, şarbon da, tüberküloz da ciddi tehditlerdi. Bizim tek şansımız “bir pratisyen olarak söylüyorum, büyük iddialarım yok”, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhuriyetin ilk yıllarında kurduğu temelin mirasını yiyoruz ve şanslıyız. Bu ülkede hasta sayısı neye çıkarsa çıksın, ölümlerin yüksek olmasını beklemiyorum. Çünkü verem-savaşla ilgili çok ciddi bir altyapımız var ve aşılama hala devam ediyor. Bu sebeple Reşit Galip’e, “hem tıbbiyeden, hem kurtuluş savaşını kazandı hem veremle savaşı kazandı” denir. Kocaman bir caddeye ismi bu sebeple verilmiştir.
Verem aşısı, hala 2 ay dolmadan çocuklarımıza yapılıyorsa, 50’li yıllardan beri Amerika’da yapılmıyorsa, … Fransa’da, İtalya’da yapılmıyorsa… o ülkelerdeki popülasyon içerisindeki ölen vakalara bakarsanız verem aşısı yapılmamışlar çoğunluktadır. Tabiki bu benim bir aile hekimi olarak görüşlerim, kişiseldir görüşlerim.
Bizde koordinasyon eksikliği var. Yönetimsel yapı sebebiyle bilgi ve deneyim kifayetsizliği var. Yeniden söylüyorum, kendimi hiçbir şey olarak görmüyorum. Ama bu konuyla ilgili mücadele kadrosunda, taşrada yokluk çekmiş, saha tecrübesi olan, farklı sağlık düzeylerini yaşamış, enjektör kaynatmış, Anadolu’nun köyünü, kırını, insanını, farklılıklarını bilen… gerçekten hekim, gerçekten insana saygı duyan 3 doktor olsa, bu salgın çok daha kolay ve doğru yönetilebilir. Bu kadar parayla pulla rezil ve sağlıksız olunmaz.
Çok teşekkür ediyoruz. Son söyleyeceklerinizi de duymak isteriz.
Söylediklerimiz ve aktardıklarımız topluma bir fayda sağlayacaksa ne mutlu bize.
Çocukların hak ve özgürlüklerini destekleyen mahalleler kapsayıcıdır, yürüyüş ve bisiklete binmeyi desteklemek için uygun altyapıyı sağlar. Güvenlidir ve ilginç yerler, her yaş için yapılacak şeyler, doğal oyun alanları içerir. Estetik olarak hoştur ve bir topluluk içerisinde mutlulukla, “bir arada yaşıyorum” duygusunu sağlar. Ayrıca mahalledeki tüm yönetim ve planlama birimleri çocuklar ve gençlerle birlikte düşünür, onlara danışır. Çocukluk bir kurgudur. Her dönem kendi çocukluğunu yaratır. Bir dönemin siyasi, kültürel, ekonomik yapısı o dönemin çocukluğunu tanımlar, çocukluk pratiklerini oluştur…
Çocukluk pratiklerini oluşturan sadece o dönemin temel özellikleri değil elbette… Aynı dönemde nasıl bir ülkede hangi coğrafyada yaşadığın, hangi iklimde, nasıl bir toplumda hangi karar vericilerle yaşadığın da çocukluk pratiklerinin tamamını etkileyebiliyor.
Yapılan araştırmalar son dönemlerde tüm dünyada özellikle de kentlerde ve orta sınıf yaşam biçimlerinde çocukların dışarıda çok daha az bulunduğunu, yaşadıkları mahallelerde çok daha az bağımsız hareketliliğe sahip olduklarını gösteriyor.
Dışarıda daha az çocuğun, daha az bağımsız hareketlilikte bulunmasının pek çok sebebi var. Bunlardan biri çalışan ebeveynli hane halkının artan oranı ve çocuklara yönelik bakım ve eğitim gereksinimleri… Neo-liberal yaşam biçimlerinden muaf olamayan ebeveynlerin yaşantılarının her alanında içselleştirdikleri kaygı ve güvenlik sorunu… Çocukları merkeze almayan, onların gereksinimlerini görmezden gelen yerel yönetimler ve kentsel planlamalar… Otomobil merkezli trafik ve onun verdiği endişe gibi… Tüm bunlar mahalleleri çocukların özgürce takılıp kendi oyunlarını kurdukları, güvende hissettikleri yerler olmaktan çıkarıyor.
Böyle olunca da de en azından bazılarımızın anılarında canlı olan; sokaklarda serbestçe dolaşıldığı, mahallede sokak aralarında oyun oynandığı, okuldan sonra koşarak parkların doldurulduğu, parklarda diğer canlılarla hemhal olunduğu, komşuların, esnafın neredeyse her birinin tanındığı çocukluk geride kalmış gibi görünüyor. Dedim ya en azından kentlerde ve orta sınıf yaşam biçimlerinde…
Halbuki çocukları merkeze alan, onların gereksinimleri gözeten hak ve özgürlüklerine saygı duyan kentler fikri de bu fikirlerin hayata geçmiş örnekleri de var. Önemli olan bunu bir hak olarak kabul etmek ve ‘başka bir yaşam mümkün’ çabasına katkıda bulunmaya kararlı olmak…
Bunlar çocuk haklarına saygılı mahalleler için bazı kriterler. Bu kriterler “çocukların yaşayabileceği ve oynayabileceği iyi bir mahalle nedir?” sorusunun yanıtlarını içeriyor. Her birini mahallemizdeki çocuklarla birlikte tartışacağız ama tartışma için öncelik sizde… Ne dersiniz bu kriterler gerçekten sadece çocuklar için mi? Peki ya yetişkinler? “Yetişkinler için iyi bir mahalle nasıl olur?” sorusunun yanıtları çok mu farklı?
İnsan hakları açısından değerlendirildiğinde, kentsel mekânda gerçekleştirilen her tür müdahalenin karmaşık tepki ve meşrulaştırma süreçlerine konu olduğu söylenebilir. Bireyin, toplulukların ve toplumun hem belli hakları talep etmeleri, hem yapılan müdahaleler karşısında hak arama mücadelesi vermeleri hem de devletin bu mücadeleler karşısında takındığı tutum arasındaki karmaşık ilişkiler kentsel alandaki toplumsal süreçlerin belirlenmesinde önemli bir rol oynamaktadır. Bir yandan müdahalelerin karşısında kitlelerin mücadele dilinin söylemleştirilmesinde, diğer yandan da devletin uluslararası sözleşmeler kapsamında kabul ettiği ve anayasal sistem içerisinde kurumsallaştırdığı haklar manzumesinin devlet ve hükümet siyasaları uyarınca yapılan uygulamaların meşrulaştırılmasında kullanımı konusunda “hak” kavramının etkili olduğu görülmektedir. Yani diğer bir deyişle, kent ve hak kavramlarının gerçek hayattaki ilişkisi dikkate alındığında devletin hem bir engel hem de bir meşrulaştırıcı güç olarak öne çıktığı söylenebilir. Bu gücün hangi tarafının öne çıkacağının belirlenmesinde mekanın etkisi yaşamsaldır.
Tarih boyunca kentler ile hak kavramı ve hak arama mücadeleleri arasındaki ilişkinin üç aşamadan geçtiği söylenebilir. Birinci aşama kentlerin temel insan haklarının aranması sürecinde bir sahne niteliğini taşıdığı dönemdir. Kenti kent yapan unsurlar henüz hak kavramı ile doğrudan ilişkilenmemiştir. Ancak, Fransız İhtilâli’ndeki Paris gibi bazı kentler bu sahne olma niteliği sebebiyle simgesel bir anlam yüklenmişlerdir. İkinci aşama kentte yaşayan insanlara kentte yaşayabilmeleri için vazgeçilmez olan kente ilişkin hakların tanınmasıdır. Bu aşamada artık temel hak ve hürriyetlerin tek başlarına yeterli olmadığı, kentsel mekândaki unsurlar üzerine var olma savaşı ile birlikte anlam kazandıkları kabul edilmeye başlanmıştır. Üçüncü ve son aşama şehir hakkı tartışmalarının yaşandığı, içinde bulunduğumuz dönemi içerir. Kentlerin yaşamın neredeyse tamamını kapsar hale geldiği günümüzde tüm hak ve hürriyetlerin garanti altına alınabilmesi için kentleri şekillendirme ve kentin insani yanlarının korunması için söz hakkı olması gerektiğinin savunulması bu doğurmuştur. Kentsel mücadelede hak kavramının yeri artık bu dört aşamanın yere ve bağlama özgü bileşimi ile ortaya çıkmaktadır.
Özellikle de gerçek kentsel sorunların, insanların ve değerlerin tanımlandığı mahalle ve yerel ölçeklerin anlamı büyüktür. Her bir kuşak insan hakkı, kendine özgü bir ölçek tanımına dayanmaktadır. Birinci ve ikinci kuşak insan hakları daha çok uluslararası ve ulusal ölçeklere atıfla evrensel bir hak tanımını getirirken, üçüncü kuşak insan hakları ve şehir hakkı kavramı her ne kadar sınır aşan haklar kavramına dayansalar da, sonuçta yere özgü değerlerin keşfi ve bunun etrafından bir kimlik oluşturma çabasına dayanırlar. Artık, yaşadığımız kente, semte ve mahalleye ilişkin söz söyleme gerekçelerimizi o yeri özgün yapan niteliklerden devşirme çabası öne çıkmaktadır. Yani kentteki haklarımızı, kentli haklarımızı ve şehir hakkımızı savunurken, ayaklarımızı bastığımız yerde bir araya gelme gücü önem kazanmaktadır. Bu da beklenmedik bir şekilde, önümüzdeki yüzyılda her tür teknolojik gelişmeye rağmen hala, mahalle ölçeğindeki insani etkileşimi ve insanca öğrenme dürtülerini hakların arayışı ve savunusunda baş role oturtacak gibi görünüyor.
Ayrancı, bence Ankara’nın en güzel semti. Aslında “en güzel semti” demek Ayrancı’yı tam anlatmıyor. Başka çok daha iyi özellikleri var hatta. Mesela yeşil olması, mesela “yakın” olması, mesela “rahat” olması, mesela insanların birbiriyle selamlaşıyor olması…. Bunları “mahalle baskısı” zoruyla söylemediğimden emin olabilirsiniz. Ankara’nın başka semtlerinde de oturdum ve o zaman da hep buna inandım, bunu söyledim.
İnsan olarak ben “Eskiden her şey çok farklıydı, mahalle kültürü vardı, her şey değişti, kimse kimseye selam bile vermez oldu” diye konuşanlardan biri değilim. Böyle konuşanlardan da çok hazzetmem. Eskiden de iyi şeyler vardı, şimdi de iyi şeyler var. Eskiden de mahallede berbat şeyler oluyordu şimdi de oluyor. Örneğin eskiden sürücüler kırmızı ışıkta bile durmazlardı şimdi hiç değilse kırmızı ışıkta durmayı öğrendiler ama hala kimse yaya çizgisinde durmuyor. Mesela Hoşdere Caddesi üzerindeki Türkan Yamantürk İlkokulu hizasındaki yaya çizgisinden geçerken duruyor musunuz? Durmasanız bile yavaşlayıp, acaba “geçmeye hazırlanan bir yaya, bir çocuk var mı” diye etrafa bakıyor musunuz? Hayır ne duruyorsunuz ne de yavaşlayıp etrafa bakıyorsunuz. Çünkü ben her sabah o çizgiden geçip durakta otobüs bekliyorum. Otobüs gelinceye kadar da geleni geçeni gözetliyorum. Biliyorsunuz otobüsler geç gelir ve çok vakti olur insanın. Yooo corona yasağım yok. O kadar da yaşlı değilim.
Bu geleni geçeni gözetleme alışkanlığı tüm mahalleleriyle Ayrancı’da bir hayli yaygın. Bunu da gözetledim… Aslında gözetleme alışkanlığı biliyorsunuz evrensel bir alışkanlık ve tüm milletlerin adeta ata sporu. Örneğin Almanlar yanlış park eden araçları gözetlerler ve polise bildirirler. İngilizler bahçeden çiçek koparan çocuklara düşmandır, Avusturyalılar sokakta gürültü yapılmasından nefret ederler. Bütün genellemeler gibi bu genellemeler de yanlıştır ama yine de galiba bizim sitedeki teyzelerle amcalarda da biraz Avusturyalılık var. Sitede bisiklete binen çocuklara gıcıklar. Selamsız sabahsız hemen güvenliğe şikâyet ediyorlar. Yeni taşındığımızda “bisiklete biniyor” şikâyeti üzerine güvenliğin eline düşen yeğeni kurtardığımızda öğrendim bunu. Mahalle bizim ama ev kira. Çocuk bunu anladı da artık bir sorun yaşamıyoruz.
Gel zaman git zaman 3 günlük alkışlı sağlık çalışanları destek eylemi başladı. Biz yeğenle poğaçaları yaptık, mumları yaktık, 15 dakika önceden balkonda beklemeye başladık. Kocaman kocaman bloklardan bakalım kaç kişi alkış yapacak, kaç kişi eyleme katılacak bunun heyecanı içindeyiz. Bu yeğenin ilk büyük toplumsal eylemi. O katılımdan pek memnun değil ama bence eylem fena olmadı.
Şimdilerde yeğenle balkon sefamız hala iyi gidiyor. Yeğen, “madem uzaktan eğitim vardı, bizi sabahın köründe neden okula götürüyorlardı” gibi şeyler söylüyor arada. Okul dediği de karşı bina. Ben de mahallenin ağaçlarını, kedilerini, binalarını tüm ayrıntısına kadar gözetliyorum. “Daha iyi tanımaya çalışıyorum” demek daha etik olurdu tabii. Mesela karşı köşede bir koltuk tamircisi varmış, mahalle kahvesi kapanıp müdavimler onun önünde toplaşıp sigara içmeye başlayınca fark ettim. Ayrıca bugün keyfimiz çok yerinde. Karşı taraf çaprazdaki metruk binayı yıkmaya başladılar. Mahallece, emekli büyükelçiler, avukatlar, doktorlar, öğretmenler, sendikacılar, öğrenciler birlik ve beraberlik içinde iş makinası seyrediyoruz. Godart’lı bir açık hava sineması oynatsalar bu kadar mutlu olamazdık.
Evet, gittikçe sabrımız taşıyor bunların hepsini gözetleyip, polise bildireceğiz. Yeğenle mütemadiyen Almanlaşıyoruz! Başka da ne diyelim, hepinize iyilik sağlık.
* Geçimimi gazetecilik yaparak kazandım ama birkaç yıldır yazı yazmıyorum. Başka bir iş yaptığım için vaktim ve enerjim olmuyor. Arkadaşım Ali Necati Koçak mahalle gazetesinden söz edince heyecanlandım ve yazı yazacağıma söz verdim ancak bir türlü yazamadım. En son aradığında “sana mahalle baskısı yapıyorum” diyerek yazının başlığını bile verdi, artık yazmamak olmazdı. Yıllar sonra ilk yazımla herkese merhaba.
Do not tell me this a difficult problem. If it were not difficult it would not be a problem. Change and growth take place when a person has risked himself, and dares to become involved in experimenting with his own life. You do not know what you cannot do.Devamını oku
You cannot cross the sea merely by standing and staring at the water. Do not let yourself indulge in vain wishes. Only a mediocre person is always at his best.