Kantinci Fevziye anne ile 40 yıllık yolculuk

Kimi insanlar vardır, bulundukları yeri sadece güzelleştirmez; oranın ruhuna işlenirler. İşte Fevziye Aydın, nam-ı diğer “Fevziye Anne” de onlardan biri. 40 yıla yakın süredir Ayrancı’daki okullarda kantin işletmeciliği yapan Fevziye Aydın ile çocuklara olan sevgisini, mahalle kültürünü ve hafızasında yer eden anıları konuştuk. Buyurun, bu mahalle efsanesini bir de kendi ağzından dinleyin…

Ayrancı’daki okullarda kantin işletmeciliği yapan Fevziye Aydın, nam-ı diğer “Fevziye Anne

Fevziye Teyzeciğim, seni biraz tanıyabilir miyiz?

1964 doğumluyum. Kantin işine 1985-86 yıllarında başladım. İlk olarak Dikmen Lisesi’nde çalıştım. Tam 10 yıl orada kaldım. Daha sonra 1994 yılında Salih Alptekin İlköğretim Okulu’na, yani bugünkü okuluma geçtim. 31 yıldır Ayrancı’dayım ve buradayım.

Öğrencilerle kurduğun bağı bu kadar özel kılan neydi?

Ben çocukları çok seviyorum. Onlar benim her şeyim. Aç kaldıklarında içim rahat etmiyor. Onlar doyunca ben de doyuyorum. Bu işi sevmek zorundasın, özellikle çocukları. Yoksa bu kadar yıl sabredemezsin. Her biriyle bir bağ kuruyorsun. Kimisi hâlâ arayıp sorar, kimisi sokakta görür kucaklar.

Kantinci olmaya nasıl karar verdin?

Eşim fırıncıydı. Kantincilik fikri ondan geldi. “Gel birlikte yapalım” dedi. Ben de girdim bu işe. İlk başta tereddütlüydüm ama sonra çocukların arasında olmaktan öyle keyif aldım ki bir daha kopamadım.

Çocuklarla yaşadığın unutamadığın anılar var mı?

Saymakla bitmez… Kimi zaman çocuklar para veremedi ama ben yine de aç göndermedim. Kimi zaman bir mektup geldi, “Bu kızı severim ama sen ver” diye, çöpçatanlık bile yaptım!

Bir keresinde biri kavga edecek diye okula bıçak getirmişti. Ekmek bıçağıydı ama yine de tehlikeliydi. Olay çıkmadan elimden aldım, babasını aradım, tatlıya bağladık. Bazen de sivil polislerle tartıştım çünkü okul çevresinde izinsiz satış yapıyorlardı. Çocukları korumak için ne gerekiyorsa yaptım.

Çocuklar en çok hangi yiyecekleri seviyordu?

En çok hamburger ve patates kızartması. Ama patates kızartması yasaklandı. Eskiden her şey daha doğaldı, daha samimiydi. Şimdi kurallar çok fazla. Kola, cips, gazlı içecekler, top sakız bile yasak artık. Ama çocuklar yine de gelir, “Fevziye Anne hamburger var mı?” diye sorar.

Bu kadar öğrenci içinden nasıl bu kadar çok şeyi hatırlıyorsun?

Hafızam kuvvetlidir. Mesela biri “ben o saz çalan çocuğun arkadaşıydım” deyince hemen tanırım. Zaten onlar da beni unutmuyor. Hâlâ “anneanne” diyen var, karnını doyurduğum öğrenciler bugün kendi çocuklarını okula getiriyor. “Sen bizim annemiz gibiydin” diyorlar. Bu en büyük mutluluk.

Ayrancı ile bağını nasıl tanımlarsın?

Ayrancı benim evim. Sessiz, sakin bir mahalle. Gençler huzurlu, sokaklar güvenli. Komşuluk ilişkileri çok güçlü. Herkes birbirini tanır, kimin ne derdi varsa sahip çıkar. Marketimiz az, asansörsüz eski binalarımız var, evet… ama Ayrancı’da yaşam huzurlu.

Mahalle kültürü sence değişti mi?

Evet, bazı şeyler değişti. En çok da saygı azaldı. Çocuklar artık kararsız, büyük-küçük ilişkisi zayıfladı. Aileler özgüven vereceğim derken saygıyı unutturuyor. Bu da toplumda bir çözülmeye neden oluyor. Ama ben hâlâ çocuklara “aşkım, kuzum” diye hitap ederim. Sevgi ve saygıyla yaklaşırsan, karşılığını alırsın.

Ayrancı’da yaşamın en güzel yanı nedir?

Güven. Çocuklar sokağa çıkabiliyor, yaşlılar komşusundan destek alabiliyor. Eczacısından bakkalına kadar herkes tanıdık. Mahalle gruplarımız var, bir sorun yaşanınca hemen herkes örgütleniyor. Bir eczane haksızlık yaptı mı, bütün mahalle ayağa kalkar. İşte bu mahalle bilincidir.

Son olarak, Fevziye Anne’den bir mesaj?

Ben çocuklar için yaşıyorum. Onlarla gülüp oynamadan duramam. Bir gün kantini bırakırsam bile, yine bir şekilde çocuklarla olurum. Çünkü onların enerjisi beni hayatta tutuyor. Şunu unutmasınlar: Fevziye Anne her zaman onların yanındaydı, hâlâ da öyle.

Mekânın ve hikâyenin  başlangıcı: Çarşı Undan Mamuller

Ayrancı mahallesi yıllar içinde değişse de bazı mekânlar hâlâ bu mahalle kültürünün izlerini taşıyor. Ve bu değişimin ortasında mahalle halkının bir araya geldiği, sohbet ettiği, dostluklar kurduğu noktalar var.

Bunlardan biri de Çarşı Undan Mamuller. Yaklaşık 16 yıldır mahallelinin buluşma noktası haline gelen bu dükkân; sadece güzel kurabiyelerin, çok lezzetli zeytinyağlıların ve ev yemeklerinin satıldığı bir yer değil; aynı zamanda komşuluk bağlarının yeniden kurulduğu ve şekillendiği bir aile ortamı…

Mekânın kurucusu Semiha Sunalı buranın temeli; zincirin ilk halkası ve herkesi bir arada tutan birleştirici halka…

Çarşı’nın sahibi Semiha Sunalı ve ekibi

Çarşı’nın hikayesi nasıl başladı? Ayrancı’nın bu büyülü mekanını Semiha Hanım’dan dinleyeceğiz.

Önce sizi tanıyalım Semiha Hanım, biraz kendinizden bahseder misiniz?

1990 yılında, üniversiteyi kazandıktan sonra Ankara’ya taşındım. İktisatçıyım. Üniversite son sınıftayken finans sektöründe stajyer olarak çalışmaya başladım ve uzun yıllar yatırım danışmanı çalıştım. Ancak finans sektörü çok zorlu bir sektördü, insanı hem zihnen hem de duygusal olarak yıpratıyordu. Para ve insan bir araya gelince; insanların sokakta ya da normal hayatta görmediğiniz maskesiz hâlleriyle karşılaşıyordunuz

Peki yeme içme sektörüne geçmeye nasıl karar verdiniz? Dükkân açma hikayeniz nasıl oldu?

Zamanla finans sektöründe çalışmaktan çok yoruldum ve 2006 yılında işten ayrıldım. Kendi yolumu çizmek, kendi işimi kurmak istedim. O sırada yakın bir arkadaşım, unlu mamuller üreten bir markaya sahipti ve “Sana unlu mamuller üzerine, mahallede bir yer açalım” dedi.

Arkadaşımla oturup plan yaptık; ben iş kadınıydım, mutfakla haşır neşir değildim. Bu nedenle önce arkadaşımın yönlendirdiği bir firmada üç ay boyunca stajyer olarak çalıştım.

O arada dükkânı tuttuk ve başlangıçta satış yapmak üzere, Ankara’nın ilk süpermarketlerinden Beğendik’in ürünlerini satmaya karar verdik. İlk başta çok küçük bir işletme olduğum için çok olumlu yaklaşmadılar. “Sen butik bir yer açacaksın, ne kadar satış yapacaksın ki.” Sonra ben biraz ısrarcı çıktım. “Ben sizin ürünleriniz satmak ve bu dükkânı tutturmak istiyorum, finans sektörüne dönmek istemiyorum” dedim. Onlar da herhalde beni bu kadar kararlı ve istekli görünce ikna oldular.

Ben ürün alıp satıyorum ama aslında aklımda hep kendi yaptığım ürünleri satmak vardı. İşte aradan bir sene geçmiştir, ben artık yavaş yavaş yapmayı da öğrendim. Ondan sonra kendi ürünlerimi sunmaya başladım.

Burada tek başınıza mı çalışıyorsunuz? Ekibiniz var mı?

Emine Hanım var onunla çalışıyoruz. Daha sonra işlerimiz yoluna girince mutfakta çalışanlarımız oldu, birlikte çalıştığımız kadınlar oldu. Bir ara bir kızımız vardı. Üniversiteyi Ankara’da kazanmış ama okuyacak durumu yoktu. O üniversiteyi burada part-time çalışarak okudu. Dersten çıkınca geliyordu akşam, kapanıncaya kadar duruyordu. O çocuk öyle okudu ve şimdi çok iyi bir kimya mühendisi oldu.

Dükkandaki menünüz zamanla mı şekillendi?

Evet menü zamanla şekillendi. İnsanlar buraya bugün ne var acaba diye merak edip gelsin istedik. Tam menümüz olmasın, insanlar merak etsin, Çarşı’da değişik bir şey çıkmıştır gidip bakayım diye gelsin istedik. Her zaman olan ürünlerimizin yanında her gün bir iki çeşit de sürpriz eklemeye karar verdik. Gerçekten de insanlar merak ediyordu. Bugün ne çıktı? Ne yaptınız? diye telefon ediyorlardı.

Burası sadece bir yeme içme mekânı değil gibi… İnsanların ahbaplık ettiği, gününü geçirdiği bir durak gibi olmuş. Bu bağı nasıl kurdunuz?

Burayı ilk açtığımızda dört masamız vardı. Çok masamız olmadığı için kimsenin ayrı masası olamıyordu. Mecburen beraber oturmak zorunda kalıyorlardı. Beraber oturunca da susup oturmuyorlardı. Sonra burada dost olmaya başladılar birbirleriyle. Birlikte oturarak, yavaş yavaş arkadaşlık yapmak zorunda kaldılar aslında. Sonra da onun tadını alınca kendiliğinden beraber oturmaya başladılar. Arkadaşlık, ahbaplık etmeye başladılar. Birisi bir gün gelmezse birbirlerini arıyorlardı. O duygu herkese iyi geldi.

Yılbaşı gecelerini de kutlardık burada, pandemiye kadar da kutladık. En güzel en unutamadığım anılarımın çoğu yılbaşlarına dair sanırım. Çok güzel, çok eğlenceli olurdu. Küçücük yerde çok güzel eğlenirdi insanlar. O çok hoşuma giderdi, mutlu olurdum.

Peki Ayrancı’da komşu olmak ne ifade ediyor sizin için? Ayrancı sizin için ne ifade ediyor?

Burada komşularımla kendimi güvende hissediyorum. Yani burada bir şey olduğunda, aman dediğin zaman bir sürü insanın koşabileceğini biliyorsunuz. Kadınlar için de öyle, mahallede oturan bir kadına bir şey olduğunda en az yüz kişi koşabilecek bir yer burası.

Ben buraya Ayrancı’ya işte okulumun son dönemlerinde geldim. O kadar sevdim ki Ayrancı’yı hiç ayrılmak istemedim, hiç başka semtte de yaşamak istemedim.

Çarşı Undan Mamuller ve Mangiare: Mahallede dayanışmanın hikayesi

Çarşı, şimdi de bir dayanışma hikayesiyle karşımıza çıkıyor.

Yaklaşık bir yıl önce, Semiha Hanım’ın önce müşterisi, sonradan ahbabı olan Ahmet Bey ve Harun Bey ile Çarşı’da yeni bir şeyler denemeye karar veriyorlar. Semiha Hanım’ın tecrübesi, Ahmet Bey’in aşçılığı ve Harun Bey’in desteği birleşince ortaya Çarşı’nın yanı başında yeni ve şirin bir dükkân beliriyor. Mangiare! İtalyanca’da yemek anlamına geliyor.

Bugün Çarşı Undan Mamuller’in hemen yan tarafına açılan olan Mangiare, yalnızca bir sandviç dükkânı değil; emeğin, uyumun ve mahalle dayanışmasının bir başka hikâyesi. Mangiare’nin hikayesi biraz alışılmışın dışında; geri kalanını onlardan dinleyelim.

Mangiare’nin hikayesi…

Nasıl bir araya geldiniz?

Ahmet: Ben Çarşı’ya önceleri müşteri olarak geliyordum. Kahve içip oradan da işime gidiyordum. Her gün gidip geldikçe ben de buranın büyüsüne kapıldım ve Semiha ablayla arkadaş olduk. Sonra işten ayrıldığım dönemde yaklaşık bir hafta boyunca onlara yardım ettim, beraber yemek yaptık.

Semiha: Ahmet işten ayrılmıştı ve bana çok yardımcı oldu. Mutfağa girip sürekli fikir veriyordu: “Abla şöyle yapalım, abla böyle yapalım” diyordu. Sonunda dedim ki, “Gel o zaman beraber yapalım!

Ahmet: O kadar uyumlu bir şekilde çalıştık ki, adeta kader ağlarını örmüş gibiydi. Her şey zamanlamayla oldu. Gerçekten çok şanslı olduğum anlardan biriydi.

Peki Mangiare nasıl doğdu?

Semiha: Şimdi ben 16 yıl aynı işi yaptım. Bir noktadan sonra insan ister istemez sıkılıyor, bir yol ayrımı gibi bir şey geliyor. Mangiare’de, şu anda diğer ortağımız Harun’la birlikte “Hadi biz de dükkânı geliştirelim, daha ileriye taşıyalım” dedik. Sonra Harun’la birlikte işin içerisine Ahmet’i de dâhil ettik.

Ahmet: Semiha abla ve Harun’la önce meze çeşidini artırdık. Sonra yan dükkânı tutmaya karar verdik. İlk başta burayı bir kafe gibi değerlendiriyorduk. İçeride masa sandalyeler vardı ve biz aslında burayı biraz daha geliştirmek, bir konsept kazandırmak istiyorduk. Çünkü dükkân böyle hikâyesiz gibi duruyordu.

Bir gün Semiha ablaya, “Burada sandviç yapabilir miyiz?” diye sordum. Sonra hep birlikte konuştuk ve denemeye karar verdik.

Semiha: Ahmet sürekli yeni şeyler deniyordu. Gece çalışıp sabah “Abla bak, yeni bir sos yaptım” diye getiriyordu. Böyle deneye deneye, tada tada bir menü ortaya çıkarttık.

Buranın büyüsünü koruyarak başardık

İki farklı işletme dayanışması mahalleli tarafından nasıl karşılandı?

Tepkiler çok olumlu oldu. İnsanlar çok iyi karşıladı. İtalyan sandviç burada farklı bir hikâye oldu aslında. Bir yandan insanlara alışılmışın dışında bir şey göstermiş olduk ama aynı zamanda bu yapının ruhunu da bozmadık. Bence bu da hoşlarına gitti. Yani farklı bir deneyim sunduk ama buranın düzenini, büyüsünü koruyarak yaptık.

Peki bundan sonraki bir hayaliniz ne? Dükkanla ilgili planlarınız var mı?

Ahmet: Biz zaten şu anda buraya yoğunlaşmış durumdayız ve buradan mutluyuz. Gelecekle ilgili hayallerimiz ise başka yönlere yeni arkadaşlarla, yeni istihdam alanları oluşturmaya yönelik. Ama bunu yaparken buranın konseptini bozmamak çok önemli.

Röportajı sonlandırırken hem bir işletmeci olarak hem bir çalışan olarak söylemek istediğiniz şeyler var mı?

Semiha: Bir yerden başlamak gerekiyor ve bence en önemlisi insan yetiştirmek. Bir insanın hayatına dokunup ona bir şeyler kazandırabilmek çok değerli. Sonra bunu gördüğünüzde insan gerçekten mutlu oluyor.

Çarşı’yı biraz da komşulardan dinleyelim

Çarşı’yı hem Ayrancı’da çocukluğunu yaşamış hem de yıllardır Çarşı’nın müdavimlerinden biri olan Ali Cemal Çağatay’dan dinliyoruz.

Ali Bey 1960 yılında Ayrancı’da doğmuş, o günden beri de burada yaşıyor. Ailesi, 1927’de Ayrancı’ya gelmiş, kendisi 3. kuşak oluyor. Ali Bey bize hem Ayrancı’yı hem de Çarşı Undan Mamuller’in bugün için taşıdığı anlamı anlattı. Doğrusunu isterseniz kendisi Ankara ve Ayrancı’ya dair ayaklı bir ansiklopedi gibi… Dinlerken neler neler öğrendik ve bu sohbetin burada bitmeyeceğinin sözünü aldık.

Ben Ayrancı’nın o eski günlerini çok iyi hatırlıyorum. O zamanlar tek katlı, bahçeli gecekondular vardı, aralarında da üzüm bağları… 1960’ların ortasında Meclis yapılıp sefaretler kurulunca iki katlı evler yükselmeye başladı. Ardından bakkallar, manavlar, küçük dükkânlar açıldı. Ama bütün bu değişime rağmen Ayrancı’daki mahalle kültürü hiç kaybolmadı. Yıllar içinde pek çok kişi başka yere de taşındı ama ben hep şunu söyledim: Ayrancı’nın yeri başka. Burada hâlâ güvenle dolaşabiliyorsunuz, komşuluk var, sosyal doku çok güçlü. Ayrancı bu yüzden benim için hâlâ eşsiz.

Ali Bey, bugün Ayrancı’da hala mahalle kültürünü yaşatan mekânlardan biri de Çarşı Undan Mamuller. Çarşı sizin için ne ifade ediyor?

Çarşı’nın hikâyesi çok ilginçtir aslında. Biz Semiha’yı hiç tanımazdık. Yıllarca finansçı olarak çalışmış, sonra gelip böyle bir yer açmaya karar vermiş. Semiha burada ekmek, poğaça satmaya başladı ama işin sırrı şuydu: Mahalleli bir zaman sonra onu tanıdı, tanıdıkça benimsedi ve yanında durdu. Kadınlar çok destekledi mesela; biri onunla dolma sardı, biri börek yapmayı öğretti, biri dedi ki “Hadi gel üç çeşit yemek çıkartalım” Burası böyle böyle büyüdü.

Sonra ne oldu biliyor musunuz? Daha önce sadece günaydın, merhaba deyip geçen insanlar burada oturup ahbap olmaya başladılar. Bazen diyorum Semiha’ya, keşke günlük tutsaymışız. Vallahi on tane dizi çıkardı buradan. Her çeşit insan gelmiştir buraya, hepsi bir şekilde buranın hikâyesine dahil oldu.

Sonra yan tarafa yaklaşık bir yıl önce Mangiare açıldı. Ahmet, Harun ve Semiha birlikte girdiler bu işe. Önce meze evi olarak düşündüler, sonra İtalyan sandviçlerine dönüştü. Çok da iyi oldu çünkü Ayrancı’da böyle bir yer yoktu.

Ama işin özünde Semiha artık bizim ailemizden biri. Benim çocuklara matematik derslerinde çok yardım etmiştir, evimizin anahtarını bırakabileceğimiz, gözümüz kapalı güvenebileceğimiz biri oldu. O yüzden biz artık sadece bir esnaf-müşteri ilişkisi değil; abi kardeş gibiyiz.

Burada öyle bir bağ var ki, iki gün gelmeyeyim, mutlaka biri arar: “Hayırdır, niye gelmedin, bir şey mi oldu” diye sorar. Bu sadece bana değil, buraya gelen herkese olan bir şey. İşte burayı özel kılan da bu!

Çarşı Undan Mamuller, bir dükkândan çok daha fazlası. Burada kurulan sofralar dostluklara, paylaşımlar dayanışmaya dönüşmüş ve hala da öyle. Ayrancı’nın kalbinde, kapısından giren herkesin kendini evinde hissettiği, küçük ama sıcacık bir dünya yaşatılıyor. Bu röportajı yaparak onların hikayesini sizlere duyurup, sizleri de bu dayanışma davet ettik. Umarım bir gün Çarşı’da aynı masalarda karşılaşırız!

Not: Röportajın deşifre edilmesinde desteğini esirgemeyen ve aslında bu röportajın gerçekleşmesine vesile olan sevgili Anıl’a, fotoğraflar için ise Burak Bey’e çok teşekkür ederiz.

Çarşı Undan Mamüller
Mangiare Ayrancı

Ali Dede Cad No:15/D Ayrancı/Ankara
@mangiaresandwich

Ev yemeklerinin dile geldiği yer: İclal Mutfağı

Burası sadece bir lokanta değil, yıllardır mahalle sakinlerinin ev yemekleriyle buluştuğu, güvenle kapısından içeri adım attığı bir yuva gibi. Bu özel mekânın kurucusu İclal Hanım, aslında emekli bir memur. Ancak o, emekli olduktan sonra hayalini gerçeğe dönüştürerek, sevgiyle yaptığı yemekleri mahalle halkıyla paylaşmaya karar vermiş ve bu süreçte kendi küçük mutfak ailesini de oluşturmuş. 

İclal Mutfağı (Güvenlik Caddesi)

İclal Hanım’ın mutfağı, ticari kaygılardan çok, insanlara iyi yemek sunma ve bir arada olma duygusuyla şekillenmiş. Ayrancı’ya duyduğu sevgi, yemek yapmaya olan tutkusu ve insanlara dokunma isteğiyle, yıllardır bu işi ilk günkü heyecanıyla sürdürüyor. Mahalle esnafıyla güçlü bağlar kuran, müşterilerini ailesi gibi gören, çalışanlarına bir iş kapısı açarken onları mesleğe kazandıran bu güçlü kadının hikâyesi, aslında sadece bir lokanta hikâyesi değil; Ayrancı’da emek, sevgi ve dayanışmanın en güzel örneklerinden biri.  

Bendeniz sonradan Ankaralıların tesadüf sonucu keşfettiği ve müdavimi olduğu bu şirin lokantayı sizlerle paylaşmak için İclal Hanım’ın serüvenini burada anlatmaya niyet ettim. Sağ olsun o da beni geri çevirmedi.  

Benim için ayrıca önemine gelince, bu sıcak ve samimi lokanta, yeni taşındığım bu şehirde kendimi yabancı hissettiğim anlarda adeta bir sığınak oldu. Ev yemeğinin sıcaklığıyla içimi ısıtan, en mutlu anlarımızı kutladığımız ve şehre yeni gelen herkesi koşa koşa getirdiğim, günümü güzelleştiren bir yer haline geldi.  

İclal Mutfağının sahibi İclal Aydın

Buyurun efendim, İclal Hanım’ı dinleyelim. 

Merhaba İclal Hanım, sizi biraz tanıyabilir miyiz, bize kendinizden bahseder misiniz? 

Doğduğum yer, Kayseri-Pınarbaşı, Karakuyu. Ama 8 yaşından beri Ankara’dayım. Tahsil hayatımı Ankara’da tamamladım. İlkokul, ortaokul, üniversite hepsi Ankara… Ankaralı sayılırım aslında. Üniversitede iktisat okudum, emekli memurum. Emekli olduktan 10 yıl sonra da burayı açtım. Yaklaşık 18 yıldan beri de burada çalışmaya devam ediyorum. 

Emekli olduktan 10 yıl sonra tekrar çalışmaya karar verip “İclal Mutfağı”nı açmışsınız. İşe başlama serüveniniz nasıl oldu? 

Ben emekli olduktan hep başka bir şeyler yapma hayali içindeydim. Her zaman misafir ağırlamayı çok sevdim, misafirler için yaptığım yiyecekler çok beğenilirdi. En iyi yaptığım şey nedir düşündüm: Bir tane yemek yapayım, yanına da pasta, çörek, börek yapayım diye niyetlendim. O arada çocuklar da büyümüştü, artık rahatça çalışabilirim dedim ve İclal Mutfağı’nı açmaya karar verdim. 

Tabi ben iktisat mezunu, emekli bir memurum, eğitim olarak bakınca aslında yemekle bir alakam yoktu ama yemek yapmak her zaman kişisel hevesimdi ve halen de öyle.  

Ayrancı benim aşkım  

Ayrancı’yı neden seçtiniz?  

Ayrancı Ankara’da en sevdiğim semt.  Burada genci ve yaşlısıyla yalnız yaşayan epey komşumuz var.   

Onlara ev yemeği, anne yemeği, sağlıklı yemek ulaştırayım istedim. Bu işe aslında ticaretten çok biraz sosyal sorumluluk projesi gibi baktım.  

Ticaretten hiç anlamam zaten, herhalde bu da memurluktan gelmemle alakalı. Para alırken hâlâ utanıyorum. Burayı açalı yaklaşık 18 yıl oldu, ama kasada para alırken hâlâ bunalıyorum; hiç hoşuma gitmiyor.

Tek hedefim işe yaramak, iyi bir şey yapmaktı. Bu yüzden başladım ve çok şükür, hedefime ulaştım. Hiçbir zaman hırslı biri olmadım, sadece yaptığım yemeğe odaklandım. Asıl amacım her zaman sağlıklı yemekler yapmaktı. Kâr edip etmemek benim için ikinci planda oldu.  

Peki ekibiniz İclal Hanım? Biraz ekibinizden bahseder misiniz?  

İlk açıldığımızda ekibimizde 6 kişi vardı. Şunu da eklemek gerekir, biz burayı 3 kardeş kurduk, 2 yıl sonra kardeşlerim ayrıldı, ben onlarsız devam ettim.  O zamandan beri; 18,5 yıldır mutfak ekibi hemen hemen aynı, ekibimizle aile gibiyiz. Aile müessesi demek daha doğru bizim için.  

Ekibimde kimse mesleğe profesyonel olarak başlamadı, hepsi burada yetişti. Burada çalışan personelleri de en başta seçerken evde oturanları, daha önce hiç çalışmayan kişileri seçtim.  Onlar, mutlaka çalışmanın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlasınlar istedim. Kadınların kendi parasını özgürce kazanıp harcaması, o duyguyu tatmaları… En büyük dilediğim oydu.  

Ben de profesyonel değildim yemek konusunda, ben de bildiklerimi öğrettim onlara. Ben de iyinin daha iyisinin peşindeydim. Arkadaşlarım da çok güzel uyum sağladılar bana ve beni geçtiler.  Benden daha iyisini yapıyorlar şimdi. Çok temiz çok güzel insanlarla çalışıyorum. 

Bir de aile fertleri de işin içinde. Eşim ve çocuklarım da kendi başka işleri de olsa onların da desteği oluyor.  Bu iş yardımlaşma olmadan olmaz.  

“Sadece ekip değil aile gibi olan, Ayrancı halkı da ailem gibi.” 

Biraz lokantadan bahsedelim; gündelik işleyiniz nasıl İclal Hanım? Neler pişiriyorsunuz? 

Günlük olarak lokantada toplam 42 çeşit ürünümüz var; iki çeşit ana yemek, zeytinyağlılar, tatlı ve kurabiye çeşitlerimiz ve salata çeşitlerimiz. Bunların hepsi günlük olarak çıkıyor ve her ürün bir tencere, birer tepsi olarak çıkıyor.  Seri üretim şeklinde yapmıyoruz. Bir ürün bitince o gün tekrar yenisi yapılmıyor. Aynı ev gibi aslında. 

Aylık menüler hazırlıyoruz, 1 ay boyunca ne yapacağımız belli oluyor.  Bir et ağırlıklı bir sebze ağırlıklı olmak üzere iki ana yemek oluyor. Çorba, pilav, et kavurma bunlar her gün oluyor.   

Peki, biraz daha Ayrancı’dan devam edelim. Ayrancı’da mahalle ile ilişkileriniz, mahalle esnafı ile ilişkileriniz nasıl? 

Mahalle esnafıyla ilişkilerim çok iyi. Zaten tüm alışverişimi esnaftan yaparım. Karşımdaki manavdan, karşımdaki marketten günlük alışverişimizi yaparız. Bakliyat gibi bazı ürünleri toptan aldığımız için büyük tedarikçilerden temin ediyoruz. Ancak özellikle sebzemizi esnaftan alırız; anında alınır ve tüketilir. Benim stoğum yoktur.

Ben de burayı keşfettiğimden beri her geldiğimde onu fark ediyorum, çoluğu çocuğuyla ailecek gelen insanları çok görüyorum. 

Bekarken gelmeye başlıyorlar, evleniyor, çocuğu doğuyor ve onunla geliyorlar.  Can var, benim ilk torunum derim, şimdi 18 yaşında. Hiç unutmuyorum, Can’ın annesi, Can’a hamileyken bizim eski küçük dükkâna geliyor. Aile fertlerinin de lokantadaki yemeği yediğini görünce güvenip temizdir diye geliyorlar.  

Ben de o gün uydurup bir lahana çorbası yapmışım, kendi kafama göre şunu koyarsam şu olur diyerek. Onu yemişlerdi. Çok beğendiler ve ondan sonra hep gelmeye başladılar ama ben o lahana çorbasını bir daha aynı lezzette yapamadım

Burada aile gibiyiz ve bu çok güzel.

Peki bu semtte yaşamak burada işletme sahibi olmak size ne hissettiriyor? 

Ayrancı, Ankara’nın simgelerinden biri; eski bürokratların oturduğu, nezih bir semt. Ayrancı’ya sonradan gelen de buraya uyumlanıyor.   

Aslında evlilik döneminde, eşim de ben de memur olduğumuz için yaşamımız hep lojmanlarda geçti. Memurken bir dönem burada Ayrancı’da lojmanda oturdum. Kendi evimize geçtikten sonra temelli burada yaşamaya başladık. Ayrancı’da aile gibiyiz ve aile olmak çok güzel.  

Ayrancı’ nın eski günlerinden güzel bir anınızı sorsam aklınıza ilk ne geliyor? 

Ayrancı’da oturduğumuz ilk yıllarda lojmanda kaldığımız zamanlar, Şimşek Sokak’ın o karlı geceleri aklıma gelir. Çam ağaçlarına karlar yığılmıştı, o milenyum döneminde müthiş bir Şimşek Sokak vardı. O eski hali çok güzeldi. Şimdi çok kalabalıklaştı. Çok özel bir sokaktı, çift yönlü, çok güzel bir sokaktı; şimdi ise oldukça kalabalıklaştı.

Peki İclal Hanım, eklemek istedikleriniz var mı?  

Burayı şimdiki aklımla 18,5 yıl önce açsaydım, hedeflerim çok daha farklı olurdu. Ben sadece işe yaramak için açmıştım ve hedefimi fazlasıyla tutturdum. Bundan sonra nasıl olur? Tabi artık 18,5 yıl bu iş için uzun bir süre. Bu süre boyunca her gün buradaydım, hâlâ da buradayım. Çok mutluyum çalıştığım için ancak bazen çok yorgun oluyorum. Artık bırakmam gerektiğini düşünüyorum bazen ama ben, insanlara verdiğim hizmette aksama olduğunda bırakırım gibi geliyor.

Gerçekten insanların yüzünde mutlu bir ifade ile buradan çıkarmak, o kadar büyük bir mutluluk ki, tüm yorgunluğunuzu unutuyorsunuz. İyi niyetle, dürüstlükle, severek yapılan her işin geri dönüşü çok güzel oluyor ve mutluluk veriyor insana.

Çalışmak çok güzel, baktığınızda ben iki emeklilik dönemi çalışmış oluyorum. İlk işe başladığınızda o 20 yıl hiç geçmeyecek gibi geliyor. Ondan sonra bir an önce emekli olmayı iple çekiyorsunuz, zannediyorsunuz ki emekli olunca yapamadığınız her şeyi yapacaksınız. Ama öyle değil hayat… 

Aslında hayat; yaşadığınız günün tadını çıkarabiliyorsanız ya da çıkarmaya çalışıyorsanız güzelleşiyor.   

Babam hep ‘Aklı olanın nasibi olur’ derdi. Allah’ım, aklı vermiş, fikir vermiş, sağlıklı bir beden vermiş. Bunu gerektiği gibi kullanmak lazım. Olumsuz şeylerden uzak durmak, onlara odaklanmamak lazım. O zaman hem yaptığınız işin getirisini görüyorsunuz hem de hazzını yaşıyorsunuz.

Güzel bir şey yaptığımı düşünüyorum, iyi ki de yapmışım diyorum. Ayrancı çok güzel bir semt, Ayrancı insanı çok güzel, burada yaşadığım için çok mutluyum ve çok da şanslıyım.

Dilerim herkes dilediği gibi, istediği gibi yaşasın.

İCLAL MUTFAĞI
İclal AYDIN
Güvenlik Caddesi No:67/D A.Ayrancı
(0312) 426 60 44
@iclalmutfagi