Ayrancı’nın kurmuş olduğu ekolojik dengeyi korumamız lazım
Kent içindeki ağaçlarla neden Orman Bakanlığı ilgileniyor, belediye varken? Belediye varken kent ile ilgili sorunlara neden müdahil olunmaktadır? Neredeyse bin yıldır belediye denen bir kurum var. Bahçede kesilecek tek bir ağaca kadar sorumluluğu merkezi yönetim yapacaksa ne anlamı var belediyelerin?

Aslında bir kentle ilgili herkes sözünü söyleyebilir ama bu kentin kendi toplumu ile ilgili bir durum söz konusu. Kentlilerin oluşturduğu çeşitli örgütlülükler, yapıların söz hakkı olmalı.
Bizde ise devlet kavramı ülkedeki her şeye egemen olan her şeyin üzerindeki bir gücü elinde toplamış bir olgu halinde. Bunun yanında bir de yerel yönetim var. Yerel yönetim devletin küçük bir replikası gibi olabilir ama buna rağmen hiç olmazsa oradaki yerel toplumun kendisinin verdiği bir karar neticesinde oluşmuş olabilir. Olması gereken merkezi yönetimin güçlerini yerel yönetime devretmesidir yoksa ikinci bir merkezi yönetimi icat etmenin bir anlamı yok. Sonuç olarak mahallede bir ağacın kesilmesine merkezi yönetim değil yerel dinamikler karar vermeli.
Kentsel dönüşümün en büyük sorunu da yine merkezi yönetimin denetiminde geçen bir süreç dahilinde gerçekleşmesidir. Gerçi yerel yönetimlere de bir pay bırakılıyor ama bu sınırlı ve değiştirme yetkisi hiç yok.
Merkezi yönetim yasalar üzerinden kentin konut dokusuna çok güçlü bir şekilde müdahale etmekte. Kentsel dönüşümle ilgili tüm yasalar, tanımlar, kurallar merkezi yönetimin müdahalesine çok açık biçimde yapılıyor. Yerelin kendi özeliyle ilgili karar verme haklarının göz ardı edilmesi önemli bir sorun. Diğer bir sorun da yerel yönetimin kentsel dönüşümle aldığı kararlar kısmında ortaya çıkıyor. Dönüşüm üzerine temel gerekçelendirme şöyle; yoğunluğu artırabilmek. Gerekçe olarak da bu evlerin güvenli olmadığını söylenerek yıkılmasına ve yeni yapılaşmada kat artışına zemin hazırlanıyor. Kentsel dönüşüm mutlaka konut yoğunluğunu artırmak için kullanılıyor. Temel sebebi ise o alandan daha yüksek bir rant elde edebilmek. Lakin öte yandan dönüşüme uğrayan yoksul mahalleler tamamen değişiyor, insanlar bölgeden uzak yerlere sürülüyor. Açık bir şekilde cezalandırılıyor. Kentin kamusal olarak sağladığı yararlardan yoksun kalıyor.
Ayrancı konusuna gelirsek bu mahalle kendi kentsel ekolojik gelişmesini sağlamış. Yani bu tanımı sadece insan topluluğunun doğa ile kurduğu ilişkilerle sınırlamıyorum. Bunu ötesinde de ekonomik, sosyal, psikolojik dengeleri de gözeterek kurduğu bir yaşamdan söz ediyorum. Kentsel ekolojiyi, tüm canlı-cansız varlıkların kendi içindeki dengeleri ve bu dengelerin değişmesini inceleyen bir alan olarak tanımlıyorum. Bu bağlamda Ayrancının kurmuş olduğu ekolojik denge söz konusu. Yani bu bölgede evlerin ön ve arka bahçeleriyle, parklarla, toprakla, komşuluk ilişkileriyle, çocuk alanlarıyla, okulla, esnafla birlikte kendi içlerinde oluşturmuş oldukları birbiriyle ilintili küçük küçük ama çok duyarlı dengeleri ve zaman içindeki evrimiyle var olan kendine has bir dokusu var. Bu hassas dengelere dışarıdan müdahale ise tüm dengeleri, birbirleriyle örüntülü bu dokuyu bozmak anlamına gelir.
Ayrancı kendi dengeleriyle kendisine bir kimlik bulmuş özgün bir yaşam tarzı gerçekleştirmiş, kent içindeki diğer mahallelere göre öz kimlik oluşturabilmiş bir yer. Bu çok değerli bir şey yani öyle hemen olmuyor bu işler, yıllar içinde pek çok dengenin uyumlu biçimde gelişmesine bağlı. Kimsenin haydi diyince yapacağı bir durum değil, pek çok ögenin bir araya gelmesiyle ve bir süreç içinde olan toplumsal bir hikaye bu. Bu nedenle bu özel dokuyu korumamız çok önemli.
Genel olarak baktığımızda kentlerde bir şekilde kendini koruyabilmiş bölgeler, kentin diğer tarafındaki olumsuz, başarısız bölgelere göre kendiliğinden değer kazanıyor. Bu kazanılan değeri hemen paraya çevirmek tehlikesi çıkıyor bir yandan da. Hemen ranta dönüştürmek isteyenler ortaya çıktığında ise bu hassas oluşuma dışarıdan böylesi hoyrat bir yaklaşım, bir tür darbe, bozucu bir faktör girmeye başlıyor.
Ayrancı gerçekten pek çok bölgeye göre hoş bir yer. O kadar betonlaşmamış, doğayla ve diğer kurulan dengeleriyle kısmen korunabilen özel bir bölge. Bahçelerin otoparklara çevrilmemiş olması, yol boyu ağaçların iyi kötü varlığını sürdürmesi, mahalle okulunun, çocuk alanlarının ve diğer unsurların hala varlığını koruyor olması, bazıları yükselmeye başladı ama genelde apartmanların ideal katlarını korumaları ayni kısaca hem sokakta hem mekanların kullanılmasında hem ilişkilerin geliştirilmesinde elverişli durumunu koruyor olabilmesinde bütün bunların bir payı var. Bu yapıyı korunduğu müddetçe kent içinde kazandığı değere karşı az önce bahsettiğim bu rant saldırısına da açık hedef haline gelmeye başlıyor maalesef. Asıl önemli olan bu özellikli mahalleyi yaşatmanın mümkün olduğunu tüm Ankara’ya anlatmamızdan geçiyor. Mahallelerin korunabilir, yaşanabilir, özgün kimliğini bozmadan veya şiddetle dışarıdan gelen müdahalelere açık bırakmadan yaşamını sürdürebilmesinin mümkün olabileceğini göstermemiz gerekiyor.
Ankara’nın kuzey bölgesindeki Etlik, Keçiören taraflarına baktığımızda çok üzücü şeyler görüyoruz. Bu saldırıya direnilmediği ortada. Üç katlı, bahçe içinde, ağaçlı sokaklarıyla, çocuk parklarıyla iyi kötü kendi atmosferiyle var olan mahallenin olumsuz değişimine karşı durulmamış, üç yerine on kata çıkan apartmanlarıyla rant hırsına ve aç gözlülüğün pençesine düşmüş.
Bu üzücü örneklerin tüm kente yayılmasını önlemek ve erdemli biçimde mahallesine sahip çıkabilmiş bölgelerin yaşamlarını devam etmeleri mümkün.
Toprak rantı ve bundan yararlanmak isteyen kesimlerin bu düzen içinde karşı konulmaz olduğu fikrine inatla direnmek pekala mümkün.
Spekülatif rant hırsı, kent yaşamı ve dokusu üzerinde tek belirleyici olmaya devam etmeli mi yoksa kentlerimizi daha yaşanabilir kentler halinde tutabilmeyi istiyor muyuz?
Kapitalist düzen içinde yaşadığı halde kendi özgün kimliklerini korumayı başarabilen pek çok kent var dünyada. Birçok Avrupa kenti böyle, Amerika’da ve bazı Asya kentleri de böyle.
Kendi küçük yerelinin kimliğini korumak için çaba gösteren küçük toplulukların kentlerini daha yaşanabilir hale getirdiğine dair örnekler olduğunuz biliyoruz.
Bütün bunlara dayanarak söyleyebilirim ki kapitalist düzen içinde olsak bile kentin özgün kimliğini koruyabilmek için birbirimizle konuşmak, tartışmak, birbirimizi daha iyi anlayan bir dil geliştirmek zorundayız. Tüm bu çalışmaların bir toplumsal hafıza yaratacağına ve daha iyi kentlilik hali yaratacağına dair umudum var.
Ankaralıların kendi küçük çevrelerine sahip çıkmakla başlayarak tüm kenti koruyabileceğimiz fikrini diri tutmalıyız.
Başka bir kent mümkün düşüncesini gerçekleştirebilecek olan o kentin kendi toplumudur.
Herşey kendi kapısının önüne sahip çıkmakla başlayarak daha çok şey yapabileceğini keşfetmekle, sonrasında bunu gerçekleştirmekle, gücü yetmiyorsa komşusuyla, mahalleliyle dayanışmak için fırsatlar yaratmasıyla başlıyor.
Bunların hepsini çok barışçıl, insancıl, birlikte yaşanabilir bir kent yaratmak için yapabileceğimiz işler olarak görmemiz lazım.
“Bütün sorumluluk neden benim üstüme düşüyor, devlet yok mu, belediye yok mu?” şeklinde bakmak yerine “evet bu kurumlar var ama ben de varım ve bu mahalleyi en iyi ben bilirim çünkü bu sokakta ben yaşıyorum, bu okulda ben okuyorum, parkta benim çocuğum oynuyor. Dolayısıyla bu alan üzerindeki bilgilerim daha içeriden ve daha çok boyutlu. Bu nedenle benim de söz hakkım var” demeye başlayınca kentlerimiz daha yaşanabilir kentler olma yoluna girmiş olacak.
Yerel yönetimler ne için var? Esasında yerel topluluğun kendi kendisini örgütleyebilmesine uygun zemini sağlamak için var. Kolaylaştırıcı olması gerekiyor.
Belediyeler günümüzde şöyle düşünüyorlar, “Bir sorun var ve ben o sorunu gidereceğim. Bu benim işim. Bu işi gerçekleştirmek için de ihtiyacım olan parayı devletten talep ediyorum. Parayı vermezse ben de bu işi yapamam.” Belediyenin şematik bakış açısı böyle.
Oysa belediyeler “Ben bir yerel yönetimim ve asıl gücümü alacağım yer politik ve ekonomik anlamda yerel toplumun kendisi. Bu nedenle yerel toplulukla bunu konuşmalıyım, kendi güçlerimiz oranında neler yapabileceğimizi ortaya çıkartalım. En iyisini dayanışarak, yerel dinamikleri öne çıkararak birlikte yapabilmek için belediyenin olanaklarını sunayım, yerel toplumla kolektif biçimde işimize bakalım.” şeklinde uygulama yapması lazım.
Şu anda yapılanı ise kendi yerelini tamamen dışlayarak kendisini ön plana çıkartmak, gücü yetmediği durumda merkezi yönetimden destek almak olarak tanımlayabiliriz