Ankara’nın dijital kimlik manifestosu ve başkaldıran neşeli kolektif eylem: Kızılay tabelası

Ankara… Kimi zaman fıskiye ile akla geldi kimi zaman dinazorla… Özgün Cumhuriyet yapılarıyla da daimî gündemdi, Atatürk Orman Çiftliği ve Saray ile de… Yolları, dereleri, battı çıktıları, saatleri ve heykellerinden başka gündemimiz ‘tabela’ oldu şimdi. Kriz diye nitelendiren de var, tabelayı yerinden söküp eve götüren yurttaşın özrüne gülümseyerek Ankara nostaljisi yapan da… Ankara’yı sadece insandan ibaret görmeyen bir kent adaleti savunucusu olarak, araştırmalarıyla olduğu kadar düzenlediği turlarla da kenti yürüyerek öğrenen ve öğreten, anlayan, anlatan, dinleyen ve dillendiren, mikro tarih hikayelerini bizlerle buluşturan akademisyen Funda Şenol ve araştırmalarının yanı sıra Ankara başta olmak üzere kentlerin mekan olarak seçildiği filmlerin izini süren, duygu haritalarıyla katılımcıları dahil ederek yeniden görme ve düşünme pratiğini de rotalarla sürdüren “O’film.Route” oluşumunun kurucularından Dr. Ali Gençoğlu. Funda ve Ali hocaların özgün değerlendirmelerini; düşündürürken gülümseten, neşeli eylem pratiğine denk düşen bir kent söyleşisine çevirdik. İşte bu bizim dijital hikayemiz. Öyle derin öyle benzersiz… Söyleşinin ilk bölümünde Funda Şenol’a yönelttiğimiz sorularla başlıyoruz.

Funda Şenol

Bir akademisyen ve “yürürgezer” gözüyle baktığınızda kent Ankara’da tabela krizi kent aidiyeti bağlamında nasıl yorumlanabilir?

Ben buna ‘kriz’ demezdim. Masum bir tabela çalma, eve asma macerasından Ankaralı gençlerin kimlik beyanı, küçük çaplı da olsa politik manifestosuna dönüştü. Tabelanın bulunduğu bölge ‘otoritenin kaçak yaptığı’ bir lokasyon. Yasaklardan, ayıp ve günahlardan kaçabildiğimiz bir çatlak gibi. Belki biraz Çankaya Belediyesi’nin devasa kültür merkezine yakınlığının bu lokasyonu bir grup genç için korunaklı bölgeye dönüştürmesinin de etkisi var. Nitekim, 8 Mart’larda toplanma noktamız da kendimizi görece güvende hissettiğimiz Kızılay’daki Çankaya Belediyesi’nin arkası. Muteber sayılmayan her kimlikten, her yaştan, sınıftan, kültürden insan gibi, son yıllarda kendimize giderek daralan nişler aramak zorundayız çünkü.

“Otoritenin Kaçak Yaptığı Yer”

Bestekar ve Tunalı tarafı oldum olası gençlere ve içkili eğlencelere aittir. Ama AKP’nin gece yaşantısına, sosyal hayata, eğlence tarzlarına, alışkanlıklara getirdiği resmi ve gayri resmi kısıtlamalar çoktandır gençleri bu tabelanın bulunduğu lokasyona sığışmaya sevk etmişti. Buraya o yüzden otoritenin kaçak yaptığı bir yer diyorum. Burada bulunan içkili, müzikli mekanlara girip oturacak parası olmayan gençler yıllardır bayilerden aldıkları ucuz alkollü içecekleri, özellikle de biraları mekanların önünde, kaldırımlarda, köşelerde durup içerler. Alkollü mekanların önüne konuşlanmak biraz da oraya dışardan da olsa dahil olmak niyetiyle sanırım. Mekanların da bundan memnuniyet duyduğunu düşünüyorum. Çünkü mekanın bir kültür yaratması beklenir. Dışardan bu kültüre dahil olanlarla o kültür yavaş yavaş oluşuyor. Gençler de aynı zamanda kendilerini güvende hissediyorlar. Belki girip tuvaletlerini bile kullanıyorlardır. Mini bar diye adlandırılan bu pratikle ilgili geçmişte akademik çalışma bile yapılmıştı.

Neşeli eylemsellik: Şehri yakalama, aidiyet gösterme, kimlik beyanı ve meydan okuma

Çeşitli harflerle tanımlanan kuşağın elinden kaçan şehri yakalama, aidiyetini gösterme yolu sanırım bu eylem. Aynı zamanda eğlenceli ve meydan okuyucu da bir eylem. Behzat Ç.’den sonra ‘Angaralılık’, küçümsenen bir kimlik olmaktan çıkıp kırılganların, kaybedenlerin mağrur sembolüne dönüştü. Burada ister istemez, sistem sorunu olagelen bir Ankara-İstanbul kıyaslaması var. “Ankara’da görecek/yapacak ne var?” şeklindeki küçümseyici soruya bir yanıt gibi de aynı zamanda. Bir meydan okuma, bir kimlik beyanı, gri ve karamsar şehrin neşeli yüzü oldu bu eylem.

Eylem, şenlik, kurtarılmış bölge hafızası

Ama şunu da hatırlatmak isterim, Kızılay yakın tarihte hep bu tür eylemlerin mekanı olmuştu. Demokrat Parti’nin sonunu getiren eylemlerden biri olan 555K, Kızılay AVM’nin inşasına giden süreçteki merkez/temsil tartışmaları, Gezi eylemlerinde Güvenpark’ta yaşananlar vb. sebebiyle. Gençler bilmeyecektir tabii ama eski Türkiye’de her türlü toplanma, eylem, şenlik Kızılay Meydanı’nda yapılırdı. En son İmamoğlu’nun tutuklanmasını protesto eylemleri, yine CHP’nin Kızılay binasının önünde, sıkış tepiş yapılabildi. Bu da bir şeydir. Fakat bu son eylemde Tunalı’daki Kızılay’dan bahsedebiliriz. Şehrin merkezi Ankaralılık kimliğini temsil ederdi. Kızılay AKP iktidarından sonra artık Ankara’nın dönüştüğü hali temsil ettiği için, kurtarılmış bölge Tunalı Hilmi ve Kavaklıdere’de yeni bir merkez oluşuyor çoktandır. Bu eylem de bunun bir uzantısı gibi görünüyor bana.

“Yerinden edilme” ve tekrar “yerine geri getirilme” “sökülme” ve “takılma” ile gündem olan Kızılay tabelası; kent mekanları ve durakları açısından kent hafızasında ne anlam ifade ediyor?

“Tabela” veya “şehir mobilyası” dediğimiz banklar, heykeller, anonim çeşmeler, masalar vb.’nin kaçırılması (çalınması demek istemiyorum, sonuçta bunlar ortak kullanıma açık, kamu malı) pratiği hep vardı. Yaşı tutanlar hatırlayacaktır, Murat Karayalçın döneminde yapılmış ve şehrin muhtelif parklarına, yol kenarlarına yerleştirilmiş zarif Ankara keçisi heykelleri kaçırılırdı bir dönem. Hatta bunların kaçırılma serüvenleri, kaçıranlar ve evlerine yerleştirenler şehir efsanesine dönüşmüşlerdi. Bunun yanında Melih Gökçek döneminin “kitch” kentsel düzenlemelerine yapılan sistematik ve sempatik saldırılar vardı. Üzerini boyamak, sloganlar yazmak, resimler çizmek gibi. Yani bu tür eylemler yeni değil ama uzun zamandır ilk kez bu kadar cesurca ve göstere göstere yapılıyor. Kaçıran kişinin ortaya çıkması bir kahraman olma hevesinden mi, yaptığı şeyi sempatik ve mazur gösterme niyetinden mi, yoksa polisiye işlemlerden kaçınmak için mi bilemiyorum. Ama evine çok yakışmıştı o tabela.

Gençlerin çoğunlukta olduğu bir kitle tarafından önünde poz verilerek viral hale gelen bu akımı, tabela “eylemi” ve “mekansallık” ilişkisi açısından nasıl yorumlarsınız?

Eylem –ısrarla eylem diyorum buna– benim çok hoşuma gitti. Ümit ve neşe verdi. Ben oldum olası yerle bir olmanın, yani yerin bir parçası olmanın önemine ve değerine inanırım. Kendim de her gittiğim yerde, Ankara’da da tabii, benzer fotoğraflar çektiriyor, çekiyorum eskiden beri. Bedenin şehrin açık alanlarına, kuytularına dahil olması, esnemesi, kasılması, kapanması, açılması, sığınması ve hatta mekanla zıtlaşması, onu itmesi çok önemli. Mekan bir organizma çünkü değişiyor, değiştiriyor. Yürürken şehrin bize fısıldadıklarının, bizi çağırdığı pozisyonun, bizimle kurduğu dostane veya hasmane ilişkinin farkına varmak, onunla müzakereye girmek kimliğimizin farkına varmak anlamına gelir. Ayrıca yaşadığımız yerin nasıl bir yer olduğunu, özgünlüğünü koruması, orasının çok kimlikliliğin mekanı haline gelmesi için neler yapabileceğimizi de bu yolla öğreniriz. Bence bu da bir öğrenme süreci olabilir. Bu eylemin politik ve meydan okuyucu niteliği hemen fark edildi ki oraya bir polis devriye aracı yerleştirildi. Bunu sadece tabelanın sürekli sökülüp götürülmesi ve yenisinin yerleştirilmesi endişesiyle yaptıklarını sanmıyorum. Bence belediye tabelaya olan ilgiyi keyifle izliyor. Zaten oraya polisi sevk eden Bakanlık.

Bir yön gösterme aracı olan Kızılay tabelasının, işlevsel bir nesne olmaktan çıkıp sosyal medya aracılığıyla şeyleştirilen bir göstergeye, binlerce kişinin poz verdiği modern bir dergaha dönüştüğünü söyleyebilir miyiz?

Günlük rutinimiz içinde yaptığımız her şeyi zaten sosyal medyada paylaşır olduk. Bundan çoğumuz azade değiliz. Ben de sosyal medya hesabımı aktif kullanıyorum. Henüz o lokasyona gidip fotoğraf çektirme imkanım olmadı ama can atıyorum. Çektirirsem de paylaşırım.

Kamusal alanın aktif kullanımı suç değil kolektif eylem

Burada hatırda tutulması gereken bir şey var. Oraya bizzat gidiyor bu insanlar. O fiziksel mekanda bir performans sergiliyorlar. Tasarlayarak, yaratıcılıklarını kullanarak fotografik bir görüntü veriyorlar. Bu hem “performans ve sokak sanatı” bağlamında değerlendirilmeli, hem de politik bağlamı ihmal edilmemeli. “Kamu malına zarar vermek” olarak nitelendirilip tahkikata uğrayabilecekleri ihtimalini ya akıllarına getirmiyor ya da umursamıyorlar. “Kolektif eylemlilik” böyle bir şey işte. Yüzlerce kişi, kamusal alanın aktif kullanımı sayılabilecekken “suç sayılan” aynı eylemi gerçekleştirirse o suç olmaktan çıkabiliyor.

“Angara Bebelerinin” kişisel ve kolektif bellek kaydı: Sosyal Medya

Bir yandan da zamanın ruhu gereği, oraya gidip herkesten farklı bir poz verebilmek, daha gösterişli bir kare ortaya çıkarmak gençlik heyecanına ve sosyal medyada daha fazla ilgi çekmenin, şöhretini arttırmanın verdiği motivasyona da bağlanabilir. Moda olan bir şeyi yapmak aynı zamanda. Labubu bebeği satın almak, belli markalara sahip olmak için imkanları seferber etmek veya onların taklidine sahip olmak, hatta basit veya karmaşık estetik dokunuşlarla ideal bedensel görünüme sahip olmak arzusu gibi bir şey bu.

Tiktok videolarının kısa ve çarpıcı olmaları hasebiyle popülerleştiği bu dönemde, bu videolara içerik arayışı da arttı. Tabelayla çektirilen fotoğraflar ve videolara bakınca, buraya rağbet gösterenler arasında başka ve uzak semtlerden gelen gençler de olduğunu gördüm. Bir tür turistik gezi gibi de olmuş sanki. Hem de tarihin o döneminde, o olayın olduğu mahalde bulunmuş olmak hali. Bu yabana atılacak bir şey değil. Sosyal medya hesapları aracılığıyla da arşivlenmiş, “kişisel ve kolektif belleğe” kaydedilmiş oluyor. Benzer ve nispet niteliğinde eylemleri başka semtlerden ve hatta şehirlerden bekliyorum. Belki “Kızılay ve Tunalı bebelerine” inat “Keçiören, Sincan, Karapürçek bebeleri” de bu tür içerikler üretirler.

Ali Gençoğlu

Bir başka isim, Ayrancı Festivalimizde “Sinema Gözüyle Ankara” konulu sunumuyla katılımcılara görüntüler eşliğinde Ankara’yı yeniden düşünme, görme fırsatı sağlayan, “O’film.Route” oluşumunun kurucularından Dr. Ali Gençoğlu, viral hale gelen bu eylemi, popüler kültür, virallik ve sosyal medya bağlamında Ayrancım Gazetesi için değerlendirdi. 

Kızılay tabelasının viral hikayesi ve dijital çağın Ankaralılığı

Tam konumu da verelim Ankaralılığımız pekişsin. Ankara’nın eğlence hayatının önemli noktalarından Bestekar Sokak’la Kennedy Caddesi’nin kesişimindeki yön tabelalarının en altında bulunan Kızılay tabelası… Binlerce kez yanından geçtiğimiz bu tabela Ankara kışının hemen öncesinde, Tunalı ve çevresinde şekillenen kültürün yeni özel günlerinden birine dönüşen Halloween ile eş zamanlı biçimde yeni bir anlama büründü. Heykel de değildi anıt da değildi, otoritenin taktığı bir hali de yoktu ama başına gelenler onu bir şehir hikayesine, gençlerin elinde birkaç günde dijital bir efsaneye dönüştürdü. Gençlerin kendine has aksiyonlarıyla önünde poz verdiği, “buradaydım” demenin yeni yolu haline gelen, sonra da çalınıp gündem olan bir tabeladan söz ediyoruz. Tabelanın etrafındaki gençler ise bir bakıma Ankaralılığın dijital çağdaki yüzlerini oluşturuyorlar.

Yeni kamusal alan deneyimleri: Dijital sahne, dijital totem, dijital performans

Kamusal alanın artık fizikselden ziyade görselliğin başrolde olduğu dijital bir sahne haline geldiği herkesin malumu. Kızılay tabelasıyla yaşanan aşkın hem birbirine benzer hem de birbirlerinden farklı şekillerde birçok paylaşımla yeniden üretilmesi durumu tam da popüler kültür nedir sorusunun yanıtı niteliğinde. Bununla birlikte olay, Jenkins’in popüler kültürün dijital çağdaki haliyle ilgili “katılımcı kültür” dediği şeyin de bir örneğini ortaya koyuyor. Birbirine benzer binlerce içerik patlaması, viral dediğimiz bir şey var ortada. Bir yandan özgün bir üretimden ziyade yansımaların paylaşılması söz konusuyken aynı zamanda gençler o tabelayı yeniden anlamlandırıyor, kendilerine ait kılıyor, kendi meşreplerince esprileştiriyorlar. Tabela böylece giderek bir dijital toteme dönüşüyor. Bu bir taraftan kanlı canlı, gerçek bir kent deneyimiyken bunun yanında aslında dijital çağın kent deneyimi. Yalnızca kentte görünür olmak değil, platformda görünür olmak söz konusu. Kızılay tabelası da haliyle birdenbire Ankara’nın görünürlük sahnesi, performans alanına dönüşmüş oluyor. 

Herkesin gözünü Ankara’ya çeviren tabela hikayesinin bu kadar yaygınlaşması, kenti görünür kılması hakkında neler söylenebilir?

Kolektif şakanın yasını tutan gençliğin duygu paylaşım hikayesi

Virallik açısından baktığımızda burada esasında söz konusu olan duyguların paylaşımı… Zira gençlerin sıraya girerek tabelayla haşır neşir pozlar vermesi ve bunları paylaşması Ankara’ya ve Ankara’da genç olmaya dair bir duygunun da hem paylaşılması hem de her defasında üretilmesi demek. Tabelanın “çalındığı” günkü paylaşımlara bakın bunu anlarsınız. Birbirlerine yanıt veren ve yer yer “diss” atan gençler için “tabelanın yokluğu” bu kolektif şakanın yasının tutulması halini almış gibi. Çünkü tabelanın anlamı da aslında kolektif bir şekilde üretilmişti. Virallik tam da buralarda belirgin oluyor işte; katılıma açık, alaycı ve kopyalanabilir olma haliyle. Tarihimize Tunalı’daki Kızılay Tabelası vakasıolarak geçen olay tam da popüler kültürün dijital çağdaki ortaya çıkma hallerinden biri olan virallliğin bir deney laboratuvarı böylece. Bir “Atatürk’ün Dikmen sırtlarından Ankara’ya girişi sırasında Seğmen Alayı’nın karşılaması” olayı kadar heyecan verici olmasa da bu birkaç günü hayattayken takip edebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.  

Viralliğin deney laboratuvarı

Dijital döneme ait bir popüler kültür laboratuvarı demişken tabi ki mekansal bir sınır ortaya koymuş oluyoruz. Tüm bu olan bitenin Ankaralı bir renge sahip olduğunu da söylemiş oluyoruz. Olay, Ankara’nın büyük öteki İstanbul’un ihtişamı karşısında gündelik absürtlüklerden beslenen samimi ve alaycı mizahından bir parça aynı zamanda. Fotoğraf çektiren birinin de dediği gibi: “Bizim eğlenecek kadar sıradan bir nesnemiz var ve o da bize yeter.” 

Ankara’nın görünmezliğine ve “Büyük Öteki”ne başkaldırı

Kızılay kelimesi bugüne kadar ona yüklenen birçok anlamın yanında temelde bir merkez hüviyeti taşırken bu olayla birlikte bir kültürel kimlik göstergesi halini almış gibi görünüyor. Bununla birlikte kentsel hafızanın içinde de yerini alabileceğe benziyor. Tabi bunun sınavını zaman içerisinde verecek. Ancak mevcut haliyle Kızılay tabelasının artık bir hikaye anlatıcısına ve onunla çekilen her fotoğrafın hikayenin başka bir versiyonuna dönüştüğünü gözleyebiliriz. Bu; kente dair sahiplenmeyle birlikte zaman zaman yukarıda bahsettiğim Büyük öteki’nin karşısında zaman zaman görünmez kılınma durumuna karşı da başkaldırı inceden. Ankara’nın dijital kimlik manifestosu… Bunun önünde fotoğrafın yok mu? Bizden değilsin… Ya da biraz daha ötekileştirici daha semt milliyetçisi gibi konuşursam; belki de Armada’nın ötesindensin. Bu akımın diğer kentlere sıçrama potansiyelini de saklı tutarak Ankara vurgusunu sivriltiyorum tabi ki. Zira pavyonlarla özdeşleşen Ankara müziği, dansı, gece kulübü (!) kültürü Ankara markasıyla zaman zaman ihraç edildi son on yılda. Aklımda birkaç kentin birkaç tabelası var ayrıca ama kendime saklıyorum.

Modern toplumun yeni ritüelleri ve geleceğin dijital kazıları

Kızılay tabelası olayı bize modern toplumun nasıl yeni ritüeller icat ettiğini de göstermiş oldu. Dijital ritüeller çağında yaşanan bir örnekle bizi baş başa bıraktı. Önünde fotoğraf çektirmek, hele ki devletin merkezi olan Ankara’da, anıtların, binaların tekelindeydi. Mümkün müydü ki bir ufak Kızılay tabelası bu devasa otoriteyle boy ölçüşsün. Ancak görünen o ki bu mücadeledeki güç dengesizliğini dijital çağda yeniden düşünmek gerekecek. Tabelalar, neon ışıklar, duvar yazıları, vs. Ve bu mücadele bize dijital hafızayla ilgili izler bırakacak. Bakalım yirmi sene sonra hangisi her gün karşımızda olacak, hangisi için kazma kürekle dijital kazılara girişeceğiz. 

İşte bu bizim dijital hikayemiz: Dijital jestlerle kurulan Ankaralılık

Sonuç olarak bir tabeladan çıkan bir kent hikayesi, dijital dönemde beliren bir popüler kültür vakası bizlere bir kez daha şöyle bir şey hatırlattı: Gençlerin “Ankaralılık” durumları dijital çağda, bu kenti en fazla tanımlayan şeylerden olan mimarisiyle, anıtlarıyla, planlamasıyla, düzenli bir kent oluşuyla, nedenini anlayamadığım ama her gelenin isim olarak fenomenleştiği belediye başkanlarıyla değil de hızlı hızlı birkaç bardak happy hour içkisi sonrası, son metro saatine kadar geçen süreyi sokakta geçirdikten sonra eve gitmeden Kızılay tabelasıyla fotoğraf vererek üretilecek. Aslında dijital jestlerle kurulan bir Ankaralılık bu her şeyden önce. Tabela gitse de baki kalan onun etrafında ördüğümüz ortak dijital hikayemiz. Orada yarattığımız, dijitale taşıdığımız “mikro-kamusal alan”ımız ya da “şehir efsane”miz. Ne olursa olsun telefonlarımızla bunu biz yarattık. Telefonlarımızla…

Yanlış sokak adları

Melih Cevdet Anday’ın Rosenberg’ler için yazdığı “Anı” şiirini bilirsiniz: ABD yurttaşı Julius ve Ethel Rosenberg çifti, “Sovyet casusu” olmakla suçlanarak 1953 yılında New York’ta idam edilmişti. Anday, o kurbanların anısına yazmıştı “Anı” şiirini:

“Sevdiğim çiçek adları gibi
Sevdiğim sokak adları gibi
Bütün sevdiklerimin adları gibi
Adınız geliyor aklıma.”

Sokakların da insanlarınki gibi öyküleri vardır. Her sokak adının çağrışımlarıyla bambaşka bellek gezilerine çıkarız. Çünkü o sokaklarda nice anılar, yaşanmışlıklar, tanıklıklar gizlidir. 

Son yıllarda sokak adlarının da siyasal-ideolojik kavgalara kurban edildiğini görüyoruz. İnsanların belleğinde ve anılarında yer etmiş kimi tarihsel sokak adları, belediye meclislerinin partizanca tutumuyla kolayca değiştirilebiliyor. Bir belediyenin sokaklara, caddelere, alanlara verdiği adları, sonraki belediye yönetimleri, siyasal meşreplerine uygun görmedikleri için kaldırıyor! Sokak adları siyasal bağnazlıkla böyle zırt pırt değiştirilince de ortada kent belleği diye bir şey kalmıyor…

* * *

Menemen Belediyesi güzel bir iş yapmış. Gidip görmedim ama bir sokağa “Şiir Sokak” adını vermiş. Ne denli sevindim, anlatamam! Umarım “şiir” sözcüğü yalnızca sokağın adı olarak kalmaz; o alan şiir dinletilerine ve gösterilerine de sahne olur! Tabii, bu arada sokağın adıyla ilgili küçük bir düzeltme yapmam gerekiyor: “Şiir Sokak” yazımı yanlıştır. “Şiir Sokağı” denmeliydi. Tıpkı Ahmed Arif’in “Karanfil Sokağı”, Yılmaz Odabaşı’nın “Kumrular Sokağı” gibi!

Sokak adları dilbilgisi bağlamında birer tamlamadır. Dilci terimiyle söylersek “belirtisiz ad tamlaması”dır. Böyle yapılarda “tamlanan” sözcükler iyelik eki alır. Dolayısıyla “şiir” ve “sokak” sözcükleri tamlama yoluyla iyelik ilişkisine girince “Şiir Sokağı”na dönüşür. 

Cumhuriyet gazetesinin künyesinde, Ankara Bürosu’nun adresi eskiden “Ahmet Rasim Sokak” diye yazardı. Az uyarmamışızdır düzeltmeleri için! Şimdilerde adres değişmiş ama yazım yanlışı değişmemiş! Çünkü “Abidin Daver Sokak” yazıyor yeni künyede! Oysa sokak adları böyle yazıldığında, baştaki kişi adı sokağın tamlayanı olmaktan çıkıp önadı (sıfatı) oluyor!

Bizim sitenin eski müdürü çiçeksever bir arkadaştı. Site içindeki sokaklara çiçek adları vermişti: Akasya Sokak, Defne Sokak, Manolya Sokak, Yasemin Sokak, Nergis Sokak… Elbette sevinmiştik. Ne var ki aynı yazım yanlışının orada da yinelenmesini önleyememiştik! 

* * *

Numaralı sokak ve cadde adlarını hiç sevmem! Sanki Türkçede sözcük kıtlığı varmış gibi buralara numara verilmesi bana hep saçma gelmiştir. Sayıların yüreğe dokunan, belleği canlandıran bir çağrışımı yoktur. Böyle sokak adlarını oldum olası ruhsuz, kuru ve anlamsız bulmuşumdur…  

Yanlış anımsamıyorsam, ilk kez İzmir’de başlamıştı numaralı sokak uygulaması. Ankara’da ise başlangıçta yalnızca Bahçelievler Mahallesi’nde vardı. Sonra yaygınlaştı. Ama onu da çorbaya çevirdiler! Bir karmaşadır gidiyor bu konuda. Bir bakıyorsunuz, “9.uncu Cadde” diye yazmışlar. Bir başka yerde ise “9’ncu Cadde” levhası çıkıyor karşınıza! Sokak adları da öyle; bazen “41 Sokak” biçiminde noktasız yazılıyor. Oysa ille de numaralı olacaksa, bu sokak ve caddelerin adları “41. Sokak” ve “9. Cadde” diye yazılmalıdır. 

Görülüyor ki, sokak ve cadde adlarını çoğu zaman Türkçenin yazım kuralına göre yazmıyoruz. İster ad tamlaması biçiminde olsun, ister numaralı olsun, sokak ve cadde adlarının yazımına özen göstermek gerekiyor. Özellikle yerel yönetimlerin ilgili birimlerine bu konuda büyük görev düşüyor. 

Yanlış sokak adları konusunda birkaç çarpıcı örneği de fotoğraflı olarak ilgililerin dikkatine sunalım. Belki “görsel uyarı”nın bir yararı olur!

(BirGün, 20 Temmuz 2024)

Yollardaki tabela kargaşası

Her isteyen yollara yönlendirme tabelası asabilir mi?

Her isteyen yollara yönlendirme tabelası asabilir mi?

Şehirlerimiz giderek büyüyor. Özellikle şehir merkezlerinde hem binaların kat yükseklikleri artıyor hem de şehir çeperlerine doğru yayılıyor. Bu kadar büyüyen şehirlerde hem dikkat çekmek hem de şehirdeki hareketliliğe yön vermek için reklam panoları ve yönlendirme levhalarının sayıları artıyor, boyutları büyüyor. Geldiğimiz noktada şehirde gezinmeyi kolaylaştırmak için tasarlanan tabelalar şimdi algıyı zorlaştıran, okumayı güçleştiren bir kirliliğe dönüştü.

Öyle ki, işletmeler artık yüzeylerdeki tabelaları yeterli görmüyor sokak başlarına, caddelere yönlendirme tabelaları asıyor. Dükkanlarının önüne park edilmesin diye asfalta uzun borudan oluşan delinatörler vidalıyor. Bunlar da yetmezse şapka denilen trafik konisi satın alıp bütün yol boyunca onları koyuyorlar.

İnsanın yaşam kalitesini olumsuz etkileyen reklam ve tabelaların şehri pervasızca kaplaması özellikle görüntü kirliliği, mimari estetiğin bozulması, kültürel belleğin zarar görmesi ve kamusal alanlara demokratik erişimin engellenmesi bağlamında eleştiriliyor. Bu açıkça bir çevre sorunudur. Bunun önüne geçilmesi, kent kültürünün başaramadığı zamanlarda ancak etkin bir denetimle mümkün görünse de, mevzuatların yeterli olmaması ve idarelerin ihmalleri bu bağlamda öne çıkıyor.

Görüntü kirliliği

Görüntü kirliliği, artık çevre kirliliğinin önemli bir boyutu olarak ele alınmaktadır. Şehrin tarihsel birikimi ile uyumlu olmayan yapılar, açıktan giden telefon ve elektrik kabloları, baz istasyonları ve sokaklardaki telefon kutuları, sokaklardaki çöpler ve çöp konteynerleri ile birlikte reklam panolarını ve tabelaların en önemli kirlilik unsuru olduğu kabul edilmektedir. Ayrıca bunlara düzensiz araç parkı, üst geçitler, düzensiz pazar alanları ve dönüşümü bekleyen yıkılmayan yapıları da eklemek gerekir. Bütün bunlar şehrin görüntü kalitesini düşürdüğü gibi şehir yaşamını ve kültürünü de olumsuz etkilemektedir.

Kamusal alanlar

Son yıllarda gündemden iyice düşürülen kamusal alan kavramı şehir yaşamı için vazgeçilmez önemdedir. Buradaki en önemli eleştiri noktası kamusal alanların vatandaşların rızası olmadan hızla ticarete tahsis edilmesidir. Yeşil alanları gasp eden restoran ve kafeler, kaldırımlarda ve parklardaki taksi durakları, ticari faaliyetlerin en yüksek olduğu noktalara konulan meşrubat ve tekel büfeleri, köfte ve kokoreç büfeleri, çiçekçi dükkanları, vale büfeleri gibi sayarken bile yorulduğumuz örnekler bunlar. Yerel yönetimler bunları koyma kararı alırken ne kamusal alan ne de vatandaş rızası aramamaktadır. Kamusal alanların demokratik erişilebilirliğinin engellenmesi olarak ifade edilen şey; büfe ve taksi durakları nedeniyle kaldırımlarda ve yollarda yürüyememek, parkların restoran bahçelerine dönüşüp ticarileşmesi, vale terörü ve bunlar nedeniyle sokağı kullanamayan çocuk, engelli ve yaşlılardır.

Kültürel bellek, Mimari estetik

Şehrin tarihsel birikimi ile uyumlu olmayan yapılar, şehrin görüntü kalitesini düşüren reklamlar, şehir yaşamını ve kültürünü de olumsuz etkilemektedir. Bellek dediğimiz şey sonunda hatıralarımız, yaşadıklarımız, alışkanlıklarımızdır. Araştırmalar, görüntü kirliliğinin, başta şehirlerin tarihi yerleri olmak üzere genel mimari manzarasını ve peyzajını bozduğunu ve bunun da kültürel belleğin ve bilincin zayıflamasına neden olduğunu ortaya koymaktadır. 

Trafik güvenliği

Yukarıda sayılanlar arasında insan hayatını doğrudan tehdit eden en önemli unsur trafik güvenliğidir. Şehir içindeki trafiğin giderek hızlandığı, alt geçitler, tek yön uygulamalarıyla adeta otobana dönüşen trafik için güvenliğin sağlanması öncelikli sorundur. Bir yönlendirme tabelasının trafik güvenliğine olan katkısı; bu tabelanın kısa sürede görülmesi, algılanması ve anlaşılır olması olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle yönlendirme tabelalarının görüntü kirliliğinden arındırılmış olması, reklam amaçlı yönlendirme tabelalarının kargaşasından uzak olması trafik güvenliği açısından son derece önemlidir.

Mevcut durum ve uygulamalar

Peki her isteyen yollara yönlendirme tabelası asabilir mi? Asfalta delinatör çakabilir mi, yola şapkalar koyup park edilmesini engelleyebilir mi?

Şehirlerdeki tabela ve işaretlemelerin temel amacı trafik düzenini sağlamak ve trafik güvenliğini artırmaktır. Trafik düzen ve güvenliğini sağlamak amacıyla tüm karayollarında yapılacak işaretlemenin standartları İçişleri Bakanlığının görüşü alınarak Karayolları Genel Müdürlüğünce tespit edilir, yayımlanır ve ilgili kuruluşlara gönderilir.

İşaretleme standartlarına aykırı olarak uygulama yapılamaz, ancak il ve ilçe trafik komisyonlarının uygun görmesi halinde trafik işaretlerinin ölçülerinde, görülmeyi kolaylaştırmak amacıyla değişiklik yapılabilir.

İşaretlemenin standartlara uygun olarak yapılıp yapılmadığı Karayolları Genel Müdürlüğünce kontrol edilir. Tespit edilen standart dışı uygulamalar, ilgilisince standarda uygun hale getirilmediği takdirde Karayolları Genel Müdürlüğünce ve gerektiğinde zabıta ile işbirliği yapılarak kaldırılır.

Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin yol tabelası atölyesi

Yönlendirme levhalarında temel kurallar

Trafik işaretleri ve levhaları şu temel kurallara göre yapılmalıdır.

– Standart olmayan işaret ve tesisler kullanılmamalıdır.

– Trafik işaret levhalarının gereksiz olarak fazla sayıda kullanılmaları, inandırıcılıklarını ve etkinliklerini yitirmelerine neden olur. Bu bakımdan mümkün olduğu kadar az fakat gerektiği kadar çok olmalıdır.

– Trafik işaret levhaları, trafik güvenliği için büyük önem taşıdığı için gece-gündüz hareket halindeki bir araçtan rahatça anlaşılabilir olmalıdır.

– Trafik işaretlerinin amaca uygunluğu, yörenin yabancıları tarafından test edilmelidirler. Yani, işaretleme yöreyi bilenlere göre değil, yörenin yabancılarına bilgi verecek şekilde yapılmalıdır.

Teknik dayanak

Trafik kontrol elemanlarının kullanımı aşağıdaki genel esaslara dayandırılmalıdır.

Trafik Kontrol Elemanları;

• Bir ihtiyacı karşılıyor olmalı,

• Yeterince dikkat çekici olmalı,

• Basit ve anlamı açık olmalı,

• Saygı ve itibar ediliyor olmalı,

• Kolay okunabiliyor olmalı,

• İşaret ile verilen emrin yerine getirilebilmesi için kullanıcıya yeterli zamanı tanıyor olmalı,

• Trafik işaretlerinin uygulanmasında yeknesaklık sağlanmalıdır.

Yasal düzenlemeler ve sorumluluk

Şehrin mimari dokusunu ve estetik görünümünü bozan görsel kirlilik, önemli bir çevre sorunu olmasına rağmen, 2872 Sayılı Çevre Kanunu’nda görsel kirliliğin önlenmesine ilişkin hüküm bulunmamaktadır. 

Şehirlerde, hukuka aykırı olarak ortaya çıkan görüntü kirliliğini önlemek öncelikle belediyelerin görevidir. Ancak belediye kanunları da görsel kirliliğine oldukça dar bir açıdan bakarak, sadece “ticari tabela ve levhalar kirliliği” olarak değerlendirmektedir. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 15. maddesine göre belediyeler, “reklam panoları ve tanıtıcı tabelalar konusunda standartlar getirebilirler” 5216 sayılı Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nun 7. maddesine göre ise, “belediyeler ilan ve reklam asılacak yerleri ve bunların şekil ve ebadını belirleyebilir” denilmektedir.  

Belediyeler, kanunun tanıdığı yetkiye dayanarak ticari levhaların uygunluğunu zabıta eliyle denetler ve kriterlere uymayanlar hakkında mevzuatta öngörülen idari ceza ve yaptırımlar uygulayabilir.

Genelgeler

Görüntü kirliliğini önlemek amacıyla Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mesleki Hizmetler Genel Müdürlüğü 19.12.2014 tarihinde yayımlanan “Görüntü Kirliliği” genelgesi bu konuda bilinen yegane genelgedir. Buna göre belediyelerin görüntü kirliliği konusunda standart bir uygulama getirmeleri sağlanmaktadır. “Yol güzergâhları” başlığı altında; yol boyu otopark düzenlemelerinde görüntü kirliliğini engellenmesi, elektrik direklerine sürüş güvenliğini tehlikeye düşürecek şekilde ışıklı reklam, afiş vb. materyallerin asılmaması, şehir içi ulaşım yönlendirme levhalarının trafiği ve görsel erişimi sağlayacak şekilde standartlara uygun olarak tasarlanması gerektiği ifade edilmiştir.

Görüntü kirliliği kapsamında ele alınabilecek ilk düzenlemenin 3.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanunu‘nun 15. maddesinin birinci fıkrasının (n) bendinde yer aldığı görülmektedir. Buna göre; “Reklam panoları ve tanıtıcı tabelalar konusunda standartlar getirmek” belediyelerin sorumluluğuna verilmiştir. Ayrıca benzer şekilde 10.07.2004 tarih ve 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Kanunu‘nun 7. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde;“..ilân ve reklam asılacak yerleri ve bunların şekil ve ebadını belirlemek:...” hükmü yer almaktadır. Buna göre belediyelere ağırlıkla tabela standartlarını belirleme sorumluluğu yüklenmiştir.  

Şehir içi tabela uygulaması

Şehir etrafındaki otobanlar karayollarına bağlı olup onun dışındaki ana arterler Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne bağlıdır.

Sokak tabelaları Fen İşlerine Dairesine bağlı Numarataj Şube Müdürlüğü’nün sorumluluğunda olup mahalle ve sokak tabelalarını onlar yapıyorlar. Sinyalizasyon ve Altyapı Şube Müdürlüğü ise standart trafik işaret levhaları (durmak yasak, park etmek yasak, sağa dönüş yok, tek yön gibi levhalar), sinyal sistemlerinin (yeniden yapım, bakım, onarım, devamlılığının sağlanması) tamamını yapmakta.

Karayolundaki düzenlemeleri, yapılacak işlemleri; işaretleme, sinyalizasyon, yol çizgisi, hız limitleri gibi işlerin hepsi 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na tabii olarak yapılıyor. Bu bir zorunluluk. Yollarda herhangi bir kaza veya benzer sıkıntı olduğunda, geriye dönük bir hukuk süreç başladığında bilirkişiler işaretlemelerin bu kanunda emredilen kurallara uygun yapılıp yapılmadığına bakıyor.

Burada yapılan trafik levhalarının da bir standardı var. Çapı 60 cm olacak bir tabelayı daha iyi görünsün diye 65 cm yapamıyorlar. Buralarda bir kaza durumunda mahkeme öncelikle tabelaların standarda uygun olup olmadığına bakıyor. Bu nedenle bu standartların dışına çıkılamıyor.

Şehir içinde Büyükşehir Belediyesi’nin astığı yönlendirme tabelaları dışında TRT, TBMM gibi kamu kurumları da dahil hiçbir şekilde yönlendirme tabelası asılamaz. Özel işletmeler, oteller vb yönlendirme tabelası asamazlar.

İzinsiz asılan yönlendirme tabelalarında zabıta yetkili. Zabıta’nın; Kabahatler Kanunu’na göre idari ceza kesme ve tabela kaldırma yetkisi var. 

Asfalta boyama ile yapılan işaretlemeler

Asfalta üzerine yapılan yönlendirme uygulamaları ve işaretleri de Büyükşehir Belediyesi Yol Asfalt Şube Müdürlüğü yapıyor.

Kasisler

Kasisleri, asfalt olanları da plastik olanları da Sinyalizasyon ve Altyapı Şube Müdürlüğü yapıyor. Asfaltın boyamasını Yol Asfalt Şube Müdürlüğü tarafından yapılıyor.

Standartlarda kasisin net bir tarifi yok. Nerelere uygulanacağı net belirlenmemiş. Çok fazla talep olduğu için Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) bir karar alarak okul, hastane, sağlık ocağı öncelikli, ihtiyaç halinde cami ve ana okulları olmak üzere 5 noktada kasis uygulaması yapabiliyor. 

Delinatör

Delinatör ve trafik konisi

Cadde ve sokaklarda apartman önleri, garaj girişleri, dükkan önlerine kimsenin delinatör ve trafik konilerini koyma yetkisi yok, kanunen yasak. Şikayet halinde denetim yetkisi ilçe zabıtasında.