Kimliği meçhul, eseri meşhur!


Ünlü sokak sanatçısı Ememem Çankaya sokaklarından geçti. Gözler kimliğini gizli tutan diğer sokak sanatçılarına çevrildi.

Kafayı şehrin çatlaklarına takmış bir sanatçı: Ememem

Fransız Kültür Merkezi’nin daveti ve Çankaya Belediyesi işbirliği ile Ankara’ya gelen ünlü sokak sanatçısı Ememem, 23-30 Haziran 2025 tarihleri arasında Çankaya sokaklarını enstalasyon çalışmalarıyla renklendirdi. 

Flacking Art yani “çatlakları iyileştirme sanatı” adını verdiği mozaik yerleştirmeleri için ilk çalışmasını Paris Caddesi ile Yazanlar Sokağı kesişiminde gerçekleştiren sanatçıya Çankaya Belediye Başkanı Hüseyin Can Güner ve Fransa’nın Ankara Büyükelçisi Isabelle Dumont eşlik etti.

Çankaya’da çatlaklar neredeydi?

Çankaya’daki ilk “flack” Paris Caddesi ile Yazanlar Sokak köşesinde, Fransa Büyükelçiliği’nin hemen yanında yapıldı. Sanatçı ayrıca Kuğulu Park çevresinde, Tunalı Hilmi Caddesi’nde ve Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi önünde toplam beş mozaik enstalasyonu gerçekleştirdi.

Nasıl yapıldı?

Keşif turu: Önce çatlaklı kaldırım taşlarını bulup haritalandı, ölçümleri alındı.

Atölye zamanı: Doğan Taşdelen Sanat Merkezi’nde vatandaşların izleyebileceği şekilde tasarım atölyesi düzenlendi.

Mozaik montajı: Hazırlanan seramik paneller özel olarak çatlaklara yerleştirildi, böylece çatlaklar hem onarıldı hem sanatla buluştu. Geri dönüşümlü parçalar, renkli cam kırıkları ve seramik mozaiklerden oluşan malzemeler ise hem estetik hem çevreci bir dokunuşu yansıtmakta.

Ememem kimdir?

2016 yılından beri bozuk kaldırımları yenileyen anonim sokak sanatçısı Ememem, asfaltın çocuğu olarak da adlandırılıyor. Kendisini “bozuk bir kaldırımda doğdum” şeklinde tanıtan sanatçı, eserlerini ya gece karanlığında ya da bir sanat etkinliği sırasında bir anda üretiyor.

Ememem, sanatçının gerçek adı değil mahlas olarak kullanıyor. Sanatçının basit ancak etkili malzeme kullanımı, dünyanın farklı bölgelerindeki birçok sanatçı tarafından benimsenmiş; böylece ‘flacking‘ terimi, kaldırım ve kent yüzeylerindeki çatlakları onaran bu özgün sokak sanatı pratiğini tanımlamak üzere yaygınlık kazanmıştır.

Ememem, eserlerini Fransızca flaque (pansuman) kelimesinden türettiği ‘flacks’ (kaldırım pansumanı) olarak adlandırmaktadır. Bu eserler, kamusal alanlarda bulunan çukur ve çatlaklara özel olarak yerleştirilen seramik karolar ve mozaiklerden oluşmaktadır. 2016’dan bu yana 400 çalışmadan oluşan bir koleksiyona imza atan Ememem uluslararası basında düzenli olarak yer bulmaktadır.

Sanatçının çalışmaları ağırlıklı olarak doğup büyüdüğü Lyon kentinde konumlanmakla birlikte; pek çok Avrupa şehrinde ve Chicago ve New York gibi ABD şehirlerinin sokaklarında da görülebilmektedir.

İlk çalışması nasıl ortaya çıktı?

Çatlağa baktım, o da bana baktı… Ve bir şey oldu.”

Ememem bir röportajda ilk çalışmasının ilhamını şöyle anlatıyor: “Bir yaz günü, Lyon’da bir sokakta bir çatlak görmüştüm, biraz boş ve hayalperest bir anımdı. Ve işte o anda bir yara gibi görünen bu çatlağı bir mozaikle iyileştirme fikri aklıma geldi. Hemen ertesi gün yerel basın bunu haber yaptı ve flacking doğdu. Flacking’i ben bulmadım, o beni buldu.

Ememem, sokak sanatçılarının “eserini bırakır, izini bırakmaz” kuralına uygun olarak ilk çalışmasını bitirdikten sonra oradan uzaklaştığını anlatıyor. Ertesi sabah, çalışma yoldan geçenlerin ilgisini çekmiş. Çevre esnafı o minik mozaik yamanın çevresine çiçek koymuşlar. Kimi çocuklar üstünde zıplamış.

İlk flack’ten sonra işler hızla gelişir. Ememem, her gece çantasına birkaç mozaik alıp dışarı çıkmaya başlar. Her bir flack, yeni bir şehir hikâyesi olur. Bugün hâlâ Lyon’daki o ilk flack’in yeri tam olarak bilinmiyor. Çünkü Ememem eserlerini imzalamıyor, işaretlemiyor, harita bile yapmıyor. Ona göre önemli olan nerede olduğu değil, ne hissettirdiği. Mozaiklere ve el işçiliğine olan hâkimiyeti nedeniyle Ememem’in 2016 öncesinde seramik ya da dekorasyon ustası olduğu düşünülüyor. 

Çatlaklardan ilhamla sanat yapmak kulağa absürt gelebilir ama Ememem diyor ki: “Çukur beni seçti!” Bir nevi kaldırımın romantizmi. Gece gizlice işi tamamlamayı seviyor: “Biz izin almıyoruz, çünkü sokaklar hepimize ait” diyor. Tıpkı graffiti gibi ama zarif mozaiklerle çalışıyor. Ankara’yı yeniden renklendirirken “Ankara gri bir şehir değil, içindeki geleneksel motiflerle ve ışıkla dolu bir şehir” diye esprili bir yorum yapıyor.

Ememem’in çalışmalarından örnekler

1. Lyon (Fransa) – Flack’in doğduğu yer

Ememem’in hikâyesi Lyon’un kaldırımlarında başladı. İlk eserlerini kendi yaşadığı sokaklardaki çatlaklarda yaptı. Renkli geometrik mozaikler, bazen retro karo desenleriyle, bazen çağdaş dokularla sokakları renklendirdi.

Lyon (Fransa)

2. Paris (Fransa) – Sanat galerisi gibi kaldırımlar

2019’da Paris sokaklarında ortaya çıkan ‘flack’ler daha soyut ve kimi zaman optik illüzyon içeren desenlerden oluşuyordu. Kimi çalışmaları Louis Vuitton Vakfı gibi sanatı destekleyen kurumların ilgisini çekti.

Paris (Fransa)

3. Barselona (İspanya) – Gaudí’ye selam çakıldı

2021 yılında Barcelona’da yaptığı çalışmalar, Gaudí’nin mozaik estetiğine göndermeler içeriyordu. Flack’lerin bazıları dalgalı formlar ve canlı Akdeniz renkleriyle dikkat çekti. Ememem’in ifadesiyle: “Sanki çatlağın altından Akdeniz çıkacak gibi.”

Barselona (İspanya)

4. Torino ve Milano (İtalya) – Estetik onarım

Kuzey İtalya’da, özellikle Torino’da eski kaldırımlarda geometrik desenli “onarım sanatı” dikkat çekti. İtalyan karo desenlerinden ilhamla, klasik ile modern harmanlanan çalışmalar ortaya çıktı.

Torino ve Milano (İtalya)

Anonimlik sokak sanatında neden yaygın?

Sokak sanatı, doğası gereği kamusal alanla iç içe ve genellikle “izinsiz” yapılıyor. Bu durum anonimliği sadece estetik değil, işlevsel bir tercih haline getiriyor.

Yasal riskler

Duvara mozaik yapıştırmak bile teknik olarak “müdahale” sayılıyor ve yasak.

Banksy örneğinde olduğu gibi politik mesajlar nedeniyle ceza alma riski yüksek. Bu nedenle Anonimlik = Koruma kalkanı denebilir.

Sanattan çok mesaj öne çıksın

Ememem, Banksy gibi sanatçılar kimliklerini geri plana atıyor çünkü: “Ben değil, yaptığım iş konuşulsun” istiyorlar.

Gizem etkisi

İnsanlar gizemli olanı daha çok merak ediyor. “Acaba kim bu?” sorusu, sanatı viral hale getiriyor.

Kolektif alan, kolektif sanat

Sokak sanatı bazen “ben yaptım” değil, “biz hissettik” demek ister. O nedenle anonimlik, egonun önüne geçer.

Sürpriz unsuru

Anonimlik sayesinde her yeni iş bir “sürpriz” olur. Bugün bir çatlak mozaik, yarın bir kanal üstünde dev bir optik yanılsama ile karşılaşabilirsiniz

Sokak sanatı neden gizliliği tercih ediyor?

Ememem gibi kimliğini gizli tutan pek çok ünlü sokak sanatçısı var. Anonimlik, özellikle sokak sanatı gibi “kamusal alana müdahale” içeren disiplinlerde hem bir güvenlik önlemi hem de bir estetik tercih olabiliyor. İşte bu gizemli sanatçılardan bazıları:

1. Banksy  (İngiltere) – Anonimliğin İkonu

2000’lerden beri medyanın kim olduğunu bulma çabaları sürüyor ama hâlâ kesin bir bilgi yok. Sanatı genellikle izinsiz yapıyor. Politik mesajları nedeniyle kimliğini saklıyor. Stili, şablon (stencil) grafiti, politik eleştiri.

Banksy  (İngiltere)

2. Invader (Fransa) – Piksel Sokak Savaşçısı

Kimliği bilinmiyor. 100’den fazla şehirde “işgal” yaparak iz bıraktı. Stili 8-bit tarzı mozaikler; genellikle retro video oyun karakterleri.

Invader (Fransa)

3. JR (Fransa) – Siyah-Beyaz Portrelerin Ustası

Louvre’nun cam piramidini dev bir optik illüzyona çevirdi. Kimliği kısmen biliniyor ama yüzünü göstermiyor, hep şapka ve güneş gözlüğüyle.

Stili, sosyal projelerle entegre dev siyah-beyaz portreler.

JR (Fransa)

4. Blek le Rat (Fransa) – Stencil Sanatının Dedesi

Banksy için “Ben olmasaydım, Banksy olmazdı” demiştir. İlk yıllarda anonimken daha sonra kimliğini açıkladı, ama hâlâ yer yer gizli çalışıyor. Stili, şablon grafiti, özellikle sıçan temaları.

Blek le Rat (Fransa)

5. 1010 (Almanya) – Optik İllüzyonlar

Dijital sanatı fiziksel yüzeylere taşıyor. Hâlâ kim olduğu bilinmiyor. Stili, duvarda sanki içine düşeceğin bir delik varmış gibi görünen 3D efektli soyut çalışmaları.

1010 (Almanya)

Nesneleri saklayarak ortaya çıkaran çift

Sanatı; tuvaller, heykeller olarak görerek, dört duvarın içerisinde hapsetmeye meyilliyiz. Belki de onlara fazlaca değer verdiğimiz ve korumak istediğimiz için bunu yaparız. Kalıcılığını sağlamaya çalıştığımız bu eserlerin zaman zaman taklitleriyle karşılaşırız bu nedenle. Çünkü eserlerin bulunduğu konumlara gidip görmek ve incelemek, mümkün olmayabilir.

Fiziki ihtiyaçların karşılanması, örtünme, korunma için var olduğunu düşündüğümüz kumaşı, sanat eserlerinin olmazsa olmazı olarak da görebiliriz. Burada Postmodern sanatla ilişkilendirsek de, tuvallerde boyaların kendilerini gösterdikleri yer bir kumaş parçası. Kumaş formdan forma girebilmesi, sosyal ve kültürel konumu göstermesi bakımından da önemlidir. Geçmişte farklı anlamlar taşısa da günümüzde kumaşın daha olumsuz bir işlevi vardır; farklılıkları karıştırmak, kuşku ve belirsizlikleri anlatmak gibi. Örtmek bir nevi maskelemedir.

Son yüzyıla kadar eserlerin belli mekânlarda görülebilmesine alışkındık. Ancak bu yüzyıl sanatın mekândan, boyadan, alçıdan, kağıttan ve fırçadan bağımsız olarak yaratılabileceğini de kanıtladı. Bir enstalasyon (yerleştirme, konumlandırma) sanatçısı olan Christo ve eşi Claude, adlarını binaları, nesneleri veya parkları renkli kumaşlarla örterek duyurdu. Her ne kadar farklı eserleri olsa da uzmanlıkları binaları kumaşla paketlemek. Sipariş üzerine çalışmayı reddeden sanatçı, nihayetinde şu an bahsi geçen enstalasyon eserlerden hayatını idame edemeyeceğinden, klasik tarzdaki eserlerinin gelirini enstalasyon çalışmalar için bir kaynak olarak görmüştür. Bu eserler maliyetli olmalarının dışında, sergilendikten hemen bir ya da iki hafta sonra eski hallerine dönmeleri nedeniyle dikkat çekicidir. Bu giydir-çıkart mekanizması nedeniyle sanatçının bu tarz bir kalıcı eseri yok. Bu eserlerden geriye sadece o anın fotoğrafları, proje çalışmaları ve anıları kalıyor. Doğa, onların galerisi, kumaşsa eserleri olmuştur. 

Sanatçıya neden böyle bir şey ortaya çıkardın diye sormak pek normal olmasa da, Christo’nun neden bu tarzı seçtiğini görebiliyoruz; kendince var olan sorunu başkalarına da göstermek ve çözüm üretmek. Sanatçıların neden kumaşı seçtikleri ise, “İnsanların kendilerine ve çevrelerine daha bilinçli yaklaşmalarına yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bir projeye başladığımda sonucunun nasıl olacağını tam olarak bilmiyorum. Projelerimde çoğunlukla farklı tiplerde de olsa daima kumaş kullanmayı tercih ediyorum. Çünkü kumaş, dinamik ve dokununca karşılık veren bir materyal olarak, en ufak esintide bile hareketlenebilmektedir” (Keser ve Oskay, 2015, s.84) sözlerinde saklı. Christo ve Jean Claude’un binaları kumaşla kapladıkları çalışmalarında binaların bulundukları çevreyle uyumlu kumaş renkleri seçmeleri izleyici üzerinde çarpıcı bir etki bırakmaktadır. Her çalışma için farklı tipte kumaş kullanmış olsalar dahi kumaşların ortak noktası hiçbir yapay katkı maddesi içermeyen doğal ve yeniden işlenebilen kumaşlar olmalarıdır. Mimaride kumaşın kavramsal ve estetik yönüyle kullanılması, yapının, çevreyle uyumuna işaret etmektedir. Kumaşın mimari bir yapıyla yorumlanması öncü ve sıra dışı özellikler içermektedir. Christo- Jeanne Claude çiftinin kumaşlarla gerçekleştirdiği devasa projeler popüler bölge ve yapıları ikonlaştırmaktadır. Kendisini paketleme sanatının yaratıcısı olarak görmeyerek nesnelerin formlarını değiştirmediğini, sadece merak uyandırmaya çalıştığını söylemiştir. Eserlerini yaratarak, yorumlamayı izleyicilere bıraktıklarını söylemişlerdir. Sahiplenmeyi protesto eden ve özgürlüğün üstünde fazlaca duran ikili, projelerini ücretsiz ancak kısa süreli sunmayı tercih etmişlerdir.

Christo- Jeanne Claude çifti

Christo ve eşi Jeanne Claude, 70’li yılların başında Colorada’da ‘Curtain Valley’ (Perde Vadisi) projesini hayata geçirdi. 80’li yıllarda Florida’nın Biscayne Koyu’ndaki küçük adaları pembe kumaşlarla çevreledikleri ‘Surrounded Islands’ (Çevrilmiş Adalar) ve Paris’te Ponf Neuf köprüsünü giydirme projeleri büyük ses getirdi. Christo eşinin ölümünün ardından İtalya’da İseo Gölü üzerinde 2016’da gerçekleştirdiği enstalasyon ‘Floating Piers’ (Yüzen İskele) ile yaklaşık 1 milyon 300 bin kişiyi gölün üzerinde yürüttü. Projeye ilişkin belgesel ‘Walking on Water’da, Christo ‘Gerçek şeyleri seviyorum, gerçek rüzgar, gerçek kuruluk, gerçek ıslaklık, gerçek korku ve gerçek sevinç’ diyordu. Sanatının anlamını, izleyene bırakan Christo’nun biyografisini kaleme alan David Boundon, Christo’nun nesneleri ‘saklayarak, ortaya çıkardığını’ ifade ediyor.

Arazi sanatının bir temsilcisi olan Christo, Jeanne-Claude ile birlikte binaları, parkları, doğal alanları örterek, sararak, yeniden şekillendirerek, siyasi bir duruş da sergiledi. Coğrafi alanın bir sanat eserine dönüştürülmesi ile hiç kimsenin sahip olamayacağı bir durum yaratan Christo, sahiplenmeyi protesto ediyordu.

Bu fikri sonuna kadar savunan Christo’nun açık alandaki büyük çaplı projeleri sadece kısıtlı bir süre için, ücretsiz olarak izleyiciye sunuldu. Christo, Reichstag’ı giydirmesinin ardından sanatına ilişkin yaptığı açıklamada, eserlerinin ‘Bir süre sonra kaybolmasının, estetik konseptin bir parçası olduğunu’ söylüyordu. Eserlerine işaret eden Christo, ‘Böylelikle özgürlük ile kök salıyorlar, zira özgürlük sahiplenmenin düşmanıdır ve sahiplenme aynı zamanda devamlılık anlamına gelir’ diyordu.

Eserleri sadece bir kesimin değil, toplumun tüm tabakaları tarafından izlenmesi ve yorumlanması sanatçı çiftin aradığı mekanizma idi. Eserleri binalara hapsolmadığından, eleştirmenlerin sözleriyle etkilenmediğinden aynı anda oradaki tüm halk kendilerince yorum yaparak inceleyebiliyorlardı.

Bu eserleri ortaya çıkartmak hayli zahmetliydi. Almanya’nın eski parlamento binası Reichstag’ın paketlemesi izni 23 yıl önce alınmıştı. Sadece izinlerin alınması, görüşmeler, incelemeler bile büyük maliyetler, siyasi iletişimler ve efor gerektiriyordu. Federal mecliste yapılan oylamayla sonuç alınmıştı. Ancak projeye karşı olanlar, 1890’da inşa edilen ve Almanya’nın en zor günlerine tanıklık etmiş yapının sarıp sarmalanmayla konu edilmesini onaylamıyorlardı. Eserin oluşmasını isteyenlerden özellikle belediye başkanı ise Almanya’nın 2000 yılı olimpiyatları için isminin duyulmasının kolaylaşacağı düşüncesindeydiler. Sanatçı çiftimiz ise eserin Almanya’nın tamamını mutlu edeceği düşüncesindeydi; nüfusun yüzde sekseni eser oluştuğunda yüzde yirmisi ise eser söküldüğünde mutlu olacaktı.

Christo’nun planladığı son eseri ise, Fransa’nın başkenti Paris’teki Zafer Takı projesiydi. Eylül 2021’de gerçekleşmesi düşünülen enstalasyonda, Paris’in simgelerinden biri olan Zafer Takı’nın 25 bin metrekare gümüş mavisi renkte polipropilen kumaş ile kaplanması ve 7 bin metre uzunluğundaki kırmızı kurdele ile bağlanması planlanıyordu. Christo’nun yaratıcı yenilikçi sanat etkinliği, sadece iki haftada 6-19 Nisan 2020’de olup bitecekti. Zafer Takı, yüksekliği 50, boyu 45, eni 22 metre dev bir anıt. Ortasındaki kemerli açıklığın eni 15 metre, yüksekliği 30 metreyi buluyor. Napolyon’un yıldızı parlarken planlanan anıtın, inşaatı başladığında Napolyon’un yıldızı sönüyordu. 1821’de ölen Napolyon’dan sonra ise inşaat 15 yıl terk edildi. Nihayet 1836’da tamamlandı. Ancak kadere bakın ki, ne Napolyon bu anıtı görebildi ne de Christo burada yapacağı çalışmayı yapabildi. Çalışma, sanatçı öldükten bir yıl sonra yeğeni tarafından tamamlanarak gerçekleştirildi.

Eserlerinde kullandıkları malzemelerin geri dönüştürülebilir olmasına da dikkat çeken sanatçı çift, güzellikler sunmak kadar doğayı korumayı da amaçlamışlardır.

Christo’nun yapıtları sanat eseri midir değil midir diye düşünebiliriz. Bergson, ‘sanat eseri hayret değil hayranlık uyandırmalıdır’ der. Bu açıdan bakıldığındaysa, Christo’nun, oldukça büyük sanat eserleri oluşturduğunu söyleyebiliriz.

The Wrapped Coast

The Wrapped Coast (Sydney,1968-69)

Enstalasyonun gerçekleştirildiği Little Bay sahili Sidney merkezine 14.5 km uzaklıkta, 2.4 km uzunluğunda, 46-244 metre genişliğinde ve 26 metre yüksekliğinde. Sarılması için 92.900 metrekare sentetik kumaş kullanıldı. Enstalasyonun kurulumunda dört hafta boyunca 110 mimarlık ve sanat öğrencisi ile birçok sanatçı çalıştı. Projenin finansmanı için sponsorluk kabul etmeyen ikili, projeyi Christo’nun 1950-1960’larda ürettiği işlerini satarak finanse etti. 28 Ekim 1969’dan itibaren 10 hafta boyunca sarılı kalan sahilden çıkarılan tüm malzeme geri dönüştürüldü.

Wrapped Manuments

Wrapped Monuments (Milano,1970)

1970 yılında, Milano’daki İtalya Kralı Vittorio Emanuele II’nin Duomo Meydanı’ndaki anıtı ve Leonardo da Vinci’nin Scala Meydanı’ndaki anıtı polipropilen kumaş ve kırmızı polipropilen iple sarıldı. Bol kıvrımlara izin verilecek şekilde dikilmiş kumaşlarla sarılan iki anıt da aynı anda Galleria’nın merkezinden görülebiliyordu.

Valley Curtein

Valley Curtein (Colorado, 1970-72)

10 Ağustos 1972’de, Colorado’da, Grand Junction ve Glenwood Springs arasına 35 inşaat işçisi ve 64 sanat okulu ve üniversite öğrencisinden oluşan bir ekiple, 18.600 metrekarelik naylon kumaş perde gerildi. Hazırlanması 28 ay süren projenin finansmanı yine Christo’nun eski işlerinin satılmasıyla sağlandı. Enstalasyonun kurulumunun ertesi günü çıkan bir fırtına ise bu projenin toplanmaya başlanmasına neden oldu.

Surraunded Islands

Surraunded Islands (Florida 1980-83)

7 Mayıs 1983’te, Miami’deki Biscayne Körfezi’ndeki 11 ada, 603.730 metrekare yüzer pembe dokuma polipropilen kumaşla çevrelendi. 430 kişilik bir ekip aracılığıyla kurulan enstalasyon öncesi adalardan kırk tonluk çöp toplandı. 11.3 km’ye yayılan neon pembe enstalasyon iki hafta boyunca sergilendi ve büyük ses getirdi.

Le Pont Neuf

Le Pont Neuf (Paris, 1985)

Paris’te yer alan Pont Neuf Köprüsü 22 Eylül 1985’te 300 profesyonel işçili bir grubun yardımıyla 41.800 metrekarelik ipek görünümlü altın rengi kumaşla kaplandı. Nehir trafiğini engellemeyecek şekilde sarmalanan kumaş, halatlar yardımıyla sabitlenip köprünün ana hatlarını belli edecek şekilde konumlandırıldı. Enstalasyon 14 gün boyunca sergilendi ve köprüyü kullanan yayalar da bu kumaşın üzerine yürüdü.

The Floating Piers

The Floating Piers (İtalya 2015-16)

1970 yılında tasarlanan proje ancak 2016 yılında gerçekleştirilebildi. Modüler yüzer bir iskele sisteminin taşıdığı 100.000 metrekarelik sarı bir kumaş, İtalya’nın Iseo Gölü üzerinde 3 km uzunluğunda bir yürüme yolu oluşturdu. 16 gün süren sergide yolu 1 milyon 300 bin kişi deneyimleme şansı elde etti. Sergi sonrasında ise kullanılan tüm malzemeler endüstriyel olarak geri dönüştürüldü. Christo, “Yüzen iskeleleri deneyimleyenler kendilerini suyun üzerinde ya da belki bir balinanın sırtında yürüyormuş gibi hissettiler” dedi.

Helsinki Belediye Başkanı Yardımcısı, izinsiz grafiti çizerken yakalandığı için ceza alabilir

Finlandiya’nın başkenti Helsinki’nin belediye başkanı yardımcısı Paavo Arhinmäki, izinsiz grafiti yaparken yakalandı. 46 yaşındaki belediye başkanı yardımcısı ve arkadaşı, şehirdeki Vuosaari limanına doğru çıkan tünelin girişine grafiti çizerken polise yakalandı.

Helsinki belediye başkanı yardımcısı Paavo Arhinmäki, şehirdeki Vuosaari limanına doğru çıkan tünelin girişine grafiti çizerken polise yakalandı.

Helsinki’deki kültür ve eğlence faaliyetlerinden sorumlu siyasetçi, görevinden istifa etmeyeceğini söyledi. 

Finlandiya Ulaştırma Bakanlığı’nın paylaştığı bilgilere göre, tren hattının geçtiği tüneldeki grafitinin temizlenmesi yaklaşık 3 bin 500 euroya mal oldu. Arhinmäki’nin grafitisinin temizlenmesi sırasında tren seferlerinin bir süreliğine durdurulduğu da bildirildi. Tünelden geçen hat, özellikle limana gidip gelen yük trenleri tarafından kullanılıyor.  

Finlandiya’nın başkenti Helsinki’nin belediye başkanı yardımcısı Paavo Arhinmäki.

Polis, belediye başkanı yardımcısı hakkında soruşturma başlatıldığını ve cezai işlem uygulanabileceğini belirtti. 

2011 – 2014 arasında Kültür ve Spor Bakanı olarak da görev yapan ve gençliğinde de sokak sanatına düşkünlüğüyle bilinen Arhinmäki, Facebook hesabından yaptığı paylaşımda olaydan ötürü özür diledi.

Belediye başkanı yardımcısı, Helsinki’de sokak sanatçılarıyla ünlü Pasila bölgesindeki grafitilerden etkilendiklerini belirterek, “Bu benim aptallığım oldu, affınızı istiyorum” diye yazdı.

Sokak tabelalarında direniş ve sanat

Sokaklar ve sokakların sağladığı imkânlar avangard ve politik amaçlar güden sanat üreticilerine de her zaman büyük imkânlar sağlamıştır. Sanat üreticileri her zaman kendilerine galerileri ve müzeleri mekân olarak belirlemezler, sadece sanat koleksiyonerlerini ve sanatseverleri izleyicileri olarak kabul etmezler. Avangard sanatçılar toplumu değiştirmek ve bir şeyler aktarabilmek adına sanat üretimlerini kullanırlar. Tıpkı avangard kelimesinin kökeninde yer alan öncü birlik anlamında olduğu gibi, toplumun geleceğine dair öncü bir rol üstlenmek isteyen sanat üreticileri de vardır. Bu avangard sanat üreticilerinin insanlara ulaşmak için kullanabilecekleri en kolay yol ise kamusal alanlardır. Bu kamusal alanların başında da sokaklar gelir.

Duvarların gizli yüzü: Banksy

İnsanlara ulaşmak için sokaklarda üretim yapan bu sanat üreticileri sokağın her yüzeyini, her noktasını ve her imkânını kullanırlar. En bilinen sokak sanatları doğal olarak yüzeylerin kullanıldığı görsel sanatlardır. Sokak yüzeylerinin kullanıldığı görsel sanatlar bazen bir resim, bazen metin içeren bir grafiti, bazen de yüzeye yapıştırılmış bir görsel olabilir. Bunun en politik örneği dünya çapında üne kavuşan sokak sanatçısı Banksy. Banksy özellikle savaş karşıtı eserleriyle son yıllarda gittikçe daha da önem kazanan bir sanat üreticisi. 

Görünmez tiyatro

Görsel sanatlar kadar gösteri sanatları da sokaklarda ve diğer kamusal alanlarda icra edilmektedir. Bunların başında görünmez tiyatro akımı gelir. Görünmez tiyatro bir direniş örneği olarak Arjantin’de ortaya çıkmıştır. Askeri diktatörlük rejiminin ardından topluma ulaşmak isteyen devrimciler ve tiyatrocular bir yöntem olarak görünmez tiyatroyu oluşturular. Görünmez tiyatronun en önemli özelliği izleyicilerinin bir oyun izlediklerinin farkında olmamasıdır. Kimsenin oyuncu olduklarını bilmedikleri kişiler kamusal bir alanda birden performanslarını sergilemeye başlar. Bu güncel bir politik duruma dair hararetli bir tartışma veya yüksek sesli bir fikir alışverişi olabilir. Esas amaç tiyatro yapmanın yasakladığı ve tiyatrocuların izleyicilerine ulaşmasının engellendiği bir zamanda böyle bir gösteri ile insanlara ulaşmaktır. 

Burada bir cinayet işlendi

Sokakların ve diğer kamusal alanların sadece yüzeyleri ve imkânları değil ayrıca o kamusal alanlarda yer alan çeşitli unsurlar ve nesneler de sanatsal bir direniş araçlarına dönüşebilirler. Bu nesnelerin başında da sokak tabelaları gelir. Sokak tabelaları bazen yüzeyleri manipüle edilerek bazen sokak tabelası biçiminde sanat nesneleri üretilerek politik ve sosyal sanatın unsurları haline gelirler. 

Örneğin sokak levhalarını bir biçim olarak kabul eden bir sanat projesi Kuir Mekanlar (Queer Spaces) projesidir. Bu çalışma çerçevesinde sokak levhası benzeri pembe üçgen tabelalar üretilmiştir. Bu levhaların içerisine öldürülmüş eşcinsel ve transeksüel kişilerin ve aktivistlerin isimleri ve mücadelelerine dair bilgiler yer almaktadır. Bu hazırlanan levhalar sokaklarda yer alan direklere veya yüzeylere monte edilmişlerdir. Böylece bu tabelaları gören kişiler öldürülmüş veya bir şekilde kaybolan kişiler ile kentin karanlık tarihi arasında bir ilişki kurarak politik bir farkındalık ortaya koyabilmişlerdir. Bu çalışma sokak levhalarının iki unsurunu da içermektedir; hem bir kent ve sokak mobilyası olarak her yerde olmanın ve bulunabilmenin pratiğini ortaya koyabilmektedir hem de bir biçim olarak mevcut düşüncelere sanatsal form vermenin bir aracı olabilmektedirler.(1)

Dikkat yeşil alanınız azalabilir: Bahar işaretleri

Kuir Proje kadar doğrudan politik olmayan, sanatın oyun unsurunu ve eğlendirme değerini de kullanan başka sokak levhası çalışmaları da vardır. Mesela Mark Jenkins kentlerdeki yeşil alanların azlığını Bahar İşaretleri (Signs of Spring) eserleri ile ortaya koymaktadır. Jenkins bu çalışmasında sokak tabelalarının olduğu direklere iki adet yeşil yaprak şeklinde metal levhalar yerleştirmiştir.(2) 

Tabelanızla bir iletişim sorunu yaşayabilirsiniz

Sokak tabelalarını sanat nesnesine çeviren bir başka sanat üreticisi Clet Abraham’dır. Abraham’ın çalışmaları çok politik çalışmalar değildir ama dolaylı da olsa iktidar alanıyla mücadele içerisindedir. Abraham sokak tabelalarını bir iletişim aracına çevirir ve onları mizahi bir ürün olarak yeniden üretir. Böylece birbirleriyle iletişimsiz insanlar arasında iletişimi oluşturacak kamusal nesneler ortaya çıkmış olur.(3) Abraham’ın mizahi çalışmalarına benzer bir çalışma  Türkiye’de Küf ekibinden gelir. Küf, Ankara’da Tunalı Hilmi Caddesi ile İran Caddesinin kesiştiği köşede yer alan trafik tabelasında G. O. Paşa yazısının ilk iki harfini Tosun ile değiştirmiştir. Böylece tabelada Yeşilçam sinemasının kült komedi filmlerinden Tosun Paşa filmine gönderme oluşmuştur. Bunu gören kişilerin de yüzlerinde bir gülümseme oluşacağını düşünmek kaçınılmazdır.(4) Bu çalışmalar doğrudan politik olmasalar da kentlerin gittikçe daha fazla betona bulanıp yeşil alanlarının yok olduğu, sürekli hız ve koşturma içerisinde güzeli unuttuğumuz kabullerinden yola çıkarak üretilmişlerdir. Bu kabulleri değiştirmeye çalışıp kentte yaşayan insanların yüzünde bir gülümseme yaratarak, gündelik hayatı yeniden yorumlayarak ufak da olsa politik bir hedefe ulaşmaktadırlar. 


(1)https://archive.org/details/1994QueerSpaceSubmissionRepoHistory/1994_QueerSpace_Submission_RepoHistory.jpg; https://www.gregorysholette.com/repohistory/ 

(2)https://www.trendhunter.com/trends/signs-of-spring-mark-jenkins

(3)https://artslife.com/2016/07/14/clet-abraham-quando-larte-e-segnaletica/

(4)https://www.behance.net/gallery/484864/Tosun-Pasa

Farabi Altgeçidi ve Grilerin Efendisi

Bir gün bir mektup yazdım ve sanal aleme postaladım. Şöyle yazdım:

“Ankara’nın dinazorsever belediye başkanı döneminde Cinnah caddesi tek yönlü otobana çevrildi. Cinnah’ta aheste aheste gezmeye alışık Ankaralılar ezilmeye başlayınca belediyemiz Farabi sokağı Cinnah’ın altından geçirdi. Dinazorlar kadar olmasa bile Ankaralıları da biraz seven belediyemiz bize Farabi altgeçidini uygun gördü. Bilmem hiç geçtiniz mi? Zaten pek karanlık olan yaya altgeçidine gri mozaikler döşendi. Bildiğiniz gri. Eskiden Ankara’da kömür isi görünmesin diye duvarlar o griye boyanırdı. Ayrıca devlet dairesi ciddiyetini temsilen de tercih edilen bir tondur. Yani grinin 50 tonu filan değil de, o neşesiz gri. Sanki belediyemiz “sizi ezilmekten kurtardık, daha ne istiyorsunuz, bir de göz zevkinizi mi düşüneceğiz?” demiş gibi. O gri kadar neşesiz birkaç başka soluk renkle de geometrik desenler koydu duvarın birkaç yerine.

Farabi alt geçidinde üzeri silinen duvar yazıları

Duvarları boyayan çocuklar

Ankara’nın en çok nesini seviyorsun diye sorsalar derim ki, duvarları boyayan çocuklarını. Tek tek bulup öpesim geliyor onları. Nerede bir boş duvar görseler hemen neşelendirirler orayı. Ahh keşke fotoğraf çekmeyi becerebilsem de bu duvar resimlerini, duvar yazılarını ölümsüzleştirebilsem!! Benim çocuklar tabii ki gri altgeçidi keşfettiler ve faaliyete başladılar. Bir gece ansızın griyi rengâhenk boyayıverdiler. Farabi neşelendi, yayalar neşelendi, yüreklere bir ferahlık geldi. Altgeçidin idrar kokusu hissedilmez, çöpleri görünmez oldu, daha güvenli bir geçit gibi gelmeye başladı. Canım bir şeye sıkılsa, Farabi altgeçidinde bir tur atar oldum, canımın sıkıntısı geçsin diye. Sonra bir gün… o da ne??!! Gricibaşı bütün altgeçidi yeniden griye boyadı. O kadar hırsını alamamış ki belediyenin renkli mozaiklerini bile o griye boyamış. Benim çocukların boyadıklarının pentimentosu kaldı geride. Gri yağlıboyanın altından mahzun mahzun gülümsüyorlar gelene geçene.

Farabi alt geçidindeki duvar yazılarını boyayan Ankara Büyükşehir Belediyesi ekipleri

Gricibaşı…

Ben artık o gricibaşını çok merak ediyorum. Çöp yuvası ve idrar kokulu altgeçidin bütün problemlerini bir yana bırakıp neşesini griye boyayan kişi nasıl bir travma yaşadı da bu kişi oldu. Onu tanıyıp başını okşayasım, karşıdaki simitçide bir çay ısmarlayıp dertlerini dinleyesim var.

Son sözüm size ‘benim çocuklar’: Yılmayın, usanmayın, boyayın bu dünyayı. Siz boyamazsanız biz hep gri kalırız. Nereyi boyuyorsanız haber verin, çay-simit benden… Gricibaşı gelirken haber veririm, hep birlikte kaçarız. Ya da gricibaşının dertlerini dinleriz hep birlikte.”

Bu mektubu sanal aleme saldıktan hemen sonra deprem oldu. Sabah ağlayarak kalkıp akşama kadar kurtarılan oldu mu diye beklediğimiz, ağlayarak akşamı ettiğimiz günler.. Ben yine Farabi altgeçidinden geçip duruyorum. Bir sabah ne göreyim?! Benim çocuklar geçidi yine boyamışlar. O şahane parlak, o neşeli renkler gitmiş, yerini yas rengi almış.

Dedim ki, benim çocuklar beni duymuş. Belki de bir mesaj göndermişler, “bizi seven kadın gel yasımızı birlikte tutalım” demek istemişler.  Birkaç gün sonra neşeyi de, yası da istemeyen gricibaşı ayar verdi bize. Her yer tekrar gri oldu.

Sonra bahar kendini göstermeye başladı. Seçim havası geldi. Yeni başlangıçlar ümidi yeşermeye başladı. Benim çocuklar baharın gelişini zümrüt yeşiliyle müjdelediler.

Zümrüdün öyle güzel, öyle parlak yeşili yoktur.

Başka bir köşeye de yeni ümitler, yeni başlangıçlar izini bırakmış.

Aradan birkaç gün geçti geçmedi bir arkadaşımdan mesaj geldi: “Seninki canla başla çalışıyor.

Ben ona artık Grilerin Efendisi diyorum. Bu nasıl bir göreve bağlılıktır, hayranlık duymamak mümkün mü?

Elimden gelse, Grilerin Efendisini yeni göreve atarım. Onu Mavi Otobüslerin Efendisi yaparım. Hem Farabi altgeçidi kurtulur hem de mavi otobüs yolcularının canı kurtulur. 

Bir mektup yazdım benim çocuklar duydu. Bu yazıyı yazdım ya, belki Mansur Bey duyar. 

Sevgiyle kalın komşular.

Farabi alt geçidi graffitileri

Bir görünüp bir kaybolan şekiller: 

Adettendir, Türkiye’de duvarlara yazılan yazıların, yapılan resimlerin üstü hemencecik boyanır. Hani ilkokulda öğretmenlerimiz, “evinin salonuna da kağıt atıyor musun?” “yemek masanızı da böyle kazıyor musun?” gibi okul malının sana ait olmadığını sürekli hatırlatan sorular sorarlardı ya… Sokaklarımızın duvarlarının da mülkiyeti, onları kullanan bizlere değil devlete, devletin çok çeşitli, güçlü kuvvetli kurumlarına ait olduğundan, üzerlerine siyasi görüş belirten yazılar bir yana, masum çiçekler çizmek bile ayıp, suç. 

Duvarları düşününce akla hep hareket etmeyen, katı, masif, alanları birbirinden ayıran, ifadesiz yapılar geliyor. Nehir Kovar’ın bir yazısında da (1) dediği gibi, “duvarların bir çeşit duygu tıkanıklığını, donukluğu imleyen veya tanıklık etmeye elverişli olmayan varlıklar olduklarını çağrıştıran örnekler var; mesela, ‘duvarların dili olsa da konuşsa, kalbi taşlaşmak, taş olsaydım da görmeseydim, mahkeme duvarı suratlı, taş olsa çatlardı, seni doğuracağıma taş doğursaydım” gibi. Ben de şimdi size bir türlü konuşmasına izin verilmeyen iki duvardan söz etmek istiyorum; Farabi Alt Geçidi’ndeki duvarlardan…

Her sabah evimden çıkıp bahse konu alt geçidi kullanarak işe gidiyorum. Geçtiğimiz yılın Ekim, Kasım aylarından beri alt geçidin duvarlarında bir hareketlilik söz konusu. Önce çocukluğumuzun MonAmi pastel boyalarının üzerindeki prens figürüne benzeyen çalışma belirdi Farabi Alt Geçidi’nde. Gözlerinin yerinde X harfleri vardı, altında “siyah bitti, adalet şart” yazıyordu zira ne prensimizin siyah saçlarını tam boyayabilmiş, ne de henüz adaleti bulabilmiştik. Bir ay sonra geçitten geçtiğimde prensin kaybolduğunu gördüm. Üzeri bir renk adıyla tanımlanması çok zor, “kapatıcı bir ajanla” örtülmüş, geriye yalnızca silueti kalmıştı.

Uzun süre alt geçitte graffiti sanatçılarına ait tek tük küçük imza dışında pek hareket olmadı. Kötü floresan lambalarla aydınlanan, geceleri pek de tekin görünmeyen, tavan alçıları dökülen bu geçide az da olsa renk veren arkadaşlar nereye kaybolmuşlardı? Onları 2018’de çektikleri 5 parçadan oluşan videolar yardımıyla (2) daha yakından tanıma fırsatı buldum. Neden sonra, yılın ilk aylarından başlayarak pek ünlü alt geçidimizde tekrar boy göstermeye başladılar. Tüm geçide kocaman graffitiler, çiçekler, güneşler çizmiş, sabahın köründe yarı karanlık geçitten uykulu gözlerle işine giden insanları biraz da olsa uyandırmışlardı. 

Diğer gün yine aynı yerde elinde bir hortum, duvarlara su sıkan bir belediye çalışanıyla karşılaştım. Tazyikli su resim ve yazıları akıtıyor, belki de üzerleri örtülmeden önce daha az görünür olmalarını sağlıyordu. Temizlenecek onca alan, tamir edilecek onca kaldırım, bakımının yapılması gereken onca park, bahçe, yardım edilmesi, hizmet verilmesi gereken onca insan varken neden geçitteki şekillerle uğraşılıyordu? Önemli olan şekillerin kendisi değil, temsil ettiğiydi; muktedirlere, yerel yönetim aygıtına karşı gösterilen bir tür direniş, ayağa kalkıştı. “Ankara da ne gri şehir” boş inancına vurulan bir darbeydi belki; her kamusal alanın o kadar da ciddi, öylesine gri, kişiliksiz, ruhsuz, ifadesiz olması gerekmediğinin bir kanıtıydı. Moral bozukluğu içinde Cinnah Caddesi’nin karşı tarafına geçtiğimde dönüp arkama baktım. Gri bir dehliz görünüyordu aşağıda, çamur içinde, mutsuz bir dehliz.

Tabii, bizim çocuklar yılar mı? Bir gün geçmedi, graffitiler yeniden belirdi. Bu sefer daha da büyük, daha renklilerdi; yanlarına kısa yazılar yazılmıştı. Hava karardıktan sonra çalıştıklarını ve ellerini çabuk tutmaları gerektiğini de düşünürsek çok iyi iş çıkarmışlardı. Şimdi top karşı tarafta diye düşünürken aynı zamanda belediyenin yılmadan bu duvarları boyama motivasyonunun nedenlerini de düşündüm. Sonra araştırdım. TCK’nın 151. Maddesi’nde mala zarar verme fiili için şunlar yazıyordu: “Başkasının taşınır veya taşınmaz malını kısmen veya tamamen yıkma, tahrip etme, yok etme, bozma, kullanılamaz hale getirme veya kirletme.” Buna göre graffiti, bir kirletme eylemi sayılıyor ve suç teşkil ediyordu. Fakat bir de Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (FSEK) vardı. Kanuna göre, “sahibinin hususiyetini taşıyan ve ilim ve edebiyat, musiki, güzel sanatlar veya sinema eserleri olarak sayılan her nevi fikir ve sanat mahsulleri eser olarak kabul edilmektedir ve grafitiler FSEK kapsamında güzel sanat eserleri kategorisinde yer almaktadır.” Yani Türkiyeli bir grafiti sanatçısının deyimiyle “gri dünyaya renkli yağmurlar yağdıran” graffiti yapma eylemi suç, çıkan ürünse sanat eseriydi. Örneğin bir kişiye hakaret eden ama özgün sayılan bir şiir FSEK (3) korumasından yararlanabiliyorsa bu çocukların duvarlara çizdiği resimlerden ne istiyorlardı?

Bunları düşünedururken alt geçit 21 Mart ile başlayan hafta tekrar griye büründü. Maç kaç kaç olmuştu? Bu tatsız ‘zafer’ kimin ve neden hoşuna gidiyordu? Yağış alan kaldırımlar içlerinden su fışkıran birer bubi tuzağına dönüşüyor, arabaların park etmediği kaldırımlar bu sefer de çamurdan görünmüyor ama Ankara Kent Estetiği Başkanlığı renkli boyalara müdahale etmekle uğraşıyordu… Belki de en acısı, kimsenin sesi çıkmıyordu. Elbette, malum, aklımız başka yerlerde, herkes bulmakta giderek zorlandığı ekmeğinin peşinde, her geçen gün daha da silikleşen o tünelin ucundaki ışığı yakalamaya çalışıyordu. Canım tam da burada, üzerimize bastıran bu aygıtın biraz da olsa vücut bulmuş haline şahit olduğum için acıyordu.

Bu sırada işe bakın ki, Çankaya’nın çeşitli muhitlerindeki apartmanlara belediye izniyle (4) dev resimler çiziliyor, şehir renkleniyor, resimlerin altına tanıdık imzalar atılıyordu. Bizim alt geçitse kamu malı olmasının cefasını çekmekteydi. Kirletmek suçsa o renkli resimlerin üzerini örten gri madde suç değil miydi? Bir graffiti sanatçısı, resimlerinin üzerinin tekrar tekrar boyanmasından bıkmış olacak, “siz de renkli boyasanız” yazmıştı alt geçide; Kapatın resimlerimizi, üzerlerini örtün ama bari renkli boyayla örtün… Serzenişin de güzeli olabiliyor.

Şimdi sıra bizim çocuklarda. Maç adil değil, hakem taraf tutuyor, stadyumda pek seyirci yok, kurallar önceden aleyhimize yazılmış durumda. Gelgelelim bu bekleyiş ve o kısa geçitte vücut bulan bu küçücük direniş bile bizlere bir umut oluyor; vazgeçmeyeceğimizin bir kanıtı olarak orada duruyor çünkü aslında, Nazım’ın da dediği gibi en çok “ümitten korkuyorlar Robeson, ümitten korkuyorlar, ümitten.

(1) https://t24.com.tr/k24/yazi/duvar-yazilari,1220

(2) https://www.youtube.com/watch?v=lgSt6Xe9rfk&ab_channel=BeatMusicFactory 

(3) https://iprgezgini.org/2018/10/25/grafiti-fikir-ve-sanat-eserleri-kanunu-ve-turk-ceza-kanununun-kesisim-kumesinde-bir-sokak-sanati/#_ftn5 

(4) https://www.cankaya.bel.tr/news/12188/Cankaya-Acikhava-Sanat-Galerisine-Donusuyor/ 

Cinnah’ın ağaç heykelleri

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü proje çerçevesinde Cinnah Caddesi üzerinde kurumuş durumda olan Doğu Çınarı türündeki dört ağaç, heykeltıraş sanatçıları tarafından işlenerek sanat eseri haline getiriliyor. Tamamlanmak üzere olan eserler pek yakında kentlinin göz zevkine sunulacak. Projeyi alan Avrasya Sanat firması yaptıkları çalışmanın ilk olmadığını, belediye binası önünde kurumuş olan ağaçlara benzer motifler verdiklerini belirtti. Söz konusu ağaçlarda Anadolu Parsı, sincap, ayı ve kadın eli figürlerini tamamlamak üzere olan sanatçılar, özellikle türünün yetmişli yılların başında vurularak yok edildiği Anadolu Parsı ile Başkan Mansur Yavaş’ın kadın karşı şiddeti vurgulamak için özellikle rica ettiği kadın eli heykeline dikkat çektiler. Sanatçılar toplum için sanat yaptıklarını ve bu güzel çalışmanın Türkiye’de ne yazık ki tek olduğunu ve diğer kentlerde de başlatılmasının önemini vurguladılar. 

Ölen ağaçların sokağa taşan bir sanat eserine dönüşmesinin olumlu yanı bir tarafa yüzyıllarca yaşayabilen ulu çınarların henüz 70 yaşlarında iken neden kurudukları da ayrı bir sorun. 

Dileğimiz ağaçların çevresinin beton ve asfalttan arındırılıp köklerinin hava ve suya kavuşmasının sağlanması ve aydınlatma için ağaçlara takılan lambaların dalları boğan kelepçelerinden bir an önce kurtarılması olacaktır. Cinnah Caddesi üzerinde koruma tescili bulunan çınar ağaçlarımızın Ankara’da hak ettiği değere kavuşmasını talep ediyoruz.