2024 yerel seçimleri sonuçları açısından pek çok ezberi bozan, cam tavanı kıran bir etki yarattı. Bu etkinin Ankara açısından önemi pek çok yeni ilçe belediyesinin büyükşehir belediyesi ile aynı partiden seçilmesi oldu. Bu neden önemli? Birincisi 1989 yerel seçimlerinde Murat Karayalçın’ın Ankara’yı bütün ilçeleriyle birlikte kazandığı seçimden sonra ilk kez ilçelerin çoğunluğu CHP’ye geçti. İkincisi ise ilçe belediyelerinden gelen belediye meclis üyeleri nedeniyle büyükşehir belediyesinin meclis profili değişti. Geçen dönem Mansur Yavaş büyük projeler için gerekli belediye meclis çoğunluğuna sahip değildi. Bu dönem artık bu sorun ortadan kalktı. Belediye meclisinin onayını gerektiren işler için artık çoğunluk sağlandı.
Artık yeni bir Ankara hayali kurmak için tam zamanı!
Artık çağdaş bir başkentin nazım imar planlarını birlikte yapabiliriz. Ankara artık amblemini aramaktan kurtulur ve sevdiğimiz hitit figürlü ambleme dönüş yapabiliriz. Artık başkentimizi metro hatlarıyla örebiliriz. Ulaşımı ucuzlatmak için, ücretsiz toplu taşımayı denemek için tam zamanı. Artık kent merkezini, Ulus ve Kızılay’ı araçsızlaştırmayı konuşabiliriz. Kaldırımların işgaline son vermek için bir bahanemiz de kalmadığından köftecileri, taksi duraklarını, büfeleri yayaların önünden çekebiliriz. Çocuk parklarımızı petrol atığı plastik oyuncaklardan kurtarabiliriz. Sokakları güvenli hale getirecek aydınlatmaları hayata geçirebiliriz. Evdeki musluklarımızdan içilebilir suya ulaşmak için gerekli altyapı yatırımlarını planlayabiliriz.
Bütün bunlar hayal gibi gelebilir. Ama artık 1989 Ankara vizyonunu aşabilecek bir başkenti kurabilmeliyiz.
Vasat belediyecilik tuzağı
Kent yönetimleri meselesi 1994’ten bu yana “vasat belediyecilik” girdabında kayboldu. Kentler yönetilmekten uzaklaştı. Kentlerde vizyon ortaya koyan, kentlerin geleceğini tasarlayan, yön veren belediyecilik yerine günlük rutin işlerini yapan, çöp toplamayı, asfalt döküp konser yapmayı başarılı belediyecilik görüp, akıl dışı mega projelerini medyada köpürten bir belediyecilik anlayışıyla karşı karşıya kaldık.
Yeni dönemin artık en belirgin özelliği vasatın iktidarına son vermek olmalıdır.
Etkin belediyecilik örnekleri
Yeni dönem için bir Ankara hayali kuracaksak, bu hayali gerçek kılacak etkin bir tutuma ihtiyaç var. Şairin dediği gibi “Belki şehre bir film gelir, Bir güzel orman olur yazılarda, İklim değişir, Akdeniz olur“. Yani bir film ile şehrin iklimini değiştirecek bir anlayışa…
Yaşadığımız şehirlerin nasıl bir siyasi anlayışla yönetildiğini şunlara bakarak anlayabilmeliyiz artık. 1- Toplu taşıma ucuz mu? 2- Musluklardan akan su içilebiliyor mu? 3- Yollar temiz ve gece aydınlık mı? 4- Parklar gerçekten park mı yoksa apartman arka bahçesinden hallice mi? 5- Şehrin vizyonu günlük yaşam kalitesinden anlaşılabiliyor mu?
Vedat Dalokay’ın “belediye bir para basamaz bir de adam asamaz” dediği noktada etkin belediyecilikle belki bir film, belki de şehrin gerçek aktörleri sayesinde tanışabiliriz. Şehrin hemşerileri olarak vasat iktidar, vasat hizmet kıskacından etkin, gerçekçi ve cesur bir belediyecilikle kurtulabiliriz.
Prof Dr. Savaş Zafer Şahin ile imar, ihale, istihdam (3İ) kıskacında kalan ve şirketler tarafından yutulmuş belediyeleri, Türkiye’de yerel yönetim siyasetini ve yeni bir yerel yönetim anlayışı için gerekenleri konuştuk. Yeni bir yerel yönetim anlayışından ne beklemeliyiz, irademizi nereye nasıl koymalıyız? Bazı büyük ahlaki krizler ve birtakım çözüm önerileri…
Toplumda yerel yönetimler üzerinden bir şeyleri değiştirme bilinci, farkındalığı ve iradesi ortaya çıkabiliyor mu? Yoksa bu tartışma artık unutturulmuş, yetersiz ya da önemsiz hale getirilmiş bir tartışma mı? Öncelikle bunun üzerinde çok ciddi düşünmemiz gerekiyor.
Böyle bir iradenin, farkındalığın ortaya çıkabilmesi için ortada bir paradigma olması lazım. Biz bu konuda çeşitli aşamalardan geçtik: İlk aşama, siyaseten doğruculuk aşamasıydı. Aslında 90’ların ortaları 2000’ler siyaseten doğruculuk dönemleriydi bizim için. Örneğin bir yerde yolsuzluk varsa o hırsız şunu yaptı, bunu yaptı diye tartışmak yerine siyaseten doğruculuk “doğru olan, yolsuzluğun olmadığı bir düzeni meydana getirmektir, bunu nasıl yaparız, gelin konuşalım” demektir. Bazen de kendi inanmadığımız bir şey dahi olsa o meseleye olan saygımızdan dolayı onu “gündeme getirmemektir”.
Buradan post truth dediğimiz hakikat sonrası döneme geldik. Çünkü iletişim araçları gelişti, gelişmekle kalmadı, iletişimin kendisi bir tahakküm aracı haline geldi ve hakikat denilen meselenin şekillendirilmesi konusu bizim elimizden alındı. Biz ancak hakikat dediğimiz şeye ilişkin genel geçer yargılara uyanları tartışabilir durumdayız. Burada siyaseten doğruculuk geri planda kaldı artık açık bir şekilde insani ve dünya görüş değerlerine aykırı meselelerse bile bunu ifade eden insanların “ama duruşunu bozmadı, tavrını bozmadı, o başından beri zaten böyle olduğunu söylüyor” gibi birtakım meselelerle meşrulaştırıldığı bir döneme geldik ki bunun en tipik örneği Donald Trump’tır. Bunun bizi getirdiği nokta; birine açıktan terörle ilgisi olmasa dahi yalan bir videoyla terörist diyebiliyorsunuz. Bu bizim politik stratejimiz değil denilerek kabul görebiliyor. Bu, hakikat sonrası dönemin müthiş bir etkisi.
Şimdi hakikat döneminin bizi getirdiği yeni bir dönem var önümüzde. Buna İngilizcede diabolical times diyorlar, “şeytani, kötü niyetle, kurnazca” anlamına geliyor. Bunu biz gündelik hayatımızda şöyle yaşayabiliyoruz; birine, olmayan bir şey isnat edilebiliyor, isnat edilmesi herkes tarafından yanlış olduğu bilindiği halde, şöyle deniyor: “Müthiş bir siyasi manevra yaptı. Karşıdaki bunu yönetemedi, algıyı yönetemedi.”
Burada, önümüzdeki yerel seçimleri de düşünerek, karşımıza çıkacak ile tartışmamız gerekeni bir önümüze koyalım. Karşımıza bütün bu etkilerin altında; suya sabuna dokunmayan beyannameler, birtakım genel geçer projeler ve birtakım kişiler çıkacak. Üçünden biri eksik olduğu zaman da soracaklar: Peki ama beyanname yok, hangi aday, hangi lider, projeleriniz neler diyecekler, ama esas tartışma önümüzde olmayacak. Esas tartışma ne olmalı? Krizler. Hangi krize, hangi politikaları önereceğiz, tercihlerimiz ne olacak ve bunlara hangi çözüm alanlarıyla derman olacağız? Böyle bir çerçevenin yerel yönetim seçimlerinde ya da tartışmalarında önümüzde olması gerekiyor.
Peki, krizler neler?
1. Devletin mekânsal örgütlenme krizi
Şu an Türkiye yönetimi 2 kademeli bir ülkedir. Cumhurbaşkanlığı ve Büyükşehir Belediyesi. Arada; il özel idaresiymiş, köymüş, ilçeymiş, vesaireymiş bunların hiçbirinin anlamı yok artık. Zaten siyasi tartışma, güç tartışması da bu iki düzey arasında oluyor. Bunun dünyada da aslında yansımaları var ama bizde çok uç noktaya gelmiş durumdadır. Cumhurbaşkanlığı park yapıyor, millet bahçesi yapıyor, Büyükşehir Belediyesi de gidip tarım politikası üretmeye çalışıyor. Ama aradaki aktörlere de sürekli bunlar da bir şekilde katılsa iyi olur deniliyor. Vatandaş da ne yapacağını şaşırmış bir vaziyette kafası kesik tavuk gibi ortalarda dolanıyor.
2. Ekolojik kriz ve ekosistem taşıma kapasitesi krizi
Artık burada duvara toslamış bir yerleşimler sistemiyle karşı karşıyayız; artık yeraltı su kaynakları kurumuş ovalar mı ararsınız, kurumuş göller mi ararsınız, su kaynağını yetiştirip yetiştiremeyeceği belli olmayan kentler mi ararsınız?… Listeyi sıralamaya başladığımızda gerçekten çok korkutucu bir manzarayla karşı karşıyayız.
3. Toplumsal uyum ve hareketlilik krizi
Toplumsal uyum içinde göç önemli bir boyut ama aynı zamanda kuşaklararası uyum, kent içerisinde ülke içerisinde hatta kıta içerisinde dünya içinde hareketliliğimiz meselesi çok ciddi bir sorun olanı haline gelmeye başlıyor. Kızılay’ın ortasında adamlar vuruluyor, Kızılay’da dolaşabilecek miyim soruları aklınıza geliyor.
4. Yerleşimlerin kırılganlıklarının krizi: afetler ve yeniden yapılanma
Kırılganlık deyince çıt kırıldım, nazenin bir kızdan bahsetmiyoruz. Kırılgan olmak şu demek, yaşlanınca insanlarda kemik erimesi oluyor, kalsiyum birikmesi oluyor, düşünce çat diye kalçamız kırılıyor. Kırılganlık böyle bir şeydir. Kentiniz, kemik erimesine mustaripse düştüğü zaman kırılır, bu kadar basit önce kemik erimesinin olmamasını sağlayacak önlemleri almanız gerekiyor.
5. Dönüştürücü teknolojilerin krizi, insanın anlam krizi
Dünyanın neresine giderseniz gidin uber diye bir gerçekle karşı karşıyasınız. Biz taksicilere uber şoförlerini dövdürüyoruz, dövdürerek bir yere gidemeyeceğimizi henüz anlayamadık. Uber çatıdan kovsan bacadan girecek; bu bir yeni dünya, yeni teknoloji ve zihniyet dünyası. Buna uyumlu değilsen yarın bir gün çökertilecek bankacılık sistemlerinle, lojistik sistemlerine yapılacak müdahalelere ve hatta bırakın işinizi elinizden alacak yapay zekaya karşı insanınıza ne tür bir anlam sunuyorsunuz? Bu büyük var oluş krizine karşı ne üretiyorsunuz? Bununla ilgili bir tartışmanızın olması lazım ve bunun içinde yerel yönetimler çok büyük önem taşıyor. Çünkü o anlamı kent üretiyor. Bir meydan yapıyorsanız o meydanı kullanacak insan yoksa o kentin bir anlamı yok. Bir bahçe yapıyorsanız insan yoksa orada, bahçenin anlamı yok. Konut yapıyorsunuz, alabilecek insan yok. O zaman o konutun anlamı yok. O anlam meselesi artık kentte yaşamanın ta kendisi haline geldi
Tartışmamız gereken 5 konu
Geldiğimiz noktada bu beş soruna karşı beş alanda yeni şeyler söylemeniz lazım.
Çıkarların temsili. Yerel yönetimlerin birinci unsuru çıkarların kim tarafından, nasıl temsil edildiğidir. Birebir karşılığı belediye meclisleridir; bu insanlar nasıl seçiliyor, hangi çıkarları temsil ediyorlar, oraya nasıl geliyorlardır? Burası bizim için bir kara delik. Bu konuda hiçbir tartışma yapamıyoruz. Bu kara deliği; yerel yönetimlerin müthiş meşruiyet kriziniçözemeden bu tartışmalara devam edemeyiz. Çünkü o belediye meclislerinde doğru çıkarlar, dengeli bir şekilde temsil edilmezse politika tartışması olmaz ve belediyeler 3i’nin -imar, ihale, istihdam- tahakkümünden kurtulamaz! Bu üçünün tahakkümü altındaki belediyeler, politika tartışamazlar.
İçsel örgütlenme. Biz 15-20 yıl önce şunu konuşurduk, belediye için hiyerarşik bir yapı mı daha doğrudur, matris yapısı mı, proje türü bir yapılanma mı? Buradan; belediye başkanının iyi çalıştığını düşündüğü cevval elemanlarla kurduğu, adı konmamış ekiplerin, belediyeleri aslında organizasyon olarak yürüttüğü bir döneme geldik. Belediye şirketleri diye bir acayip mesele var; 2023 rakamlarına göre belediyelerin kadrolu eleman sayısı 800 bin, belediye şirketlerinin 1 milyon 100 bin. Yani belediyeler şirket çıkarmamış, artık şirketler belediyeleri yutmuş. Böyle bir durumda örgütlenmeyi tartışmamız lazım.
Sermaye birikimi. Aslında belediyeler doğrudan kentlerdeki kaynak ve sermaye üretiminin altyapısını ve dağıtımını sağlamakla görevli yapılar. Yani ben altyapıyı önce nereye yapıyorsam aslında üretimi orada teşvik ediyorum demektir. Biz nereye kentsel altyapıyı götürüyoruz? Bu altyapının acaba ne tür bir sermaye birikim sürecini, insanların ne tür bir ekmek kazanmasını sağlıyorlar? Bunlara ilişkin hiçbir düşünce biçimimiz yok. Bir tane basit örnek vereceğim. Pandemi döneminde yeme içme sektörü, özellikle yemek sepeti ve getir gibi uygulamaların fahiş komisyonlarından şikayet edince Büyükşehir Belediyesi bir girişime niyetlendi Lezzet Ankara diye. Kötü bir hazırlık olduğu için hiçbir işe yaramadı ama benim bir şey dikkatimi çekti; Yemek Sepeti’nin ceo’su bunu görür görmez sosyal medyada veryansın etmeye “Ekmeğimize kan doğramayın” demeye başladı. 6 buçuk milyon Ankaralının verisi elinizde olacak ve siz bir yemek sepeti kadar katma değer üretemeyeceksiniz. O zaman bu zihniyetin dönüşmesi lazım, kimse kusura bakmasın. Veri gibi büyük bir nimetten hiçbir şey üretemiyorsunuz yerel yönetim olarak. O zaman o sermaye birikim süreçleri meselesini gözden geçirmeniz lazım.
Gerçekliğin yeniden üretilmesi. Bütün yerel yönetimler gerçekliği yeniden üretebilir, billboardları vardır, bülten dağıtırlar, web sayfaları vardır. Çünkü insanlar o bilgiye meraklılar. Bakın bugün hâlâ sadece Ankara’da da olsa Hürriyet’in bir Ankara eki var. O Hürriyet’i artık Ankara eki ayakta tutuyor. Çünkü insanlar Ankara’nın haberlerini merak ediyorlar, oradan takip ediyorlar hâlâ. Çünkü yerel gerçeklik o merkezde belirlenen gerçekliğe benzemez. Ben Ankara’da nerede yiyeceğim, nerede içeceğim, nerede ekmeğim var, bunu görmek bilmek isterim ve bunu bana Ankara’nın bakanlıkları söylemiyor, bunu bana yerel söylüyor ama o gerçekliği üretirken de etik sınırları, ahlaki sınırları doğru gözetmezseniz insanlara yanlış bir hakikat, yanlış bir gerçeklik işaret ederseniz, bu kentin kimliğini ve kültürünü yok edersiniz. Yerel yönetimlerle ilgili böyle büyük bir sorunla karşı karşıyayız. İlber Hoca geçenlerde herkes haklı olmak istiyor, herkes haklı diyerek itiraz etmiş. Haklı, yani Nasrettin Hoca gibi oldu ama, belediye başkanlarımız kentin haklı olmasındansa kendilerinin haklı olmalarını tercih ediyorlar. Bu büyük bir ahlaki krizdir.
Yerel yönetimlerin ve hizmetlerin yeniden yapılandırılması. Asfalt hizmetini parçalarına ayırıp yeniden toplamazsanız ulaşım problemini çözemezsiniz. Konut meselesini kentsel dönüşümü parçalarına ayırıp nerede hata yapıyoruz diye sormazsanız o sorunu çözemezsiniz. Afetle ilgili zaten harikayız, efendim sorunumuz yok, çok şükür Ankara’da da öyle bir şeyimiz yok diyorsanız… Demetevler orada hâlâ duruyormuş, heyelan bölgelerinde yapılarınız varmış, Akpınar duruyormuş, bunlar ne olacak? Bunlar kocaman soru işaretleri. İşte bu alana da politika tartışmaları alanı diyorum. Yani birilerinin çıkıp; kardeşim ne tür bir örgütlenme yapın olacak, kimleri temsil edeceksin, hangi hizmeti vereceksin, ne tür bir sermaye birikimi üreteceksin, hangi hakikat üreteceksin sorularını sormaları gerekiyor.
Sorun belli, ihtiyaçlar belli peki ya çözümler?
Yerel yönetimlerin gerçekle tanışması lazım. Veri olmayan bütün tartışmalar kahve muhabbetidir. Gerçek temelli bir siyaset kültürüne ihtiyacımız var. Gerçek iç acıtır arkadaşlar. İyi yaptığımız şeyler varsa bunları da bir gerçek olarak not etmemiz lazım ama gerçekle yüzleşmeyen bir yerel yönetim deneyimi bizi bir yere götüremeyecek.
Kaynak temelli bir yerel yönetim anlayışı. Bugün bütün yerel yönetimlerimizin konuşma şekli şöyle; şu kadar para olsa, bu kadar borç olsa şunları yapacağız. Para aşınır gider, esas olan kaynaktır. Kaynak sudur, kaynak malzemedir, kaynak elinizdeki insandır. Bunlarla ilgili bir esas kaynak yönetimi yürütmeniz lazım. Elinizde gerçek kaynak varsa o zaman gerçekten para olmadan da iş yapabilirsiniz. Ama bu kaynağı sürdürülebilir bir şekilde kullanma ve oluşturma zorunluluğunuz var. Mekanı önemseyen bir yaklaşıma ihtiyaç var.
Mekânsal farkındalık mekânı önemsemek derin bir felsefi işidir. Öyle bir anda mekânı anlarım, Ankara’yı hemen çözerim, mümkün değil. Mekânsal farkındalık olmayınca ne oluyor? Bütün plan değişikliklerimiz 1/1000 ölçekte. Çünkü anladığımız o. Bu bina ne olacak sorusundan başka bir mekân algımız yok. Bu binanın katı, kotu kaç olacak bu binanın yüksekliği olacak? Kaç daire çıkacak? Böyle bir mekânsal farkındalıkla kentler ve yerel yönetimler yönetilir mi? Yönetiliyor ama biz buradan öteye gidemeyiz.
Yenilikçi, yaratıcı ve katılımcı bir yapıya ihtiyacımız var. Gençler, kadınlar, toplumumuzun çok renkli katmanları. Bunlar zaten devletten umutlarını kesmişler ve yapacaklarını yapıyorlar. Örneğin Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali devletten, yerel yönetimden destek almadan yapılıyor. Ama mesele şu: Yaptılar, sürdürüyorlar, hayatta tutuyorlar ama kente bir değer katacak bir şeye ancak yerel yönetimle dönüşür. O zaman birinin demesi lazım ki, bize yeni, yaratıcı fikirler lazım. Bunun için insanların katılması lazım, ama katılımı da sadece idari meselelere, toplantıya katılım değil, yapıma, fikre, üretime katılım olarak görmek lazım.
Kuşaklar ve ölçekler arası dayanışma. Şimdi bize z kuşağı diye bir şey dayattılar. Bunlar canım z kuşağıdır arkadaşlar. İki bin, üç bin, beş bin sene öncesinin Sümer yazıtlarına bakın, şu an gençlerle ilgili söylenenlerin aynıları yazıyor. Demek ki mesele z kuşağı, x kuşağı değil, mesele kuşaklar arasında farklılık var. İletişim araçları hızlı geliştiği için onların bu aykırılıkları bizim gözümüze daha hızlı ve daha çabuk giriyor ve onlar da daha çabuk öğreniyorlar. Aramızdaki faz farkı arttı sadece ama biz onlarla dayanışamazsak yarın bir gün onların değiştireceği bir dünyada biz kendimizi koyacak yer bulamayacağız. Ölçekler arası dayanışma; mahallede çok güzel çözümler yürütüyoruz, mahallemiz harika, mahallede bilmem ne yapıyoruz ama semt ama ilçe olmuyor. Onların ikisini bir araya getirmemiz lazım. Birlikte işliyor olması lazım.
Belediye döneminin ilk yılı geçmiş, kaos ve belirsizlik ortamı büyük oranda sona ermişti. Buna rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’nde Haziran ayında yapılan ve beklenmedik şekilde gelişen ve Genel Başkan değişikliği ile sonuçlanan süreç gerçekten siyasi iklimi çok değiştirmişti. Kurultay sonrası tüzük değişikliğinin iptali ve MYK özelindeki değişiklikler ile il ve ilçe örgütleri değişmiş, birçok konuda ve yeni koşullara göre süreçler gelişmişti. Belediye döneminin sonuna kadar da bu siyasi koşullar belirleyici oldu.
Personel Yapılanması
Şirket artık Sosyal Projeler Merkezi’ne taşınmıştı. Kurumsal yapı oluşmuş ve genel müdüre bağlı muhasebe, insan kaynakları, sosyal projeler, işletme birimleri ve 500’ü geçen personeli ile Çankaya Belde AŞ tam anlamı ile sahadaydı. Şirket kaynaklarının etkin kullanımı için o günün koşullarında belediyede çalışan personelinin özlük hakları ve maaş ödemelerini belediyeden almanın tek yolu piyasa koşullarında gerçekleşen ihalelere girip bu ihaleleri almaktı. Tabii hiçbir zaman kolay olmadı hatta bir ihaleyi kaybedip şirket personelinin bir kısmı ile geçici bir süre de olsa vedalaşmak durumunda kalmıştık, o günün yasal çerçevesi nedeniyle…
İlk geldiğimizde 50 kişi olan personel sayısının 500’lere çıkması nedeniyle sendikal yapılanmayı sağlıklı bir zemine oturtmak amacıyla 2010 yılında gerçekleşmesi gereken toplu sözleşme yetkisine itiraz ettik. Bu süreç mahkemede uzadı ve iş barışını bozar bir hale geldi. Bu belirsizlik uzayınca bu işin tüm tarafları bir araya gelerek hem geçmişe yönelik süreci telafi edecek bir protokol imzalanmış, hem şirket yönetimi hem de işçilerin büyük bölümünün eğilimi çerçevesinde genel iş kolunda sendikal örgütlenme sağlanmıştı.
Şirket yönetimi olarak bu süreçte biz de kriz yönetiminde bazı yanlış uygulamalara da gitmiştik ama bunların hiçbiri örgütlenme sürecinin kendisine yönelik tasarruflar değildi. Öne sürüldüğü gibi hiçbir yer değişikliği bu sürecin bir sonucu olarak gündeme gelmemişti, bu sürece bağlı bir işten çıkarma yaşanmamıştı. Bu konuda kamuoyunda şirket yönetimine çok fazla haksızlık edildiğini ve bunun bir yıpratma politikasına dönüştürüldüğünü belirtmek isterim.
Yeni sendikal dönem başlamış ve şirket çapında tamamen belediye çapında da sendikal örgütlenme ve toplu sözleşme düzenine geçilmişti. O günlerden bugünlere gelen personel yapısı çok büyük oranda bu dönemde şekillendi demek doğru olur. Bu yeni yapılanmayla büyük oranda kaynak kıtlığından değil, iç bürokratik çekişmeler nedeniyle maaşların geç ödenmesi sorunu da çözülmüş oldu.
Kreşler Sil Baştan!
Önceki dönemden gelen kreş yapılanması en fazla taşeronlaşmanın yaşandığı belediye işyeriydi. Aynı zamanda kapalı ve otoriter yapısı ile verdiği hizmetler sempatik bulunuyor, parti kamuoyu tarafından süreç anlaşılmadığı için de kısmen onay görüyordu. Bu nedenle Sağlık Müdürlüğü’ndeki yönetim değişikliği gecikti. Temmuz ayında geç de olsa yeni yönetim oluştu. Bu nedenlerle Çankaya Belediyesi’nde o yıl kreş hizmeti 1 ay geç başlamıştı. Personele üniversite mezunu çocuk gelişimcilerin takviye edilmesi, Milli Eğitim Bakanlığı’nın standartlarının yürürlüğe konması, gıda tedarik yöntemlerinin, eğitim programının, materyallerinin ve pedagojik yönelimin değiştirilmesi ve mevcut personelin rehabilitasyonunun ve meslek içi gelişiminin desteklenmesi ile kreşler adeta yeniden hayat buldu.
Gazete Ç çıkıyor!
O günlerde yeni başlayan ve ortalığı kasıp kavuran Ankaralı bir polisiye TV dizisine de ismiyle gönderme yapmayı hedefleyen Gazete Ç yayın hayatına başlamıştı. Sokaklarda dağıtılan, ilçenin belli başlı yerlerindeki stantlarda bulunan bir süreli yayın denemesi olarak Gazete Ç Çankaya için bir ilkti. Bu yazının yazıldığı sıralarda gazetenin 114’üncü sayısının yayınladığını görmek güzel gerçekten. Bu sayılardan 62’si bizim dönemimizde yayınlanmıştı. Gazetenin ilk sayısından sonra birkaç yıl ilk sayfanın karikatürlerini çizen “Derya Kuzuları” bandı ile tanınan usta Derya Sayın da gazeteye gerçekten renk katmıştı. Buradan saygı ve rahmetle anıyorum kendisini…
Temizliğe Kadın Eli Değecek: Kadın Temizlik İşçileri Projesi
Belediye yönetimi olarak temizlikte özelleştirmeyi en aza indirmek eğilimi hâkimdi. Bu çerçevede ilk yıl içinde merkez temizliği firmadan alınıp belediye işçileri ve araç gereci aracılığıyla yapılmaya başlanmıştı. Bu çerçevede Kızılay’ın Kolej’den Meşrutiyet’e, Sakarya’dan Yüksel’e kadar kentsel mekân kalitesi artmış, firmanın başıbozuk uygulamalarından kurtulunarak temiz bir kent merkezine doğru sağlam bir adım atılmıştı. Çünkü firma konuya çöp toplama değil adeta çöp hafriyatı gözüyle bakıyordu. O yılları yaşayanlar, Mülkiyelilerin ve SSK Pasajının önündeki çöp dağlarını eminim hatırlayacaktır.
Bu süreci desteklemek ve sadece erkeklerden oluşan ve belli bir yaşı geçmiş belediye personeline ek olarak kadın personelin işe başlatılması kararı ile daha önce hiç sosyal güvenceli işte çalışmamış 100 kadın belli eğitimler ve uyum sürecinden sonra işe başlatıldı. Kadınlar işe duydukları sadakat ve titizlikleri ile bütün Çankayalıların ve tüm Türkiye’nin takdirini topladılar. Birçok belediye o dönemde benzer istihdam projeleri yaptı. Bu projede çalışan kadınlar dönemin bitmesinin ardından bir yıl içinde bina içi temizlik hizmetlerine çekilerek proje sonlandırıldı.
Kadın Temizlik İşçileri projesinin yanı sıra Rehberlik Personeli Projesi ve istihdam politikası ile Çankaya Belde Aş çalışanlarının yüzde 70’i kadın olan bir şirket haline gelmişti. O günlerde iş sahibi olan birçok kadının artık emekliliğe yaklaştıkları yolculuklarında bu sürecin hayatlarına katkılarını görmek mutluluk verici.
ÇAÇOY ve ÇENGEL 2
Belediyenin çok bilinen 15 kadar engelli gencin istihdam edildiği Çengel Projesi vardı dönem başlarken. Kolej binasında okulun kantini olarak bilinen yerde faaliyet gösteren bir kafe idi bu projenin uygulama alanı. Bu proje Kolej binasının boşaltılmasının ardından Maltepe yerleşkesinde bir süre devam etti. Öveçler’deki Sosyal Projeler Merkezi’nde de ise Çengel2 adıyla devam ediyordu. Bizden sonraki dönemde şu anki belediye binasının Sakarya cephesine taşındı.
Sosyal Projeler Merkezi’ni kurduktan sonra dönemin Belediye Meclis Üyesi Ertuğrul Şenoğlu’nun önerisiyle Belediye Meclisinde uygulama kararı alınan ÇAÇOY (Çankaya Ahşap Çocuk Oyuncakları Atölyesi) projesini de düşünerek bir mekânsal planlama yapmıştık. En altta bir atölye kurmuş, giriş katını da sergi-satış alanı olarak düzenlemiştik. Bir Frankfurt gezisi düzenleyerek oyuncak tasarımlarını bu alanda 150 yıldır faaliyet gösteren Frankfurt Belediyesi kuruluşu Praunheimer Werkstätten’ten ücretsiz olarak almıştık. İŞKUR’un da finansman katkısını aldığımız projede 150’den fazla engelli gence korunaklı atölyemizde kurs verdik. Engelliler evlerinden araçlarla alınmış, öğlen yemeği ve sosyal etkinliklerle desteklenen bir eğitim programı ile MEB müfredatında bu projenin bir çıktısı olarak oluşturduğumuz “Ahşap Oyuncak Ustalığı” almışlardı. İçlerinden 16’sı da büyüyen şirketin artan personel sayısı nedeniyle mecburi hale gelen engelli kadrolarında istihdam edilmişlerdi. Büyük bir geri dönüşü olan ve ses getiren bu projede gerçekten piyasada rekabet edilen ve talep edilen oyuncaklar üretiliyordu. 2012 yılında bu proje en küçük bir kulis çalışması olmadan Türkiye Sağlıklı Kentler Birliği’nin “En İyi Sosyal Proje Ödülü”nü almıştı. Bu proje dönem bitişinin ardından birkaç sene içinde tasfiye edildi.
Ahlatlıbel, Lozan Park’tan Vedat Dalokay’a Kadar Tüm Tesisler Yeniden Ele Alındı…
Çankaya Belediyesi’nin en gözde tesisleri Ahlatlıbel ve Lozanpark bu süreçte atıl duruma düşmüş, tüm donanımları adeta sökülerek boşaltılmıştı. Bir yandan tesisler belediye bünyesine alınmaya çalışılırken bir yandan da faaliyete geçilebilmesi için çalışmalara hızlıca başlandı. Elde bir bütçe de olmayınca işletmeler için reklam-sponsorluk anlaşmaları yapıldı. O yıllarda içki-içecek firmaları ile anlaşma yapmak ve markaların ürünlerini satmak koşulu ile onların mimarı proje tasarımları ile markalarının bulunduğu her türlü mobilya servis malzemesi temin edildi.
Tesisler yeniden Ankaralıların hizmetine girdi. Belediye işletmeleri tesislerde fiyat rekabeti yaratıyor ve fahiş fiyatların önüne geçiyordu. İşletmelerin yüksek sezonları yaz ayları ve bahar ayları ile sınırlıydı. Bu işletmelerin kiralama yöntemiyle işletilmesi düşüncesi ideal bir yöntem gibi sunulsa da mümkün olduğunca bu tesislerde kamu işletmesi bulundurmak toplumcu belediyeciliğin gereğiydi.
Tüm bunlar devam ederken Çankayalılarca çok yoğun bir şekilde kullanılan Vedat Dalokay Nikah ve Kokteyl Salonu’nun da kangren haline gelmiş altyapı sorunlarını çözmek ve yenilemek fırsatı olmuştu.
Son Söz Yerine
Çankaya Belde AŞ’nin toplumcu belediyecilik yolculuğu 2009-2014 döneminde Bülent Tanık başkanlığında gerçekleşen Çankaya Belediyesi faaliyetlerinin omurgasını oluşturmuştu. Bu süreç bir çırpıda yazdığım gibi yaşanmadı doğrusu; birçok heyecan, umut, umutsuzluk, hayal kırıklığı, başarı ve başarısızlıkları ile dolu bir süreçti. Ama bu yaşananları anlatmak metne dökmekle kendi adıma bu süreçte verdiğim tüm emeğin bir belgesini oluşturmak benim için mutluluk vericiydi.
Belediye Hizmet Binasına Dair Bir Küçük Hatırlatma
Bu dönemde gerçekleşen Çankaya Belde AŞ faaliyetlerinin dışında Çankaya Belediyesi hizmeti olarak gerçekleşen bir dizi yapıt da bu günlere ulaştı. Bunlar arasından Belediye Hizmet Binası’nın ne kadar önemli bir kazanım olduğunun altını çizmek istiyorum. Şu anki Belediye Hizmet Binası’nın SSK İşhanı’ndan dönüştürülmesinin ne kadar önemli bir kentsel kazanım olduğunu, merkeze canlılık ve güvenlik kattığını, Çankayalıların belediye hizmetine erişimini ne denli kolaylaştırdığını bir kez daha hatırlatmak istedim. Bu sürecin de belgelenmeye anlatılmaya muhtaç olduğunu belirtmek isterim. Bu binayı belediyeye kazandıran başta Başkan Bülent Tanık olmak üzere, kararlarda ve tapuda imzası olan herkesin eline, emeğine sağlık
2009 yerel yönetim seçimleri ağır bir küresel ekonomik krizin sonuçlarının ülkemizde de yaşandığı bir sürece denk geliyordu. İktidar her ne kadar “teğet geçti” deyip krizin politik sonuçlarından kaçınmaya çalışsa da, işsizlik ve enflasyon bu sonuçlardan iktidarın politik olarak sakınamayacağını gösteriyordu.
Bu süreçte yerel seçimler, okul ve oda yıllarında sürekli dillendirdiğimiz “Toplumcu Belediyecilik” uygulamalarının –“ekonomik krizi”de göz önüne alarak– geniş halk kitleleri için hayata geçirilmesi bağlamında fırsat sunabileceğini düşünüyordum.
Seçimlerde Aday Adayları
Bu çerçevede Bülent Tanık’ın 2009 seçimleri için “Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Adayı” olmak için oluşturduğu teknik ekibe dahil olmuştum ve özellikle kentsel dönüşüm konusunda katkı veriyordum. Adaylığa ilişkin siyasi çalışmalar yapmak gerektiğinde de bu süreçte rol almaya başlamıştım. Partinin “Bilim, Yönetim ve Kültür Platformu” üyesi olmuştum. Belediyecilikle ilgili fikirlerimi hayata geçirmek için Mamak Belediye Meclis Üyeliği için aday adayı olarak da başvurmuştum.
Büyükşehir Belediye Başkan Aday Adaylığı için teknik çalışmalarla başlayan süreç Bülent Tanık’ın Çankaya Belediye Başkan adaylığı ile sonuçlandı. Hızlı ve yoğun geçen bir kampanya sürecinden sonra kendimi mazbatalarını alan meclis üyeleri ve belediye başkanı ile Çankaya Belediyesi’nin o günlerde kolej binasında bulunan hizmet binasına girerken bulmuştum. Cahit Sıtkı tabiriyle tam yolun yarısını yeni geçmiş yaşımla, aklımdan, topluma yararlı işler yapmayacaksak bu binaya girmenin anlamsız olduğu geçiyordu.
Çankaya Belediye Binasında 45 günlük mesai
Makamın devir tesliminde eski ve yeni belediye başkanı, ilçe başkanı, ilçe sekreteri ve özel kalem müdürüyle birlikte yer almıştım. Belediye döneminin başlaması ile birlikte Çankaya Belde AŞ’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlüğünü yapacağım netleşmişti.
Şirket genel kurulu yapılana kadar eski bir başkan yardımcısının odasında envanter çalışması yapıyor, önceki dönem yapılan yıkımın mali, arsa varlığı, personel vb yönlerden boyutlarını tespit etmeye çalışıyordum.
Bir yandan büyük bir kaos içerisinde gelen gidenle, yeni tanıştıklarım arasında penceremden Kolejin iç avlusunda her seferinde farklı taşeron yapılarda istihdam edilmiş ve 8 aydır maaşlarını alamayan personelin büyük bir tükenmişlik içinde attığı voltalar dikkatimi çekiyordu. Belediyenin bir biriminden diğer birimine geçerken, tanıyanlar durduruyor, sorunlarına nasıl çözüm bulacaklarını yetkili gördükleri bizlere soruyorlardı.
2009, Mayıs 15; Çankaya Belde AŞ’nde yeni dönemi başlatıyoruz…
Tüm bu karmaşa içerisinde Mayıs’ın 15’inde Çankaya Belde AŞ’nin genel kurulunu yapıp şirket yönetimini devir alarak Reşat Nuri Sokak’taki şirket merkezinde çalışmaya başlamıştım. İlk günler kadro kurma telaşıyla geçiyordu, ama öncelikle acilen çözülmesi gereken üç sorun vardı karşımızda…
Spor kulübünde ve diğer taşeron yapılarda istihdam edilmiş, 8 aydır maaş alamamış ve tükenmişlik sendromuna girmiş yüzlerce personel,
5 yıldır maaş dışında ikramiye vb hiçbir sosyal hakkının ödemesi yapılmamış şirket personeli,
Yeni yönetime devredilmeyen Spor Kulübü’nün yönetimi altındaki Ahlatlıbel ve Lozan tesisleri.
2004-2009 dönemi Çankaya Belediyesi’ni irdelendiğimizde, çalışanların ve Çankayalı yurttaşların insan haysiyet ve onurunu hiçe sayan uygulamaları burada tekrar sıralamak istemem. Dönemin şahitleri iyi hatırlayacaktır.
Bu süreci tersine çevirecek, yapacağımız işleri temsil edecek “Yeni Toplumcu Belediye” belediye logosunun altına çoktan yerleştirilmişti ama toplumcu uygulamaları hayata geçirmek sancılı bir süreçti.
Bu sürecin ağır yükünü yüklenmekte benim yönettiğim şirketin inisiyatifi alması gerekmişti. Belediyecilik döneminin ilk 6 ayı içerisinde şirket için oluşturduğumuz logo, misyon, vizyon çalışmasında şirketin ana yönelimini “Yeni Toplumcu Belediyeciliğin Hizmetinde” olarak belirlemiştik. Bu bizim TMMOB günlerimizde kullandığımız “Mühendisler, Mimarlar, Şehir Plancıları Halkın Hizmetinde…” sloganına bir göndermeydi aslında..
Elini Taşın Altına İlk Koyma Halleri
Yukarda saydığım temel sorunlara ilişkin temel politikaları uygulamaya başlamıştık.
Temmuz ayı itibariyle Spor Kulübü ve tüm diğer taşerondaki Çankaya Belediyesi birimlerinde çalışan işçileri Çankaya Belde Anonim Şirketi’nde almaya başlamış Ekim ayına kadar bu süreci tamamlamıştık. Bu süreçte önceliği belediyenin en önemli hizmetlerinden birisi olan ve Eylül ayında açılacak belediye kreşlerinin öğretmenlerine vermiştik.
Şirketin sermaye arttırımı ve şirketin mevcut işçilerinin geriye dönük 5 yıllık ödemelerini yapılması için belediyeden kaynak aktarılmasının önü açılmıştı.
Çankaya Belediye Meclisi’nin Spor Kulübüne yaptığı Ahlatlıbel ve Lozan Park tahsislerini kaldırması sonrası Belediye ile sözleşme imzalayarak bu tesislerin işletmesini devir almıştık. Spor Kulübü tahsisin iptalini mahkeme kanalında durdurup biraz zaman kazanmıştı ama Eylül ayı itibari ile tesislerin işletmesi şirkete geçmişti. Fakat bu devir o kadar nizami bir koşullarda gerçekleşmedi ne yazık ki… Teslim alındığında arazinin kendisi dışında büyük bir yıkım, boşaltılmış sökülmüş demirbaşları ile adeta tesis olmaktan çıkmış bir yapı idi. Buraları hızla hizmete sokmak gerekiyordu, çünkü o günün şartlarında 600 binin üstündeki nüfusa sahip Çankayalıların en önemli hafta sonu etkinliği buraların açık ağaç ve çim alanlarında bulunmaktı. Bu şekli ile tepkilerin hızla çoğalması ihtimal dahilindeydi. Çankayalılar belediyenin eski yönetimi ile yaşanan problemlerin muhatabı değildi doğal olarak…
Mekan Her Şeydir
İlk 6 ayda temel sorunların tespiti ve çözüme dönük yaklaşımlar hayata geçmeye başlaması ile birlikte, şirketin çizilen vizyonuna uygun yaklaşımı temsil edecek mekanlar ve araçlarla donatılması ihtiyacı netleşmişti. Tek apartman dairesinden oluşan bir şirket merkezi yerine şirketin kamusal kimliğini temsil edecek, bulunduğu semtte belediye binası olarak faaliyet gösterecek ve sosyal projelere ev sahipliği yapacak bir mekan arayışını başlattık. Bu Çankaya Belediyesi’nin de Kolej’de bulunan merkez binasının Kızılay merkezine taşınması ile paralel bir anlayışı ifade ediyordu.
Böyle bir binayı Öveçler’de cadde üstünde epeydir de boş olarak duran bir yerde bulmuştuk. Sahibi bu belediyenin bir belediye binası olarak kullanılmasını çok hoş karşılamış ve uygun bedelle de kiralamıştı.
“Çankaya Belediyesi Sosyal Projeler Merkezi” levhasını taktığımız bina Çankaya Belde AŞ ve Çankaya İmar AŞ ‘nin merkezlerini, Öveçler Semt Merkezi (TODAM), Ahşap Atölyesi, Ahşap Oyuncak Satış Birimi, Ç’engel Kafe 2 ile engelli erişimine uygun bir bina olarak Mayıs 2010’da faaliyete başlamıştı.
İlk Yılın Ardından Toplumcu Uygulamaların Zemini Hazırdı
İlk yıl gerçekten bir restorasyon-yapılanma dönemi olmuştu. Çankaya Belde AŞ bine yaklaşan personeli, hizmet vermeye başladığı sosyal tesisleri ve kurumsal kimliğini yansıtan mekanı ile “Toplumcu Belediyecilik”e hizmet edebilecek bir donanıma kavuşmuştu.
“Toplumcu Belediyecilik”e hizmet etme misyonu biçtiğimiz Çankaya Belde AŞ’nin vizyonunu “belediye hizmetlerini piyasa rasyonalitelerine göre değil toplumsal ihtiyaçlara göre sunma” olarak belirlemiştik. Bunu sağlamak için en temel unsurun insanların katılımı olduğunun farkındaydık. Çankaya Belde AŞ bir şirket olmasına rağmen bu katılımı sağlayacak bir siyasi perspektifi Belediye Başkanı Bülent Tanık tarafından ortaya konan “Yeni Toplumcu Belediye” programı ışığında şirket yönetim kurulu, profesyonel yöneticileri ve belediyedeki birlikte çalıştığımız bürokratlarla birlikte oluşturmuştuk.
Personel ve istihdam projeleri, belediye tesisleri ve sosyal projeler başlıkları altında topladığımız şirket faaliyetleri olarak kadın temizlik işçileri, vatandaş refakat görevlileri gibi yeni istihdam projeleri, “Gazete Çankaya” ile ilçe kimliğini yansıtan bir basılı medya ve cankayabelediyesi.tv adlı internet medyasını oluşturma, belediyeye ait kreşlerin personel ve pedagojik olarak yeniden yapılanması, 1000 Çocuk Korosu gibi çocuklara dönük yapılanmalar, engellilere dönük sosyal projeler, halka açık belediye tesislerinin yeniden yapılanması, şirket personelinin belediye işkolunda sendikalaşması ve daha nice toplumcu-yaratıcı çalışma için Çankaya Belde AŞ’nin yolculuğu başlamıştı artık.
Kent hakkını aramak, kente dair söz söylemek için biz Ankaralılar kolları sıvadık. İlk adımını pandemide yine Çankaya Kent Konseyi’nin düzenlediği Kent Akademisi ile attığımız çalışmanın ikinci adımı Kent Hakkı Okulu oldu. Beş dersin ardından şimdi daha özgüvenliyiz, çünkü haklarımızı biliyoruz, mücadele rotamız belli!
Çankaya Kent Konseyi ile Friedrich Ebert Vakfı işbirliğinde yürütülen Herkes İçin Kent Hakkı Okulu yüz yüze yapılan beş dersin sonunda ilk mezunlarını verdi. Çankaya Kent Konseyi bünyesinde kurulan semt meclisleri ve ilgili herkesin kent hakkı konusunda bilinçlendirilmesi amaçlanarak düzenlenen Kent Hakkı Okulu’nda çok değerli hocalardan çok güzel sunumlar dinledik.
Avrupa kentsel şartı ve kent hakkı kavramının gelişimi
İlk derste Dr. İnan İzci, “Avrupa kentsel şartı ve kent hakkı kavramının gelişimi” konulu sunumuyla kent hakkına dair uluslararası metinleri, kent haklarının temelde neler olduğunu anlattı. Kent hakkını müzakereci bir müdahale ve hassas bir çizgi olarak tanımlayan İzci, kent hakkını gerçekleştirebilmenin en önemli yolunun mahalli müştereklerin tanımlanmasından geçtiğini belirtti. Mahalli müştereklerin tanımlanması içinse belediye meclisi, kent konseyi, muhtarlık, encümen, sivil inisiyatifler, vatandaşın bir arada olması gerektiğini söyleyen İzci, katılımcı bir yönetim anlayışının önemini vurguladı. Kent Konseylerinin en önemli güçlerinden birinin belediye meclislerine önerge sunmak olduğunu belirten İzci, kent konseyleri ile katılımcı bir belediyecilik için ana karar alıcıların faaliyete geçmesi gerektiğini, aksi durumda yani bütçeye dahil edilmeyen bir kent konseyinin katılımcılığının da etkisizleşeceğini belirtti.
Kentli Hakları ve Kentlinin Hak Arama Yolları
Kent Hakkı Okulu’nun ikinci dersinde Av. Cüneyd Altıparmak “Kentli Hakları ve Kentlinin Hak Arama Yolları”nı anlattı. İdare mahkemesi ile idare arasındaki arabulucu kurum olan Ombudsmanlıktan bahseden Altıparmak kurumun vereceği tavsiye kararlarının muhakkak bir yaptırımı olacağını, hak arama yolculuğumuzda bu kurumdan da faydalanabileceğimizi belirtti. Katılımcı bir yönetim anlayışının önemini vurgulayan Altıparmak, vatandaş olarak belediye meclisine öneriler sunabileceğimizi, ombudsmandan alacağımız tavsiye kararını belediye meclisine uygulatabilme gücümüz olduğunu çeşitli örneklerle anlattı.
Kent hakkı, katılım ve yerel yönetimler
Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin Kent Hakkı Okulu’nun üçüncü dersinde “Kent hakkı, katılım ve yerel yönetimler” başlıklı sunumunda katılımcılığın öneminden ve yerel yönetimlerde katılım mekanizmalarından bahsetti.
Dünyadan ve Türkiye’den kent hakkı mücadeleleri
Dördüncü derste Cihan Uzunçarşılı Baysal, “Dünyadan ve Türkiye’den kent hakkı mücadeleleri”ni örneklerle anlattı. Kentli hakkı mı kent hakkı mı diye sorarak başlayan Baysal, kent hakkının kentteki olanaklara erişme hakkından ibaret, bununla sınırlı bir hak olmadığını belirtti. Lefebvre’nin kent hakkı tanımının antisistem bir hak, radikal bir kavram olduğunu belirten Baysal artık mevcut olanaklara erişmek değil, asi vatandaşlar olarak olanakları yaratmak için mücadele anlamına geldiğini anlattı. Ayrıca Baysal, kent bostanlarının kent hakkı mücadelesinde önemli bir yeri olduğunun altını çizerken Gezi’nin somutlaşmış bir ütopya örneği olduğunu, halkın değiştirme hakkını ve değiştirme hakkını kullanma hakkını kullanması gerekliliğini ifade etti.
Kent kültürü bağlamında kent hakkı
Ankara’nın unutulmayan belediye başkanı Murat Karayalçın, son dersimizde “Kent kültürü bağlamında kent hakkı” başlıklı konuşmasıyla Büyükşehir Belediye Başkanlığı döneminden deneyimlerini aktardı. Kente karşı işlenen suçlar olduğu halde bu suçların ceza yasalarında karşılığı olmayabildiğini vurgulayan Karayalçın kent hakkının anayasaya konması gerektiğini ve Avrupa Özerklik Şartı’nın önemini vurguladı. İnsanların yaşadığı yer üzerinde söz sahibi olmaları gerektiğini, bunun örneklerini Batıkent, Dikmen Vadisi gibi projelerinden örnekle açıklayan Karayalçın, herkesin kendi kararının sorumluluğunu aldığı, halkın iradesini ortaya koyduğu ve bunu saygıyla karşılayan, katılımcı bir anlayış benimseyen belediyeciliğin mümkün olduğunu belirtti.
Yerel yönetimler tüm dünyada gittikçe önem kazanan bir yerde konumlanıyor. Değişimin yerelden filizlendiğini de artık biliyoruz. Bu bilgiler ışığında Kent Konseyleri ile birlikte mücadele etmenin önemi de açığa çıkıyor. Kent Hakkı Okulu’nda beş değerli hocamızın anlatımlarının ardından; biz asi vatandaşlar olmaya, katılmaya, söz söyleme hakkımıza sahip çıkmaya kesin karar verdik. Siz komşularımızı da kentine, yaşamına, belediyesine, imar kararına sahip çıkmaya, kent konseyi ve semt meclisleri çatısında hep birlikte mücadeleye davet ediyoruz.
Her şey Xirivella kasabasının belediye başkanının Ekim ayında attığı bir tweet ile başlamış. “Akşam yemeğini senin evinde yemek istiyorum ve tatlıyı da ben getireceğim”.
Bu tweet sonrası Michel Montaner‘e ardı ardına akşam yemeği davetleri gelmiş ve haftanın çoğu gecesi seçmenlerini evlerinde ziyaret etmek için kapılarını çalmaya başlamış.
Montaner, GuardianGazetesi’nden Madrid muhabiri Ashifa Kassam’a bu ziyaretlerine “Yanımda polis, koruma ordusu ve danışman olmadan, kapılarını çalıyorum ve merhaba ben belediye başkanıyım diyorum” şeklinde başladığını ifade ediyor.
“Komşulara sorun”
2015’ten beri İspanya’nın doğusundaki küçük Xirivella kasabasının belediye başkanı olan Michel Montaner, Mayıs ayında yapılacak belediye seçimleri öncesinde 31.000 nüfuslu kasabada seçmenlerin taleplerini daha iyi anlayabilme umuduyla bu inisiyatifi ortaya attığını ancak son haftalarda 60’tan fazla kişiyle çok farklı yemekler yedikten sonra, seçmenlerin sıkıntılarını ve sevinçlerini paylaşma heveslerine şaşırdığını belirtiyor.
Valensiya’nın Xirivella kasabasının belediye başkanı Michel Montaner’in 2023 Mart ayında yapılacak belediye seçimleri için hazırlanacak seçim programı için aklına bir fikir gelmiş: “komşulara sorun”. Belediye siyasetinde bir klasik gibi görünse de, bu toplantılar için farklı bir ortam seçmiş: katılmaya istekli olanların evinde bir akşam yemeği.
Montaner “benim için akşam yemeği aslında oldukça sembolik, çünkü genellikle sadece bir salata ve bir sandviç yerim. Ama önemli olan beni evlerine davet etmeleri” diyor. “Bir kez bu güven ve yakınlık ortamına girdiğimizde, duvarlar yıkılıyor ve insanlar gerçekten akıllarından geçenleri bana söylüyorlar” diye devam ediyor.
Programının izin verdiği ölçüde, Pazartesi, Cuma günleri arasında yaptığı programa, davetlere giderken yerel bir fırından tatlı alarak gidiyor. Bunda da adil davranmak için yerel pastane ve fırınları sıraya koymuşlar, her davete farklı birinden pasta veya tatlı seçerek saat 21.00’de kapıyı çalıyor.
“Sizinle ve ailenizle Xirivella hakkında konuşmak istiyorum. Her konu ile ilgili sohbet edebiliriz” dediğini, sohbetin genellikle sabahın erken saatlerine kadar sürdüğünü belirtiyor.
Gençlerle barda buluşup tapas yiyor
Ev sahiplerinden bazılarının bölgede derin köklere sahip olduğunu, bazılarının ise Ukrayna veya Bulgaristan gibi ülkelerden göç ettiğini vurguluyor. Ev sahipleri tarafından keklik turşusundan domuz eti wellington‘a kadar çok çeşitli yemekler ikram edilse de geçenlerde yirmili yaşlarındaki bir grup onu bir bara götürüp tapas yemişler. Gelecek ay da bir rahiple randevusu olduğunu söylüyor.
Seçmenlerin söylediklerini dikkatle dinleyip notlar aldığını söyleyen başkan, konuşmalarda belediyeye ait spor salonunun genişletilmesi, konser alanları istekleri, yeşil alan, sokak cadde temizliği hakkında iyileştirme talepleri ve kibar eleştiriler de bulunulduğunu söylüyor ve dürüstçe eleştiri yapılmasını taktir ettiğini, sadece iyi şeyler duymanın gerçekleri yansıtmayacağını belirtiyor.
Yemek sırasında sohbet sadece belediye işleri ile ilgili olmayabiliyor. İnsanlar açık yüreklilikle kişisel, ailevi veya eğitimle ilgili sorunlarından da bahsediyorlar. 2015’den beri görevde olan Montaner yeni dönemde de adaylığa hazırlanıyor ve “dürüst olmak gerekirse, ne bulacağımı asla bilmiyorum ama gerçekten harika ailelerle tanıştım” diyor.
Belediye başkanının ev ziyaretleri bölge sakinleri arasında çok popüler olduğu için Montaner’in yemek takvimi Mart ayına kadar tamamen dolmuş.
Tek başına, korumasız, danışmansız yaptığınız bu ziyaretlerden korkmuyor musunuz diyenlere, bu akşam yemeklerinin İspanya’da hakim olan siyasi kutuplaşmalardan arınmış olduğunu, endişe duyulmaması gerektiğini belirterek “İspanya’daki 8.600 belediye başkanının ayda bir kez bir komşunun evinde akşam yemeğine gittiğini hayal edin, gerginliği, öfkeyi azaltır ve insanlar temsilcilerini gerçekten tanır” diyor.