Bir idealin peşinde: Artopia Sanat Galerisi

Sanatla kurulan yol, bazen yalnızca düşünsel üretimle değil, fiziksel mekânlarla da ete kemiğe bürünür. Artopia Sanat Merkezi, tam da böyle bir üretimin ürünü olarak Ayrancı semtinde, Cinnah Caddesi’nde doğdu. Burada, bireysel bir düş ile kamusal bir sorumluluk kesişiyor; sanat, mahallenin dokusuna usulca karışıyor.

Artopia’nın kurucuları Sevgi Yılmaz-Mehmet Yılmaz

Artopia’nın kurucuları (Sevgi-Mehmet Yılmaz), için sanatla yolculuk, çocukluk yıllarında çizgi romanların renkli dünyasında atılmış bir ilk adımla başlamış. Zamanla duvarlara asılan ilk tablolar, yerlerini yüzlerce eserin oluşturduğu bir koleksiyona bırakmış. Onlar için estetik bir beğeninin ötesinde; yaşama dair bir duruş, bir varoluş biçimi haline gelen bu süreç, onları kendi sanat mekânlarını kurmaya yönlendirmiş.

Artopia isminin kökeni de yolculuğun bir özeti gibi. “Art” ve “Utopia” sözcüklerinin birleşimiyle türeyen bu ad, sanatın taşıdığı idealist yükü ve düşlenen dünyaları çağrıştırıyor. Mehmet Ali Bey, Mülkiye yıllarında aldıkları ağır siyaset felsefesi dersleriyle, Platon’dan Campanella’ya kadar ütopyacı düşünürlerin dünyasında gezindiklerini anlatıyor. Mülkiye yıllarında edindikleri ütopya düşüncesinin, sanatla birleşerek Artopia’da vücut bulduğunu söylüyor: “Öğrencilik dönemimizde ütopya hep konuştuğumuz bir şeydi. Şimdi sanatla bütünleşerek bu özlem somut bir mekâna dönüştü.

Sanatı yalnızca bireysel bir uğraş olarak değil, toplumsal bir sorumluluk olarak gören Artopia, galericiliği, sivil toplumla sanat arasında bir köprü inşa ediyor. Kuruculardan Mehmet Ali Yılmaz, aynı zamanda Mülkiyeliler Birliği Başkanlığı görevini yürütüyor. Bu iki sorumluluğun birbirine paralel ilerlediğini belirterek, “Orası da burası da kamusal iş baktığımızda” diyor. Ona göre, “Sanat, hayatı ve yaşantıyı takip eder.” Bu anlayış, hem koleksiyonlarındaki seçimlere hem de galeri programlarına sinmiş durumda.

Artopia Sanat Galerisi

Artopia’nın Ayrancı’da, özellikle Cinnah Caddesi gibi güçlü bir aks üzerinde konumlanması da rastlantı değil. Kuruculardan Sevgi Yılmaz, Ayrancı’nın çocukluğunun geçtiği bölge olduğunu belirterek, galerinin mekânsal belleği ile kendi geçmişi arasında gizli bir bağ kuruyor: “İlkokulu, ortaokulu, liseyi burada okudum. Kaykayla dolaştığım sokaklarda şimdi bir sanat mekânı açmak, benim için çok özel bir his.

Galeri, sadece bir sanat mekânı değil; aynı zamanda bir yaşam alanı. Kurucular, eş olmanın yanında iş ortağı olmanın getirdiği profesyonel uyumdan söz ediyor. Sevgi Yılmaz, “Buraya adım attığımızda iş ortağı kimliğimiz öne çıkıyor” derken; Mehmet Ali Yılmaz ise, yıllardır hayatı birlikte paylaşmanın getirdiği kader birliğinden söz ediyor Koleksiyonerlikten galericiliğe geçiş, sanatın farklı yüzleriyle temas etmeyi de beraberinde getirmiş. Artık sadece almak değil, satmanın, paylaşmanın ve temsil etmenin sorumluluğunu taşıyorlar.

Ayrancı ile kurdukları ilişki şimdilik yeni yeni filizleniyor. Mahalle sakinlerinden gelen sıcak tepkiler, galerinin geleceği için umut verici bir tablo çiziyor. “Burada daha ne sürprizlerle karşılaşacağız bilmiyoruz” diyorlar, ama hissettikleri şey belli: Potansiyel yüksek. Sevgi Yılmaz, “Bir ressamla iletişim kuracağız diyoruz, bir bakıyoruz, bir arka sokakta atölyesi var” diyor. Mehmet Ali Yılmaz ise Ayrancı’yı, geçmişten bugüne galerilere ve sanatçılara ev sahipliği yapmış, Ankara’nın kültürel kalbi olarak tanımlıyor.

Söyleşiler, sanatçı buluşmaları ve sergilerle Ayrancı’daki kültürel mirasa katkıda bulunmayı hedefliyorlar. En önemlisi, Artopia’nın herkesin rahatça gelip bir çay kahve içebileceği, sanatla iç içe keyifli vakit geçirebileceği sıcak bir mekân olması arzusu. “Kapımız her zaman açık” diyorlar. Artopia Sanat Merkezi, sanatı hayatın doğal bir parçası haline getiren, küçük ama güçlü bir adımın hikâyesi olmaya devam ediyor.


Artopia Sanat Galerisi
Cinnah Caddesi No: 64/A Y.Ayrancı – Ankara
0533 743 20 68
artopiagaleri@gmail.com

Ekin Yüksel: Bir işi çok iyi yapmak sizi sanatçı yapmaz, usta yapar. Sanatçı, eserine yorum katabilendir.

Seramik sanatçısı Ekin Yüksel ile seramik, sanat ve sanatçı olmak üzerine konuştuk. Ayrancı’da Çalgı Sokağında atölyesinde çalışmalarına devam ederken bir yandan hem kendi eserleri hem öğrencilerinin eserleri için sergiler düzenliyor. Kendisi son derece esprili, şakacı bir dost, güçlü bir kadın ve özel bir sanatçı. Bir sanat, bir kendini sağaltma, bir toprağa dokunma seçeneği olarak seramik konulu sohbetimize buyurunuz.

Seramik atölyeniz nerede, neler yapıyorsunuz?

Atölyemin biri Ayrancı’da, burada daha sanatsal çalışıyorum, galerilerle çalıştığım eserleri üretiyorum ve düzenli dersler veriyorum. Birlik mahallesindeki atölyem daha ziyade günlük workshoplar tadında ilerliyor. Düzenli ders alamayanların günlük olarak deneyim edinmesini, yoğunluktan çıkıp seramikle buluşmalarını hedefliyorum.

Heykellerimi galerilerle çalışarak satıyorum, aynı zamanda Birlik’teki atölyede aslında yurtdışında pottery house dediğimiz bir yöntem işliyor. Duvarlarda, raflarda yarı mamül dediğimiz ürünler var. İnsanlar onlara sunduğumuz renkler ve yöntemlerle dekorlamalar yapıyor ve çalışmaları bitince bunları fırınlıyoruz. Özel markalara özel tasarımlar yapıyoruz. Kurumsallarla da çalışıyoruz. Kurumların aktivite günleri oluyor; mesela 30 kişi geliyor o gün o kurum için atölye yapıyoruz. Çocuklar için doğum günü partileri düzenleyip çocukların böyle günlerde seramikle tanışmasını ve kaliteli, aktif ve verimli zaman geçirmelerini sağlamaya çalışıyoruz. Sırla Clup diye ekstra bir markamız var, bununla kapılarımızı dünyaya açıyoruz. Sırla Clup’ta Türk mitolojik yapısına dayanan özel parçaları modernize ederek dünya pazarına sunuyoruz.

Seramik kursunuz nasıl işliyor, öğrencilerden beklentiniz ne?

Seramik kursuna gelenlerden iki temel beklentimiz var: Birincisi, bizim çuvallarımız 20 kilo, herkes kendi çuvalını taşıyabilecek kadar güçlü olmalı. İkincisi ise vizyoner olmak ve eğlenceye açıklık. Bunun dışında öğrencilerimden bir beklentim yok. Çünkü atölyelerimizde geçirdiğimiz zamanda dost oluyoruz, çok eğlenceli bir ortamımız oluyor. Bu yüzden bu ortamı bozmayacak yükseklikte öğrenci arıyorum. İyi vakit geçirmeye müsait olsun ve kendi çamurunu taşısın, geri kalan her şey bende. Ekip oluştururken katılımcıların yaş aralığında makasın çok açık olmamasına dikkat ediyorum. Başka bir kriterimiz yok. 

Herkes seramik yapabilir mi? Seramik sanatçısı olmak için ne yapmak gerekir?

Ben sanatçı olmayı doğuştan bir yetenek olarak görmüyorum, bu tamamen disiplin ve azim işi. Herkes çizmeyi, elleriyle şekil vermeyi öğrenebilir. Kiminin el-göz-beyin koordinasyonu çocukluğundan itibaren daha iyidir o bir senede çözer, kimi vâkıf değildir beş senede çözer ama disiplinli çalışan, azmeden, çözmek isteyen herkes elbet başarıya ulaşır. 

Sanatçı olabilmenin kriteri, bir kırılma noktası var. Bu, dünyayı algılamak, bakmak ve görmek arasındaki farkla ilgili bir durum. Bu kırılma da biraz uzun zaman harcayarak olan bir şey. Bir işi çok iyi yapabilirsiniz, çok güzel bir Poseidon heykeli çalışabilirsiniz ama bu sizi sanatçı yapmaz, iyi bir usta yapar. Fakat o Poseidon heykelini yorumlayabilmek, bir manifesto yaratmak sizi sanatçı kılar. Bu yüzden duvara yapıştırılan bir muz trilyonlarca liraya satılırken rönesans tablosu gibi işler çok komik fiyatlara gidebiliyor. Çünkü aslında onu kıymetli kılan beceri değil üzerine düşünebilme kapasitesi. Üç ay kursla sanatçı olamazsınız ama tek bir konuya yoğunlaşarak, doğru materyalleri, doğru yöntemle kendi üretiminizi yapmaya başlayabilirsiniz. Sanatçı olmak zorunda değilsiniz seramikçi de olabilirsiniz. Bu da az ya da daha çok bir şey değil.

Seramik atölyelerinde gözle görülür bir artış var. Bu ilginin nedeni nedir?

Bence insanlar bir öze dönüş dönemine geçti. Özellikle pandemiyle birlikte içimize döndük, stresimizin farkına vardık ve bir toprağa dokunma ihtiyacı duyduk. Aslında bu atölyelere katılanlar çoğunlukla alaylı insanlar. Hayatları boyunca başkasının emeli, amacı için çaba sarf etmiş kişiler kendilerine dönmeye başladılar. Bunun finansal kaynağını sağlayabilenler kendilerine bir özgürlük alanı oluşturmaya başladılar. Ben bu durumu tatlı bir girişim olarak buluyorum. Herkesin yeterliliği ve işi doğru konumlandırılabilirse bu görünürlüğü de artırır. Aynı sektördeki insanların yan yana sanat dükkanları açarak bir muhitte toplanması girişimlerini çok destekliyorum. Tabii dışardan finansal kaynağınız varsa, çünkü kendi içinde döndürmesi korkunç derecede zor bir sektör. 

Ekin Yüksel’in eserleri

Eserlerinizde ağırlıklı bir kadın imajı görüyoruz. Sizce kadın oluşunuzla sanat arasındaki bağ nedir? 

Güçlü bir kadın imajı bana çocukluğumdan beri atfedilen bir durum, bu bir mecburiyet. Yani bu sadece dürtüsel bir durum değil. Sanırım ailemin de beklentisini karşılamak için de ekstra bir çaba sarfediyorum. Çünkü genelin onayını almak benim için ne yazık ki çok önemli. Bunu görsele dökebilecek varoluşa sahip olabilecek bir alanım var. Çoğu zaman duygularımızı 3 boyuta dökme şansımız olmaz ben bunu sağlayabiliyorum ve bu bende ekstra bir tatmin yaratıyor. Samimi düşüncem şu; keşke kimse gerçek manada güçlü olmak zorunda olmasa, çünkü güç gerektiren herhangi bir şey hayatımızda olmasa. Ama ne yazık ki, hayat bu şekilde akmıyor hepimizin uğraşıp didindiğimiz konular var ve bunu bazen kelimelerle, metaforlarla bazen de boyutsal olarak ortaya dökmek herkesin ihtiyacı olan bir konu. 

Kamuoyunda çokça tartışılan Beypazarı’ndaki havuç, Kızılcahamam’daki bazlama gibi yapıları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir cismin heykel olması için onun büyüklüğü ya da materyali önemli değil. Herhangi bir obje mermerden yapılınca heykel olmuyor. Doğru metafor ve manifestoyla, doğru anlam yüklenen şey heykel olup sanata dahil olabilir. Diğerlerine sadece büyük bir mısır, büyük bir havuç ya da büyük bir bazlama diyebiliriz ama asla heykel diyemeyiz.

EKİN YÜKSEL SERAMİK

Ayrancı Mahallesi,
Çalgı Sokağı No:1/C
Çankaya/Ankara

Instagram: ekinyukselceramic

Turan Erol: Türk resim ve sanat yazınının duayeni

1927 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde doğan Türk resim ve sanat yazınının duayenlerinden Turan Erol, 29 Ekim günü 95 yaşına girdi. 1944 yılında yetenek sınavını kazanarak girdiği İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nin resim bölümünü 1951 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu Atölyesi’nden mezun olarak tamamladı. İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun en yakın öğrencisi ve dostuydu. Mezuniyetinin ardından Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi’nde sekiz yıl sürecek bir öğretmenlik dönemi geçirdi. 1960’ların başında Ankara, Aşağı Ayrancı’da yaşamaya karar verdi. Meneviş Sokağı Milli Kütüphane Evleri  B-1/2 Aşağı Ayrancı adresindeki arka tarafında küçük bahçesi olan bu evde önce kiracı olarak bir müddet sonra satın alarak üç kızı ve eşi ile burada oturdular. Kızları bu evde yetişti. 22 yıl sonra buradan taşındılar. 

Turan Erol Oran’da şimdiki oturduğu evde

Bu dönemde Bilge Karasu, Nezihe Meriç, Fikret Otyam, Orhan Peker, Refik Epikman, Cemal Bingöl, İlhan Berk, Cahit Külebi, Ruhi Su, Selçuk Milar gibi sanatçı, yazar ve mimarlardan oluşan ve kısa sürede köklü dostlukların filizleneceği bir arkadaş çevresinin de içindeydi.  

Bu arkadaşlıklara ait mektupların bir kısmı Gözlerinden Öperim – Turan Erol’a Mektuplar ismi ile kitaplaştırılmıştır. Kitapta Turan Erol’a yazılmış Bedri Rahmi’den Bilge Karasu’ya, Orhan Peker’den Avni Arbaş’a, Nedim Günsür’den Neşet Günal’a ve daha birçok sanatçıdan gelen mektuplar yer almaktadır. 

2016 yılında 90. yaş günü için çekilen fotoğraf.

Çoğunun son cümlesi ‘gözlerinden öperim’ olan bu mektuplar, özellikle Türk sanat ve kültür ortamında 1950-1970 arasında D Grubu, Müstakiller, Yeniler Grubu, On’lar Grubu, şiirde İkinci Yeni akımı gibi, gruplaşmaların, yerellik-evrensellik tartışmalarının, sanat, edebiyat ve politikada yenilikçi-toplumcu düşüncelerin, Doğu-Batı kutuplaşmalarının gündeme geldiği hareketli bir döneme rastlıyor. Bu hareketli dönemde Meneviş Sokağı’ndaki bu evde Ruhi Su’nun türküler söylediği nice gecelerin yaşandığını, Bedri Rahmi’nin “Gauguin Kızım“ diye sevdiği kızı sevgili arkadaşım Zuhra Erol Yıldız’dan dinlemiştim.

 Bu yıllardaki en büyük tutkusu kent gözlemciliği yaparak Altındağ gecekondu bölgesini resmetmekti. 1970 ve 1980’li yılları Bodrum, Milas ve tekne kaburgaları resimleri dönemiydi. 1980’li yıllar aynı zamanda Turan Erol için Bozkır Ekolü yıllarıydı. Hüzünlü, sessiz Orta Anadolu’yu konu edinen resimler bu dönemdedir. 1990’lar ve 2000’ler Ankara Konya asfaltından kent gözlemciliğine devam ettiği ve Ara Güler fotoğraflarından esinlenerek ortaya koyduğu çarpıcı Ağrı Dağı resimleri dönemidir. 

Meneviş Sokağı’ndaki evlerinin bahçesinde eşi Türkan Erol ile.

1990 yılında emekli olduktan sonra Ankara, Bodrum ve Kuzguncuk İstanbul’da sanat çalışmalarına devam eden Turan Erol, her zaman entelektüel bir sanatçı olmuştur. Kendi kuşağı ya da  yetiştirdiği kuşağın insanları ile çalışmaktan hiç yorulmamış bir sanat ve düşün adamıdır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi, o zamanki adıyla Basın Yayın Yüksek Okulu’ndaki akademisyenliği sırasında Şenol ağabeyimin de en sevdiği profesörü olmuştur ve her zaman genç sanatçıları yakından takip etmiş ve onlar için sergiler organize etmekten heyecan duymuştur. Öğrencisi ve iş arkadaşı akademisyen Ferhat Özgür onun için, “Turan Hoca davet edildiği konferanslara, sempozyumlara ve panellere sınavlara hazırlanır gibi hazırlanmış bir öğrenci, dayanışmadan ve omuz omuza olmaktan mutluluk duymuş vefakâr bir dost, beğeni yönünden olumsuz değil ama zor bir kişilik, yaşlılığı oynamaktansa onu yaşamayı kabullenmiş bir bilge, medyatik olmaktan uzak durmuş, Anadolu türkülerine vurgun, üretken bir sanatçı olageldi” demiştir.
İlhan Berk ise “Turan Erol beyazı karıyor. Kendi beyazını. Önünde bir göğün” diyor bir şiirinde. 

Bilge Karasu bir şiirinde, “Denize baktı gene / Gene toprağa / Çiçeğe baktı” diyor. Diğerindeyse, “Aynaya bakılarak yapılmış bir Turan resmiydi bu. Tükenmez gençliğinde donmuş bir resim, şimdi”. Metin Altıok, “İyi ressam, iyi şair/Ve bir çevirmendir o/Sözcükleri renklere/Renkleri de/Sözcüklere çevirir” … Ve Ruhi Su bir şiirine İnsan ve Emek başlığı atmış ve yazmış; 

Benim memleketimde bugün

Kırk elli bin liradır

Resmin metrekaresi

Ve dillere destandır canım

Turan Erol beyazıyla Bodrum’un mavisi.

Hocası Bedri Rahmi Eyüboğlu da, “Kuru gürültüye pabuç bırakmayan, aklını, yüreğini, çoluğunu çocuğunu, paletini, fırçasını başına devşiren sayılı aydınlarımızdan biridir, Turan Erol” diye yazmıştır. Sanata, edebiyata sadece resimleriyle değil, yazıları ve kitaplarıyla da katkıda bulunmuş bir ressam olan Turan Erol Cer Modern’in de fikir babasıdır.

Sanatçı her an yeni bir şey yapamayabilir, her an değişemeyebilir. Değişme isteği belli bir doygunluk noktasına varıldığında kendiliğinden gelir. Bu noktaya kadar sanatçı iki şey yapar: Ya bulduğu/yakaladığı bir olgunluğu sürdürür ya da geçmiş yapıtlarına dönerek onlara tekrar el atar, ilerletir” diyen Turan Erol’u derin saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Yaklaşık 50 yıl önce Ressam Eşref Üren ile Meneviş Sokağı’ndaki evinde.