İnsan, kent ve ulaşım odaklı “Bir Ankara hayali”

Ankara’da elli yıldan uzun bir süredir yaşayan bir kent plancısı ve ulaşım uzmanı olarak “bir Ankara hayal etmek” artık çok zor ve ürkütücü olmaya başladı. Son yirmi-otuz yılda yaşadığımız gelişmeler sonucunda kentlilerin değişen önceliklerini ve kentin değişimini yönlendiren dinamiklerini dikkate aldığımızda kentin geleceğini hayal etmekten çekiniyor ve hatta korkuyoruz. Çünkü sadece kentin fiziksel mekânları değil kentlileri, değerleri ve ilişkileri de yıprandı ve istenmeyen yönlerde değişti.

Ankara’nın ve diğer kentlerimizin geleceğine ilişkin hayaller kurmadan önce geçtiğimiz dönemlerde yaşananların kent ve kentliler üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi yararlı olacaktır.

Son Yıllarda Değişen Belediyecilik ve Değerler

Cumhuriyet döneminin ilk planlı kenti olan Ankara, Gökçek döneminde planlı kent özelliğini yitirmiş ve “ben noktasal planı tercih ederim” yaklaşımıyla kent planlarına yama üstüne yama yapılarak kent talanı en üst düzeye çıkarılmış, yasallaştırılmış ve kurumlaştırılmıştır. Belediye meclisleri; imar komisyonlarındaki inşaatçı, emlakçı ve rantçıların onay mekanizması haline gelmiş, teknik kadrolar bu kararları kuralına uydurma görevini üstlenmiştir.

Son beş yılda dünyayı ve ülkemizi büyük ölçüde etkileyen pandemiye ilave olarak ulusal ekonomik kriz özellikle orta ve düşük gelirli kentliler üzerinde büyük baskı kurarak yaşam koşullarını kötüleştirmiş ve kenti bir yaşam savaşı alanına dönüştürmüştür. Artan enflasyona ilave olarak yurtdışından gelen sığınmacılarla büyüyen işsizlik ve Güneydoğu illerimizde meydana gelen depremle yaşanan iç göç pek çok kentimiz gibi Ankara’yı da etkilemiştir.

Tüm bu olumsuzlukların giderilmesi için gerekli adımlar atmayan merkezi yönetim karşısında yerel yönetimler kenti değil kentliyi korumaya öncelik vermiştir. Muhalefet partileri tarafından yönetilen belediyeler ve özellikle Ankara’daki yerel yönetimler, belediyeciliği; yoksullaşan kentlileri koruma ve ayakta tutma çabası işlevine dönüştürmüştür.

Merkezi yönetimin yarattığı ekonomik sorunlarla yaşam savaşı veren dar gelirli kentlilere destek olmaya çalışan yerel yönetimler geleceğin kentini planlamak ve oluşturmaktan çok günümüzdeki olumsuz ekonomik koşullar karşısında dar gelirli kentlilerin direncini artırmaya odaklanmıştır. Merkezi yönetimin çözemediği ulusal sorunlar karşısında dar gelirli kentlilere yapılan destekleri artıran yerel yönetimler kısıtlı kaynaklarıyla merkezi yönetimin eksikliklerini kapatmaya çalışmıştır. Yerel yönetimler bir yandan merkezi yönetimin yapmadıklarını için kaynaklarını tüketirken hiç verilmeyen ya da geciktirilen kent projelerinin onayları ile kente ve kentin geleceğine yönelik projelerini uygulamaya sıra gelmemiştir. 

Hayallerin Temeli Olarak Dün ve Bugün 

Yerel yönetimlerin son beş yıllık dönemde seçim öncesi önerdikleri ve uygulayabildikleri proje ve vaatlerinin yukarıda ana hatlarıyla açıklanan koşullar altında değerlendirilmesi, diğer bir deyişle geçen beş yılın deneyim ve sonuçlarının değerlendirilmesi önümüzdeki kısa dönemde gerçekçi beklentilerimizi, orta ve uzun dönemli hayallerimizin boyutlarını belirleyecektir. 

Geçen beş yıllık dönem ana hatları ile değerlendirildiğinde seçim öncesi vaatlerin ve projelerin ciddi bir çalışma ve hazırlığa dayanmadığı, ulaşım altyapısına, özellikle raylı sistemlere yönelik vaatlerin gerçekleştirilemediği, beş yıl sonra kentin hâlâ bütüncül planı olmadığı, ulaşım konusunda uygulanan projelerin önceki dönemden kalan ve uzmanlar tarafından şiddetle karşı çıkılan, meslek odalarının açtıkları davaların hâlâ devam ettiği karayolu ve katlı kavşak projeleri olduğu görülmektedir.

Beş yılın ardından Ankara hâlâ bir çevre düzeni planı olmadan, yama üstüne yama yapılarak onaylanan parçacı planlarla sağlıksız bir şekilde yayılmakta ve yükselmektedir. Kent; bir ulaşım ana planı olmadan yeni yollar ve katlı kavşaklar, alt ve üst geçitlerle önceki dönemin politikaları ile hızlı ve plansız gelişmesini (!) sürdürmektedir.

Ana başlıklarla Ankara’nın son beş yıllık gelişmesinde aşağıdaki konuların öne çıktığı görülmektedir;

Mekânsal Planlar: Kentin anayasası olan “çevre düzeni planı” mahkeme kararı ile iptal edildikten sonra beş yıllık dönemde yeni plan hazırlanarak halkın görüşlerine açılmamış ve meclise sunulmamıştır. Bu durum Gökçek döneminin temel yaklaşımı olan “noktasal planlarla” (yamalarla) bütüncül, bilimsel planlarla değil çıkar amaçlı projelerle inşaat ve kentsel gelişmenin sürdürülmesi seçeneğinin hâlâ sürdürüldüğünü göstermektedir.

Ulaşım Ana Planı: Çevre düzeni planı ile birlikte, onun verilere göre hazırlanması gereken ulaşım ana planı hazırlanmamış, kentin mekânsal ve demografik değişimleri dikkate alınmadan iptal edilen planlarda yer alan karayolu ve raylı sistem projelerinin uygulanmasına devam edilmiştir. Dış kaynak desteğiyle başlanan ve kısa ve orta dönemli projelere stratejik bir yaklaşım getirmesi beklenen Sürdürülebilir Kentsel Hareketlilik Planı çalışmaları gecikmiş, bu dönemde sonuçlanamamıştır.

Raylı Sistemler: Daha önceki onaylı ve süresi dolmuş ya da iptal edilen planlarda yer alan raylı sistem hatları, bütüncül ve güncel bir plan olmadan, koridor ve proje ölçeğindeki etütlerinin yapılmasına devam edilmiş, seçim öncesi vaat edilen 50-60 km uzunluğundaki yeni metro hatlarından hiçbiri uygulamaya geçilememiş, bir kısmının sadece projeleri hazırlanabilmiştir.

Belediye Otobüsleri: Yaşlanan otobüs filosunun hayatta kalabilmesi ve genişleyen kentin artan yolculu taleplerinin karşılanması için beş yıllık dönemde yaklaşık 400 yeni dizel ve LPG’li otobüs alınmış, dönem başı ve seçim öncesinde gündeme getirilen yerli elektrikli otobüsler denenmiş, sadece belediye bünyesinde birkaç eski otobüs elektrikli çekişe dönüştürülmüştür.

Otobüs Yolu/Metrobüs: Toplu ulaşım sunumunun en hızlı, merkezi yönetim onayı beklemeksizin ve düşük maliyetle artırmanın yolu olan toplutaşım otobüsleri için ayrılmış otobüs şeridi, otobüs yolu ve metrobüs altyapısı gibi uygulamalar beş yıllık dönemde gündeme gelmemiş, uygulanmamıştır. Yüksek kapasiteli, uzun otobüsler çeşitli hatlarda “metrobüs” adıyla test edilmiş ancak bu tür işletmeciliğe yönelik ve bu işletmeciliğin ön koşulu olan altyapı yatırım projeleri (ayrılmış hat, duraklar, vb.) planlanmamış ve uygulanmamıştır.

Bisiklet Altyapısı: Dış kaynak destekleri ile iki ayrı bisiklet etüdü ve planı hazırlanmış olmasına karşılık trafik ve yol boyu otopark şeritlerinin yeniden düzenlenerek fiziksel ayrımlı bisiklet şeritlerine dönüştürülmesi bu planlarda önerildiğinden çok yavaş ilerlemiştir. Güncel olarak yaklaşık 45 km uzunluğunda bisiklet yolu parçaları kullanıma açılmış olup bunun yaklaşık üçte biri kamuya açık ulaşım amaçlı bağlantılar niteliğindedir. Bu bisiklet yollarının önemli bir kısmı yeşil alanlar, üniversite kampüsleri ve sanayi sitesi içerisinde kalan, kent ulaşım sistemine katkısı sınırlı yollar olmuştur. Bu bisiklet altyapısı taşıt trafiğine alternatif olacak şekilde geliştirilmemiş, taşıt trafiğini olumsuz etkileyeceği endişesiyle taşıt trafiğini altyapısına dokunmadan, tepki çekmeyecek ve yapılması kolay ancak kullanımı sınırlı yerler tercih edilmiştir.

Bisiklet Paylaşım Sistemi: Geçen dönemin başlarından itibaren çalışmaları sürdürülen ve dış kaynak desteğiyle beş yıldır gündemde olan yaklaşık 408 elektrikli bisiklet temini ve metro istasyonlarında kurulacak e-bisiklet paylaşım istasyonlarında beş yıl sonunda henüz işletmeye açılmamıştır.

Yayalaştırma ve Yaya Öncelikli Projeler: Taşıt trafiğini azaltma, yaya ve bisiklet ulaşımını destekleme amaçlı düzenlemelere ve yol yüzeyi paylaşımını değiştirmeye yönelik projeler gündeme gelmemiştir. Tersine, önceki dönemde projeleri hazırlanmış ve meslek odalarının açtığı davaların hâlâ devam ettiği yeni yollar ve katlı kavşakların inşaatı tamamlanmış, önceki dönemde başlayan taşıt öncelikli uygulamalar olan “17 katlı kavşak” yeni dönem seçimlerinde övünülen örnek uygulamalar olarak kampanyalarda kullanılmıştır. Özellikle “Ulus kent merkezinin yayalaştırılması” görünümü altında tarihi merkezin altından geçecek Ulus Tüneli projesi hâlâ gündemde tutulmuş, yeni dönemin taşıt odaklı projeleri arasında yerini almıştır.

Kısa Dönem Hayalleri

Geçtiğimiz beş yıllık dönemde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeyen (ya da gerçekleştirilemeyen) projeler dikkate alındığında yeni başladığımız beş yıllık dönem için hangi hayalleri kurabileceğimizi belirlemek ve hayal etmekten çok bir “öngörü senaryosu” oluşturacak ve daha sonraki dönemlerin hayallerinin temelini oluşturabilecektir. Yeni bir Ankara Hayali ise ancak bir sonraki beş yıllık dönem için geçerli olabilecektir.

Yeni başladığımız beş yıllık dönem, genel olarak başlanmış bulunan ve bir kısmı önceki dönem seçimleri vaatleri arasında yer alan ancak beş yılda gerçekleştirilemeyen projelerin “bir kısmının” uygulamaya geçirilebildiği bir dönem olarak değerlendirilebilir.

Ankara Büyükşehir için mekânsal çevre düzeni planının toplumsal katılım ile tartışıldığı, hazırlandığı ve onaylandığı bir başlangıç haritası olduğunda diğer taşlar yerine oturabilecek, bu öncelik yeni yerel yönetimlerin, meclislerin ve karar vericilerin yirmi yıllık yıpranmasının ne kadar düzeltilebildiğinin göstergesi olacaktır. Bu planlar başta imar komisyonları olmak üzere yönetimleri etkileyen rant çarklarının ne kadar kırılabildiğini gösterecek, yakın ve uzun dönemli Ankara hayallerinin yolunu çizecektir.

Şu anda bütüncül ve güncel onaylı plan olmaksızın sürdürülen başta raylı sistemler olmak üzere ulaşım altyapısı, hâlâ seçim vaatleri arasında bulunan katlı kavşakların yeniden değerlendirildiği bir yaklaşım hayal edilmelidir. Bu yaklaşım kentte yeni altyapı yapmak yerine öncelikle mevcut altyapının ne kadar etkin kullanıldığı, kapasite kullanım oranlarının nasıl arttırılabileceğine odaklanılmasını gerektirmektedir.

Örneğin kentteki mevcut raylı sistemlerin kapasitelerinin çok düşük oranlarda kullanıldığı gerçeğinden (1,5 dakika aralıkla işletilmesi mümkün hatların halen zirve saatlerde M1,M2, M3 hatlarında 5 dakika, M4 hattı 6,5 dakika olmasından) yola çıkılarak halen “sunulan kapasitenin” bile %30 düzeylerinde kaldığını göstermektedir. Diğer bir deyişle, altyapı kapasitesinin tam olarak kullanılmadan hizmet sunulduğu, sunulan hizmetin bile tam olarak kullanılmadığı dikkate alınarak yeni raylı sistem hatları yapmadan önce mevcut hatların etkinliğinin artırılmasına öncelik verilmesi gereklidir. Bu amaçla raylı sistemlere paralel otobüs (EGO, ÖHO, ÖTA) ve minibüs hatlarının yeniden gözden geçirilmesini de kapsayan yeni bir toplutaşım yapılanma planı sonucunda yeni aktarma merkezlerinin ve besleme hatlarının oluşturulması, aktarmaları kolaylaştıran yeni fiyatlandırma sisteminin geliştirilmesi beklenmelidir. 

Kent genelinde toplu ulaşım, yaya ve bisikletle yapılan yolculukların artışının sağlanması için bir yandan bu ulaşım türlerinin altyapı ve kapasitelerinin geliştirilmesi gerektiği ancak bunlar dışında kalan bireysel otomobil kullanımını azaltacak düzenlemelerin yapılması gerektiğinin bilincine varılması umut edilmelidir. Etkin ve çağdaş bir ulaşım planı sadece toplutaşım, yaya ve bisiklet kullanımını arttırmak için projeler geliştirmekle kalmamalı, otomobil yolculuklarının sınırlanması ve azaltılması için karayolu ve otoparklar konusunda öneriler getirmelidir. Dünyanın büyük kentleri (Singapur, Londra, Stokholm, Roma, Paris ve New York gibi) kent merkezlerine otomobil girişini ve merkezden geçişini çeşitli yöntemlerle yasaklarken Ankara’nın hâlâ merkeze otomobillerin gelişini ve merkezden geçişini teşvik eden yeni ve geniş yüksek hızlı yollar, katlı kavşaklar ve tüneller yapmaktan vazgeçmesinin bir hayal olarak değerlendirilmemesi gerekir.

Bu davranış değişikliğinin benimsenmesi durumunda içinde bulunduğumuz beş yılda otomobillerden şerit alınarak yaya ve bisikletlilere fiziksel ayrımlı altyapı şebekesi geliştirilebilecek, bisiklet kullanımında da artış görülebilecektir. Bu altyapı düzenlemeleri yapılamaz, bisikletlere güvenli altyapı yapılmaz ve motorlu taşıtların hızını azaltan projelere (yeni yollar ve katlı kavşaklara) devam edilirse beş yılda uygulamaya geçilemeyen bisiklet paylaşım sistemi yeni dönemde işletmeye alındığında beklenen yaygın kullanıma ulaşamayacak, bisikletli ve yayaların yaralanma ve ölümleriyle sonuçlanan çarpışmaların artması kaçınılmaz olacaktır.

İçinde bulunduğumuz beş yıllık dönem proje hazırlıkları geçtiğimiz beş yılda başlanan mevcut raylı sistem hatları uç noktalarındaki uzatmaların (7,5 km Dikimevi-NATO yolu, 9,4 km M2 Hattının Koru-Yaşamkent ve Koru-Bağlıca eklentileri, 7,7 km M4 Hattının Şehitler-Forum uzatması) tamamlanması (toplam yaklaşık 23 km) “erişilebilir bir hayal” olarak görülürken yeni başlanacak olan (15,3 km M5 Kızılay-Dikmen hattı ile 11,6 km M6 (M2) Çayyolu – (M3) Sincan Bağlantısı) hatlarının (toplam 27 km) işletmeye açılmasa bile inşaatlarının başlanabilmesi bile bu dönemin gerçekleşebilir hayalleri arasında sayılabilecektir.

Uzun Dönemli Ankara Hayalleri 

İçinde bulunduğumuz beş yılın ötesindeki yıllarda görebileceğimiz gerçek hayalleri (!) ise ortaya koymamız ve ulaşmaya çalışmak için çevremizi yönlendirmemiz gereken yeni, yaratıcı, değiştirici, ileriye götürücü ve yaşamda aşama kaydedici yaklaşımlar ve onların kente ve yaşantılarımıza uygulamaları olarak tanımlayabiliriz. 

Bu değişimlere öncelikle planlama yaklaşımlarını ve yöntemlerini değiştirerek başlamamız gerekir. Planlar katılımcı, kapsayıcı olmakla birlikte sadece kentlilerin geçmişten gelen değer yargıları ve yaklaşımları ile biçimlenen kararlar olmamalıdır. Kentlilerin değer yargıları ve önceliklerinin de değiştirilmesi, geliştirilmesi ve yenilikçi hale getirilmesi için oluşturulacak süreçler, bilgilendirmeler sonucunda günü ve geleceği planlayacak şekilde geliştirilmelidir. Mevcut yapıda ulaşım sorunlarını çözmeye, daha geniş ve hızlı gidilebilen yollar önerilen yaklaşımlar sorgulanarak “Neden daha uzağa gidilmeli, neden daha hızlı gidilmeli?” sorularının cevaplarının tartışılması ile başlanmalıdır. Hızla dijital bir hale gelen dünyada işe, okula, alışverişe, hastaneye, eğlenceye daha uzağa gitmemiz gerektiğini sorgulayan bir evreden geçilmeli, kent ve kentteki erişim konusundaki temel çelişkiler yeniden değerlendirilmelidir.

Günümüzde pek çok kent yönetimi bu sorgulamayı yaparak kentte daha uzağa gitmek yerine gereksinmelerinin büyük bölümünü kentliye getirerek yakın yaşam alanında karşılamayı amaçlayan “yakınlık planlaması” (proximity planning) kavramını uygulamaya başlamıştır. Aslında tarihsel gelişim içinde çok eski çağlardan beri kullanılan, ülkemizin planlama standartlarında da yer bulmuş bu yaklaşım dijitalleşen dünya ile daha büyük bir anlam kazanmış ve yeni bir dönemi başlatmıştır. 15-Dakikalık Kent tanımıyla öne çıkan yeni yaklaşımda bir yandan aktif ulaşım biçimleri (yaya, bisiklet) 15-20 dakika içinde ulaşılabilen temel gereksinmelerin ve (dijitalleşen dünyada) çalışma, okul gibi temel eylemlerin yanı sıra sağlık, eğlence gibi işlevlere de ulaşılabildiği bir yaşam çevresi oluşturulması önerilmektedir. Yeşil ağırlıklı, taşıt trafiği azaltılmış bir mahalle/semt yaşamı içinde yeniden komşuluk ilişkilerinin oluşturulması, bu alan dışına çıkılmasını gerektiren yolculukların da ağırlıkla toplu ulaşımla karşılanabildiği bir kent yapısı oluşturmak günümüzde pek çok ülke ve kentin temel hedefi olmaktadır.

Dijital kent ikizi” gibi teknolojik gelişmelerin sadece taşıtları hızlandırmak ve daha uzun mesafeler götürmek için değil, hizmetleri ve olanakları yaygınlaştırmak ve erişimi kolaylaştırma için kullanıldığında artık “daha uzağa gitmek” değil yeşil ve insan ölçekli yerleşimlerde yaşayarak “erişmek ve katılabilmek” için yeni bir kent yapısı ve dinamikleri oluşturulması hayal edilmelidir.

Pek çok gelişmiş ülkede giderek yaygınlaşan dört günlük çalışma haftası, uzaktan çalışma, eğitim ve benzeri uygulamalarla çevre duyarlılığı birleştiğinde aktif ulaşım ağırlıklı ortamda haftalık temel gereksinmelerin karşılandığı, bu yaşam birimlerinde yer almayan tiyatro, konser, uzman sağlık kuruluşu gibi kullanımlara yapılacak yolculukların ise toplu ulaşım ve paylaşımlı ulaşım türleriyle karşılandığı bir yapıya geçiş “bir Ankara Hayali” olarak tanımlanabilir. 

Günümüzde imar planlarında yama üstüne yama ile ortaya çıkan kent çevresindeki yüksek katlı yapılardaki konutlar, alışveriş merkezleri ve ofisler kuralların ve dinamiklerin değişmesiyle birer kendine yeterli “yaşam alanı” haline getirilmedikçe kentin ulaşım ve sağlıklı yaşam sorunlarının çözülmesi beklenmez. Ankara’da bu tür gelişmeler ne yazık ki mevcut ve olası toplu ulaşım altyapısından uzakta oluşturulduğu için yapılacak yeni planların ve ulaşım altyapısının bu yeni yaklaşımla düzenlenmesi gerekecektir. 

Yüksek standartlar ve maliyetlere sahip kent çevresindeki bu alanlarda dar gelirlilerin de yaşayabilmesini sağlayacak önlemler ve düzenlemeler yapılabilmesi mümkündür. Diğer yandan mevcut kent dokusu içinde kalan ancak kendiliğinden en azından zemin katları işyeri ve ticari olarak kullanılan alanların da yeniden yapılandırılması gerekebilecektir. Bu yaklaşımla oluşturulacak karma kullanımlarla kentlileri çalışmak, okumak ve diğer ihtiyaçları için daha uzağa gitmelerini destekleyecek hızlı, ucuz ya da bedava toplu ulaşım yerine kentlilerin olabildiğince mahalleleri ve semtleri içine yaşamasını destekleyecek önlemlerin geliştirilmesi söz konusu olacaktır. Bu önlemler arasında toplu ulaşım odakları çevresinde oluşmuş yüksek yoğunluklu alt merkezler (toplutaşım odaklı gelişme: transit oriented development) ve yaşam alanları geliştirilmesi söz konusudur. Kent planlarının rant odakları tarafından oluşturulması yerine çevresinde okul ve sağlık ocağı gibi kamu hizmet birimlerinin yeşille bütünleştiği kullanımların planlanması, bu alt merkezlerdeki ticaret ve hizmet tesislerin kamu tarafından inşa edilmesi, işletilmesi ve kiralanması ile kamu girişimleri gelişmeyi yönlendirebilecektir. Gerekirse alt merkezlerde yaşayacak ve içlerinden en az bir kişinin çalıştığı ailelere vergi indirimi gibi mali destek sağlanması ile kentlilerin yaptığı toplam araçlı yolcu kilometre ve ona bağlı olarak hava kirliliği, yollarda kaybedilen zaman, çarpışmalar ve kayıplar azalacak kent içinde yapılı ve yeşil alan dengesi iyileştirilebilecek, ulaşım talebi ve sorunları başka bir düzeye indirgenebilecektir. 

Tabii, pek çok dünya kentinde uygulanmaya başlanan bu yaklaşımların hepsi şimdilik ve yakın dönemde Ankara için bir hayal!

Hedef bin afet gönüllüsü

Türkiye geçtiğimiz yılı afetlerle geçirdi. Bundan ders çıkaran Ankara afete hazırlanıyor.

Ayrancım Gazetesi’nin bu sayısında Ankara Büyükşehir Belediyesi Deprem Risk Yönetimi ve Kentsel İyileştirme Daire Başkanı Mutlu Gürler ile Çankaya’da yapılacak Afet Gönüllüleri Eğitimi’ni, yapmak istediklerini ve Ankara için projeksiyonlarını konuştuk. Gürler, şöyle anlatıyor:

Mutlu Gürler

İlk iş personel

Daire başkanlığımızın kuruluşundan bugüne bir planlama takvimi izledik. İlk iş olarak kendi personelimizin eğitimlerini, donanımlarını, psikolojik durumlarına kadar hazırlık aşamasında ölçtük, test ettik. Elimizdeki personel kadrosu yeterli midir, bu kadro bir taraftan afet farkındalık eğitimlerini vermek, bir taraftan şehri afetlere hazırlamak, bir taraftan afet öncesi süreçlerde hazırlıklı olmak noktasında meslek nosyonu olarak ve kişisel özellikler açısından olsun psikolojik seviyeler açısından olsun hazırlar mı, değiller mi diye önce kendi içimize baktık. Eksiklerimizi aksaklıklarımızı gidermek için birinci adımda personel takviyelerini yaparak başladık. Kurumsal kişiliğimizi, kurumsal hüviyetimizi oluşturmak için başlarken bir hayli zorluklar yaşadık ama yönetim kademesinin Ankara’da bir afet koordinasyon merkezinin bulunmaması, bir deprem risk yönetimi ve kentsel iyileştirme daire başkanlığı adı altında afetlere şehri hazırlayacak bir birimin bulunmamasına ilişkin çok net bir tavrı oldu. Bu vizyon bizim dairemizin kuruluşuyla sonuçlandı. 

Ankara için başka önceliklerimiz olması lazım

Ben kendi adıma bu meslek grubunda yaklaşık 27. meslek yılımı dolduruyordum. Farklı kurumlarda farklı görevleri yapmıştım bu alanda. Daha çok doğa koruma çalışmıştım. Bu defa insanları doğadan korumak tarafıma verilmişti. Bunu da yapmak için biraz tersten okumaya başladım. 

Küresel iklim değişikliği nedeniyle farklı afet türlerinin her an yeniden gündeme gelebileceği bir döneme giriyoruz. Dolayısıyla büyük kentlerde kent selleri gibi aniden çıkan süreçler bize bir şey gösterdi; Türkiye’nin dört bir yanında farklı afet türleri çok büyük riskler taşıyor ama Ankara için başka önceliklerimiz olması lazım. Bu öncelikleri belirlemek için geçmişten bugüne Ankara’da yaşanan afet süreçlerini inceledik, değerlendirdik. Çok sık yaşanan afet türlerini, yaşandıkları bölgeleri belirledik. Bu bizim yapılanmamızdaki köşe taşlarını oluşturdu. Bu hazırlıkları yaparken çok ani bir şekilde pandemiyle yüz yüze kaldık. Bu da başka bir afet türü olarak karşımıza çıktı. Bununla ilgili de yapılanmamızda eksiklerimiz vardı. Bunları gidermek için hemen pozisyon aldık, gerekli düzenlemeleri yaptık. Önce Ankara kentinin bizden beklentilerini, kurduğumuz çağrı merkeziyle toplamaya çalıştık. Sonra yağmur gibi gelen taleplere hızla cevap vermek zorundaydık. Mansur başkanımız (Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı) da bu yönde toplumda saygı gören gönüllü bir iyilik dalgası yarattı. Biz de buna yetişmeye çalıştık.

Covid salgını daha pandemi diye adlandırılmadan Mansur Bey aradı ve “Mutlu Bey pandemi geliyor, ne yapıyorsunuz, hazırlığınız var mı” diye sordu ve bizi gerçekten sarstı. Biz zaten o günlerde birkaç toplantı yapmıştık. Kendimizde gördüğümüz riskleri çözebilecek süreçlere ilişkin planlamalara başlamıştık. Bunda, genel sekreter yardımcımız Mustafa Kemal Çokakoğlu’nun tecrübesi de bizim için çok öğretici oldu. 

Bir taraftan kendi dairemizi kurup kurumsal yapısını güçlendirmeye çalıştık, diğer taraftan da pandemi sürecinin beklentilerine cevap vermeye çalıştık. Arkasından depremler, seller ve yangınlar geldi. Türkiye geçtiğimiz 2 yıl içinde her afet türünü beklenmedik bir şekilde ve beklenmedik noktalarda yaşadı. Biz de Ankara’nın dışındaki bu afetlere hızlıca koştuk çünkü hem hazırlıklarımız hem de ufkumuz o yöndeydi. 

Devlet bütün kabiliyetleriyle sahada olsa bile gönüllülerin, STK’ların büyük bir nosyonu var

Ankara Türkiye’nin başka şehirleriyle kıyaslandığında afetlere göreli olarak daha hazırlıklı görünür. Ama bu korunaklı merkezde Türkiye’nin beklenen diğer afetleri için de hazırlıklı olacak bir kadroyu yapılandırmak ve elimizi Türkiye’nin dört bir yanına uzatmak gibi bir düşüncemiz vardı. Bu afetlerde sahada şunu gördük; AFAD’ın bütün afet planlaması doğrudur ama sahada afetle karşılaştığınızda yaşanan o kaotik ortam görevlerin tam anlaşılıp anlaşılmadığının, bu görevlerle ilgili yetkilendirdiğimiz kurumların yeterince hazırlık olup olmadığının büyük bir testi oluyor. Maalesef üzüntü ve acı verici bir testi çokça can kaybıyla geçirdik. 

Afetler hiç kimseye ayrım yapmıyor. Önüne kattığı herkese aynı acıyı, aynı şiddeti, aynı hızda eşit seviyede tattırıyor ne yazık ki.

Biz sahada şunu çok net gördük, devletin bütün birimleri bütün kabiliyetleriyle sahada olsa bile gönüllülerin, STK’ların bu alandaki beceri düzeyini yukarı çekme yönünde büyük bir nosyonu var. Sahada gerçekten günlerce uyumadan cansiperane çalışan itfaiye erlerini, orman muhafaza memurlarını, zabıtaları, hasta bakıcılarımızı gördük. Ama birşey daha gördük, terliğiyle, şortuyla gelen ve espri konusu olan, eleştirilen gönüllüler, gördük. Bodrum’a, Marmaris’e tatile giden birçok vatandaşı elinde yarım litrelik suyla yangın yerinde ne yapabilirim diye koştuğunu gördük. O tablo gözümün önünden gitmiyor. Ülkenin sorunlarına duyarlı bir gönüllü kitle var, siz ona özel bir şey yapmıyorsunuz. Ülkesini belli bir bilinçle seven insanlar topluluğu bunlar. Hükümet yetkilileri o gönüllüleri sahadan hızla çıkarttılar. Yangın bölgesinde de deprem bölgesinde de böyle oldu. Ama sabahın erken saatlerinde yorulan bir itfaiyecinin yanında yalnızca boş hortumu toplamak için bile birine ihtiyaç oldu. Yalnızca hortumun bağlantı noktasındaki açma kapama vanası için bir kişiye ihtiyaç oldu. O bir kişi itfaiye aracı sayısıyla çarptığında kırk kişi oldu, vidanjör sayısıyla çarptığında seksen kişi oldu. 400-500 kişilik gönüllü topluluğuna ihtiyacımız olduğunu gördük bir anda. Oysa biz o gönüllü ordusunu sahaya çağırmak yerine birkaç bin kişiyi sahadan uzaklaştırdık. Sonra da anonslar yaptık “gönüllüye ihtiyaç var, yangın bölgesine şu kadar gönüllü arıyoruz” diye.

İtfaiyecinin yanında eğitilmiş bir gönüllü, mevzuata hakim, itfaiyenin yaptığı işin temel bilgisiyle donatılmış birine ne kadar ihtiyaç olduğunu gördük. Dönünce afet farkındalık eğitimleri, eğitici eğitimleri, gönüllü eğitimlerini gündemimize aldık. Benim açımdan sürecin işleyişi böyle. 

Ankara’nın afet farkındalığı hangi seviyede, bunu ölçtük

Hazırlıklarımızı yapmaya başladığımızda Ankara şehrinin afet farkındalığının hangi seviyede olduğuna dair sosyolojik bir anket yaptık, sahayı taradık. Ankara’nın farklı sosyal, kültürel kimliklerinin bulunduğu çok farklı lokasyonlarında uzman meslek gruplarıyla, akademik danışmanlarla beraber çalışarak küçük araştırmalar yaptık; vatandaşların afetlere bakışı nedir, Ankara afete duyarlı mıdır, Ankara kent sakinleri afetler konusundaki kaygıları ve beklentileri nedir? 

Buradan da elimizde çok sahici, çok somut veriler oluştu. Biz bu veriler üzerine bir modelleme kurmaya çalıştık. Bir; personelimizin genel durumunu öğrenmiş olduk, o yönde eksiklerimizi giderdik. İki; saha gözlemleri yaptık, sahadaki ihtiyaçları gördük. Üç; Ankara kentinin bu konudaki beklentilerini ölçtük.  Bunlarla yapacağımız tek şey afet farkındalık eğitimlerini farklı sivil toplum kuruluşlarıyla, farklı sosyal kümelerle buluşturmak. 

Eğitimleri toplumsal bilinç seviyesini yükseltecek bir araç olarak görüyoruz

Burada birkaç hedef kitlemiz vardı, bunu da kendi içimizde tartışarak değerlendirdik. Birinci adımımızı Apartman Görevlileri Sendikası’yla (Konut-Sen) attık. Biliyorsunuz Konut-Sen Türkiye’de Kemal Kılıçdaroğlu sayesinde ilk defa muhatap alınmış bir sosyal topluluk. Kentlerimizi paylaştığımız bizim için çok değerli bir paydaş. Her apartmanda bir apartman görevlisi var. Bizim sahada yapacağımız çalışmalarda elimizi uzatacağımız birinci hedef kitle onlar. Onlarla temaslar kurduk, çok sıcak yaklaşımla karşılaştık. Birinci adımda onlarla bir iş birliği projeksiyonu geliştirdik. Ankara’da daha çok afet ve acil durum vakalarında bizim ekiplerin sahaya giderken yönlendirilmesindeki birinci partnerimiz olarak düşündüğümüz için onlarla belirli bir mesafeyi aldık. Protokolümüzü imzaladık, onlarla eğitimlere başlıyoruz.

Kent konseyleri bizim için gerçekten kent yönetiminde düşünsel ve fiili hizmet paydaşlarımız. Sizler özellikle büyük sempatiyle, büyük sıcaklıkla karşılayıp bu iş birliğinin yolunu açtınız. Biz Ankara merkezindeki daha çok Çankaya’yı ilgilendirdiği için hem eğitim merkezlerinin koordinasyonu açısından hem de kent merkezinde itfaiyeyle, belediyemizin diğer birimleriyle çok kolay koordinasyon kurabileceğimiz ekiplerle iş birliği yapmak üzere Çankaya Kent Konseyi’yle bir adım atıyoruz. Bu adımda niyetimiz, beklentimiz şu; bu yöndeki iyi niyetli, gönüllü ilişkileri, eğitimli, iyi organize olmuş, ne yapacağını bilen bilinçli yurttaşlar seviyesine taşımak ve bu ilişkiyi bu seviye üzerinde götürmek düşüncesindeyiz.

Bir başka ilgi grubumuz daha oldu. Bilim Ağacı Vakfı, Ankara’yı yüksek puanlarla kazanmış ve ekonomik durumu uygun olmayan öğrencilere burs vermek için kurulmuş bir vakıf. Bu vakfın temas ettiği 2 bin beş yüz genç üniversiteli gencimiz var. Onlarla hatıra ormanı yapacaktık sonra işin içerisine afet farkındalık eğitimleri koyalım mı diye düşündük. Gençlerden büyük sempati, büyük bir ilgi gördük. Bir başka partnerimizde onlar olacaklar.

Özetle söylemek gerekirse afetlerle yaşamak zorunda olduğumuz ülkemizde, afet farkındalık eğitimlerini kamu otoritesinin yanı sıra toplumsal bilinç seviyesini yükseltecek, bu yöndeki ilgiyi ve duyarlılığı artıracak bizim için önemli bir araç olarak görüyoruz. Bu iş birliğini iyi bir planlamayla yaygın hale getirmek istiyoruz. Bu iş birliği için Çankaya Kent Konseyi’nin gösterdiği ilgiye, alakaya, sevgiye, sempatiye minnet borçluyuz.

En az bin kişilik bir gönüllü ordusunun sahaya inebilecek seviyede hazır olmasını istiyoruz

Afet risk bölgelerinin haritaları çok sık değişiyor. Bir taraftan ihtiyaç olan bir şey bu, yeni teknolojik bilgilerle ve gelişmelerle ona ilişkin projeksiyonları değiştirmek zorundayız. Ankara bir önceki afet bölgeleri haritasına göre neredeyse riski sıfıra yakın görünüyordu. Oysa şimdi Ankara’nın bazı bölgeleri 2. derece deprem riski altında. Bu, modellemelerinizi en az birkaç yüz kat daha dikkate yapmanız gerektiği anlamına geliyor. Yıkıcı bir deprem bekleyen bir bölge içerisindedir Ankara. Özellikle kuzey bölgeleri yıkıcı bir depremi yaşama ihtimali yüksek. Hem yapı stoku hem de yapı stokunun bulunduğu alanlar nedeniyle böyle.

Bu afet farkındalık eğitimlerimizde bütün önceliğimiz Ankara’dır. Ancak elimizde beklediğimiz seviyede nitelikli, yetenekli, iyi organize olmuş bir ekip oluşması durumunda bunu Türkiye’nin herhangi bir yerinden ihtiyaç olması durumunda hizmet vermesinde bir engel yok. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin en az bin kişilik bir eğitimli gönüllü ordusunun Türkiye’nin dört bir yanındaki afetlerde sahaya inebilecek seviyede hazır olmasını istiyoruz.