Çankaya Sineması, Ayrancı’nın en unutulmaz mekanı 

İnsanlar ve kentler birbirlerini hatırlar, birbirlerinin kimliklerinin oluşmasına etkide bulunurlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkmayı hatta onları geçmeyi hedeflediği ülkenin başkentidir, Ankara. Sanatın bu kadar ticarileşmediği dönemlerde Türkiye’de sanatın da başkentiydi, Ankara. Benim gençlik yıllarım, sinemalar açısından günümüzden çok farklıydı.

Korkarım yakın bir gelecekte AVM’ler dışında çok az sinema ayakta kalmayı başaracak. Evet, bu alışveriş merkezlerindeki sinemaların bir kısmı gerçekten çok yeni teknoloji ile donanmış, ses ve görüntü kalitesi iyi olan salonlar. Bu alışveriş merkezlerinde film izlemek ayrı bir keyif olabiliyor zaman zaman. Ama maalesef eski sinemaların kokusu ve dokusu bulunmuyor. Eskiden biz de sinemaya giderken evden tamamen bu amaçla çıkardık. Hangi filme gideceğimizi önceden belirlemiş ve günlerce belki haftalarca bunun hayalini kurmuş olurduk, Sinema sadece eğlence aracı değil bir kutsal bir ritüeldi bizim kuşak için.

Gençlik ve olgunluk yıllarım Ankara’da geçti. 70’li, 80’li yıllarda en önemli sosyalleşme aracı büyük ve özenle inşa edilmiş ihtişamlı salonlarda sinema seyretmekti. Amacım nostalji yapmak ya da geçmiş yıllara bir güzelleme değil. Bizden bir üst kuşağın döpiyes ve takım elbise giyerek tiyatroya gittikleri gibi, benim gençlik yıllarımın en önemli sosyal faaliyeti olan sinemalara giderken yaşadığımız bizim kuşağın heyecanını aktarmak.

Günler öncesinden gazetelerdeki ilanlara bakarak, hangi filme gideceğimizi belirler, arkadaşlarla durumu tartışarak bir karar verir, biletlerin bulunmama ya da iyi yerlerden olma ihtimali için birini erkenden sinemaya gönderirdik. Sinemanın önünde buluşma saatimizi belirler, gişedeki takım elbiseli yaşlı amcaya bakarak kapıdaki yelekli ve papyonlu biletçiye tüm biletler uzatılır ve kişi sayımız söylerdik. Numaraların tek mi, çift mi oluşuna göre sinemanın fuayesinde konum alır, saatine daha çok varsa bir sigara yakar, teşrifatçıya doğru yönlenilirken bahşişi hazırlardık. Koltuklara yerleşirken etraftakilere bakar, tanıdıklar görülürse onlar selam verir, ilk gong çalıp, kadife perde ağır ağır açılırken kendimize bir çeki düzen verir, film izleme moduna geçerdik.

1967 yılında Elazığlı müteahhit Mehmet ve Refik Erdoğan kardeşler tarafından Ankara Paris Caddesi, Şili Meydanı’nda açılan Çankaya Sineması 1987 yılına kadar Ankaralılara hizmet vermişti. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün katıldığı açılış ile hayata başlayan Çankaya Sineması 850 kişilik koltuk kapasitesi ile dönemin en gözde mekânlarından birisi olmuştu. 

Çankaya Sineması’nın içi başka bir hayal dünyası. Görkemli avizesi ve ferah yan balkonlarıyla Ayrancı’nın sinemasıydı, Çankaya. Kocaman bir salonu vardı ya da bana öyle gelirdi. Balkonu yoktu ama her iki yanından basamağa benzer balkon gibi iki bölüm yükselirdi. Çankaya Sineması gong ile açılır, ilk gongun ardından üzerinde Ziraat Bankası yazan kalın, ağır, kadife perdeleri yavaş yavaş açılırdı. Ankara’nın birçok sinemasında olduğu gibi, Çankaya Sineması’nda cumartesi sabahları Ziraat Bankası Çocuk Filmleri oynardı. Her cumartesi günü sinemanın önünde anne ve babalarıyla bir sürü çocuk.

O yıllarda, Atatürk Bulvarı’ndan Cinnah’a doğru çıkarken meydanın oradaki boş arsada, hep Çankaya Sineması’nın vizyondaki filmleri tahta panolara asılmış halde olurdu. Önünden her geçişimde mutlaka afişlerine bakıp hayal kurardım. 70’li yıllarda en güzel Türk filmleri; Türkan Şoray’ın “Buğulu Gözler”i, tüm Yumurcak filmleri ve Kartal Tibetli Tarkan filmleri. Yanılmıyorsam ‘84 yılıydı. O zamanların gözde aktristi Brooke Shields’in, Ankara’da ilk kez gösterilecek olan “Sahara” filmi için Çankaya Sineması’na gitmiştik. Erkenden sinemaya gelmemize rağmen bırakın o seansı, o günü, üç gün sonrasının bile biletlerinin bittiğini öğrenince hayretler içinde kalmıştık. Ama Spilberg’in Üçüncü Türden Yakınlaşmalar, Sam Peckinpah’in Şeref Madalyası filmini Çankaya Sineması’nda izlemiştim. O yılların gençliğini hayli etkileyen Grease filmi de Çankaya sinemasındaydı.

Yine 80’li yıllarda Hüsnü Kuruntu oyununa bilet almıştım. Gazanfer Özcan’ı ilk kez sahnede izleyişim. Ahmet Gülhan, Zeki Alasya ve Metin Akpınar’ın kurduğu tiyatro topluluğu olan Devekuşu Kabare, Kent Oyuncuları, Haldun Dormen bu sahnede oyunlarını seyirciyle buluşturdular. 80 darbesinin karanlık dönemlerinde hayranı olduğum Timur Selçuk Çankaya Sineması’nda verdiği konseri izlemiştim. Öyle yaşayan bir salon daha görmedim. İnsan seli Şili Meydanı’na taşmıştı. Karantinalı Despina, İspanyol Meyhanesi, Beyaz Güvercin, Ekonomi Tıkırında. Gidemediğim ve gazetelerden takip ettiğim Barış Manço konserini de hatırlıyorum.

Bazı mekânlar bulundukları yerle özdeştirler. Çankaya Sineması’nı da Ayrancı’dan, Paris Caddesi, Şili Meydanından, hele hele Kilim Pastanesinden ayıramaz, koparamazsınız. Çankaya Sineması ve Kilim Pastanesi yapışık iki kardeş gibiydiler. En lezzetli sunumu kazandibiydi, bana sorarsanız bozası da çok nefisti.

Güven Turan’ın ilk romanı Dalyan, bir pastanede başlar. Aslında romanda bir şehir adı filan anılmaz. Romanın başlangıcı; “… her zaman geldiği, her şeyini çok iyi bildiği bu pastane, kokularıyla, ışıklarıyla, kişileriyle, daha önceki günlerin bir benzerini yaşıyor.” Roman kahramanı tek başına oturmuş, pastanede kitap okuyor. Sonra birdenbire hareketlenecek ortalık “Sinemadan çıkanlar dolduruyor pastaneyi.” Hangi sinema bu, hangi pastane?

Çankaya Sineması ve Kilim Pastanesi, adeta onun bir parçasıydı. Sinemaya gitmek için buluşanlar, filmin başlamasını bekleyenler, sinemadan çıkanlar, daha çok gençlerin toplandığı bir yerdi Kilim. Güven Turan’dan birkaç cümle daha; “Sinemadan çıkanlar dolduruyor pastaneyi. Müzik dolabı birbiri ardından gümbürdetiyor, müzik dolabı en yeni parçaları çalıyor. Hemen herkes çok genç, uzun saçlı kızlar, oğlanlar blue-jeanler, koyun postu kaftan benzeri uzun mantoları, paltolarıyla, bağıra çağıra konuşuyor, müzik dolabının çevresinde toplanıyorlar.

Evet, jukebox vardı bir köşede. Sinemayla bağlantılı ikinci kapının yanında dururdu, Kilim Pastanesi’nde. Yirmi beş kuruş atılır, kutunun önündeki butonlara basılır, plağın A ya da B yüzündeki parça seçilir, biraz da oradakilere hava olsun diye bak, ben neleri dinliyorum, edalarıyla pastanedeki masanıza dönülürdü. 

Çankaya Sineması; 1986 yılının son aylarına kadar açık kalmış önemli sinemalardan biriydi. Sahipleri de bir süre sonra perdeyi indirdiler. Televizyon ve video kaset çağı başlamış, bağımsız sinema salonları çağı sona ermişti. Belki, o olay da tuzu biberi olmuş bir süre sonra da Kilim Pastanesi de kapanmıştı. Bir dönem Airport Disko olan sinema binası, en son Çakıl Gazinosu olarak kullanıldı. Kısaca; sinema önce diskotek, sonra gazino;, pastane de meyhane oldu. Çağa ayak uydurmak bu olsa gerek.

Yapının özüne dönerek, tekrar sanatsal faaliyetlerde kullanılması için yapılan girişimler sonucunda, 2019 yılının son çeyreğinden itibaren Çankaya Sahne adını alarak başta tiyatro olmak üzere çeşitli kültür sanat etkinlikleriyle Ankaralıların hizmetine tekrar girdi. Yeni haliyle sahneyi ilk gördüğümde, yakın bir dönemde inşa edilmiş olmasına rağmen, bulunduğu yerin nostaljik yapısına oldukça uygun olarak düzenlendiğini gözlemledim. Şimdi güzel bir tiyatroya dönüşmüş sinema, umarım uzun yıllar da öyle kalır.

İnsanlar ve kentler birbirlerini hatırlar, birbirlerinin kimliklerinin oluşmasına etkide bulunurlar. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş uygarlıklar düzeyine çıkmayı hatta onları geçmeyi hedeflediği ülkenin başkentidir, Ankara. Sanatın bu kadar ticarileşmediği dönemlerde Türkiye’de sanatın da başkentiydi, Ankara. Benim gençlik yıllarım, sinemalar açısından günümüzden çok farklıydı. Çünkü sinema salonları kaliteli değildi. O yıllarda en büyük amaç sinemaya gidip filmi izleyebilmekti. Şimdiki gibi AVM’lerde yemek arası sinema anlayışı yoktu. 

Korkarım yakın bir gelecekte AVM’ler dışında çok az sinema ayakta kalmayı başaracak. Evet, bu alışveriş merkezlerindeki sinemaların bir kısmı gerçekten çok yeni teknoloji ile donanmış, ses ve görüntü kalitesi iyi olan salonlar. Bu alışveriş merkezlerinde film izlemek ayrı bir keyif olabiliyor zaman zaman. Ama maalesef eski sinemaların kokusu ve dokusu bulunmuyor. Eskiden biz de sinemaya giderken evden tamamen bu amaçla çıkardık. Hangi filme gideceğimizi önceden belirlemiş ve günlerce belki haftalarca bunun hayalini kurmuş olurduk, Sinema sadece eğlence aracı değil bir kutsal bir ritüeldi bizim kuşak için.

Benim gençliğimin sinemaları çocuklarımın AVM sinemaları ile rekabet edemeyerek yenik düştü. Benim çocuklarımın sineması olmadı, onların AVM’leri vardı. Oysa benim gençliğimin sinemaları; Ankara’nın ünlü AVM’lerinde, tuvaletlerde ihtiyaç giderirken göz hizanıza ekran koyarak salonlarında oynayan filmlerin fragmanını gösteren modern sinemalara karşı hâlâ direniyorlar. Başkentte bir zamanlar kapılarında bilet kuyruklarının olduğu, yerlerin fenerle gösterildiği, arada filmin kopması, bazı sahnelerin alkışlanması gibi ilginçliklerin yaşandığı, çalınan “gong” sesinden sonra, gazozlar, kuruyemişler eşliğinde filmlerin izlendiği tarihi sinemalar artık gerçekten “tarih” oldu.

Oysa ne kadar keyifli sinemaydı.

Ayrancı’nın sineması; Çankaya. 

Özledim, çok özledim…

KAYNAKLAR

BOZYİĞİT Ali Esat, “Eski Ankara Sinemaları”, Kebikeç, Sayı; 9, 1999

ESEN Selim, https://www.gercekedebiyat.com/yazi/ankara-nin-anilarda-kalan-3-sinemasi-10218.html – google_vignette

KAYA ÇAYIR Çiğdem, “Zamana Yenik Düşen Ankara Sinemaları IV: Müstakil ve Sinemalı Apartmanlar Dönemi”, Lavarla, 2021.

yavuziscen.blogspot.com

Ayrancı’nın sineması: Çankaya

Turan Tanyer’le semt tarihindeki önemli bir adres, Çankaya Sineması üzerine konuştuk. Şimdi tiyatroya dönüşen sinemanın ve onun müdavimi bir Ankaralı’nın hikâyesi… 

Çankaya Sineması – 1967

Güven Turan’ın ilk romanı Dalyan, 1978’de yayınlanmış, bir pastanede başlıyor. Aslında romanda bir şehir adı filan anılmaz. Ama bana okumam gerektiğini de siz söylemiştiniz, Ankara’da geçen romanlara, hikâyelere ilgimi bildiğinizden. Şöyle başlıyor: “(…) Her zaman geldiği, her şeyini çok iyi bildiği bu pastane, kokularıyla, ışıklarıyla, kişileriyle daha önceki günlerin bir benzerini yaşıyor.” Roman kahramanı tek başına oturmuş, kitap okuyor. Sonra birdenbire hareketlenecek ortalık: “Sinemadan çıkanlar dolduruyor pastaneyi.” Hangi sinema bu, hangi pastane? 

Çankaya Sineması ve Kilim Pastanesi. Burası Şili Meydanı’nda, Paris Caddesi’nin hemen başında büyük bir apartmanın parçası. Ankara’da 1967’den 1986 yılının son aylarına kadar açık kalmış önemli sinemalardan biri Çankaya Sineması. Kilim Pastanesi de adeta onun bir parçasıydı. Sinemaya gitmek için buluşanlar, filmin başlamasını bekleyenler, sinemadan çıkanlar. Daha çok gençlerin toplandığı bir yerdi Kilim. Sinema önce diskotek sonra gazino oldu. 

Pastane de meyhane oldu. Fena değişim değil. İki mekan da terfi etmiş sayılır. Şaka bir yana ben romandan devam edeyim. Güven Turan birkaç cümleyle o gençleri anlatıyor, bakın. Bakalım kendinizi bulabilecek misiniz? “Sinemadan çıkanlar dolduruyor pastaneyi. Müzik dolabı birbiri ardından gümbürdetiyor en yeni parçaları. Şimdi hemen herkes çok genç. Uzun saçlı kızlar, oğlanlar. Blue-jeanler, koyun postu kaftan benzeri uzun mantoları, paltolarıyla, bağıra çağıra konuşuyor, müzik dolabının çevresinde toplanıyorlar.”

Aslında ben pek bağıra çağıra konuşmazdım ama evet ben de o vakit o modaya uygun şöyle lacivert kumaştan uzun, maksi bir palto diktirmiş ve soluğu Kilim Pastanesi’nde almıştım. O zamanlar Ankara’nın gösteri mekanlarından biriydi. 

Turan Tanyer

Peki, bir de müzik dolabı var.

Evet, jukebox vardı bir köşede. Sinemayla bağlantılı ikinci kapının yanında dururdu. 1900’lü yılların başında keşfedilmiştir müzik kutusu. 45’lik plak yaygınlaşınca, 1950 ve 1960’lardan sonra gelişti. Plak şirketlerinin de işine gelirdi bu kutular. Kilim Pastanesi’nde vardı, Ali Baba Oyun Salonu’nda vardı. Yirmi beş kuruş atardın. Butonlar vardır. Diyelim otuzuncu butonda plağın A yüzünde bu şarkı, B yüzünde şu şarkı vardır. Seçip, çalarsın. Biraz da oradakilere hava olsun diye. Bak, ben neleri biliyorum, dinliyorum.

Peki siz hangilerini bilir, dinlerdiniz.

Dönemin plakları. 1960’lı yıllar, 60’ların ikinci yarısından plaklar. Artık kutuda ne varsa. Rolling Stones, Moody Blues, Procol Harum, Animals, Hollies, Beatles plakları… Jennifer Eccles, Nights in White Satin, Yesterday, A Whiter Shade of Pale gibi parçalar.   

Bu şarkılar pek de pastanenin ismiyle uyumlu gelmedi bana. 

Dekoruyla da uyumlu değildi zaten. Böyle alçak masalar düşün. Oturma yerleri de öyle. Döşemeler de kilim desenli. Sırtını dayadığın yerler uzun. Ama sinemanın parçasıydı sanki burası. İki kapısı vardı. Biri dışarı, diğeri sinemanın bilet gişesi tarafına açılırdı. Şöyle tarif edeyim: Sinemanın kapısının solundan girişi vardı pastanenin. Sinema kapısının sağında ise küçük bir kırtasiye dükkânı vardı. Gazete, dergi de satılırdı. Orası da sinemayla uyumluydu. Çünkü burada yabancı sinema, müzik dergileri satılırdı. Ben alırdım onları. Fotoğrafları keser, anladığım kadarıyla özetler, çalıştığım gazetelerde kullanırdım. Demek ki nedir, hem kırtasiye dükkânı hem pastane, sinemadan ve onun kalabalığından faydalanıyordu. Müzik kutusunda, pastane adıyla uyumlu sayılabilecek tek plak Cem Karaca’nın Emrah’ıydı. Bak bunu iyi hatırlıyorum.

Peki sinemada izlediğiniz filmleri hatırlıyor musunuz?

Hepsini değil elbette, ama bazılarını hatırlıyorum. Örneğin Baba’yı orada izledim. Geçenlerde sen Çankaya Sineması’nı konuşalım dediğinde açtım dosyalara baktım. Ankara sinemalarında hangi yıl ne oynamış, dosyaladım ben onları. 1930’lardan itibaren listeler var. Çankaya Sineması’na da baktım, 1967’den 1980’lerin başına kadar. Baba dışında izlediklerimi de hatırladım. 1967’nin filmleri arasında Philippe De Broca’nın Belmondo’lu Çin Macerası, Vittorio De Sica’nın Dün, Bugün, Yarın’ı var. Bu filmleri Çankaya Sineması’nda seyretmiştim. Jerry Lewis, Louis De Funes filmlerini kaçırmazdık o yıllarda. Sonra bol müzikli filmler. Frankie Avalon şarkılarıyla dolu Bikinili Kızlar filmi, İtalyanların çilli kızı Rita Pavone’nin bir iki filmi bu sinemadan gelip geçti. Franklin Schaffer’in yönettiği, 1968 yapımı Maymunlar Cehennemi, bu sinemada gösterildi. Bir fotoğraf var. Sinema kapısının üst tarafında Ümitsiz Aşk yazılı olduğu görülüyor. The Sandpiper bu ad ile oynatılmıştı o zaman. Richard Burton ile Elizabeth Taylor oynuyorlardı. Filmin müziği o unutulmaz The Shadow Of Your Smile. Fotoğrafta Kilim Pastanesi’nin önündeki masalar ve kırtasiye dükkânı da görülüyor. Fotoğraf 1967 yılının. Mobilya mağazası Galeri Efes de orada.  

Milliyet Gazetesi 30 Mart 1970
Milliyet Gazetesi 12 Ekim 1970

Çankaya Sineması’nı dönemin diğer sinemalarından ayıran özelliği neydi peki? Filmleri mi, mimarisi mi, yeri mi?

Çankaya Sineması, Güvenevler’in, Ayrancı’nın, Kavaklıdere’nin, Çankaya’nın sinemasıydı. 1967 yılının mart ayında açıldı ve o zamana kadar tek sinema yoktu bu saydığım yerlerde. Kavaklıdere Sineması Çankaya’dan bir yıl sonradır. Aslında her semtin sineması vardı. 1960’ların sonuna doğru yeni sinemalar açılmıştı. Kızılay’daki Ulus Sineması’nın olduğu bina yıkılmıştı. Büyük Sinema duruyordu ama eski havası yoktu. Menekşe ve Nergis sinemaları 1968’de açıldı. Tunalı Hilmi Caddesi’nde, cadde boyunca iki yıl içinde, 1968’ten 1970’den bahsediyorum beş tane sinema açıldı: Kavaklıdere, Lale, Yeni Ulus, Ses ve yukarıda Talip. Bugün bir tane yok. Cinnah’ın hemen başında küçük bir sinema vardı, ismi Hanif.  Saymakla bitmez. Çankaya Sineması, Arı’dan sonra en büyüklerin arasındaydı. 900’e yakın olmalı koltuk sayısı. Orjinal dilinde oynatılırdı filmler, altyazı ile. Ayrıca aynı filmler dublajlı olarak Cebeci’deki İnci, Maltepe’deki Gölbaşı, As sinemalarında gösterilirdi. 

Güven Turan’ın romanındaki kahramanlardan biri yabancı, belki de sinema bu özelliğiyle çevresindeki elçilik personelini çekiyordu kendisine.

Elbette. Yetmişli yıllarda, bilmem bizden mi etkilendiler, bu sinemanın sahipleri film haftaları yaparlardı. Mesela İsveç Film Haftası yaptılar. Bergman filmlerini gösterdiler. Sonra Çekoslovakya film haftası. Burada aslında hep birinci sınıf filmler oynatılırdı. Birinci sınıf dediğim, Amerikan, İngiliz, İtalyan, Fransız filmleri. İki üç yıl sonra satın alınıp getirilirdi. Şimdi olduğu gibi yabancı filmler sinemalarımızda hemen gösterilmezdi. İyi filmler de gelirdi, sıradan olanlar da. 1970’den itibaren Türk filmleri de Çankaya Sineması’na yer buldu. Daha çok popüler filmler. Türkan Şoray’ın Buğulu Gözler’i, sonra Yumurcak ilk oynatılanlardan. Bazen cumartesi sabahları çocuk filmleri, yaz aylarında iki film birden. Türk filmlerinde Başar Filmle çalışmışlar. Başar Film de Refia Başar’ın. Çankaya’da bazı filmlerin galalarına Refia Hanım çağırırdı. Refia-Melih Başar çifti sinemayla ilgili, dergiler çıkarmış bir çiftti. Melih Bey, 1950’lerde senaristlik yapmış. Ama sinema dışında da önemli bir yerdir burası. Erkin Koray, Yeraltı Dörtlüsü ile burada sahneye çıktı 1970 yılında. 1980’lerde Timur Selçuk geliyor, resitalleriyle. Önemli bir adresti burası Ankara’da. Bir de Sinematek var, o da bir zaman bu sinemada.

Bizden etkilenmişler derken, hani şu film haftaları konusunda, Sinematek’i kastediyorsunuz.  

Evet, Sinematek bir dernek. 1965’te İstanbul’da kurulmuş, 1966’da Ankara’da şubesi açıldı ama 1971’de kapandı. 1973 yılında bu defa Ankara Sinematek Derneği kuruldu. Âlim Şerif Onaran, Basın Yayın Yüksek Okulu’nda, sonra İletişim Fakültesi olacak, hem orada hoca hem de derneğin kurucu başkanı. Menekşe Sineması’nda filmler gösteriliyor. Sonra Mahmut Tali Öngören başkan oldu. 1974 yılının ağustos ayında beni derneğin yöneticiliğine getirdiler. Gazetecilik yapıyordum o günlerde. Sinemayı da değiştirdik, Çankaya Sineması’na geldik. Haftada iki seans film göstermeye başladık. Çankaya Sineması’nın sahipleri apartmanın da müteahhitleri. Elazığlı iki kardeş. Mehmet ve Refik Erdoğan. Sağolsunlar derneğe de anlayış gösteriyorlardı. Açık fikirli insanlardı. Bazı yabancı elçiliklere, kültür ataşelerine gidip filmler alıyoruz, Onat (Kutlar) Ağabey’i arıyorum, İstanbul’daki dernekten filmler gönderiyor. Sinematek’in etkisi o oldu belki. Öyle ülke sineması haftaları düzenlediler.

Peki orada unutamadığınız bir gösterim.

Yılmaz Güney’in Arkadaş filminin ilk gösterimi Çankaya Sineması’nda. Babam Doğan Tanyer, Güney Film’in avukatıydı, Mahmut Tali Bey de Güney Film’le çalışıyor. Yılmaz Güney’le iletişimimiz var yani. Arkadaş filmini göstersek, derneğe de katkı olur mu? Mahmut Tali Bey’e söyledim. İyi olur, dedi. Yılmaz Güney’e soruldu. O da kabul etmiş. Tutukluydu o günlerde. Böylece biz Arkadaş’ı Ankara’da bütün sinemalardan önce Çankaya Sineması’nda gösterdik. İki-üç defa. Hepsinde tıklım tıklımdı sinema. Yerlerde oturanlar, ayakta durup izleyenler. Sinematek gösterilerine giriş üç liraydı düşün. Biz üye olmayanlardan on lira aldık. İnsanlar saatler öncesinden gelip Şili Meydanı’nı doldurmuşlardı. Öyle bir kalabalık vardı ki. Sonra Şerif Gören’in Endişe filmini gösterdik. Bir de Polonyalı yönetmen Kazimierz Kutz’un bir grev öyküsünü anlattığı Tacın İncisi, onu da iki defa gösterdik. Sinema tarihinin klasikleri, yeni dalga filmleri, Ruy Guerra, Antonioni filmleri… 

1967’den 1987’ye. Yirmi yıl aslında, çok değil.

Evet, 1986 yılında Ekin-Bilar A.Ş var, onun düzenlediği bir panel nedeniyle emniyet tarafından üç gün kapatıldı sinema. Sahipleri de bir süre sonra perdeyi indirdiler. Video kaset çağı başlamış, bağımsız sinema salonları çağı sona ermişti, belki, o olay da tuzu biberi olmuş. Pastane de bir süre sonra kapanmış olmalı. Şimdi ne güzel, tiyatroya dönüşmüş sinemamız. Umarım uzun yıllar da öyle kalır.