Ayrancı’da varolan Kınacızade konağı restorasyona hazır
Yüzyıllarca pek çok medeniyetin önemli bir kenti olan Ankara, köklü geçmişi olduğu kadar köklü ailelere de sahip oldu. Son iki yüzyıl özellikle tiftik üretimi üzerinde dünyada bir numara olan kent, artan sof ticaretiyle de gelişti, zenginleşti. İhtişamlı konaklar, resmi binalar, camiler, kiliseler, okullar yapıldı. Sokaklar canlandı, güzelleşti. Demiryolunun gelmesiyle birlikte pek çok yabancı tüccarı da bünyesine çeken kentte hatırı sayılır aileler oluştu.
Fakat bu canlılık 1. Dünya Savaşını takip eden yıllarda yerini huzursuzluğa ve ayrışmalara bırakmaya başladığında, kent geri dönüşü olmayan acılar, sürgünler, ölümlerden yakasını kurtaramayacaktı uzun süre. Ve bir yangın o ihtişamı unutturmak istercesine günlerce yaktı, kavurdu sokakları. Eşsiz bir tarih küllerin içinde savrulup gitti. Yüzyılların içinden süzülüp gelen Ankara’nın renkleri artık kül grisine dönmeye mahkum bırakılmıştı.

1923 Ankarası
Falih Rıfkı Atay, kitaplarında Ankara’dan şöyle bahseder “1923’te Ankara’ya geldiğimiz vakit, bağ evleri müstesna, Hıristiyan mahallesinden eser yoktu. Ermeniler ve Rumlarla beraber hayat ve ‘umran’ denecek ne varsa hepsi sökülüp gitmişti. Trenden inince iki taraflı bir bataktan, ağaçsız bir mezarlıktan, kerpiç ve hımış esnaf barakaları arasından geçerek tozuması bir türlü bitmeyen bir yangın yerine sapardık. Şimdi geri bir Anadolu kasabasının bile o günkü Ankara kadar iptidai olduğunu sanmıyorum.” (Çankaya, 1961)
Ankara uzun savaşlar ve sürgün süreçleriyle pek çok ailesini kaybeder. Aydınyan, Kasapyan, Zakaryan, Torbacıyan, Acemyan, Saulyan, Miskçiyan, Mehteryan, Fesliyan, Şişmanoğlu, Küpeloğlu, Epeoğlu, Altıntopoğlu, Kocamanis, Haralambos, Karasulis aileleri yoktur artık. Zanaatkarların, tüccarların, doktor, eczacı, avukat, mühendis, öğretmen gibi tahsilli insanların azaldığı yokluk ve sefalet yıllarında çok zorluk çeker kent halkı.
Tüm bu acılara rağmen hayatta kalanlar, kısa sürede kentin tekrar canlanması için yepyeni bir umutla kalktılar ayağa, elbirliğiyle bir başkent yaratmaya koyuldular.
Cumhuriyet’in doğduğu Ankara, Ankaralıların umutlarıyla adım adım ilerledi. İstanbul’dan Bursa’ya, İzmir’den Trabzon’a kadar dört bir yandan insanların akın ettiği başkent caddeleri, hızla yükselen devlet binaları, palaslar, lokantalar, parklarla donanmaya başlandı. Issız geceler yerini renkli, hareketli bir gece yaşamına bıraktı.
Bu inanılmaz değişimlerde Ankaralı eşrafın emekleri çabaları önemli rol oynadı. İngiliz, Fransız askerlerinin postallarından kurtarılan sokaklar yeni bir hedefle inşa edilmeye başlandı. Bozkırın talihsiz kasabası haline gelen Ankara, bu ailelerin güçlü azimleriyle canlanmaya başladı yeniden.
Pek çoğu mazbut, gözlerden uzak yaşamı benimsedikleri için çoğumuzun duymadığı, bilmediği ailelerdir onlar. Ankara’nın sayılı ailelerinden olan Koç, Börekçi, Kınacı, Çubukçu, Kütükçü, Toygar, Aktar, Bulgurlu, Tuzcu, Alemdar, Sobacı, Mermerci, Urgancı, Müderris, Nakkaş, Hanif, Helvacıoğlu, Mıhçıoğlu ve Muslupaşa aileleri cumhuriyet Ankara’sını yükseltenlerin ilk akla gelenlerinden.

Yangınla zarar gören bağevi Kültür Bakanlığına devredildi
Daha önce 13. sayımızda Ayrancının bağ evi restorasyon bekliyor() başlığı ile yayınladığımız ve bağ evinin sahibi Şakir Kınacı ile röportaj yaptığımızı hatırlayan okurlarımız olacaktır. O günden bu güne geldiğimiz süreçte Tarihi bağ evinin Kültür ve Turizm Bakanlığına devir işlemleri tamamlanmış tüm yasal süreç sona ermiştir.
Kültür Bakanlığı söz konusu alanda kamulaştırma yapmıştır. Kamulaştırma gerekçesi sit alanı ilan edilen alanın restorasyonunu yaparak korumaktır. Bakanlık kamulaştırdığı için parseller otomatikman Milli Emlak’ın bünyesine geçmiştir.
Kamulaştırma sonrasında 4, 5, 13, 14 parseller tevhid edilerek birleştirilmiş ve tek tapuya dönüştürülmüştür. Kamulaştırma gerekçesi nedeniyle buranın başkasına satışı mümkün değildir. Yani burayı korumak ve restorasyonunu yapmak durumunda…
Fakat restorasyonu yaparken aynı Mehmet Kınacı Bağevi ve piramitte olduğu gibi başka bir amaçla kullanılmasına tahsis edilebilir. Örneğin restorasyonu yaptırmak karşılığında buranın özel bir firmaya kiralanması, restoran işletmesi veya yapıya zarar vermeyecek başka bir işlevle kiralanması mümkün olabiliyor.
Özetle; bağ evi restore edilerek kullanıma açılacak, yıkılması ve yerine yeni bina dikilmesi mümkün değil. Parseller birleştiği için, bir parsel üzerindeki konağı koruyup diğer taraftan diğer parsel üzerine yeni bina inşa edilmesi de mümkün değil.
Ayrancım Derneği olarak beklentimiz Kültür Bakanlığının bu restorasyonu ivedilikle gündeme alarak Ayrancımıza yakışan bir proje ile halkımızla buluşturması ve bu güzel bağ evini bizlere kazandırmasıdır.
Kınacızadeler kimdir?
Damat Ferit hükümeti tehcir soruşturmaları nedeniyle Ankaranın ileri gelen ailelerinden birçok genci tutuklayarak İngiliz Divanı Harbi’nde yargılamak üzere İstanbul’a göndermişti. Bunların içinde Kınacızade Şakir, Aktarzade Salih, Bulgurluzade Mehmet, Hacı Bayram şeyhi Şemsettin, Hanifzade Mehmet de vardı. Bu tutuklamalar üzerine şehirde bir çok gösteriler yapılmış, sorumlu olan Muhittin Paşa’yı kaçırmışlardı. Müftü Rıfat Börekçi ve ekibi, hükümetin atadığı yeni vali Ziya Paşa’yı kente sokmayıp, Yahya Galip’i Vali, Ali Kütükçü’yü ise Belediye Reisliğine seçmişlerdi. Gizlice Mustafa Kemal’le iletişime geçilerek Temsili Heyetiye Ankara’ya davet edilmişti.
Mustafa Kemal Ankara’da milli mücadeleye başladığında bu inisiyatifi hiç unutmadı.
Mustafa Kemal Ankara’ya gelmeden önce Namazgah’ta yapılan mitingde,
Kurulan milli bir alayda gönüllü er olmaya talip olmalarında,
Mustafa Kemal’e yardım için 46500 lira toplanmasında
Müdafaa-i Hukuk yöneticileri olarak çalışmalarında,
Kızıl yokuşta Mustafa Kemal’i ilk karşılamada,
1932’de Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişinin 13. Yılı kutlamalarında,
1922’de Mustafa Kemal’e hemşerilik verilmesinde
İş bankasının kurulmasında
Ticaret Odası Başkanlığında,
Ankara Milletvekilleri arasında
ve bir çok olayda Şakir Kınacı ve ailesini görüyoruz. (Röportaj yaptığımız Şakir Kınacının dedesi)
Resmi belgelere dayandıramadığımız fakat Kınacı ailesi büyüklerinin nesilden nesile aktardığı sözlü bilgilerle kısaca anlatmaya çalışacağım.
Aslında daha önce röportaj yaptığımız Şakir Kınacı’nın babası Hazim Kınacı’nın yaşamı boyunca tuttuğu notlar ve evraklar varmış fakat hepsi şu anda kayıp.
Büyük büyük dede Şakir Ağa’nın oğlu Mustafa Ağa’nın oğlu Hacı Kerim Efendinin Dodurgalı Kamile hanım ile evliliğinden 5 çocukları olur. Refika, Sıdıka, Şakir, Mehmet ve Sare.
Hacı Kerim Efendi dedelerinden kalan kına ithalatı, sof ihracatı (tiftikten dokunan bir çeşit kumaş) ve manifatura ticareti yaparmış.
1912 yılında Hacı Kerim Efendi ve eşi vefat eder.
En büyük kızları Refika, Abdullah Raci Bademli ile evlenir. Diğer kız Sıdıka, Mustafa Kazım Çubukçu ile evlenir. Osman, Halime, Zehra, Arif ve Hatice isimli çocukları olur.
Oğulları Şakir Kınacı 1897 yılında Kütükçülerden Fatma ile evlenir ve Mustafa, Ziya, Hazim, Bahri, Nadiye ve Nebahat adında altı çocukları olur. (Hazim Bey Şakir Kınacı’nın babası)

Hazim Kınacı 1944 yılında Ankara Kız Lisesi ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu Cebeci Ortaokulunda Fransızca öğretmenliği yapan Sıdıka Hanım ile evlenir. Bu evlilikten 1946 yılında bu sohbeti gerçekleştirdiğimiz Şakir Kınacı ve şu an İzmir’de yaşayan kızları Nevin Eritenel dünyaya gelir. Hazim Kınacı Cumhuriyetin ilanından sonra fotoğraf makineleri ile çok ilgilenir. Anneannesinden kalan sırma işli kadife bindallıyı satması için kendisine veren annesi sayesinde körüklü bir fotoğraf makinası satın alır ve çektiği fotoğrafları evde kendisi banyo edermiş. Hazim Kınacı 1991 yılında vefat etmiştir.

1927 yılında Şakir Kınacı’nın kızı Nadiye ile evlenecek olan Arif Çubukçu uzun yıllar Ankara milletvekilliği yapmış maalesef 1953 yılında genç yaşta kalp yetmezliğinden vefat etmiştir.
Kınacızade Şakir Bey (1875-1940), TBMM I.,II.,III.,IV.,V.ve VI. Dönem Ankara milletvekili olarak görev yapmıştır. Rüştiye mezunudur. Tüccarlık, Ankara Ticaret Odası Kurucu Başkanlığı, Türkiye İş Bankası kuruculuğu ve yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.
Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabında (sayfa445) Kınacızade Şakir Bey ile ilgili şu satırlara yer vermiştir.
‘Çaldağı’nın Yunan kuvvetlerinin eline geçmesi:
…durumun tehlikeli olmadığını Hüsrev Bey de anlayacaktı, milletvekilleri de. Ama çok telaşlanan milletvekillerinden biri korkuyla “Yani?” diye sordu. Hüsrev Bey’in iyi bildiği kurallara göre savaş yitirilmişti. Raporun devamını okumadan, bu gereği yumuşatarak açıkladı:
“Kanaatimce savaşın birinci kısmını kaybetmiş bulunuyoruz.”
Bu açıklama komisyon odasını dolduran milletvekillerinin büyük bölümünü. .çıldırttı:
“Ne diyorsun sen?”
“Kayıp mı ettik?”
“Kaybettik ne demek?”
“Bir dağ kaybetmekle savaş kaybedilir mi?”
“Zafere imanı olan biri böyle konuşmaz!”
“Zafere inanmayana aramızda yer yok!”
Zaferden başka hiçbir sonuca razı olmayan milletvekilleri zavallı Hüsrev Bey’in yakasına yapıştılar, tartaklamaya, itip kakmaya başladılar. Ortalık karıştı. Ankara Milletvekili Şakir Kınacı, “Sakarya’da tutunamazsak Kızılırmak’ta dövüşürüz, olmazsa Yeşilırmak’ta, o da olmazsa Fırat’ta” diye bağırıyordu.
Rapor masanın üzerinde kalmıştı. Rapora göz atan Bolu Milletvekili Dr. Fuat Umay bir iskemlenin üzerine çıktı:
“Beyler durun! Yenilgi menilgi yok! Raporun devamını okuyorum.”
Okudu.
Ortalık bu kez de sevinçten karıştı.
ÇALDAĞI bunalımını atlatan Türk ordusu rahatlamıştı. Birlikler bugünkü durgunluktan yararlanarak eksiklerini bütünlemeye baktılar. Temizlik yaptılar. Yeni gelen askerler yoğun eğitime alındı. Bazı askerlerin giysileri parça parça olmuştu. Bunlara çamaşır ve .üniformaya benzeyen bir şeyler dağıtıldı. Çaldağı’ndaki düşmanın görüş ve ateşine açık mevziler berkitildi ve korunma hendekleri hazırlandı.
