Bir bardak çayın mahalleyi birleştirdiği yerdi Dem Kafe
Bir mahalle düşünün bir kafenin etrafında kaynaşmış, bir kafe düşünün bir mahalleyi sarmalamış…
Sosyal medya hesabının başlığında “Dem küçük bir mahalle kafesi, 7 yıldır değişmeyen kalitesiyle sunduğu kahvaltısını mutlaka denemelisiniz” yazıyordu. Pandemiden beş ay önce kapanmış olmasına karşın, sıcacık hatıralarıyla hafızalarda yer etmiş bir mekân olan Dem Kafe nasıl açıldı, nasıl yaşadı, nasıl değişti, nasıl dönüştürdü? Tüm bu soruları bilmeyenlere “bak böyle bir yer vardı” demek için, bilenlere de tekrar anımsatmak istedik.

Bu çerçevede Dem Kafe’nin sahibi, emektarı Murat Özdağ ile telefonda görüşüyoruz. Kendisi ile Ayrancım Gazetesi için Dem Kafe üzerine konuşmak istediğimi belirtiyorum ve büyük bir nezaketle kabul ediyor bu isteğimi. Ardından hemen bir program yapıyor, birkaç gün sonra da Emek Kafe’de bir araya geliyoruz.
DTCF (Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi) İtalyan Dili mezunu olan Murat Bey sohbetimiz sırasında kendini yirmi beş senedir Ayrancı’da oturan bir Ankaralı olarak tanımlıyor. İş hayatında bağımsız olma, sadece kendine hesap verme isteğinden dolayı bir kurumda çalışmaktansa uzun yıllar ticaretle uğraşmış olduğunu ve son deneyiminin tatsız sonuçlanmasının ardından bir süre geriye çekildiğini ve ne yapabileceğini, ne yapmak istediğini düşündüğünü anlatıyor.
Bu süre zarfında oturduğu Gerede Sokak’ta, evinin karşısındaki binanın alt katında yer alan dükkânın sürekli el değiştirdiğini, kim gelirse gelsin bir türlü düzen kuramadığını ve sonunda dükkânı kapattığını gözlemliyor.
Hatta yıllar sonra bir komşusunun şöyle söylediğini anımsıyor gülerek: “Biz iddiaya girmiştik senin için. Biri üç ay sonra, bir diğeri beş ay sonra kapatır dedi. En uzun süre veren bendim ve sekiz ay sonra kapatır demiştim ama bak sen hepimizi yanılttın ve sekiz yıldır bu kafeyi işletiyorsun”.
Karşı dükkânın tekrar boş kalması üzerine “ben neden burada bir şey yapmayayım” diyor ve burayı yemek yapmayı da sohbeti de sevdiği için bir kafeye dönüştürmek istiyor. Ancak gel gör ki bir engelle karşılaşıyor: baca olmadığı için burada yemek yapamayacağını anlıyor. Ancak vazgeçmek olmaz, yemek pişirilmeyebilir ama şahane kahvaltılar hazırlanabilir. Sonrası badana, boya, tezgâh ve bilumum hazırlık aşaması.
Aslında yapmak istediği, hayata geçirmek istediği bir kafeden çok bir mahalle kültürünün yaratılmasına vesile olmak. Mahalleye ilk geldiğinde, sokakta ya da apartmanda karşılaşan insanların birbirini tanımadığı için “günaydın” demekten imtina etmesini, göz teması dahi kurmaktan sakınmasını yadırgıyor. Ve zamanla nasıl bir değişim yaşandığını Dem Kafe üzerinden anlatmaya devam ediyor Murat Bey.
“Dem Kafe’yi açtığımda ilk ziyaretçilerimiz tüm ailesiyle birlikte üst kat komşum kalp cerrahı Prof. Dr. İrfan Taşoğlu olmuştu” diyor. Sonraki yıllarda ilk ziyaretçi olmanın dışında Murat Bey’i kafede çalışırken geçirdiği kalp krizi sonrası hayata döndüren kişi de sevgi ve saygıyla andığı bu komşu oluyor.

Henüz mahalleden kimse gelmeye başlamamışken ilk müşteriler dışarıdan gelen insanlar, hatta oğlu Can’ın kreşten arkadaşlarının aileleri oluyor. Hazırlanan kahvaltılar “sıradan” olmasına karşın özenle seçilmiş malzemelerden oluşuyor. Reçeller evde Murat Bey tarafından hazırlanıyor, domateslerin kabukları soyuluyor, zeytinler, peynirler en iyilerden, zeytinyağları en kaliteli olanlardan alınıyor. Öyle ki bu kahvaltıların lezzeti Ankara sınırlarını aşıyor ve merak eden insanlar buraya uğrayıp kahvaltısını yapmadan gitmiyor. Bu konuda ekşi sözlükte yer alan bir yazı dâhi var: “…kahvaltıda sigara böreği, sosis, salam, patates kızartması gibi kalp damar tıkanıklığı veya kansere sebebiyet veren şeyler yok… sağlıklı, taze, ev yapımı ürünler yemek isteyen gitsin. Klasik kahvaltı ürünleri dışında zeytin yağı var, zahter var, bal var, kaymak var, ev yapımı reçel var. Yumurtayı o an haşlıyorlar; o yüzden içi yeşermiş yumurta gelmiyor. Kayısı kıvamında yumurta haşlayan tek yer olabilir. Çay termosla. Fiyatı kişi başı 25 lira”… Tabii bu rakamlar şu an bize hiçbir şey anlatmıyor olabilir ancak aradan geçen az bir zamanda alım gücü anlamında ne kadar geriye düştüğümüzün de bilgisini taşıyor.

Oluşan güven duygusu insanların çocuklarını Murat Bey’e emanet etmesine kadar varıyor. Okuldan gelen çocuğunu servisten alması ve Dem’de karnını doyurmasını rica edenlerin sayısı artıyor. Yavaş yavaş mahallelinin de uğrak yeri olmaya başlayan Dem Kafe’den kahvaltı dışında öğle yemekleri de hazırlaması isteniyor, hatta bu konuda yoğun bir talep oluşuyor. Ancak mutfakta bir baca olmadığı için yemek pişirmenin olanaksızlığı Murat Bey’in kararlılığı karşısında yeni bir çözümü de beraberinde getiriyor. Böylece karşı apartmanda yer alan evinin mutfağında yemek pişirmeye başlıyor. Yemekler evde pişiriliyor ve tencereler ile dükkâna taşınarak, benmari usulü sıcak kalması sağlanıyor. Üç kap yemek 15 liraya satılmaya başlanıyor. Amaç sadece para kazanmak değil elbette; bir mahalle kültürü yaratıp bu küçücük sokakta hoş sohbet eşliğinde hep birlikte yemeklerin yenmesi ve tanışıklıkların artması.

Sayısız doğum günleri ve kutlamalara ev sahipliği yapan mekânda bir süre sonra Dem Kafe dostları ve Murat Bey yeni bir uygulama başlatıyorlar: Komşuda Pişer Bize de Düşer! Her hafta Cuma günü, isteyen bir komşu oluşturduğu menü kapsamında o günün yemeğini pişiriyor. Malzemelerini Murat Bey alıyor ve yemeği yapacak olan komşuya teslim ediyor, yemekler hazır olunca da kafeye getiriliyor. Önceden rezervasyonunu yaptırmış olan komşularla birlikte yemekler yeniyor. Hem karınlar doyuyor, hem sosyalleşiliyor hem de bir dayanışma ruhu ortaya çıkıyor… Daha ne olsun!

O günlerde bir komşunun “Bir kısım acemi aşçı” imzasıyla kaleme aldığı bir yazı da bize çok şey anlatıyor: “Uyan, çocuğu uyandır, kahvaltı hazırla, kreşe uğra, işe git, çalış, işten çık, alışveriş yap, çocuğunu al, eve gel, yemek yap, yemek ye, televizyon izle, arabacılık/evcilik oyna, dişlerini fırçala, yat…
…
Taşınacaktım… Ev arıyordum… İşime yakın olsun, merkezi olsun, çarşı pazarı olsun, yeşili bol olsun istiyordum. Bu kriterlerde bir ev bulup taşındım. Artık yukarıdaki rutini bu evde yaşamaya devam ediyordum. Sonra bir gün sokakta bir hareketlilik oldu. Sokağımıza bir cafe açılacakmış. Tabelalar, masalar, sandalyeler derken sonunda hakikaten açıldı. Sabah kalkıp kreşe ve işe giderken yanından geçtiğim, boş dükkânın önündeki çiçeklerle güne başlıyordum artık. Akşam dönerken de o boş dükkân çay kahve içen bir şeyler atıştırıp sohbet eden insanlarla dolu oluyordu.
Kafelerin insana huzur veren bir yanı vardır. Lokanta gibi değildir kafeler. Karnını değil de ruhunu doyurmaya gidersin. Bir çay, bir kahve ama daha mühimi biraz yavaşlamak, iki çift laf etmek, günlük koşturmacanın üzerinde yarattığı toksik etkiden biraz olsun arınmak için… kâh yalnızlığının tadını çıkarmak için, kâh iki dost kelamı duymak için…
Dem cafe sokağımıza geldiğinden beri, sokağımızın çehresi değişti. Yıllardır aynı sokakta, aynı mahallede oturduğumuz ama hiç karşılaşmadığımız, tanışmadığımız komşularımızla biz yan yana geldik, aynı masada buluştuk, dost olduk, arkadaş olduk… Çocuklarımız bilgisayar, televizyon karşısından kalkıp sokakta oynamayı keşfetti. Dostları, arkadaşları oldu… Dem cafe olmasaydı bu sokak yine yeşil bir sokak olmaya devam edecekti… Şimdi Dem cafe var ve bu sokak rengarenk… Demli bir çayla, güzel bir kahvaltıyla ağız tadıyla yenen bir tostla, öğlen sakin sakin yenilen yemekle, dost sesleriyle, çocuk kahkahalarıyla boyanıyor sokağımız her gün onun sayesinde.
Hayatı paylaştığımız bu yerde biz bir kısım acemi aşçı olarak yemeklerimizi de paylaşmak için bir adım atmak istedik ve “Komşu da Pişer Bize de Düşer” ismiyle bir Cuma akşamı geleneği başlatmak üzere harekete geçtik. Cuma akşamları tüm dostlar akşam yemeğinde buluşuyoruz. Her hafta gönüllü bir komşumuzun hazırlayıp pişirdiği menüyü tadacağız. Elimizin hamuruyla aşçılığa soyunacak, ortaya çıkardığımız lezzetleri keyifli sohbetlerimize katık edip yiyeceğiz.
Hepinizi yemek yapmaya ve yemek yemeye ama en çok da hayatı paylaşmaya davet ediyoruz”.
Yıllarca devam eden, bir vakitler aynı sokağın sakinleri olmalarına karşın selam vermeden geçen insanları aynı sofrada buluşturan, yepyeni dostlukların yeşermesine zemin hazırlayan Dem Kafe bir süre sonra ekonomik zorlukların kapıyı çalmasıyla sona eriyor ve unutulmaz bir mahalle hatırası olarak o günleri deneyimleyen insanların hafızasında yaşamaya devam ediyor…

“Komşuluk için sıcak bir yuva oldu”
Hande İnal Altuntaş
İstanbuldan Ankaraya taşındığımda Gerede sokak ahalisine karıştığım zamanlarda Dem cafe ile tanıştım. Hemen yanında dükkanımı açtığım ilk günden Dem cafenin kapandığı güne kadar komşuluk, mahalle kültürünü yaşatması ve birleştiriciliği ile her zaman bana sıcak bir yuva olmuştur.Çoğu dostluğumuzu çay ve kahve eşlikçiliğinde bu kafede kurduk. Murat’ın ve Dem cafenin hiikayesi hiç bir zaman bitmeyecek.

“Arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet devam ediyor”
Levent Aygün
2013 senesinde Ayrancı’ya taşındım ve Dem Cafe ile tanıştım. Daha önce hiçbir yerde görmediğim bir misafirperverlikle karşılaştım. İşletmecisi ve sahibi Murat ile kısa zamanda arkadaş olduk.
Kafe gün içinde herkesin uğrak yeriydi ve akşam iş dönüşleri kafede mutlaka mola verilir, eve gitmeden önce çay içilir ve komşularla sohbet edilirdi. Murat’ın ayda bir düzenlediği komşu yemeği, sinema akşamları ve pazar sabahı kahvaltıları bize mahalleli olmamızı hatırlattı.
Şimdi Dem Cafe yok ama arkasında bıraktığı dostluk ve samimiyet hala devam ediyor. Teşekkür ediyorum. Özlüyorum…