Bir bardak çayın mahalleyi birleştirdiği yerdi Dem Kafe

Bir mahalle düşünün bir kafenin etrafında kaynaşmış, bir kafe düşünün bir mahalleyi sarmalamış…

Sosyal medya hesabının başlığında “Dem küçük bir mahalle kafesi, 7 yıldır değişmeyen kalitesiyle sunduğu kahvaltısını mutlaka denemelisiniz” yazıyordu. Pandemiden beş ay önce kapanmış olmasına karşın, sıcacık hatıralarıyla hafızalarda yer etmiş bir mekân olan Dem Kafe nasıl açıldı, nasıl yaşadı, nasıl değişti, nasıl dönüştürdü? Tüm bu soruları bilmeyenlere “bak böyle bir yer vardı” demek için, bilenlere de tekrar anımsatmak istedik.

Murat Özdağ

Bu çerçevede Dem Kafe’nin sahibi, emektarı Murat Özdağ ile telefonda görüşüyoruz. Kendisi ile Ayrancım Gazetesi için Dem Kafe üzerine konuşmak istediğimi belirtiyorum ve büyük bir nezaketle kabul ediyor bu isteğimi. Ardından hemen bir program yapıyor, birkaç gün sonra da Emek Kafe’de bir araya geliyoruz. 

DTCF (Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi) İtalyan Dili mezunu olan Murat Bey sohbetimiz sırasında kendini yirmi beş senedir Ayrancı’da oturan bir Ankaralı olarak tanımlıyor. İş hayatında bağımsız olma, sadece kendine hesap verme isteğinden dolayı bir kurumda çalışmaktansa uzun yıllar ticaretle uğraşmış olduğunu ve son deneyiminin tatsız sonuçlanmasının ardından bir süre geriye çekildiğini ve ne yapabileceğini, ne yapmak istediğini düşündüğünü anlatıyor. 

Bu süre zarfında oturduğu Gerede Sokak’ta, evinin karşısındaki binanın alt katında yer alan dükkânın sürekli el değiştirdiğini, kim gelirse gelsin bir türlü düzen kuramadığını ve sonunda dükkânı kapattığını gözlemliyor. 

Hatta yıllar sonra bir komşusunun şöyle söylediğini anımsıyor gülerek: “Biz iddiaya girmiştik senin için. Biri üç ay sonra, bir diğeri beş ay sonra kapatır dedi. En uzun süre veren bendim ve sekiz ay sonra kapatır demiştim ama bak sen hepimizi yanılttın ve sekiz yıldır bu kafeyi işletiyorsun”.

Karşı dükkânın tekrar boş kalması üzerine “ben neden burada bir şey yapmayayım” diyor ve burayı yemek yapmayı da sohbeti de sevdiği için bir kafeye dönüştürmek istiyor. Ancak gel gör ki bir engelle karşılaşıyor: baca olmadığı için burada yemek yapamayacağını anlıyor. Ancak vazgeçmek olmaz, yemek pişirilmeyebilir ama şahane kahvaltılar hazırlanabilir. Sonrası badana, boya, tezgâh ve bilumum hazırlık aşaması. 

Aslında yapmak istediği, hayata geçirmek istediği bir kafeden çok bir mahalle kültürünün yaratılmasına vesile olmak. Mahalleye ilk geldiğinde, sokakta ya da apartmanda karşılaşan insanların birbirini tanımadığı için “günaydın” demekten imtina etmesini, göz teması dahi kurmaktan sakınmasını yadırgıyor. Ve zamanla nasıl bir değişim yaşandığını Dem Kafe üzerinden anlatmaya devam ediyor Murat Bey.

Dem Kafe’yi açtığımda ilk ziyaretçilerimiz tüm ailesiyle birlikte üst kat komşum kalp cerrahı Prof. Dr. İrfan Taşoğlu olmuştu” diyor. Sonraki yıllarda ilk ziyaretçi olmanın dışında Murat Bey’i kafede çalışırken geçirdiği kalp krizi sonrası hayata döndüren kişi de sevgi ve saygıyla andığı bu komşu oluyor. 

Henüz mahalleden kimse gelmeye başlamamışken ilk müşteriler dışarıdan gelen insanlar, hatta oğlu Can’ın kreşten arkadaşlarının aileleri oluyor. Hazırlanan kahvaltılar “sıradan” olmasına karşın özenle seçilmiş malzemelerden oluşuyor. Reçeller evde Murat Bey tarafından hazırlanıyor, domateslerin kabukları soyuluyor, zeytinler, peynirler en iyilerden, zeytinyağları en kaliteli olanlardan alınıyor. Öyle ki bu kahvaltıların lezzeti Ankara sınırlarını aşıyor ve merak eden insanlar buraya uğrayıp kahvaltısını yapmadan gitmiyor. Bu konuda ekşi sözlükte yer alan bir yazı dâhi var: “…kahvaltıda sigara böreği, sosis, salam, patates kızartması gibi kalp damar tıkanıklığı veya kansere sebebiyet veren şeyler yok… sağlıklı, taze, ev yapımı ürünler yemek isteyen gitsin. Klasik kahvaltı ürünleri dışında zeytin yağı var, zahter var, bal var, kaymak var, ev yapımı reçel var. Yumurtayı o an haşlıyorlar; o yüzden içi yeşermiş yumurta gelmiyor. Kayısı kıvamında yumurta haşlayan tek yer olabilir. Çay termosla. Fiyatı kişi başı 25 lira”… Tabii bu rakamlar şu an bize hiçbir şey anlatmıyor olabilir ancak aradan geçen az bir zamanda alım gücü anlamında ne kadar geriye düştüğümüzün de bilgisini taşıyor. 

Oluşan güven duygusu insanların çocuklarını Murat Bey’e emanet etmesine kadar varıyor. Okuldan gelen çocuğunu servisten alması ve Dem’de karnını doyurmasını rica edenlerin sayısı artıyor. Yavaş yavaş mahallelinin de uğrak yeri olmaya başlayan Dem Kafe’den kahvaltı dışında öğle yemekleri de hazırlaması isteniyor, hatta bu konuda yoğun bir talep oluşuyor. Ancak mutfakta bir baca olmadığı için yemek pişirmenin olanaksızlığı Murat Bey’in kararlılığı karşısında yeni bir çözümü de beraberinde getiriyor. Böylece karşı apartmanda yer alan evinin mutfağında yemek pişirmeye başlıyor. Yemekler evde pişiriliyor ve tencereler ile dükkâna taşınarak, benmari usulü sıcak kalması sağlanıyor. Üç kap yemek 15 liraya satılmaya başlanıyor. Amaç sadece para kazanmak değil elbette; bir mahalle kültürü yaratıp bu küçücük sokakta hoş sohbet eşliğinde hep birlikte yemeklerin yenmesi ve tanışıklıkların artması. 

Sayısız doğum günleri ve kutlamalara ev sahipliği yapan mekânda bir süre sonra Dem Kafe dostları ve Murat Bey yeni bir uygulama başlatıyorlar: Komşuda Pişer Bize de Düşer! Her hafta Cuma günü, isteyen bir komşu oluşturduğu menü kapsamında o günün yemeğini pişiriyor. Malzemelerini Murat Bey alıyor ve yemeği yapacak olan komşuya teslim ediyor, yemekler hazır olunca da kafeye getiriliyor. Önceden rezervasyonunu yaptırmış olan komşularla birlikte yemekler yeniyor. Hem karınlar doyuyor, hem sosyalleşiliyor hem de bir dayanışma ruhu ortaya çıkıyor… Daha ne olsun!

Dem Kafede “Komşuda Pişer” akşamı

O günlerde bir komşunun “Bir kısım acemi aşçı” imzasıyla kaleme aldığı bir yazı da bize çok şey anlatıyor: “Uyan, çocuğu uyandır, kahvaltı hazırla, kreşe uğra, işe git, çalış, işten çık, alışveriş yap, çocuğunu al, eve gel, yemek yap, yemek ye, televizyon izle, arabacılık/evcilik oyna, dişlerini fırçala, yat… 

Taşınacaktım… Ev arıyordum… İşime yakın olsun, merkezi olsun, çarşı pazarı olsun, yeşili bol olsun istiyordum. Bu kriterlerde bir ev bulup taşındım. Artık yukarıdaki rutini bu evde yaşamaya devam ediyordum. Sonra bir gün sokakta bir hareketlilik oldu. Sokağımıza bir cafe açılacakmış. Tabelalar, masalar, sandalyeler derken sonunda hakikaten açıldı. Sabah kalkıp kreşe ve işe giderken yanından geçtiğim, boş dükkânın önündeki çiçeklerle güne başlıyordum artık. Akşam dönerken de o boş dükkân çay kahve içen bir şeyler atıştırıp sohbet eden insanlarla dolu oluyordu.

Kafelerin insana huzur veren bir yanı vardır. Lokanta gibi değildir kafeler. Karnını değil de ruhunu doyurmaya gidersin. Bir çay, bir kahve ama daha mühimi biraz yavaşlamak, iki çift laf etmek, günlük koşturmacanın üzerinde yarattığı toksik etkiden biraz olsun arınmak için… kâh yalnızlığının tadını çıkarmak için, kâh iki dost kelamı duymak için…

Dem cafe sokağımıza geldiğinden beri, sokağımızın çehresi değişti. Yıllardır aynı sokakta, aynı mahallede oturduğumuz ama hiç karşılaşmadığımız, tanışmadığımız komşularımızla biz yan yana geldik, aynı masada buluştuk, dost olduk, arkadaş olduk… Çocuklarımız bilgisayar, televizyon karşısından kalkıp sokakta oynamayı keşfetti. Dostları, arkadaşları oldu… Dem cafe olmasaydı bu sokak yine yeşil bir sokak olmaya devam edecekti… Şimdi Dem cafe var ve bu sokak rengarenk… Demli bir çayla, güzel bir kahvaltıyla ağız tadıyla yenen bir tostla, öğlen sakin sakin yenilen yemekle, dost sesleriyle, çocuk kahkahalarıyla boyanıyor sokağımız her gün onun sayesinde.

Hayatı paylaştığımız bu yerde biz bir kısım acemi aşçı olarak yemeklerimizi de paylaşmak için bir adım atmak istedik ve “Komşu da Pişer Bize de Düşer” ismiyle bir Cuma akşamı geleneği başlatmak üzere harekete geçtik. Cuma akşamları tüm dostlar akşam yemeğinde buluşuyoruz. Her hafta gönüllü bir komşumuzun hazırlayıp pişirdiği menüyü tadacağız. Elimizin hamuruyla aşçılığa soyunacak, ortaya çıkardığımız lezzetleri keyifli sohbetlerimize katık edip yiyeceğiz.

Hepinizi yemek yapmaya ve yemek yemeye ama en çok da hayatı paylaşmaya davet ediyoruz”. 

Yıllarca devam eden, bir vakitler aynı sokağın sakinleri olmalarına karşın selam vermeden geçen insanları aynı sofrada buluşturan, yepyeni dostlukların yeşermesine zemin hazırlayan Dem Kafe bir süre sonra ekonomik zorlukların kapıyı çalmasıyla sona eriyor ve unutulmaz bir mahalle hatırası olarak o günleri deneyimleyen insanların hafızasında yaşamaya devam ediyor…


Hande İnal Altuntaş

“Komşuluk için sıcak bir yuva oldu”

Hande İnal Altuntaş

İstanbuldan Ankaraya taşındığımda Gerede sokak ahalisine karıştığım zamanlarda Dem cafe ile tanıştım. Hemen yanında dükkanımı açtığım ilk günden Dem cafenin kapandığı güne kadar komşuluk, mahalle kültürünü yaşatması ve birleştiriciliği ile her zaman bana sıcak bir yuva olmuştur.Çoğu dostluğumuzu çay ve kahve eşlikçiliğinde bu kafede kurduk. Murat’ın ve Dem cafenin hiikayesi hiç bir zaman bitmeyecek.

Levent Aygün

“Arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet devam ediyor”

Levent Aygün

2013 senesinde Ayrancı’ya taşındım ve Dem Cafe ile tanıştım. Daha önce hiçbir yerde görmediğim bir misafirperverlikle karşılaştım. İşletmecisi ve sahibi Murat ile kısa zamanda arkadaş olduk.

Kafe gün içinde herkesin uğrak yeriydi ve akşam iş dönüşleri kafede mutlaka mola verilir, eve gitmeden önce çay içilir ve komşularla sohbet edilirdi. Murat’ın ayda bir düzenlediği komşu yemeği, sinema akşamları ve pazar sabahı kahvaltıları bize mahalleli olmamızı hatırlattı.

Şimdi Dem Cafe yok ama arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet hala devam ediyor. Teşekkür ediyorum. Özlüyorum…

Ayrancı’dan mektup: Mahallemizde bir pazar günü

Pazar sabahı –ya da belki sabahın ilerleyen saatleri– mahallemizdeki fırının önünde bir kuyruk oluşmaya başlar. Taze, çıtır beyaz ekmek gerçek Türk kahvaltısının olmazsa olmazıdır ve özellikle hafta sonları vazgeçilmezdir. Caddenin karşısında, adını tuhaf bir tembel hayvandan alan bir kafede ise ortalık hâlâ sakin. Hoş kış güneşi parlıyor, taze demlenmiş kahvenin aroması havayı dolduruyor ve peynir ve maydanozla doldurulmuş sıcak poğaça tezgâhın üzerinde bekliyor.

Pencerenin önündeki dergi yığınından, mahallemizde düzenli olarak yayınlanan yerel bir aylık gazete olan Ayrancım Gazetesi‘nin son sayısını alıyorum. Gazetenin sayfalarında, mahallemizde açılan yeni bir kafeden, nerede çömlekçilik dersi alabileceğinize, itfaiye araçlarının neden bazı sokaklara giremediğine ve mahallede mutlu olmanın gerçekte ne anlama geldiğine kadar pek çok konuya yer veriliyor.

Ankara’nın geniş merkezinde yer alan mahallemiz Ayrancı, belki de Türkiye’de eşsiz bir cevher. Beş milyonluk büyük bir metropolde yaşamamıza rağmen, burası küçük bir kasaba gibi hissettiriyor. Yerel fırında (evet, hafta sonları ekmek kuyruklarının olduğu fırında), kafede, yakındaki zeytin ve taze peynir satan dükkânda ya da yolun biraz ilerisindeki kuruyemişçide tanıdık yüzlerle karşılaşıyorum. Buradan Noel kurabiyesi yapmak için öğütülmüş badem ve Noel hediyesi olarak zeytinyağlı sabun alıyorum. 

Bugün, ana caddenin hemen dışındaki kafe huzurlu. Kafenin içi hâlâ boş ama birkaç saat içinde hem içerisi, hem de kışın Türk kafeleri için vazgeçilmez bir özellik olan ısıtıcı lambaların altındaki dışarısı dolacak. Ne de olsa sigara içen müşterilere hitap etmek zorundalar ki bu da Türkiye’de neredeyse herkes demek.  

Pazar sabahları burası sakin, ama hafta içi Güvenlik Caddesi bambaşka bir hâl alır. Trafikte takılmış, yokuş yukarı çıkmaya ve kalabalık caddeden kurtulmaya çalışan, korna çalan arabalar ile hazır yemekten ev alışverişine kadar her şeyi taşıyan motosikletlerin karmaşasıyla canlanır.

Kafeden ayrılıp daha sakin bir sokakta dolaşırken kendimi vitrinleri el işi hazinelerle ışıl ışıl parlayan küçük bir atölyede buluyorum. Burada seramik mumluklardan üfleme cam küpelere ve Beatles şarkı sözlerinin basılı olduğu kumaş çantalara kadar her şeyi bulabilirsiniz. Aslen Kıbrıslı olan sahibi bana atölyesini yıllardır aynı yerde işlettiğini söylüyor.  

Kapının önünde, mahallenin kedilerinden biri dalgınca etrafı izlerken, bir diğeri yakındaki bir duvarın üzerinde güneşleniyor, üçüncüsü ise yüksek bir ağaç dalından her şeyi gözlüyor.

Sadece fırının önünde değil, öğlen saatlerinde bölgenin en iyi döner kebabını sunan küçük restoranın önünde de bir kuyruk oluşuyor. Ana caddede yürürken kavrulmuş et, taze ekmek ve zeytinyağlı ev yapımı yemeklerin kokuları bize eşlik ediyor.

Ayrancı’da eski gelenekler modern yeniliklerle iç içe geçmiş durumda. Yaz aylarında, dolma gibi kış yemeklerinde kullanmak üzere kurutulmak için balkonlara asılan biberleri görebilirsiniz. Aynı evlerin duvarları ise yerel ve uluslararası sanatçıların birlikte oluşturduğu özenli grafitilerle süslüdür. Masa oyunlarının yaygın bir eğlence olduğu yıpranmış sandalyeli eski kafeler, çeşitli kahve demleme yöntemleri sunan modern işletmelerle yan yana durur. Yine de her iki mekânda da geleneksel çay temel bir unsur olmaya devam eder.

Eğer aktif olmak isterseniz, Ayrancı’da çok sayıda yoga stüdyosu bulunmaktadır. Ya da (nispeten) temiz havada egzersiz yapmayı tercih ediyorsanız bitiş çizgisindeki bir posterde Ayrancı’da “biz büyük bir aileyiz” ve “herkesin bir komşuya ihtiyacı var” yazılı olan yerel parkurda koşuya çıkabilirsiniz.

Pazar günü sona ererken, fırın rafları boşalacak, kafeler dolacak ve sokaklar her zamanki ritmine kavuşacak, Ayrancı’da sıradan bir gün daha…

Ağacı, bahçesi ve kahvesiyle Caffe Nux

Serhat İman: Bahçe ve bu ağaç benim iş ortağım.

Pandemi öncesinde Kıbrıs caddesi ile Yeşilyurt sokağının köşesine sessiz sedasız yerleşen Caffe Nux beş yılın sonunda Ayrancı’nın nirengi noktalarından biri oldu. Hızla yayılan üçüncü nesil kahvecilerin dışında bir duruş sergileyerek mahallenin dikkatini çekti. Herkes dükkanın önündeki bahçelerini camlarla, duvarlarla kapatmaya girişirken onlar bahçesini korudu, büyüttü, sahiplendi. Bilinen tabelalardan, birbirinin kopyası dekorasyondan uzak durdular. Burada her şey satalım istemediler, herkes buraya gelsin demediler. Mekana değer verdiler, mekanı kıymetli bulanlara hizmet ettiler. 

Steampunk akımından esinlendiler, isimlerini, dekorasyonunu ve duruşunu temsil ettiler. Mahalleli onları, onlar mahalleyi çok sevdiler. Bayanlar, baylar karşınızda Serhat İman ve iş ortağı bahçedeki ağaç ile Caffe Nux…

Böyle bir girişten sonra biraz sizi tanıyabilir miyiz?

Ben aslında bankacılık yapıyordum. 27 yaşımda şube müdürü oldum. 33 yaşıma geldiğimde bu yaşama yeter dedim. Bir gün geçerken dükkanı gördüm ve o an “evet” dedim. Köşeli ve bahçeli lokasyon çok hoşuma gitti. Kahveye de ilgim vardı zaten. Ayrancı’yı da çok seviyorum. Hemen burayı kiraladım ve maceramız başladı.

Serhat İman

Ayrancı ve kahve birleşimini nasıl sağladınız?

Kahve dünyada petrolden sonra en çok ticareti yapılan ürün. Kahveye ilgi bir furya değil, böyle büyüyerek sürüp gidecek. Kahve ayrı bir kültür, Ayrancı da bu kültüre çok uygun bir semt. Buradaki insanlar çok kaliteli. Bu nedenlerle Ayrancı çok doğru bir tercih diye düşünüyorum.

Dükkanın açılışı biraz moral bozucu bir döneme denk geldi. Biz dükkanı açtık 10 gün sonra pandemi kapanması geldi. O dönem zorlanarak geçti ama 5 yıllık maceramız genel olarak keyifli denebilir.

Müşteri profiliniz nasıl?

Müşteri profilimiz çok çeşitli, çok keyifli. Profilimiz 30-35 yaş üzeri aktif çalışanlar. Pek çok sanatçı, tiyatrocu, yazar, akademisyen var buralarda oturup müşterimiz olan. Öğrenci müşterimiz daha az. 

Müşterilerimiz buraya şehrin karmaşasından uzaklaşmak için, bağımsız bir lokasyonda rahatlamaya geliyor. Çalışmaya gelen de oluyor ama müziğimiz onlar için yüksek olabiliyor. 

Bizim çekici noktamız bahçemiz, içeride yerimiz çok az. Böyle bahçeleri kapatanlar oluyor, çadırla çevirenler oluyor. Biz burayı kapatmayı, bahçeyi bozmayı hiç istemedik. Müşterilerimiz de bunu talep ediyor. Tamamen bahçe üzerine kurulmuş bir yapımız var. Bahçemizdeki bu büyük ağaç benim iş ortağım diyebilirim.

Cafe Nux, steampunk akımını temsil ediyor

İsminizin anlamı nedir, neden Nux?

Ben retro’yu severim. Steampunk diye bir akım var. Steampunk akımına ithafen yapılmış Mad Max filmindeki karakterin ismi Nux. Tasarımımızda kullandığımız grafitimiz de steampunk akımından gelmiştir.

Kafenin tasarımında mimar desteği aldık ama beni müşteriler yönlendiriyor genelde. Bunun hiçbir zararını görmedim. Bahçenin düzenlenmesinde, kullanımında hep beraber akıl yürüterek yaptık. Herkesin ortak yeri gibi oldu. Müşteriyi iyi veya kötü hep dinledik, şikayetçi olduğu şeyleri değiştirdik. Sonuçta biz de atomu parçalamıyoruz, kahve yapıyoruz. Bunu da müşterimize beğendirmek durumundayız.

Menünüzde neler var?

Her gün açığız, hafta içleri sabah 10.30’da hafta sonu 11.00’de açıyoruz, 23.00’e kadar açığız. 

Kahvenin yanında browni ve san sebastian kekimiz her zaman var. Bunun yanına dönüşümlü olarak hep yeni bir mamülümüz oluyor. Kahvaltı konseptimiz yok ama iki çeşit sandviçimiz var. Yazlık bir kokteyl menüsü hazırlıyoruz. Ürünlerimi olabildiğince kaliteli yapmaya çalışıyorum. Tatlılar tamamen bize özel yapılıyor. 

Müşterilerimiz için ortam ve kahve vazgeçilmez

Müşterileriniz daha çok buraya ne için geliyor?

Ortam ve kahvesi için kesinlikle. Kahvelerin kesinlikle lezzetli olduğunu düşünüyorum. Blend kahve de koymuyoruz. Blend kahve bütün çeşitlerin tadını birbirine benzetiyor, aromasını yok ediyor. 

Başka şubeler, başka girişimler düşünüyor musunuz?

Yurt dışında olabilir miyiz diye düşündük bir ara. Amsterdam ve İrlanda gibi düşüncelerimiz oldu, araştırıyoruz. 

Ayrancı’da başka noktalarda da olabiliriz. Birkaç farklı şube olabilir fakat Ayrancı dışında başka semt düşünmüyoruz. Ayrancı dışından çok müşterimiz var bazen onların da bu tür talepleri oluyor. Zincir kahve markası olma niyetimiz yok çünkü aynı kaliteyi her noktada sağlamak mümkün olmuyor. O daha büyük başka bir organizasyon işi biz mahalleye bakıyoruz. Orada da bahçesi olan açık lokasyonlarla ilgileniyoruz. Kapalı ortam bizim konseptimiz değil. 

Kahve sektörü doğru lokasyon ve sabır gerektiriyor

İnsanlar mekan sahibi olmak konusunda çok iştahlılar, kolay ikna oluyor ve kolay sonuç almak istiyorlar. Bizim sektörümüz doğru lokasyon, doğru ürün ve sabır gerektiriyor. Personelinizin uzun süreli çalışmasını bekliyorlar, aynı personelin kendisini karşılamasını istiyor. “Benim kahvem kaliteli, her yerde satarım bunu” diyen anlayışın karşılığı yok. Kolay sonuç almak isteyenlerin altı ayda bir el değiştirdiğini herkes görüyor. Yirmi günde kapanan mekanlar var.

Çalışanlar açısından bazı zorlukları oluyor, gençler sık iş değiştiriyorlar. Biz gene de çalışanlarımızı daha uzun yanımızda tutmaya çalışıyoruz. Kahve sektörünün bütünüyle ilgili umutluyum. Bu sektör büyüyerek devam edecek. 

Steampunk Nedir?

Steampunk, geçmişin teknolojisini modern çağın hayal gücüyle birleştiren bir tarz olarak tanımlanabilir. Genellikle 19. yüzyıl sanayi devrimi dönemi İngiltere’sinde geçen öykülerde ve tasarımlarda kullanılan bu tarz, günümüzde birçok farklı alanda karşımıza çıkıyor.

Tarihi

Steampunk’ın kökleri, 19. yüzyılın sonlarına dayanıyor. Bu dönemde, İngiltere’de sanayi devrimi sonrası teknolojik gelişmeler hız kazanmıştı. Bu gelişmeler, özellikle gemi, tren ve makine endüstrisinde büyük bir değişim yaratmıştı.

Steampunk tarzının oluşumu ise, 1960’larda ortaya çıkan “cyberpunk” hareketiyle başladı. Cyberpunk, gelecekteki distopik bir dünyada geçen öyküler ve tasarımlarla popüler hale gelmişti. Steampunk ise, bu tarzın bir adım ötesine geçerek, tarihi ve teknolojiyi birleştirdi.

Mad Max filminin karakteri Nux

Caffe Nux

Güvenevler Mahallesi
Kıbrıs Caddesi No: 74/C
A.Ayrancı – Çankaya / Ankara

Yöresel bir lezzet: Basbousa

Basbousa, bin 200’lü yıllarda Mısır’da üretilen Şam tatlısının tarihteki ismi. Arapça’da parlak anlamına geliyor. Semtimizde ise Basbousa, Hoşdere caddesinde Mayıs 2016’da beri faaliyet gösteren bir tatlıcının adı. Buranın işletmecisi Yusuf Umut İstanbullu. Genç bir girişimci olan Yusuf Umur Bey, Endüstri Mühendisliği bölümünden mezun olduktan sonra farklı sektörlerde çalışmış ve en son Hatay’ın az bilinen, kıymetli lezzetlerinin sunulduğu Basbousa markasını KOSGEB desteğinden de faydalanarak yaratmış. 

Semtimiz son zamanlarda sıklıkla olmak üzere yeni ve yaratıcı fikirlerin barındığı bir yer haline geldi. Çikolatacıları, butik kahvecileri, organik ürünler satan dükkanları, antikacıları ve diğer birçok dükkan buna örnek. Basbousa tatlısı da farklı bir lezzet. Bu tatlı yıllarca farklı ülkelerde farklı şekillerde yapılmış. Hatay bölgesinde bu tatlı arasına ceviz ve tarçın konularak yapılıyor. Basbousa restoranında ise bu ürün ceviz tarçınlı, bademli ve kestane şekerli olmak üzere üç şekilde hazırlanıyor. Bu tatlıyı diğer tatlılardan ayıransa unsuz, yağsız ve vegan oluşu. İçeriğinden de anlaşıldığı üzere bu ürün sağlığa zararlı olarak genel kabul görmüş bazı besinleri içinde barındırmıyor. Ürün geleneksel yöntemlerle, taze ve doğal olarak restoranda üretiliyor.

Yöresel lezzetlerin üretildiği küçük işletmelerin varlığı semt kültürünün oluşması için önemli araçlardan. Aynı zamanda dayanışmanın da varlığını gösteriyor. Esnaf ve sakinleriyle birlikte bilinçli bir semt olan Ayrancı için de Yusuf Umut Bey benzer şeyler söylüyor. Kendisi Erzurum’da doğmuş, memur bir ailenin çocuğu. Hep farklı yerlerde yaşamışlar. Hatta kardeşi de Urfa’da doğmuş. Daha sonra Antalya, Kastamonu derken Ankara’ya yerleşmişler. 15-20 yıldır Ayrancı’da ikamet ediyorlarmış. Basbousa’yı da Ayrancı’da açmalarının sebebi eve yakınlığına ek olarak bölge halkının kültürlü ve bilinçli oluşu. 

“Basbousa’nın imza ürünü Şam tatlılarıdır. Ayrıca Kömbe tatlısı da vardır. Kömbe tatlısı Hatay’ın coğrafi işaretli bir ürünüdür. Bu bayram kurabiyesinin cevizli, bademli ve hurmalı olmak üzere üç çeşidi vardır. Restoranda tuzlu kuru pastalara ek olarak Kaytaz böreği, biberli ekmek ve içli köfte de satılmaktadır. Genel olarak gel-al ve paket servisi verilmekte olan bu mekanda oturarak da hizmet alma imkanı vardır. Ayrancıdan da çok sayıda müşterisi olan Yusuf Umut Bey, Ayrancı’yı bir kültür olarak gördüğünü söylüyor. Buraya yerleşen insanların burada kalmayı tercih ediyor olması burası için dikkatini çeken bir özellik. Buranın insanlarını ve esnaflarını sevdiğini ve bu sevginin karşılıklı olduğunu belirten Yusuf Umut Bey için buradaki insanların bilgisinden, kültüründen ve birikiminden yararlanabilmek büyük şans. Ayrancı sakinlerine ve Gazetemize teşekkür ederek röportajı bitiren Yusuf Umut Bey’e bu güzel röportaj için biz de teşekkür ederiz.”

Günbatımının canlandırdığı kafe: Owster Coffee

Günümüzde kahve odaklı kafelerin sayısı oldukça artmış durumda. Semtimizde de pek çok sayıda yeni nesil kahveci, butik kahveci gibi isimlerle anabileceğimiz kafe var. Bunlardan biri de Owster Coffee. Ancak bu kafe, yeni nesil kafeler semtimizde yaygınlaşmadan önce Elçi Sokak’ta yerini almıştı. Elçi Sokak nedendir bilinmez çok sayıda dükkanın kısa sürede açılıp kapanmasın şahit oluyor. Bunun sebebi ise Elçi Sokak’ın durmak için değil de geçmek için kullanılıyor olması olabilir. Ancak Owster Coffee 4 Haziran 2019 tarihinde açıldı ve o zamandan beri çalışıyor. 

Owster Coffee bir aile işletmesi. İşletenler ise Gizem Çevik, Dilan Çevik ve Şenol Çevik. Gizem Hanım 27 yaşında, Halkla İlişkiler mezunu, Dilan Hanım da 29 yaşında, İletişim Tasarım bölümü mezunu. Owster Coffee’yi her ziyaret ettiğinizde ikisini de orada görmeniz mümkün. Şenol Bey ise 30 yaşında ve radyo sinema-televizyon bölümü mezunu.

Kendilerine Ayrancı’yı neden tercih ettiklerini sorduğumuzda Ayrancı’da ikamet ediyor olmaları önemli bir neden olsa da asıl nedenin Ayrancı’da üçüncü nesil kahveci eksikliğini görmüş ve bu fırsatı değerlendirmiş olmak istemeleri olduğunu öğreniyoruz. Semtimizin Tunalı’ya ve Kızılay’a yakın olması nedeniyle Ayrancı’da ikamet eden özellikle gençler, semtte vakit geçirmiyordu. Ancak son birkaç yıl içinde semtimiz diğer sosyal aktivite alanları kadar aktif olmaya, akşam ve gece saatlerinde de canlı olmaya başladı. Bunun sağlayıcılarından biri de Owster Coffee. Genellikle akşam saatlerinde kafe oldukça dolu oluyor. 

Kafenin tercih ediliyor olmasının nedenlerinden biri de konumu. Elçi Sokak ile Güleryüz Sokak’ın kesiştiği yerde olan bu kafe açık bir bahçeye sahip ve oldukça estetik bir görüntüsü var. Bir diğer neden ise Ayrancı sakinleri ile kurdukları yakın ilişki. Herkes bir kafeye gidecekse güler yüzlü müşteriler ve esnaf bekler. Burada hem Gizem Hanım ve Dilan Hanım oldukça iyi ev sahipliği yapıyor. Aynı zamanda diğer esnaflarla da ilişkilerinin iyi olması semtte huzurlu bir şekilde esnaflık yapabilmelerine yardımcı oluyor. Gizem Hanım ve Dilan Hanım da Ayrancı semtinde olmaktan ve Ayrancı sakinlerine hizmet vermekten çok memnun olduklarını söylüyorlar ve teşekkür ediyorlar. 

Neredeyse her işletme için önemli bir süreç olan pandemide de çalışmaya devam etti Owster Coffee. Gel-Al hizmetine ek olarak online uygulamalardan da satış yaptılar. Kafede satılan ürünler ise espresso bazlı kahve çeşitleri (bunlar soğuk ve sıcak olarak sunulmakta), tatlı ve tuzlu yiyecekler ve yaz aylarında sıklıkla tercih edilen frap-limonata! 

OWSTER COFFEE
Elçi Sokağı No: 23 A.Ayrancı
0533 502 00 93