Sürdürülebilir bir kent hayali: Ayrancı Bostanı Girişimi 

Yağmurların asla durmadığı, en güzel baharın bir türlü bitmediği, yazın başlamakla başlamamak arasında kaldığı, umutlarımızı sineye çektiğimiz günlerde Ayrancı Mahalle Bostanı için harekete geçtik. Bir grup semt sevdalısı, yeşile düşkün insan ile 10. yıldönümünde Gezi Direnişi’ne de bir selam yollayıp bir araya geldik. Çok heyecanlı bir gruptuk, uzun uzun konuştuk.

İlk ve en önemli sorunumuz Ayrancı’da bostan yapacak alanın olmamasıydı. Bazı kimseler “onu da belediye veriversin” dese de, olmayan şeyleri belediyeden isteyemezdik. Semtin esnafı “ürünleri satacak mısınız” endişesine düşse de tabii ki satmayacağız… Aslında daha başka sorunlarımız vardı: Zararlılarla nasıl mücadele edeceğiz, egzoz gazı, hava kirliliği ürünleri nasıl etkileyecek, hangi mevsimde ne ekeceğiz, ona nasıl bakacak ve nasıl hasat edeceğiz? 

Madem henüz bostan alanımız yok, o zaman önce teorik bazı bilgilere erişelim sonra diğer sorunlarımız çözelim ve mümkünse sonbahara –değilse 2024 ilkbaharına– ekimimizi gerçekleştirelim kararını verdik. 

Cemile Sunar

Ayrancı’nın bostan hayali

Ayrancı’da bostan hayali yeni değil. Bunu apartman bahçelerinde deneyenler var.

Peyzaj Yüksek Mimarı Cemile Sunar oturduğu apartmanın bahçesinde oluşturduğu bostanla gazetemize konu olmuştu, hatırlarsınız. Onun hem eğitiminden hem de deneyiminden faydalanmak istememiz de tam olarak bu sebeptendi. Önce sevgili hocamız Cemile ile görüştük. Ayrancı’da bir bostan fikri onu da son derece cezbetti ve kendini semt bostanına adadı.

İşte böyle başlayan hikâyemizi Haziran’ın sonundan beri her perşembe 19.00’da Çankaya Belediyesi Baharevi’nde bir araya gelerek sürdürüyoruz. 

Cemile hocanın haftalık sunumlarıyla öğreniyoruz, tecrübe paylaşımı yapıyor sorularımızı soruyoruz. Viyollere havuç, brokoli, sap kereviz gibi sebzeler ekip aramızda bölüşüyoruz. Bunları evlerimizde filizlendirip saksılara ekmeye dair planlar yapıyoruz. Burada Çiğdem hanımın kulaklarını çınlatmadan olmaz. Kendisi semtimizin bir başka yeşil sevdalısı. Oturduğu apartmanın bahçesini bir bostana çevirmiş. Tam da hayal ettiğimiz sebze ve meyveleri yetiştiriyor. Kendisi bizi her şeyleri ektiği o şahane bahçesinde ağırlıyor, kırk yıllık hatırlı kahveler yapıyor.

Bir başka hafta, hocamızın sunumunun ardından “Şehir Bahçeleri” isimli belgeseli değerlendirdik. Balkonda yeşeren –belki de yeşeremeyen– tohumlarımızı konuştuk. Bir hafta Çankaya Belediyesinin Mutlukent’te bulunan kent bostanını ziyaret ettik, eğitimlerine katıldık.

Bedava maydanoz için bostan mı kurulur?

Semtimizde bir bostan kurmak istiyoruz ama maksat bedava maydanoz yemek değil. Çünkü öyle bir alanımız yok ve ektiklerimizle semtte yaşayanların sebze, meyve ihtiyacını karşılayacak bir insan gücümüz veya maddi imkanımız da yok… Bostan hayalimizin altında yeşile düşkün, semte sevdalı dostlarımızla bir arada olmak yatıyor. Çünkü aynı hayali kuranlarla bir araya gelemediğimizde duygularımız da boşa gidiyor, çabalarımız da… Biliyoruz ki birbirimizi bilmek, görmek, duymak hepimize güç veriyor. Dayanışma yaşatıyor komşular. 

Bostan için alan yok peki neden bu çalışmalar diye sorabilirsiniz. Yeşil ve sahipsiz bir alan yok ama tek seçeneğimiz “bahçeye” ekmek değil. Tohumlarımızı yükseltilmiş bahçecilik, topraksız tarım gibi uygulamalar ile canlandırabileceğimiz gibi balkonları, saksıları, bazı parkları da bu işe katabiliriz. Yaşamlarımızı sürdürülebilir kılabiliriz.

Komşu komşunun külüne de gülüne de muhtaçtır

Semtimizin başının belası kentsel dönüşümlerle, kentsel dönüşüm sebebiyle yıkılan yok olan bahçeler, meyve ağaçlarının yerine tayin edilen çim alanlar ile mücadele edeceğiz. Bostan hayaliyle girdiğimiz bu yolda aslında bir semt özsavunmasını inşa edeceğiz. Sosyal medyada bostan duyurusu paylaştığımızda altına gelen betonlaşmayla mücadele ne zaman sorularına sabırla cevap vereceğiz ve eleştirenlerin de desteğinizi bekleyeceğiz. Bilmelisiniz ki, siz de katıldığınız gün mücadele hızlanacak. 

Komşu komşunun külüne de gülüne de muhtaçtır diyoruz ve hepinizi açık seçik davet ediyoruz. Canını seven, yeşil bir semt isteyen komşular; perşembe 19.00’da Baharevi’nde görüşmek üzere!

Yeni yılda sağlıklı beslenme kararları

Yeni yıl demek spor salonuna yazılmak, kilo vermek için hedefler koymak anlamına gelebilir. Ancak yeni yılda başlanılan hedefler genelde ikinci haftadan sonra eski haline dönmeye başlar. Bu durumun önüne geçmek için hedeflerin gerçekçi ve sürdürülebilir olmasına özen göstermeliyiz. 

Sağlıklı beslenme mükemmellik gerektirmez. Sizden uzun soluklu yani istikrarlı olarak devam etmenizi ister. Planınız ne kadar esnek ve uygulanabilir olursa o kadar sürdürülebilir olur. Gelin birlikte yukarıdaki tanımların ne anlam ifade ettiğini inceleyelim. 

Organik tarım nedir?

Organik gıda, çevreye ve insan sağlığına olumsuz etki yapan kimyasal gübre, ilaçlama ve hormon uygulamaları gibi verim arttırıcı yöntemler kullanmadan yapılan tarımdır. Bu tarım sonucu ortaya çıkan ürüne organik gıda  denir. 

Organik üüretim yapan çiftçi, uluslararası geçerli sertifika programıyla denetlenmektedir. Bu durum organik gıda üretiminde zorunludur. 

Organik tarım yöntemi kullanırken, kompost, yeşil gübre, hayvan gübreleri, kardeş bitkiler, değiştirerek ekim yöntemi, malçlama, damla sulama vb. doğal yöntemler kullanılmaktadır. Bu durumda çevreye daha faydalı tarım yönetimlerinden biridir. 

Ancak sertifika programının olması küçük üretim yapan çiftçilerin üretimini zora sokmaktadır. Bu yüzden küçük üreticiyi desteklemek istiyorsak eğer, yerel üreticiyi tanıyarak ve bağ kurarak gıda toplulukların oluşturulması oldukça önemli bir adımdır. 

Zehirsiz tarımın sağlık açısından faydalarını yeni yapılan çalışmalar desteklemektir. Hem hava yoluyla alınan fazla zehirin hem de gıdalarla birlikte yoğun miktarda almamız bağışıklık sistemimizin düşmesine, karaciğer ve böbreğin etkilenmesine neden olur. İlerleyen aşamalarda farklı kanser türlerine neden olabilecekleri söylenmektedir.

İyi tarım nedir?

İyi Tarım Uygulaması (ITU), Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın denetlediği kuruluşlarca sertifikanın verildiği bir uygulamadır. Bakanlığın yönetmelikte belirttiğine göre ‘çevre, insan ve hayvan sağlığına zarar vermeyen bir tarımsal üretimin yapılması, doğal kaynakların korunması, tarımda izlenebilirlik ve sürdürülebilirlik ile güvenilir ürün arzının sağlanması için gerçekleştirilecek iyi tarım uygulamalarının usul ve esaslarını düzenlemek.’

İTU kapsamından organic ve ekolojik tarımla karıştırılmamalıdır. Organik tarımda zirai ilaç kullanılmazken iyi tarım uygulamalarında zirai gübre ve pestisit kullanımı vardır. İTÜ’nın asıl amacı çiftçinin girdilerini ve çıktılarının raporlanmasıdır. 

Bu uygulamada, çiftçinin kendi kafasına göre ilaçlama veya sulama yapılmasının önüne geçilmesidir. Yani denetlenebilir endüstriyel üretim söz konusudur. 

Çiftçinin korunması veya bu anlamda ekolojik ve doğaya tam anlamıyla faydalı üretimden bahsetmek mümkün değildir.
“İyi Tarım Uygulamaları” kötünün iyisi olma konumundadır. 

Yerel Üreticiyi Desteklemek(Gıda Toplulukları)

Hem zehirsiz üretimi hem de çiftçiyi desteklemek için kullanılabilecek en güzel yöntemdir. 

Gıda Toplulukları iki şekilde bir araya gelinerek kurulur. İlki “Topluluk Destekli Tarım” modeli, gıda üretimi ve tüketimi arasında doğrudan bağlantı kuran, bir çiftlik ve destekçi topluluğu arasındaki karşılıklı bağlılığa dayalı ortaklıktır.

İkincisi “Katılımcı Onay Sistemi” dir. Bu sitemde üreticiler, iki tarafın aktif katılım yöntemiyle sertifikalandırılırlar. Sosyal ağlar, güven ve bilgi takasına dayalı bir oluşumdur. Bu sistem özellikle kısa tedarik zincileri için oldukça kullanışlı bir yöntemdir. 

Bu iki sistem de çiftçiyi gözetmeyi içerir. Üretimin ve doğanın sunduğu riskleri, bollluk ve bereketi birlikte göğüs gerebilmeyi mümkün kılar. 

Özetle, eğer hayatınızda beslenme konusunda köklü bir değişiklik yapmayı planlıyorsanız öncelikle kendi temel ihtiyaçlarınızı belirleyerek size uygun yöntemi araştırın. “Yemek yemek sadece yemek yemek değildir.” Hayatınızın her alanını içine alır. Bu yüzden de sürece yayılmalıdır. Bir an da yapılan kurallar ve keskin hedefler dönüşüm yaratmaz. Dönüşüm süreç içerisinde gerçekleşir. 

Üzümünü yiyip bağını sorduğunuz yıllar dilerim! 

Gluten-Free pazarı: Nasıl ele alınmalı, sağlığımızı nasıl etkiliyor?

Gluten, buğday, çavdar ve arpa gibi tahıllarda bulunan ve toplam protein içeriğinin yaklaşık yüzde 80’ini oluşturan bir protein türüdür. Buğday ise, yaklaşık 9 bin 500 yıl önce Akdeniz bölgesinde, insanların avcılık ve toplayıcılıktan yerleşik tarıma geçmeye başladığı “Neolitik Devrim”in bir parçası olarak insan beslenmesi ile tanıştırıldı. Bugün dünya çapında buğday üretiminin 723 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. Buğday ve türevlerinin günümüzdeki en yaygın kullanım şekilleri ekmek, makarna, pizza ve tahıl gevreği gibi gıdalar. Özellikle Türkiye’nin içerisinde bulunduğu coğrafya buğdayı temel besin kaynağı olarak yüzlerce yıldır kullanmakta.

Tarihsel olarak uzun yıllardır hayatımızda olsa da günümüzde herkesin kendinden şüphe ettiği Çölyak hastalığı, gluten yiyerek tetiklenen bir bağışıklık reaksiyonun sonucu; vücudun kendi bağışıklık sistemi glutene karşı savaş açar, gluten içeren yiyecekleri yediklerinde bağırsaklarda ve vücudun diğer kısımlarında iltihaplanma ve hasar gelişir. Bu durum otoimmün bir hastalıktır ve ömür boyu sürer. Türkiye’de nüfusun yüzde 1’inin bu duruma sahip olduğu tahmin edilmektedir. Ancak sadece yüzde 10’unun tanı aldığı bilinmektedir. Bu hastalık durumunda kişinin glutensiz diyet uygulaması vücudundaki enflamasyonu azaltır. Çölyak hastası kişilerin gluteni tamamen hayatından çıkartarak sıkı bir diyet yapması gerekir. 

Peki glüteni, Çölyak hastalığı olmayan insanların da hayatından çıkarması gerektiği nasıl yayıldı?

Çölyak hastalığı olmayan kişilerde gluten free beslenmeyi destekleyecek ve kişilerin kilo vermesindeki asıl suçlu olarak gösterebilecek 2013 yılında yayınlanan sadece bir makale var. Ancak bu makalenin yanı sıra David Perlmutter tarafından yazılan “tahıl beyin”, “buğday göbeği” ve “beyin ve bağırsak” kitapları glutensiz beslenmeyi popüler hale getirdi.

Yayınlanan bu kontrollü hayvan deneyinde, 175 erkek fareyi 4 farklı gruba ayırdılar ve sekiz hafta boyunca farklı diyetle beslediler. Bir gruba standart kontrol diyeti, ikinci gruba yüzde 4,5 buğday glüteni eklenmiş diyet, üçüncü gruba obeziteyi indüklemek için yüksek yağlı bir diyet ve dördüncü gruba yüzde 4,5 buğday glüteni ve yüksek yağlı diyet verildi. Diyet bileşimleri hakkında glutenli ve glutensiz olması dışında herhangi bir bilgi verilmedi. 

Bu çalışmadaki bulgular glutenin kilo alımını ve inflamasyonu desteklediği yönündeydi. Fakat bu çalışmada farelerin kullanılması ve diyet içeriğinin verilmemesi diyetin tekrar edilmesini ve insanlara uygulanabilmesini sınırlandırmakta. Bu makalede yapılan deney bir hayvan çalışması olduğu için insanlara tamamen uyarlanması doğru değil. Daha fazla çalışmaya ihtiyaç duyulduğu bir gerçek. 

Günümüzde aslında çölyak hastası olmayan kişilerin glutensiz beslenmesi, besin yetersizliklerine, bağırsak sorunlarına (yetersiz lif alımına bağlı) ve psikolojik baskıya neden olmakta. Bu gıdalara ulaşımın kolay olması çölyaklı hastalar için iyi olabilir fakat bu tarz gıdaların maddi anlamda yüksek fiyatlara satılması birçok çölyak hastasının durumunu zorlaştırmakta çünkü sağlıklı bireylerin aksine bir miktara kadar tolere edebiliyor olsalar da bu durumun sonucunda hayati tehlike yaşayabilirler.

“Asıl sorun vücudun yüksek glisemik indeksli gıdalara karşı oluşturduğu yüksek insülin üretimi”

Genel anlamda inflamasyona bakacak olursak karbonhidrat konusunda sağlıklı bireylerde (çölyak hastası olmayan kişilerde) inflamasyona neden olabilecek karbonhidrat kaynakları; rafine karbonhidratlar. Rafine etme (öğütme) işlemi sırasında kaybolan kepek ve tohum, mineraller, vitaminler, fitokimyasallar ve diyet lifi açısından zengin. Bu yüzden rafine karbonhidratlar öğütme işlemi esnasında tüm bu biyoaktif bileşenleri kaybederler ve bu durum tahılların glisemik indeksini arttırır. Rafine karbonhidrat tüketimini azaltarak tam tahıl tüketimini arttırmak infalamasyonu azaltacaktır. Buradaki asıl sorun gluten değil vücudun yüksek glisemik indeksli gıdalara karşı oluşturduğu yüksek insülin üretimi.

Tahıllarla ilgili çarpıcı bir çalışma da Aune ve arkadaşlarının yaptığı meta analiz çalışması. Burada ortaya konulan, tam tahıllı gıdaları tüketmenin ölüm riskini şu oranlarda azalttığı: 

Koroner kalp hastalığı %19
İnme%14 
Kalp damar hastalığı%29
Kanser (herhangi bir tür)%15
Solunum yolu hastalığı%22
Bulaşıcı hastalıklar%26
Diyabet%51
Herhangi bir nedenle ölüm%17

Eğer gluten intoleransınız olduğunu düşünüyorsanız hayatınızdan gluteni çıkartmadan önce mutlaka bir doktora görünün. Sadece şişkinlik hissettiğiniz için bir besin grubunu diyetinizden çıkarmak sağlığınızı ciddi oranda etkileyebilir. Tahılların faydası bir başka yazının konusu olacak kadar uzun. Gluten-free ürünlerin bir beslenme furyası olabileceği bir kenara not edilmeli. Sağlığınız popülarizme kurban gitmeyecek kadar kıymetli.

Kaynak;

Fabíola Lacerda Pires Soares, et al. Gluten-free diet reduces adiposity, inflammation and insulin resistance associated with the induction of PPAR-alpha and PPAR-gamma expression. J Nutr Biochem. (2013)

https://lpi.oregonstate.edu/mic/health-disease/inflammation

Dagfinn Aune, et al. Whole grain consumption and risk of cardiovascular disease, cancer, and all cause and cause specific mortality: systematic review and dose-response meta-analysis of prospective studies. BMJ 2016 Jun 14;353:i2716 

Furman, D., Campisi, J., Verdin, E. et al. Chronic inflammation in the etiology of disease across the life span. Nat Med 25, 1822–1832 (2019). https://doi.org/10.1038/s41591-019-0675-0

Ayrancı organik pazarı

Babamın çiftçi olması nedeniyle kendimi hep ayrıcalıklı hissetmişimdir. Çocukluğumun tarlada geçmesi doğa ile her zaman sıkı bir bağ kurmamı sağladı. Ekolojik yaşam ve beslenme ile de yollarımız üniversitede kesişti.  Üniversite yıllarında tanıma fırsatı bulduğum Güneşköy bana ekolojik yaşamın kapılarını araladı.

Ayrancı Semtiyle tanışma hikayem, Kırıkkale Hisarköy’de bulunan Güneşköy’e gitmemle başladı. Komşu çiftlikteki Nazlı ve ailesinin ürettikleri organik ürünleri Ayrancı Organik Pazarı’na götürdüklerini duydum. Aşağı Ayrancı’daki pazar yerine kurulan Ayrancı Organik Pazarı, 2008 yılından bu yana organik sertifikalı ürünleri Ankaralılarla buluşturuyor. Zehirsiz meyve ve sebzelerin yanı sıra bakliyat ve doğa dostu temizlik ürünleri de bulabiliyorsunuz. Gıda ve iklim krizlerinin çözümünde yerel üreticiden alışveriş yapmanın önemi biliniyor. Ayrancı organik pazarı tamamen yerel üretici pazarı olmasa da burada satılan ürünlerin çoğunluğu Ankara’nın yerelinde veya yakın şehirlerde yetişen sebze ve meyvelerden oluşuyor.

Ayrancı Organik Pazarı

Ayrancı organik pazarı pandemi öncesinde pazar günleri saat 07:00’de kuruluyordu. Ancak şu an uygulanmakta olan hafta sonu sokağa çıkma yasakları nedeniyle Perşembe gününe alındı. Sağlıklı ürünler bulabileceğiniz bu ayrıcalıklı pazara bilinçli tüketiciler tarafından gösterilen yoğun ilgi beni heyecanlandırıyor. Diğer pazarlardaki gibi gün içinde giderseniz birçok ürünü bulamayabilirsiniz. Çünkü sabah 09:00 civarında yeşilliklerin ve yumurtaların çoğu bitmiş oluyor. 

Bu pazarın güzel bir yanı hem üreticinin hem de tüketicinin bilinçli bir topluluktan oluşuyor olması kanımca. Bu insanlarla tanışmak ve hal hatır sormak da bence sağlıklı beslenme yönünde atılan bir adımdır. Birkaç hafta üst üste pazarı ziyaret ettiğinizde pazar esnafıyla yavaş yavaş kaynaşmaya başlıyorsunuz. Üreticileri ve ailelerini, çocuklarını, köylerini tanımaya başlıyosunuz. Tarlada neler olup bittiğini, üreticileriniklim krizinden nasıl etkilendiğini, bu yıl geçen seneden farklı hangi ürünlerin olduğunu dinleyebiliyorsunuz. Organik ürünlerin endüstriyel tarım ürünlerine göre sağlık üzerine nasıl etkilerinin olduğu ile ilgili bir sohbette bulabiliyorsunuz kendinizi. 

Organik ürünlerin sağlık etkisinden bahsetmişken bugün elimizdeki veriler 2 milyardan fazla insanın obez veya kilolu olduğunu gösteriyor. Obezite, yakın tarihteki en önemli  önlenebilir halk sağlığı krizi olarak tanımlanmaktadır. Bu durum aslında yetersiz beslenme anlamına gelmektedir. Kişilerin işlenmiş paketli ürünlere erişimi kolayken,  zehirsiz  sebze ve meyveye erişimleri zordur. Ucuz olduğu için tercih edilen bu pestisitli, kimyasal katkılı, paketli ürünler bireylerin ve toplumun sağlığına olumsuz etkileri ve bu etkileri gidermek için yapılan harcamalar düşünüldüğünde çok daha pahalı ürünlerdir.  Ürünler kişilerin hormonal sistemlerini ve bağırsak floralarını  olumsuz yönde etkilemektedir.  Artan kanser vakaları tarım zehirlerinin kullanımın artmasıyla  bağlantılı olduğunu gösteren oldukça çok çalışma bulunmaktadır. Pestisitlerin insan sağlığına zararları  bilimsel çalışmalarla açıkça ortaya konmuştur. 

Mevsimsel ve zehirsiz ürünler kişinin bütünsel sağlığı için oldukça kıymetlidir. Çocukların  bağışıklık sistemleri oluşamadan daha tarım zehirlerine maruz kalmaları kronik hastalıklara yakalanma risklerini arttırmaktadır. Çocuklarda, yüksek seviyelerde pestisitlere yanlışlıkla maruz kalma, çocukluk çağı kanserleri, dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB) ve otizm ile ilişkilidir. 1,139 çocuk üzerinde yapılan bir çalışmada, en düşük idrar seviyelerine sahip olanlara kıyasla, en yüksek pestisit düzeylerine sahip çocuklarda DEHB riskinin% 50-90 arttığını bulmuştur. Pestisitler  gelecekteki sağlıklı nesillerin oluşumunu engellemektedir. 

 Uluslararası Pestisit Eylem Ağı (PAN) Koordinatörü Kristin Schafer zehirli meyve ve sebzelerin üreticiye olan etkilerini de şu şekilde belirtiyor: “Pestisitler, yiyeceklerimizi üretenlerin (çiftçilerin)  kabul edilemez zehirlenmesine neden oluyor, aynı zamanda kanser gibi kronik sağlık etkilerine ve biyolojik çeşitliliğin çökmesi gibi ekolojik etkilere neden oluyor.

Temiz gıda üretimine geçmek ve küçük üreticilerin desteklenerek zehirsiz ürün üretmelerini teşvik etmek için organik pazarların önemi ortadadır. “Tarladan çatala gıda güvenliği” sözü yerine “Topraktan çatala gıda güvenliği” sistemini benimsemeliyiz. 

Organik pazar sağlık ve çevre faydalarının yanı sıra, her hafta pazar dönüşü eve getirdiğim yiyecekleri dolaba dizerken aklımdan geçenler genelde şöyle oluyor: “Kahvaltıda yiyeceğim marul Ayşe Teyze’den, yumurtalar ise Ahmet Abi’den. Akşam yemeğine pişireceğim kereviz Mehmet Abi’nin Güdül’deki bahçesinden.” Bunları düşünmek iyi hissetmemi sağlıyor. Çünkü insanlar sadece gıdanın içerisinde bulunan makro ve mikro besin ögelerini alarak sağlıklı olmazlar. Yiyeceğin kokusu, görünüşü, lezzeti, mevsimi, kimin ürettiği, alışkanlıklarımız ve yiyecekle ilgili olan anılarımızın hepsi bizim için önemlidir. 

Pazara gitmek bunların hepsini kapsayan bir kültürdür. Aşağıdaki fotoğrafa baktığımızda gökkuşağını yediğimizi düşünebilir ve her mevsimde farklı tonların hakim olduğu yeni fotoğraflar çekebiliriz. 

Pazardan aldıklarımla yaptığım bir tarifi sizlerle paylaşmak istiyorum. 

Pırasalı Lor Salatası

Pırasalı Lor Salatası

2-3 adet pırasa
1 adet kuru soğan(isteğe bağlı)
1 kase lor peyniri
1 YK zeytinyağı

Tarif; Yukarıdaki malzemeleri yıkayıp doğrayınız. Daha sonra tavanın içerisine yağı,baharatları,soğanları ve pırasayı ekleyerek hafif kavurunuz. Yağı ateşte yakmadan sebzeleri hafif sotelemek pişirdiğiniz yemekteki vitamin ve mineral kaybını azaltır. Daha sonra sıcak sıcak lor ekleyerek karıştırınız. Kızarmış ekmeğin üzerine koyarak sabah kahvaltısında tercih edebilirsiniz. Afiyet olsun! 

Kaynak;

Pesticide Exposure in Children, American Academy of Pediatrics 2012(https://pediatrics.aappublications.org/content/pediatrics/130/6/e1757.full.pdf

Environmental chemical exposures and autism spectrum disorders: a review of the epidemiological evidence, (https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/25199954/)

Obesity and overweight, World Health Organization( https://www.who.int/ )

Attention-deficit/hyperactivity disorder and urinary metabolites of organophosphate pesticides, (https://pubmed.ncbi.nlm.nih.gov/20478945/)

Fotoğraflar: Hatice Avcı