Bir Hoşdere hayali

II. yüzyılın ortalarında yaşamış olan Lidyalı seyyah Pausanias, Galatlar’ın Anadolu’ya yerleşmeleri hakkında bilgi verirken Ankara’dan da söz eder. “Ankyra” kentini Gordios’un oğlu Midas’ın kurduğunu ve Frigler’in bir kenti olduğunu anlatır. Yunanca ve Latince gemi çapası demek olan kentin ismi için açıklama yapma gereğini duyan Pausanias, Midas’ın bulduğu gemi çapasının, kendi dönemine kadar Jüpiter Tapınağı’nda saklandığını söyleyerek kentin isminin hikâyesini aktarır. Çapa, II. yüzyıldan itibaren sikkelerin üzerine de işlenmektedir. Gene Pausanias, adı geçen metinde, Midas kaynağı adı ile bilinen ve üzerine öyküler yazılan su kaynağının Ankyra kentinde olduğunu bildirir ve “İşte Galatlar bu Ankyra kentini aldılar” der.  Tarih boyunca akarsuları ile anılan Ankara, 200’den fazla akarsuyun bulunduğu bir çanak yerleşimidir. Bir Ankaralı olarak belki de kentte en çok aradığım şey masmavi bir su kaynağıdır. Zamanında burası için ne güzel şeyler tartışılmış aslında. Jansen döneminde, bu kadar zengin bir akarsu sistemine sahip olan bu kentte, gondol ve sandal üzerine kurulu bir ulaşım sisteminin bile tartışıldığı söyleniyor. Son zamanlarda artık kaybolmuş bu dereler için iki farklı görüşün öne çıkıyor. Bir kesim bu derelerin ıslah edilmesini ve artık hak ettikleri yeryüzünde özgür olarak akması gerektiğini savunuyor. Diğer bir kesim ise derelerin kapatılmadan önce yaşanan sel ve taşkın olaylarının tekrardan yaşanabileceğini düşünüyor. Ben, derelerin özgürce akması gerektiğini savunan taraftayım. Peki, neden bu görüşteyim? Eğer dereler tekrar yüzeye çıkarılsaydı, bizi nasıl bir gelecek beklerdi?

Güney Kore’nin başkenti Seul’de, Cheonggyecheon Deresi Restorasyonundan sonraki durumu

Doğa nehrin kıyısında başlar, kent ise onunla yaşar

İlk kentlerin su kenarında kurulmaya başlandığı düşünülürse, bu doğal eğilimden neden vazgeçtiğimizi sorgulamak gerekiyor. Üstelik bu sadece bize özgü bir durum da değil; dünya genelinde pek çok yer, tıpkı bizim gibi, su kenarındaki yaşam refleksinden uzaklaşmış durumda. Ama şimdilerde bizlere birer birer geri dönüşün ne kadar mükemmel olabileceğini gösteriyorlar. Bizler nedense görmek istemiyoruz. Mesela Güney Kore’nin başkenti Seul’de, dünyanın en etkileyici kentsel dönüşüm projelerinden biri olan Cheonggyecheon Deresi Restorasyonu, bu anlayışın öne çıkan bir örneği. 1940’larda betonla kaplanarak otoyola dönüştürülen bu dere, kenti ikiye bölmekle kalmamış, aynı zamanda güvensiz alanların oluşmasına da neden olmuştu. Ancak 2005’te başlayan restorasyon çalışmalarıyla birlikte 5.9 kilometrelik büyük üst geçit kaldırıldı, beton bloklar yerine yeşil alanlar tasarlandı ve temiz suyun yer aldığı bir yaşam koridoru oluşturuldu. Görselde gördüğünüz yer eskiden 3 katlı bir otoyoldu. Bu örneği gördükten sonra Ankara için neden olmasın sorusu aklımı ne zamandır kurcalıyordu. Bu yüzden geçenlerde Hoşdere için Kuzgun Caddesi’ne bir görselleştirme yapmak istedim.

Kuzgun Caddesi’nin şu andaki durumu

Hoşdere’nin tekrar açılması durumunda Kuzgun Caddesi hayalimiz

Denizsiz kente biraz da olsa mavilik katabilseydik ne olurdu?

Hoşdere’nin geçtiği caddelerden biri olan Kuzgun Caddesi’nin en kuzeyinde yer alan bir noktadan alınan bir görüntü üzerinden kendime ‘buraya biraz mavilik katabilsek ne olurdu?’ diye sordum. Bu mavilik aslında 1950’lerde başlayan süreçte biz kentlilerin elinden alınan bizim doğal hakkımızdı; arabaların değil. Bu yüzden ilk iş olarak görüntüden arabaları kaldırdım. Daha sonrası özgürlüğü elinden alınıp zamanında kanalizasyon inşa edilmek yerine, kanalizasyona dönüşen Hoşdere’yi olması gereken konuma yerleştirdim. Özgürlüğüne kavuşan Hoşdere etrafına biraz yeşilliği de beraberinde getirdi. Öncesinde bahsettiğim Güney Kore örneğinde de olduğu gibi pek çok canlı eski evlerine dönmüş ve kent içinde bir ekosistemi kendileri oluşturmuştu. Hoşdere aynı etkiyi yaratamasa bile yıllar süren tutsaklığından sonra biraz yardımı hak ediyor bence. Daha sonra maviliğe hasret kalmış Ankaralılar için bir araç yolunun yerine Hoşdere’nin koyu ahşap çitlerinin yanında bir yaya yolu belirseydi ne olurdu? diye düşündüm ve bir çizim daha ekledim. Bu görüntünün biraz mimariyi de en azından dış cepheleri etkileyeceğini varsayarak, sokaktaki binaların dış cepheleri üzerinden bir değişiklik yaptım. Görüntüye olabildiğince ağaç ve sonunda hakkını almış Ankaralıları da yerleştirdim. 

Elbette bundan çok daha iyisinin yapılabileceğini düşünüyorum. Bu sadece benim hayalimin gerçeğe dönüşmesi durumunda nasıl bir görüntüyle karşılaşacağımıza dair ipucu sadece. Bu benim için nehirlerin taşkınlara sebebiyet vereceğini düşünen tarafa yani karşıt görüşte duranlara cevabımdır. Aksine, geçirimli yüzeylerin artmasının taşkın ve sel riskini azaltacağını düşünüyorum. Derelerin kayıp olmasının nedeninin taşkın ve sel riskini engellemek olduğunu düşünenlere yağmurlu bir günde metroya binmelerini tavsiye ederim. 

Son sözlerimi benimle aynı fikirde olanları hayalime ortak olmaya davet ederek bitirmek isterim. Ya Kavaklıdere, Hoşdere, Bentderesi, Hatip Çayı, İncesu ve diğerleri özgürlüklerine kavuşsaydı? O zaman bizi nasıl bir Ankara bizleri bekliyor olurdu, hayal edebiliyor musunuz?

Ayrancı’nın dereleri nerede?

11 yıl önce Ankara/Ayrancı’ya ilk taşındığımda semtin topoğrafyası beni şaşırtmıştı. Açıkçası bu kadar yokuşlu bir kent beklemiyordum. Nispeten daha düz olan Eskişehir ve Konya’ya kıyasla Ankara tam bir vadiler kenti. Bir zamanlar bu vadilerden şimdi sokaklara adını veren derelerin aktığını yüksek lisans tezimi yazarken öğrendim. Ankara’nın yerleşim örüntüsüne yön veren bu derelerin nasıl kaybolduklarını ve tekrar gün yüzüne çıkarılıp çıkarılamayacağını merak ederek tezimi 2020’de bitirdim. Kent merkezinde 100 km2 alana odaklanan çalışmamda yüzeyden yaklaşık 56 km akarsuyun yok olduğu sonucuna ulaştım ve Kayıp Dereler Haritası oluşturdum. Su yaşamı canlandırdığı gibi aslında şehir hayatını da canlandırmaktadır. Ankara’da bir akarsu boyunca yürümek, oturmak, sohbet edebilmek suyun akışını herhangi bir kötü koku olmadan yakından izleyebilmek ne güzel olurdu değil mi? Fakat Ankara’nın dereleri şuan yerin altında menfezlerden akıyor ve daha nicesi yürürlükteki mevzuatlara göre beton kanallar içine alınarak ıslah ediliyor.

Ankara’nın dereleri nasıl kayboldu?

Derelerin kayboluşu Cumhuriyet Ankara’sının da tarihi aslında. Ankara il sınırının çok büyük bölümü Sakarya Havzası içindedir. Hatip Çayı, Çubuk Çayı ve İncesu; Bu akarsular birleştikten sonra Ankara Çayı adını alır ve batıya Sakarya Çayına doğru ilerler. Ankara’nın jeomorfolojik özellikleri, bu dört akarsuyu besleyen birçok küçük suyoluyla şekillenir. Bu derelerin kuru dere yani mevsimsel akışa geçen dereler olduğunu belirtmek gerekir. Ankara iklimi ve yer şekilleri itibariyle konveksiyonel (kırkikindi) yağışlar almaktadır. Dolayısıyla düşük debili bu kuru dereler ilkbaharda yüksek debi ile akar ve havza ekosistemini besler.

Kalenin etrafını dolanan Hatip Çayı kentin evsel ve ticari su ihtiyacını uzun süre karşılamıştır. Üzerine Romalılar tarafından inşa edilen ‘bent’ baraj görevi görmüş ve suyu şehrin belirli bölgelerine cazibe  (yerçekimi) ile taşımak için kullanılmıştır. Bu nedenle Hatip Çayı, “Bentderesi” olarak da anılmaktadır. Diğer derelere nispeten daha yüksek debide akan Hatip Çayı üzerinde buğday vb. öğütmek üzere kurulmuş değirmenler, deri yıkamak için Tabakhane denilen dükkânlar bulunmaktaydı. 1900’lerin başında İncesu deresi ise Ankara Garı önünde taşarak geniş bataklık alanlar oluştururdu. Bu durum sıtma hastalığının artmasına sebep olurdu. Ankara başkent olduktan sonra kentsel gelişimini yönlendiren Jansen Planında bu bataklık alanlar, açık-yeşil sistemler olarak planladı. Gençlik Parkı, Stadyum ve Hipodrom gibi spor ve rekreasyon alanlarının Gar önündeki düzlükte planlanması bir tesadüf değildir. Bu yeşil koridor Abdi İpekçi ve Kurtuluş Parkına doğru uzanmaktadır. İlerleyen dönemde İncesu dere yatağı daraltılmıştır. 1944 Ankara Haritasında İncesu deresinin taşkın önlemek amacıyla Sıhhiye pazarı ve Atatürk Bulvarı boyunca Kazım Özalp caddesine kadar kanal içine alındığı görülür. 

Ayrancı’nın dereleri

Ankara’nın üç ana deresi dışında, şehirde mevsimsel olarak akan irili ufaklı birçok dere vardır. 1944 Çankaya Haritasında, İncesu deresinin batı tarafında sırasıyla Büyükesat, Kavaklıdere, Hoşdere, Dikmen deresi ve Kirazlıdere gözükür. Hoşdere, o dönemde Orta Ayrancı ve Yukarı Ayrancı olarak gösterilen vadiden –Portakal Çiçeği Vadisi– aşağı doğru bugünkü Kuzgun sokak boyunca Meclis bahçesine doğru akmaktadır. Kavaklıdere ise kaynağını Çankaya Köşkü yakınından alarak Seğmenler Parkı içinden geçip bugünkü Tunus Caddesi boyunca ilerler ve İncesu deresine kavuşurdu. Günümüzde Kavaklıdere Seğmenler Parkı içinden halen açıktan akmaktadır, ancak Seğmenler Parkı alt kotunda menfeze girer, Kuğulu Parkın altından geçerek Tunus Caddesi boyunca yolun altından akar ve İncesu menfezi ile birleşir. 14 km uzunluğu bulan Dikmen Çayı ise Dikmen Köyü Camii’si civarından başlayarak vadiden geçer ve Kara Harp Okuluna doğru devam ederek bugünkü Saraçoğlu Mahallesine doğru akardı. Trajik bir şekilde bugün dere, vadi içerisindeki menfezde, yer altından akarken üstünden yapay havuz akar. Sonrasında Çetin Emeç Bulvarı altında bulunan sel kapanına (su tutma alanına) girer ve Cemal Süreya Parkına doğru Dikmen Caddesi altından geçerek Kirazlıdere menfezi ile Necatibey metro istasyonu civarında birleştirilir, son olarak Ankara Çayına yönlenir. 

Ayrancı’nın dereleri

Derelerin kaderini değiştiren seller 

11 Eylül 1957’de Hatip deresinin ve de kentin kaderini değiştiren büyük bir sel meydana gelir. Erman Tamur’un “Suda Suretimiz Çıkıyor” eserindeki anlatımıyla il merkezinde yağmur bile yağmamışken Hatip Çayı’nın su toplama havzasında yer alan Hasanoğlan, Lalahan, Kayaş ve Mamak bölgeleri 1,5 saat yağış almış, su, derenin taşma debisini aşarak Kayaş-Dışkapı güzergâhındaki taşkın yatağında bulunan her şeyi önüne katıp sürüklemiştir. Önceki yıllarda da Hatip, İncesu ve Dikmen derelerinde seller meydana gelmiş ise de bu seferki sel, 20 milyon lirayı aşkın hasar ve 165 kişinin ölümüyle sonuçlanmıştır. O yıl erken seçime giden Türkiye’nin siyasi gündemi de çok hareketliydi, öyle ki selle aynı gün mecliste Seçim Kanunu değişiklikleri yapılmaktaydı ve sel meclis gündemine ancak gece girebilmişti. Sel sonrası Hatip Çayı’nın ıslahı DP’nin bir seçim propagandası olmuş ve akabinde bir kısmı (bugünkü Bentderesi Caddesi) yer altına alınarak Hatip Çayı kapatılan ilk dere olmuştu. 

Ankara’nın 11 Eylül 1957 Sel Felaketi

Dereler altyapısız başkentin kanalizasyon hatlarına dönüşürken, seller derelerin kapatılmasının bahanesi olmuştur. Hâlbuki seller politikacıların söylediği gibi asrın felaketleri değildir, insan müdahalesinin ve yetersiz altyapının bir sonucudur. Zira 1963 DSİ Raporunda taşkınların sebebi şu şekilde açıklanmıştır: “Kontrolsüz iskân derelerin tahliye kapasitesini azaltmıştır… Derelerin drenaj alanlarının bitki örtüsünden mahrum bulunması, arazinin yanlış kullanılması, herhangi bir şekilde toprak muhafaza tedbiri alınmadan tarım yapılması ve mecralara muhtelif artıkların dökülmesi…” Yani sellerin ana sebebi, yoğun nüfus artışı, dere kenarlarındaki gecekondulaşma ve altyapı yetersizliğiydi. Jansen Planı’nda 1980 için öngörülen nüfusa 1950’lerin başında ulaşan Ankara için yeni bir master plan (Yücel-Uybadin, 1957) yapılmış, plan raporlarında İncesu ve Bentderesi’nin kanalizasyon sisteminin bir parçası olduğuna değinilmiştir. 1963 DSİ Raporuna göre, şehrin yalnızca 1/10’unda atıksu ve yağmursuyu sistemi vardı, kalan yerlerde septik tanklar kullanılırdı veya atıksular arıtılmaksızın derelere deşarj edilirdi. Hatta 1950’lerde belediyeler, muhtarlara beton büzler dağıtmış halkın iş birliği ile atıksu hatları döşenmesi sağlanmıştır. Ancak bilgisizlik ve yönetim eksikliği nedeniyle yine DSİ Raporuna göre PTT’nin telefon menholüne bile kanalizasyon bağlantılarının yapıldığı görülmüştür. 1970’lerde Anadolu’nun büyük kısmı fosseptik çukurlarına insan dışkısını biriktirir, daha sonra gübre vb. olarak yararlanır ya da boş arazilere dökülürdü. Bu evsel atık anlamında çevre kirliliğini geciktiren olumlu bir durumdu aslında, çünkü 90’larda kanalizasyon bağlantısı arttıkça arıtma tesisi oranı yok denecek kadar az olduğundan içme suyu havzalarını tehdit eden kirlilik yüksek seviyelere ulaşmıştır. 

Atatürk Bulvarı’nın Sıhhıye bölümünden açıktan akan İncesu Deresi (1970)

Kanalizasyona dönüşen dereler

Büyük selden sonra Hatip Çayı’nın kent içerisinde kalan kısımları da 60lı yıllar boyunca DSİ tarafından kapatılmıştır. Böylelikle Hatip Çayının dere yatağı kamu yararına kullanılmak yerine ranta kurban edilerek özel mülkiyete geçmiş, şehir dışında yeni rekreasyon alanları (sel kapanları) inşa edildiği düşünülerek gözden çıkarılmıştır. İncesu ise açık bir kanalizasyon hattına dönüşmüştür. Raporlara göre yazın dereden gelen koku başkentin merkezine yakışmayacak şekilde ağır kokmaktaydı. Nitekim 1972-76 yılları arası İncesu deresinin kent merkezindeki büyük bölümü menfeze alınarak üstü kapatılmıştır. 1961’de kent merkezindeki sellere önlem almak için Dikmen deresi önüne büyük bir sel kapanı (bugün Çetin Emeç Bulvarı altındadır) yapılmıştır. Tamur’un anlatımıyla Dikmen deresi küçük bir dere olmasına karşın, mevsimsel sellere neden olurdu. Dere, Saraçoğlu Mahallesine doğru akarken yönünü değiştirip Anıtkabir-Bahçelievler tarafına yönlendirilerek Kirazlıdere ile birleştirildi, böylece sellerin önüne geçilmesi planlandı. Ankara Taşkın Projesi Tatbikatı (1968) kitabında İbrahim Batukan İncesu deresinde yapılan hatanın Kirazlıdere de yapıldığını, hemen Anıtkabir’in yanından bugünkü M. Fevzi Çakmak Caddesi altından akan Kirazlıdere’ye Beşevler boyunca birçok apartmanın kaçak olarak kanalizasyonlarının bağladığı belirtilmektedir. Yıllar içerisinde Dikmen deresinde de aynı hata yapılacaktı. 1957 Yücel-Uybadin İmar Planında vadiler (Seğmenler, Botanik vd.) koruma altına alındıysa da Dikmen Vadisi kontrolsüz yapılaşmaya uğramıştır. 1989’da Ankara Büyükşehir Belediyesi “Dikmen Vadisi Konut ve Çevre Geliştirme Projesi” adı altında bölgeyi yeniden ele almış, kentsel dönüşümün ilk örneklerinden birini gerçekleştirmiştir. Projede dere ıslah edilerek menfeze alınmış ve havza ekosistemi, geri dönüşümü olanaksız değişikliklere uğramıştır.

Dikmen Vadisi Çetin Emeç Bulvarı tarafından görünüşü 1990

90’lardan günümüze 

1980lerde Ankara Çayı’na arıtılmaksızın verilen kanalizasyon hatları neticesinde içme suyu havzalarındaki kirlilik yüksek seviyeye ulaştı. 1989’da ayrık kanalizasyon sistemi ve arıtma tesisi içeren Büyük Ankara Kanalizasyon ve Yağmursuyu Projesi (BAKAY) planlandı. 1997’de Sincan-Tatlar’da son teknoloji bir Arıtma Tesisi inşa edildi. Ancak, ABB, 2017’de BAKAY projesinin sadece %54ünün tamamlanabildiğini belirtmiştir. BAKAY Projesine göre yağmur suyu taşıması planlanan kapalı veya açık derelerin çoğu halen atıksu da taşımaktadır ve bu hatlara atıksu bağlantıları yapılmaktadır. Bu durum, 2016’da DSİ için hazırlanan havza raporlarında belirtilmiştir. Diğer taraftan IV. Sınıf yani çok kirli olan Ankara Çayı ve Sakarya Nehri tarımsal sulamada hatta içme suyunda kullanılmaktadır. 

Mansur Yavaş’ın da birçok kez dile getirdiği gibi bugün Tatlar Arıtma Tesisi yetersiz kalmaktadır, çünkü giren su miktarı çok fazladır. Nüfus artışı yanı sıra özellikle derelerin ve yağmursularının tesise maliyeti çok yüksektir. Dereler ve yağmur suları atıksu hatlarından ayrılarak, olabildiğince yeraltı suyuna sızdırılmalı ve bunun için klasik bir yöntem olan daha fazla boru döşemek yerine doğa-tabanlı çözümlere geçilmelidir. Yağmursuyu hasadı, yeşil çatılar, biyotutma sistemleri, geçirgen yüzey döşemeleri vb. sürdürülebilir drenaj sistemleri ile sadece su krizine değil kentlerin ısınmasına da çözüm üretebiliriz. Derelerin tekrar açılması bir hayal değil aslında ekolojik ve ekonomik bir gerekliliktir.