Sokaklar, kaldırımlar, parklar belediyenin değil mahallenindir

Ayrancı Festivali, mahallelinin ortak ve gönüllü katılımıyla mahalle kültürünün gelişmesi için düşünüldü ve bu yapmak için her yıl mahalleliyle buluşuyor. Ayrancım Derneği kuruluşundan beri iki önemli kavramı gündeminde tutmaya çalışıyor; birincisi “komşuluk” ikincisi ise “mahalle kültürü”. Her ay yayınlamaya çalıştığımız gazetemizin mottosu da bu nedenle “herkesin bir komşuya ihtiyacı var” oldu. Çünkü mahalleyi oluşturan temel duygunun komşuluk olduğunu düşünüyorduk.

Komşuluk bir kültür müdür?

Bir soru sorarak başladık, komşuluk bir kültür müdür? Evet, komşuluk bir kültürdür. Birbirini tanımayı, konuşmayı, birbirinden haberdar olmayı, birbirini gözetmeyi, birbirinden öğrenmeyi, etkilenmeyi, başkasını etkilemeyi, birbirini hatırlamayı içerir. Mahalle kavramında da bunlar var. Özer Ergenç hocamız aynen böyle tanımlıyor mahalleyi; “Mahalle; birbirini tanıyan, bir ölçüde birbirinin davranışlarından sorumlu, sosyal dayanışma içinde olan kişilerden oluşmuş bir topluluğun yaşadığı yerdir.” Mahalleyi oluşturan temel öge bu komşuluk ilişkisidir. O nedenle komşuluk bir kültürdür ve bize göre korunmalı ve geliştirilmelidir. 

Peki komşuluk kültürünün geliştirilmesi nasıl sağlanır? Mahalleliye düşen nedir, bizim gibi mahalle dernekleri bu konuda ne yapmalıdır?

Komşuluk hatır-gönül işidir

Eskilerin deyimiyle komşuluk “hatır-gönül işidir.” Komşuluk hatırı, komşuları düşünmek, onları gönlünde bir yere koymaktır ki, bu hatırın yıllarca süreceği bilinir. Hatır-gönül işi aslında gönüllülüktür. Yaptığın işi hesap yapmadan, ne kazanacağını düşünmeden gönüllü yapmaktır. 

Festival düşüncesi aklıma ilk düştüğünde konuştuğumuz, fikrini aldığımız Hakan Kaynar hocamızın bize ilk söylediği şu olmuştu; festival etkinliklerini öyle belediyenin salonuna, kültür merkezine, onun iznine, müdürünün keyfine göre yapacaksanız ben olmam o işte. Biz bu işleri gönüllü katılımlarla, sokakta, parkta hatta mahallenin kahvesinde, kafesinde yapmalıyız. Her etkinliği de başka bir kafede yapmalıyız ki, tek bir mekâna kısılıp kalmasın. Her caddede, her mahallede etkinlik olsun. Her park renklensin, şenlensin.

Kamusal mekânlar kimindir?

Kentlerimizi belediyeler yönetiyor. Mahallemizi, sokağımızı süpürüyor, temizliyor. Musluktan suyumuzun akmasını, evimizin önündeki yolun asfalt olmasını, yürünecek kaldırımların, ağaç gölgesinde sokağımızın, bir bankta oturacak parkımızın olmasını sağlıyorlar. Peki bu mekânlar kimin? Asfaltlanan yol, ağaç dikilen park, süpürülen sokak belediyenin mi?

Hayır, değildir. Bu sokaklar, kaldırımlar, parklar belediyenin değildir. Bizimdir. Hepimizindir. Çünkü belediye, halk adına görev yapan bir kurumdur. Yani bu şehirde yaşayan herkesin, her bir yurttaşın temsilcisidir. Dolayısıyla kamusal alan dediğimiz her yer, kamunun yani halkın alanıdır. Parktaki banka oturan yaşlı teyzenin, çocuklarını salıncakta sallayan babanın, sabah işe yetişmeye çalışan gencin, akşam köpeğini gezdiren komşunun alanıdır. Bizimdir. Bizim nefes aldığımız, birbirimize selam verdiğimiz, bazen bir tebessümle birbirimizi hatırladığımız yerlerdir.

Kamusal alanlar ortak duygularımızın alanıdır 

İşte Ayrancı Festivali, tam da bunu hatırlatıyor bize:

Kamusal alanlar, sadece birer fiziksel mekân değildir; aynı zamanda birer ortak duygudur. Dayanışmanın, paylaşmanın, sohbetin ve birlikte olmanın yeniden canlandığı alanlardır. Bir parkta bir şarkı söylenir, bir kafede bir sergi açılır, bir kaldırımda bir çocuk resim yapar… Hepsi bir araya gelir ve kentin belleğinde yeni bir sayfa açılır.

Festival bu yönüyle, sadece bir etkinlik değil, bir hatırlamadır. Mahallemizi, komşularımızı, sokaklarımızı, parklarımızı bize yeniden hatırlatır.

Gönüllülük, komşuluğun kalbidir 

Ayrancı’nın bu festivalle kazandığı şey sadece bir hafta sonu neşesi değildir; aynı zamanda bir ortak hafızadır. Bu hafızayı güçlendiren şey de gönüllülüktür. Çünkü gönüllülük, komşuluğun kalbidir.

Bugün Ayrancı sokaklarında düzenlenen her etkinlik, bir mahallelinin emeğiyle, fikriyle, katkısıyla, yani “hatır”ıyla var oluyor. Bu yüzden festivalin her etkinliği, birine teşekkür etmeyi, birine gülümsemeyi, birine “iyi ki varsın” demeyi hatırlatıyor bize.

Kimi zaman bir şiirle, kimi zaman bir konserle, kimi zaman bir çocuk kahkahasıyla…

Ve sonunda anlıyoruz ki:

Mahalle sadece binalardan ibaret değil. Mahalle; seslerden, kokulardan, yüzlerden, selamlardan, anılardan oluşuyor. Bu festival de o anıların yenilerini ekliyor, geleceğe küçük bir umut bırakıyor.

2023 Ayrancı Festivali parklarda, sokaklarda, mahalle kafelerinde gerçekleşti.

Ayrancı Festivali, sokakların, parkların şenliğidir

Ayrancı Festivali, kamusal alanın gerçekten “kamunun” olduğunu, sokakların, kaldırımların, parkların, bankların, gölgelerin, ağaçların aslında hepimizin olduğunu gösteriyor.

Bir kez daha hatırlatıyor:

Birlikteyken güzeliz, komşuyken güçlüyüz.

Ve belki de en önemlisi; Ayrancı, sadece bir semt değil, bir duygudur.

Mahalle ruhunu yeniden hatırlamak: Ayrancı’da festival zamanı

Eskiden yaşadığım mahalleleri düşününce aklıma elimde atlama ipim ve topumla sokak aralarında oynadığımız oyunlar, acıktığımda arkadaşlarımdan evi en yakın olanın kapısına gidip yediğimiz mini sandviçler geliyor. Mahallede herkes birbirini tanır, ailece akşam çayları içilir, ezan okunur okunmaz çocuklar evlerinin yolunu bulurdu. O yıllarda mahalleler sadece konutlardan oluşan yerleşim birimleri değildi; sakinlerine barınmanın ötesinde sıcacık dostluklar, güçlü komşuluk bağları, dayanışma kültürü ve birlikte üretilen canlı bir sosyal hayat sunardı. 

Şimdi ise birçok mahallede 3–5 katlı konutlar yıkıldı; yerlerine, duvarlarıyla adeta kale gibi korunan lüks siteler yapıldı. Bu siteler, mahallenin ya da sokağın yarattığı kamusal alan hissini sorgulatırken, orada oturmayanların sokağından bile güçlükle geçebildiği kapalı alanlara dönüştü. Ortak alanlarımız giderek azalıp işlevini yitirdi; sitelerde çalışan görevliler belki güvenliğimizi sağlıyor ama çok katlı binalarda yaşayan yüzlerce insan birbirine yabancı. Artık anahtarımızı, tatile çıktığımızda çiçeklerimizi ya da evcil hayvanımızı emanet edebileceğimiz kimsemiz yok. Oysa asıl güven duygusu, birkaç görevliyle değil, kurulan bağlarla sağlanırdı. Kentsel dönüşüm dedikleri süreç, yalnızca binaları değil; dostluğu, komşuluğu ve dayanışmayı da dönüştürdü. Herkesin sitesine yabancıların rahatça giremediği bir gerçek; bu yüzden mahalle alışkanlıkları her yerde sürdürülemeyebilir. Yine de bina çevrelerinin taş duvarlarla örülmediği, güvenliğin komşular tarafından sağlandığı ve mahalle kültürünün hâlâ hissedildiği yerler hâlâ var; ve bu sıcaklığı canlı tutan en önemli unsur da insanların bir araya gelmesine olanak sağlayan sosyal etkinlikler. Parklarda düzenlenen aktiviteler, sokak şenlikleri, mahalle festivalleri ve ortak sofralar, sadece eğlenceli anlar sunmakla kalmıyor; komşuluk bağlarını güçlendiriyor, dayanışmayı besliyor ve kent yaşamına nitelik kazandırıyor. Bu buluşmalar, çocuklardan yetişkinlere herkese birbirini tanıma, paylaşma ve birlikte üretme deneyimi sunuyor. Üstelik tüm bu etkinlikler, büyük ölçüde gönüllülerin emeğiyle hayata geçiyor; mahalle sakinlerinin çabasıyla hazırlanan her atölye, her oyun ve her buluşma, kentteki sosyal yaşamı daha sıcak ve katılımcı kılıyor.

Ayrancı da mahalle kültürünün yaşatıldığı en özel yerleşimlerden biri. Çünkü burada  mahallenin ruhunu canlı tutan insanlar, birlikte vakit geçirilen ortak alanlar ve bu alanlarda düzenlenen sosyal aktiviteler yapma imkanı var. Parklarda, sokaklarda ya da meydanlarda gerçekleşen festivaller, şenlikler, atölyeler ve ortak sofralar, kente neşe ve nitelik katarken mahalle sakinlerini de sosyal açıdan besliyor; komşuluk bağlarını güçlendiriyor. Çoğu zaman kim olduğumuzun, ne ile ilgilendiğiniz, eğitim durumunuzun ya da mesleğinizin bir önemi olmuyor. Mutlaka kendinizi ait hissedebileceğiniz bir alan ve sizleri dostlukla kucaklayan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Bu buluşmalar sayesinde insanlar sadece eğlenmiyor, aynı zamanda birbirini tanıyor, dayanışmayı hatırlıyor ve yaşadıkları yere aidiyet hissi duyuyor. 

Dönüşmüş ya da kaybolduğunu sandığımız mahalle ruhu da kentin birçok yerinde tamamen yok olmuş değil; sadece kendini yeniden gösterecek ve yaşatacak alanlara ihtiyaç duyuyor. Elbette bu alanlar da biz mahalle sakinlerinin kolektif çabasıyla üretiliyor. Şimdilerde zamana uyarlanmış şekilde düzenlenen festivaller, mahalle şenlikleri, park buluşmaları, sokak konserleri ve ortak sofralar, bu ihtiyacın en güzel yanıtını veriyor. Yan yana oturmak, birlikte oyun oynamak, yemekleri paylaşmak, aynı müziğe eşlik etmek… Tüm bu ortak aktiviteler, kapalı sitelerin ördüğü mesafeyi aşarak komşuluğu ve dayanışmayı yeniden hatırlamamıza vesile olarak kaybolan mahalle ruhunu yeniden hatırlatıyor. Parklar, sokaklar ve meydanlar, kapalı sitelerin yarattığı mesafeyi aşarak herkesin bir araya geldiği kamusal alanlara dönüşüyor. Birlikte yapılan etkinlikler yalnızca eğlence sunmakla kalmıyor; komşuluk bağlarını güçlendiriyor, dayanışmayı hatırlatıyor ve mahalle kültürünü yeni kuşaklara aktarmaya olanak tanıyor.

2023 Ayrancı Festivali Çocuk Şenliğinden görünüm

Bu yıl ikincisini düzenleyeceğimiz Ayrancı Festivali de tam olarak bu amaca hizmet ediyor. 13 Ekim haftası başlayacak etkinlikler 26 Ekim Pazar günü Portakal Çiçeği Parkı’nda gerçekleşecek çocuk şenliği ile tamamlanacak. Şenlikte çocuklar, birlikte oyun oynayıp, atölyelere katılıp ve yan yana oturup paylaşımlarda bulunurken aileleri de belki kendi çocukluklarını tebessümle hatırlayacaklar. Sokak oyunlarından yaratıcı atölyelere, müzikten minik sürprizlere kadar pek çok etkinlik, eski mahalle alışkanlıklarını yaşatmaya katkı sağlayacak. 

Bu yıl da, geçmişin mahalle sıcaklığını yeniden hissettirmek için hep birlikte buluşalım. komşuluk bağlarını güçlendirmek, dayanışmayı hatırlamak ve mahallemizin neşesini paylaşmak için harika bir fırsat. Gelin, sokak oyunlarının, müziğin ve ortak sofraların keyfini birlikte çıkaralım; Ayrancı’nın canlı ruhuna hep birlikte katkı sunalım.

Bir bardak çayın mahalleyi birleştirdiği yerdi Dem Kafe

Bir mahalle düşünün bir kafenin etrafında kaynaşmış, bir kafe düşünün bir mahalleyi sarmalamış…

Sosyal medya hesabının başlığında “Dem küçük bir mahalle kafesi, 7 yıldır değişmeyen kalitesiyle sunduğu kahvaltısını mutlaka denemelisiniz” yazıyordu. Pandemiden beş ay önce kapanmış olmasına karşın, sıcacık hatıralarıyla hafızalarda yer etmiş bir mekân olan Dem Kafe nasıl açıldı, nasıl yaşadı, nasıl değişti, nasıl dönüştürdü? Tüm bu soruları bilmeyenlere “bak böyle bir yer vardı” demek için, bilenlere de tekrar anımsatmak istedik.

Murat Özdağ

Bu çerçevede Dem Kafe’nin sahibi, emektarı Murat Özdağ ile telefonda görüşüyoruz. Kendisi ile Ayrancım Gazetesi için Dem Kafe üzerine konuşmak istediğimi belirtiyorum ve büyük bir nezaketle kabul ediyor bu isteğimi. Ardından hemen bir program yapıyor, birkaç gün sonra da Emek Kafe’de bir araya geliyoruz. 

DTCF (Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi) İtalyan Dili mezunu olan Murat Bey sohbetimiz sırasında kendini yirmi beş senedir Ayrancı’da oturan bir Ankaralı olarak tanımlıyor. İş hayatında bağımsız olma, sadece kendine hesap verme isteğinden dolayı bir kurumda çalışmaktansa uzun yıllar ticaretle uğraşmış olduğunu ve son deneyiminin tatsız sonuçlanmasının ardından bir süre geriye çekildiğini ve ne yapabileceğini, ne yapmak istediğini düşündüğünü anlatıyor. 

Bu süre zarfında oturduğu Gerede Sokak’ta, evinin karşısındaki binanın alt katında yer alan dükkânın sürekli el değiştirdiğini, kim gelirse gelsin bir türlü düzen kuramadığını ve sonunda dükkânı kapattığını gözlemliyor. 

Hatta yıllar sonra bir komşusunun şöyle söylediğini anımsıyor gülerek: “Biz iddiaya girmiştik senin için. Biri üç ay sonra, bir diğeri beş ay sonra kapatır dedi. En uzun süre veren bendim ve sekiz ay sonra kapatır demiştim ama bak sen hepimizi yanılttın ve sekiz yıldır bu kafeyi işletiyorsun”.

Karşı dükkânın tekrar boş kalması üzerine “ben neden burada bir şey yapmayayım” diyor ve burayı yemek yapmayı da sohbeti de sevdiği için bir kafeye dönüştürmek istiyor. Ancak gel gör ki bir engelle karşılaşıyor: baca olmadığı için burada yemek yapamayacağını anlıyor. Ancak vazgeçmek olmaz, yemek pişirilmeyebilir ama şahane kahvaltılar hazırlanabilir. Sonrası badana, boya, tezgâh ve bilumum hazırlık aşaması. 

Aslında yapmak istediği, hayata geçirmek istediği bir kafeden çok bir mahalle kültürünün yaratılmasına vesile olmak. Mahalleye ilk geldiğinde, sokakta ya da apartmanda karşılaşan insanların birbirini tanımadığı için “günaydın” demekten imtina etmesini, göz teması dahi kurmaktan sakınmasını yadırgıyor. Ve zamanla nasıl bir değişim yaşandığını Dem Kafe üzerinden anlatmaya devam ediyor Murat Bey.

Dem Kafe’yi açtığımda ilk ziyaretçilerimiz tüm ailesiyle birlikte üst kat komşum kalp cerrahı Prof. Dr. İrfan Taşoğlu olmuştu” diyor. Sonraki yıllarda ilk ziyaretçi olmanın dışında Murat Bey’i kafede çalışırken geçirdiği kalp krizi sonrası hayata döndüren kişi de sevgi ve saygıyla andığı bu komşu oluyor. 

Henüz mahalleden kimse gelmeye başlamamışken ilk müşteriler dışarıdan gelen insanlar, hatta oğlu Can’ın kreşten arkadaşlarının aileleri oluyor. Hazırlanan kahvaltılar “sıradan” olmasına karşın özenle seçilmiş malzemelerden oluşuyor. Reçeller evde Murat Bey tarafından hazırlanıyor, domateslerin kabukları soyuluyor, zeytinler, peynirler en iyilerden, zeytinyağları en kaliteli olanlardan alınıyor. Öyle ki bu kahvaltıların lezzeti Ankara sınırlarını aşıyor ve merak eden insanlar buraya uğrayıp kahvaltısını yapmadan gitmiyor. Bu konuda ekşi sözlükte yer alan bir yazı dâhi var: “…kahvaltıda sigara böreği, sosis, salam, patates kızartması gibi kalp damar tıkanıklığı veya kansere sebebiyet veren şeyler yok… sağlıklı, taze, ev yapımı ürünler yemek isteyen gitsin. Klasik kahvaltı ürünleri dışında zeytin yağı var, zahter var, bal var, kaymak var, ev yapımı reçel var. Yumurtayı o an haşlıyorlar; o yüzden içi yeşermiş yumurta gelmiyor. Kayısı kıvamında yumurta haşlayan tek yer olabilir. Çay termosla. Fiyatı kişi başı 25 lira”… Tabii bu rakamlar şu an bize hiçbir şey anlatmıyor olabilir ancak aradan geçen az bir zamanda alım gücü anlamında ne kadar geriye düştüğümüzün de bilgisini taşıyor. 

Oluşan güven duygusu insanların çocuklarını Murat Bey’e emanet etmesine kadar varıyor. Okuldan gelen çocuğunu servisten alması ve Dem’de karnını doyurmasını rica edenlerin sayısı artıyor. Yavaş yavaş mahallelinin de uğrak yeri olmaya başlayan Dem Kafe’den kahvaltı dışında öğle yemekleri de hazırlaması isteniyor, hatta bu konuda yoğun bir talep oluşuyor. Ancak mutfakta bir baca olmadığı için yemek pişirmenin olanaksızlığı Murat Bey’in kararlılığı karşısında yeni bir çözümü de beraberinde getiriyor. Böylece karşı apartmanda yer alan evinin mutfağında yemek pişirmeye başlıyor. Yemekler evde pişiriliyor ve tencereler ile dükkâna taşınarak, benmari usulü sıcak kalması sağlanıyor. Üç kap yemek 15 liraya satılmaya başlanıyor. Amaç sadece para kazanmak değil elbette; bir mahalle kültürü yaratıp bu küçücük sokakta hoş sohbet eşliğinde hep birlikte yemeklerin yenmesi ve tanışıklıkların artması. 

Sayısız doğum günleri ve kutlamalara ev sahipliği yapan mekânda bir süre sonra Dem Kafe dostları ve Murat Bey yeni bir uygulama başlatıyorlar: Komşuda Pişer Bize de Düşer! Her hafta Cuma günü, isteyen bir komşu oluşturduğu menü kapsamında o günün yemeğini pişiriyor. Malzemelerini Murat Bey alıyor ve yemeği yapacak olan komşuya teslim ediyor, yemekler hazır olunca da kafeye getiriliyor. Önceden rezervasyonunu yaptırmış olan komşularla birlikte yemekler yeniyor. Hem karınlar doyuyor, hem sosyalleşiliyor hem de bir dayanışma ruhu ortaya çıkıyor… Daha ne olsun!

Dem Kafede “Komşuda Pişer” akşamı

O günlerde bir komşunun “Bir kısım acemi aşçı” imzasıyla kaleme aldığı bir yazı da bize çok şey anlatıyor: “Uyan, çocuğu uyandır, kahvaltı hazırla, kreşe uğra, işe git, çalış, işten çık, alışveriş yap, çocuğunu al, eve gel, yemek yap, yemek ye, televizyon izle, arabacılık/evcilik oyna, dişlerini fırçala, yat… 

Taşınacaktım… Ev arıyordum… İşime yakın olsun, merkezi olsun, çarşı pazarı olsun, yeşili bol olsun istiyordum. Bu kriterlerde bir ev bulup taşındım. Artık yukarıdaki rutini bu evde yaşamaya devam ediyordum. Sonra bir gün sokakta bir hareketlilik oldu. Sokağımıza bir cafe açılacakmış. Tabelalar, masalar, sandalyeler derken sonunda hakikaten açıldı. Sabah kalkıp kreşe ve işe giderken yanından geçtiğim, boş dükkânın önündeki çiçeklerle güne başlıyordum artık. Akşam dönerken de o boş dükkân çay kahve içen bir şeyler atıştırıp sohbet eden insanlarla dolu oluyordu.

Kafelerin insana huzur veren bir yanı vardır. Lokanta gibi değildir kafeler. Karnını değil de ruhunu doyurmaya gidersin. Bir çay, bir kahve ama daha mühimi biraz yavaşlamak, iki çift laf etmek, günlük koşturmacanın üzerinde yarattığı toksik etkiden biraz olsun arınmak için… kâh yalnızlığının tadını çıkarmak için, kâh iki dost kelamı duymak için…

Dem cafe sokağımıza geldiğinden beri, sokağımızın çehresi değişti. Yıllardır aynı sokakta, aynı mahallede oturduğumuz ama hiç karşılaşmadığımız, tanışmadığımız komşularımızla biz yan yana geldik, aynı masada buluştuk, dost olduk, arkadaş olduk… Çocuklarımız bilgisayar, televizyon karşısından kalkıp sokakta oynamayı keşfetti. Dostları, arkadaşları oldu… Dem cafe olmasaydı bu sokak yine yeşil bir sokak olmaya devam edecekti… Şimdi Dem cafe var ve bu sokak rengarenk… Demli bir çayla, güzel bir kahvaltıyla ağız tadıyla yenen bir tostla, öğlen sakin sakin yenilen yemekle, dost sesleriyle, çocuk kahkahalarıyla boyanıyor sokağımız her gün onun sayesinde.

Hayatı paylaştığımız bu yerde biz bir kısım acemi aşçı olarak yemeklerimizi de paylaşmak için bir adım atmak istedik ve “Komşu da Pişer Bize de Düşer” ismiyle bir Cuma akşamı geleneği başlatmak üzere harekete geçtik. Cuma akşamları tüm dostlar akşam yemeğinde buluşuyoruz. Her hafta gönüllü bir komşumuzun hazırlayıp pişirdiği menüyü tadacağız. Elimizin hamuruyla aşçılığa soyunacak, ortaya çıkardığımız lezzetleri keyifli sohbetlerimize katık edip yiyeceğiz.

Hepinizi yemek yapmaya ve yemek yemeye ama en çok da hayatı paylaşmaya davet ediyoruz”. 

Yıllarca devam eden, bir vakitler aynı sokağın sakinleri olmalarına karşın selam vermeden geçen insanları aynı sofrada buluşturan, yepyeni dostlukların yeşermesine zemin hazırlayan Dem Kafe bir süre sonra ekonomik zorlukların kapıyı çalmasıyla sona eriyor ve unutulmaz bir mahalle hatırası olarak o günleri deneyimleyen insanların hafızasında yaşamaya devam ediyor…


Hande İnal Altuntaş

“Komşuluk için sıcak bir yuva oldu”

Hande İnal Altuntaş

İstanbuldan Ankaraya taşındığımda Gerede sokak ahalisine karıştığım zamanlarda Dem cafe ile tanıştım. Hemen yanında dükkanımı açtığım ilk günden Dem cafenin kapandığı güne kadar komşuluk, mahalle kültürünü yaşatması ve birleştiriciliği ile her zaman bana sıcak bir yuva olmuştur.Çoğu dostluğumuzu çay ve kahve eşlikçiliğinde bu kafede kurduk. Murat’ın ve Dem cafenin hiikayesi hiç bir zaman bitmeyecek.

Levent Aygün

“Arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet devam ediyor”

Levent Aygün

2013 senesinde Ayrancı’ya taşındım ve Dem Cafe ile tanıştım. Daha önce hiçbir yerde görmediğim bir misafirperverlikle karşılaştım. İşletmecisi ve sahibi Murat ile kısa zamanda arkadaş olduk.

Kafe gün içinde herkesin uğrak yeriydi ve akşam iş dönüşleri kafede mutlaka mola verilir, eve gitmeden önce çay içilir ve komşularla sohbet edilirdi. Murat’ın ayda bir düzenlediği komşu yemeği, sinema akşamları ve pazar sabahı kahvaltıları bize mahalleli olmamızı hatırlattı.

Şimdi Dem Cafe yok ama arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet hala devam ediyor. Teşekkür ediyorum. Özlüyorum…

Ayrancı’da yaşamanın ve yaşlanmanın keyfekeder hüzünleri

Yazanlar Sokağı’nda Sadi Hoşses

1980 yılıydı. Aşağı Ayrancı’daki Yazanlar Sokağı’nda yaşayan besteci Sadi Hoşses, Ankara Arı Sineması’nda jübilesini yapmaya hazırlanıyordu. Ardından İzmir’e taşınacaktı. O yıl, Olgunlar Sokağı’nda bir haber ajansında 19 yaşında acemi bir muhabir olarak çalışıyorduk. İkinci Dünya Savaşı yıllarında, askerlerin sabrını ve hasretini anlatan “Sabret Gönül”, “Bu Hasret Biter” adlı eserlerin bestecisi Sadi Hoşses ile bir röportaj yapmamız istenmişti.

Sadi Hoşses’in aynı mahallede TSM çalışmaları yapan dershanesi yerine, iki arkadaş Kızılay Güvenpark’tan eski marka taksi dolmuşlara binerek, evinde ziyaret etme acemiliğinde bulunmuş, Sadi Hoşses’in kapısını randevusuz çalmıştık. Kapıyı açtığında üzerinde eşofman türü bir giysi vardı. Amacımızı öğrendiğinde “buyrun çocuklar sizi salona alalım” kibarlığıyla izin istedi sonra kravatlı takım elbise giyinmiş haliyle salona girdi. Eski Ankara beyefendisinin bu davranışıyla büyük bir sanatçıdan büyük bir nezaket dersi almıştık.

Şadi Hoşses, 1982 yılında Ayrancı Yazanlar Sokağı’ndan ayrılarak İzmir’e yerleşti ve 1994’te vefat edene kadar orada yaşadı. 1988’de, Avni Anıl’ın Sadi Hoşses ile ilgili hazırladığı TRT programında, eşi Ayrancı’daki dostlarını çok özlediğini dile getirmişti.

Şu sıkıntılı günlerde dilimize Hoşses’in “Gülmedi şu bahtım gülmedi gitti” şarkısı denk düşse bile, şimdi oradan geçerken, Yazanlar Sokağı’ndaki o evden bir zamanlar terennüm edilen “Yıldızlı semalarda haşmet ne güzel şey” şarkısı gelir aklımıza ve ağlamaklı olur insan şu Ayrancı’da.

Sadi Hoşses ve Ziya Taşkent

Mesnevi Sokağı’nda Ziya Taşkent ıslığı

1999 Marmara Depremi’nde eşi, kızı ve iki torunuyla birlikte aramızdan ayrılan besteci Ziya Taşkent, 1980’lerde Mesnevi Sokağı’nda yaşardı. Akşama doğru, Karyağdı Sokağı kavşağındaki marketten alışveriş yapar, tanıdıklarıyla şakalaşırdı. Bazen dilinde pelesenk olmuş bir şarkıyı mırıldanır, bazen de bestelemeyi düşündüğü yeni bir eseri ıslıkla çalarak evine dönerdi. Şimdi oralardan geçsem Taşkent’in bestesi “Gücüme gidiyor böyle yaşamak” şarkısı düşer gönlümüze. 

Gazete sayfalarını paylaşarak okurlardı

Yeşilyurt kavşağından Kuzgun’a tırmanırken üçüncü apartmanın yüksek giriş katında oturan bir çift idiler. Sabahın erken vakitlerinde gözlüklü, takım elbiseli yaşlı beyefendi, Yeşilyurt’un köşesindeki fırından sıcak ekmek ve gazetesini alırdı. Eşi onu hep yoldan görünen giriş kapılarında karşılar, elindeki poşetleri alırdı. Ve o yaşlı beyefendi de yaşlı eşinin sırtını okşar, teşekkür ederdi. Kuzgun Caddesi’ne bakan pencerenin önünde gazete sayfalarını paylaşarak kalın çerçeveli okuma gözlükleriyle okurlardı. Perdeleri hep açık olurdu. Cam göbeği rengindeki eski Volkswagen arabaları apartmanın önünde hep park halinde durur, ara sıra yakın yerlere gezintiye çıkarlardı. Onlar gençlikteki aşkın, yaşlılıkta büyük bir sevgiye dönüştüğü en güzel örneklerdendi.

Bir gün apartmanın önünde bir kalabalık toplanmıştı. “Beyefendi kalp krizi geçirdi” dediler. Evlatları annelerini alıp götürdüler, kaplumbağa arabayı da bir daha gören olmadı. Şimdi oradan eve dönerken o pencereye bakarım hep, zihnmde onlar hâlâ orada gazete okumaktadırlar. 

Her gün traşını olur, kuşları yemlerdi

Kuzgun Sokağı’nda Mesnevi’ye yakın apartmanın yola bakan girişin üstündeki dairelerinde oturan evlatları olmayan yaşlı ve mutlu başka bir çift hatırlarım. Yaşlı adam her gün sinekkaydı tıraşını olur, artan ekmekleri ufalayıp yakındaki boş arsaya konan kuşlara götürür, sürü güvercinlerin arasında tebessümle gelene geçene selam verirdi. Hanımefendi ondan daha önce vefat edince, her gün tıraş olan tebessümlü beyefendinin önce sakalları uzadı. Hayata küstü. Gelene geçene selam veremez bezginliğe düştü. 

Bazen Hüseyin Onat Sokağı’ndaki Bahar Evi’nde tavla oynarken görüldüğünde yaşam ile yeniden barıştığı duygusu uyandırırdı fakat giderek içine kapandı. Münzevi görüntüsüyle ona sarhoş diyenler de oldu. Birkaç gün ortalıklarda görünmeyince onu evinin yatak odasında bir daha uyanmayacak halde buldular. Şimdi o eski binaları yıkılan boş arsaya ne zaman güvercinler sürü halinde toplansa her gün sinekkaydı tıraş olmuş yaşlı adamı ararlar ve gelmeyince de uçar gider kuşlar, insana bir hüzün çöker. 

Hoşdere’ye tırmanan merdivenler

O merdivenlerden her sabah birimiz çıkarken, birimiz inerdi. Artık sık sık rastlaşınca Ayrancı halkı birbirlerine selam vermeye başlarlardı. O yıllarda 20’li yaşlardaydık. Esmer, saçları uzun, müşfik yüzlü genç hanım gülümseyerek selam vermeden geçmezdi. İnsan sevgisinin erdemiyle mahalle kültürünün asaletini oluştururdu. 

Şimdi ömür saatimiz yarım yüzyılı on dört geçiyor.  Ahmet Haşim’in “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden / Eteklerinden güneş rengi bir yığın yaprak / Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak” diye başlayan Merdiven şiirindeki gibi, Yeşilyurt’tan Hoşdere’ye çıkan merdivenleriyle birlikte gelip geçmekte olan yaşamı sorguluyorlar.

Uzun saçlı, esmer müşfik yüzlü genç kadın ve o adam, geçen her yılın yüze yapıştırdığı çizgiden imzalarla şimdi aynı merdivenlerden çıkıp inerken “Yıllar ne çabuk geçti o günler arasından” adlı hicaz şarkıyı duyar gibi birbirlerine bakıyorlar.

Sonra yaşadığı zamanda şairlerin sultanı olarak bilinen Şair Bakî’nin; “Avezeyi bu aleme Davut gibi sal / Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” mısraları Aşağı ve Yukarı Ayrancı’nın her köşesinde sağlıklı ve mutlu ömürler için yaşanılan anın tüm olumsuzluklarını unutturmaya başlar.

Semtimizde Kent Hakkı kültürü oluşturmak

Kentlerde yaşayan insanlar, bu yerleşimlerin sorumlu, aktif ve bilgili yurttaşları olmadan, bu kentlerde çağdaş anlamda yaşayamazlar. ‘’Ancak toplumun kendi iç dinamikleri ve pratikleri daha iyi bir yaşam, daha iyi konut, sağlıklı bir çevre, eğitim gibi kentsel hakları değiştirebilir’’.

Dolayısıyla denilebilir ki, kentli hakları; “temel hakların, ekonomik, toplumsal ve kültürel hakların ve dayanışma haklarının gerçekleşme alanı olarak kent mekânında somutlaşmasıdır”. 

Avrupa’yı kapsayan; halk ve yerel yönetimlere yönelik söz konusu kampanyalarda, yereldeki yaşamın daha da iyileşmesini amaçlarken; kentsel çevrenin ve mevcut konut stokunun iyileştirilmesi, yerleşmelerde sosyal ve kültürel olanakların yaratılması konularının yanında “toplumsal kalkınma ve halk katılımının özendirilmesine de büyük ağırlık vermektedir.

Örneğin küreselleşmeci bakış, kentsel hakların İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelişen ve liberal demokrasinin temsil krizine alternatif olarak ileri sürdüğü yönetişim uygulamasıyla kentsel katılımın gerçekleştirileceğini ve bunun temel bir kentsel hak olduğunu ileri sürmektedir.

Buna karşın, Lefebvre’in teorik çerçevesini çizdiği bakışla kentsel hak, kent kaynaklarına ulaşma ve kentsel kararlara bireysel katılım özgürlüğünden çok daha öte, onu aşan bağlamda, kenti değiştirerek kişilerin kendilerini değiştirme perspektifi ile değerlendirilmektedir.

“Kentsel haklar karar vermeyi devletten uzaklaştırıp kentsel mekânın bir ürünü olmaya yaklaştıracak şekilde yeniden düzenlemektedir. Demokratik müzakerenin sadece devlet kararları ile sınırlı tutulması yerine, kentsel mekânın üretimine katkı sağlayacak tüm kararlarda uygulanması gerektiğini belirtmektedir. Kentsel hak, kentle ilgili kararlarda kontrolü tümüyle sermaye ve devletten kent sakinlerine kaydıracak, kentsel mekânın üretiminin temelini oluşturan güç ilişkilerinin yeniden yapılandırılması ihtiyacı üzerinde durmaktadır’’. Ayrıca bu konuda başka görüşler; ‘’sadece var olan kentsel haklara erişim değil, aynı zamanda bunları dilediğimiz gibi değiştirebilme hakkı olduğunu işaret etmekte ve kentsel haklar kavramını biraz daha geliştirmektedir’’.

Kentlerde yaşayan insanların kente ait haklarının neler olduğunu bilme ve onun üzerinde karar sahibi olma hakkı vardır. Kentin mahallelerinde, sokaklarında, caddelerinde ve meydanlarında yaşayanlar orada yaşamaktan doğan haklarını bilen, yaşadıkları mekânın organizasyonunun nasıl olması gerektiğine karar verme hakları vardır. Kentsel hak, kentte yaşayanların çıkarlarını korumak ve geliştirmek üzere tasarlanmıştır. Bu haklar kullanıcılarına bir yandan kente ilişkin düşüncelerini ve kentsel aktivitelerini tanımlamak için kullanıcı haklarını doğururken, aynı zamanda yaşanabilir konutların, yeşil alanların ve diğer hizmetlerin kullanımını da içermektedir. Kent hakkı bilinci çağdaş yaşamın gelişmiş, ileri ve toplumcu kültürünün son aşamasıdır.

Gerçekten de kentsel tarihsel süreç göstermiştir ki ‘’kentler özgürlüğün doyasıya yaşandığı yerler olmuş ve özgürlük de demokrasiyle iç içe gelişmiştir’’. O halde kent tarihi açısından demokrasi bilincini geliştirmenin koşullarının ilki, insanın kentine ait olduğunu duyumsamasıdır. İkincisi ise kentsel kararlar üzerinde söz sahibi olabilmesidir diyebiliriz.

AYRANCI SEMT MECLİSİ

Meclisimizin çalışma gruplarına katılmak için ayrancisemtmeclisi@gmail.com mail adresi üzerinden iletişime geçebilirsiniz.

Sosyal medya hesaplarımız

Facebook: @ayrancisemtmeclisi

Twitter: @ayrancimeclisi

Instagram: @ayrancimeclisi