Ayrancı’nın görsel hafızası: Cepheler, renkler, sokak estetiği
Şehir plancısı gözüyle Ayrancı sokaklarının morfolojisi
Ayrancı’da yürümek, yalnızca bir semtten geçmek değil, adeta geçmişin bugüne nasıl sızdığını her sokakta, her pencere detayında gözlemlemenin mümkün olduğu bir zaman tünelinden geçmek gibidir. Bir şehir plancısının gözünden bakıldığında, Ayrancı’nın sokak dokusu, Ankara’nın erken Cumhuriyet döneminden bugüne kadar gelen planlı mahalle anlayışının nadir örneklerinden biridir. Bu semtin fiziksel kurgusu, simetrik yerleşimleri, yapı adalarının düzeni, geniş kaldırımları ve ön bahçeleriyle insan ölçeğinde bir hava kazandırır. Ancak bu düzen tek başına estetik yaratmaz; Ayrancı’yı asıl özel kılan, bu kurguya eşlik eden “cephe dili “dir. Bu cepheler, mahallelinin belleğini taşıyan katmanlı birer anlatı niteliğindedir.
Ayrancı’nın görsel kimliğini oluşturan temel unsurlar:
Mimari dönem ve karakteristikleri:
1950’lerden 1980’lere uzanan yapılaşma döneminde inşa edilen apartmanlar, mahalleye kendine özgü bir sadelik ve zarafet katmıştır. Bu yapıların cepheleri genellikle pastel tonlara boyanmış, belirgin çıkmaları, mozaik yüzeyleri ve geniş balkonlarıyla dikkat çeker. Bu mimari sadelik, abartısız ama karakterli bir yaşamı simgeler. Bu apartmanlar, bir dönemin konut politikalarının, toplumsal beklentilerinin ve tasarım anlayışının izdüşümüdür. Modernist ilkelerin Ankara’ya yerleşme çabası, Ayrancı’nın sokaklarında okunur. O dönem, nüfusun artmasıyla birlikte apartmanlaşma ihtiyacı doğmuş, ancak bu yeni yapılanmalar kimliksizleştirme yerine bir estetik çizgi tutturmayı başarmıştır.
Sokaklardan bir kare: Ayrancı’nın estetik hafızası

Gülden Sokak’ta yer alan bu apartmanlar, 1980’ler öncesine tarihlenen sade cephe kurgularıyla gösterişten uzak cepheleriyle zamana karşı dirençli bir sadelik taşırken cephelerde keskin süslemelerden uzak, net çizgiler hâkim. Açık renk sıvalar, düz hatlı balkonlar ve ahşap detaylar ve köşe balkonlar, mimariye sıcaklık katarken dönemin kent konut tipolojisini yansıtıyor. Zemin seviyesinde yoğun bitki örtüsü ve sarmaşıklarla örtülü girişler, sokakla yapı arasında doğal bir geçiş hissi veriyor. Apartmanlar, zamansız bir uyum içinde birbirine yaslanarak hem mahremiyeti hem de kentli komşuluğunu taşıyan bir dil kuruyor.

1970’li yıllarda inşa edildiği tahmin edilen bu apartmanlar, Ayrancı’nın dar sokaklarında kendine özgü bir sessizlikle varlığını sürdürüyor. Zemin kat hizasındaki mozaik kaplamalar, yatay bantlarla vurgulanan pencere çizgileri ve sade balkon düzeni, dönemin modernleşme arzusunu mütevazı bir şekilde yansıtıyor. Ön cephelerdeki asma çiçekler, mahallelinin yaşanmışlıklarını bugüne taşıyor. Bu yapılar, Ayrancı’da mimari sürekliliğin ve gündelik yaşamın izlerini birlikte taşıyan sessiz bir tanık.
Özgün detaylar ve renk paleti:
Birçok sokakta, hala ilk günkü gibi duran merdivenli girişler, eski tip ahşap pencere doğramaları ve sarkan saksılarla dolu balkonlar görmek mümkündür. Bu unsurlar, sadece bir mimari özellik değil; aynı zamanda mahallelinin yaşama biçiminin dışavurumudur. Ayrancı’nın sokakları, gösterişsiz ama estetik açıdan bütüncül bir anlayışı taşır. Bu sadelik, dikkatli bakıldığında oldukça güçlü bir görsel hafıza oluşturur. Bahçelievler Caddesi’ne paralel uzanan küçük sokaklarda, özgün merdivenli girişleri, demir ferforje korkulukları ve çiçeklerle bezenmiş balkonlarıyla birçok yapı hala geçmişin izlerini taşımaktadır. Bu alanlar hem mimari mirasın hem de kolektif hatıranın canlı kalabildiği nadir yerler arasındadır.
Köşe parsellerdeki çıkmalı balkonlar, mozaik panolar ve ferforje merdiven korkulukları, birer görsel hafıza noktası gibi işlev görür ve geçmişe açılan pencereler gibidir. Bu tür detaylar, sadece nostaljik değil, aynı zamanda yerle kurulan aidiyet ilişkisinin fiziksel karşılıklarıdır.
Ayrancı’nın renk paleti de bu bütüncül estetiği tamamlar: Soluk pembe, bej, fildişi, toprak rengi ve mint yeşili gibi tonlar, mahalle kimliğinin temel taşlarıdır.

Komşuluk kültürünün fiziksel izleri
Ayrancı’nın yapı dili yalnızca görsel bir düzen sunmaz, aynı zamanda sosyal ilişkilerin de mekânsal zeminini oluşturur. Ortak bahçeler, içe dönük balkonlar ve sokakla temas hâlindeki pencereler; mahallede komşuluk ilişkilerinin nasıl kurulduğuna dair ipuçları verir. Bugünün güvenlikli siteleriyle karşılaştırıldığında, Ayrancı’nın açık ve geçirgen mekânsal kurgusu, insanı içine alan bir aidiyet duygusu yaratır. Bu da onu yalnızca bir yerleşim alanı değil, aynı zamanda yaşayan bir sosyolojik organizma hâline getirir.
Görsel bütünlüğe yönelik tehditler:
Son yıllarda yapılan cephe yenilemeleri, Ayrancı’nın bu görsel bütünlüğünü tehdit etmeye başlamıştır. Parlak renkli sıvalar, alüminyum paneller ve cepheye uyumsuz PVC doğramalar; mahalle silüetinin dengesini bozmaktadır. Bu tür müdahaleler yalnızca görüntüyü değil, Ayrancı’nın ruhunu da zedelemektedir. Malzeme ve renk seçimleri çoğu zaman ticari kaygılarla, bağlamdan kopuk biçimde uygulanmaktadır. Bu durum, sokaklar arasındaki estetik sürekliliği bozmakta ve Ayrancı’nın görsel hafızasını parçalamaktadır.
Üstelik bu tür müdahaleler, sokaklar arasında var olan estetik sürekliliği de kesintiye uğratıyor. Ayrancı gibi dokusu güçlü mahallelerde bu tür dönüşümler, kolektif hafızayı da silmeye başlıyor. Bir binanın cephesi değiştiğinde, sadece bir boya sürülmüş olmuyor; o binanın geçmişi, anlamı ve kimliği de kaybolabiliyor.
Peki çözüm ne olabilir?
Bu özgün yapısal kimliği korumak için yalnızca teknik rehberler yeterli olmayabilir. Mahalleliyle birlikte karar verilen, katılımcı planlama süreçleri gereklidir.
Ayrancı’nın görsel hafızasını korumak için bir mahalle cephe rehberi hazırlanabilir. Bu rehber, bölgede kullanılabilecek uygun malzeme ve renk paletlerini tanımlar. Örneğin açık pembe, bej, mint yeşili gibi mahalleyle özdeşleşmiş tonlar önerilebilir. Ferforje korkuluklar, mozaik panolar ve çıkmalı balkonlar gibi unsurlar korunarak ya da yeniden tasarlanarak uygulanabilir. Bu, mahalledeki yeni müdahalelerin de geçmişle uyumlu olmasını sağlar.
Buradaki görsel miras, koruma bilinciyle yaşatılırsa hem bugünün hem de geleceğin Ayrancısı daha yaşanabilir ve anlamlı olacaktır. Mekân, aidiyetin oluşmasında bir araç değil, doğrudan bir aktördür. İşte bu nedenle, bugünkü kentsel dönüşüm tehditleri karşısında Ayrancı’nın sessiz zarafetini korumak, yalnızca geçmişe değil geleceğe de bir sorumluluktur. Böylece Ayrancı, geçmişin gölgesinde değil; onun ışığında yeniden şekillenebilir.