Ayrancı’da varolan Kınacızade konağı restorasyona hazır

Yüzyıllarca pek çok medeniyetin önemli bir kenti olan Ankara, köklü geçmişi olduğu kadar köklü ailelere de sahip oldu. Son iki yüzyıl özellikle tiftik üretimi üzerinde dünyada bir numara olan kent, artan sof ticaretiyle de gelişti, zenginleşti. İhtişamlı konaklar, resmi binalar, camiler, kiliseler, okullar yapıldı. Sokaklar canlandı, güzelleşti. Demiryolunun gelmesiyle birlikte pek çok yabancı tüccarı da bünyesine çeken kentte hatırı sayılır aileler oluştu.

Fakat bu canlılık 1. Dünya Savaşını takip eden yıllarda yerini huzursuzluğa ve ayrışmalara bırakmaya başladığında, kent geri dönüşü olmayan acılar, sürgünler, ölümlerden yakasını kurtaramayacaktı uzun süre. Ve bir yangın o ihtişamı unutturmak istercesine günlerce yaktı, kavurdu sokakları. Eşsiz bir tarih küllerin içinde savrulup gitti. Yüzyılların içinden süzülüp gelen Ankara’nın renkleri artık kül grisine dönmeye mahkum bırakılmıştı.

1997’den beri boş kalan ve giderek harabeye dönüşen bağevi bir ara izinsiz kalanların yaktığı ateş nedeniyle yangın tehlikesi geçirdi.

1923 Ankarası

Falih Rıfkı Atay, kitaplarında Ankara’dan şöyle bahseder “1923’te Ankara’ya geldiğimiz vakit, bağ evleri müstesna, Hıristiyan mahallesinden eser yoktu. Ermeniler ve Rumlarla beraber hayat ve ‘umran’ denecek ne varsa hepsi sökülüp gitmişti. Trenden inince iki taraflı bir bataktan, ağaçsız bir mezarlıktan, kerpiç ve hımış esnaf barakaları arasından geçerek tozuması bir türlü bitmeyen bir yangın yerine sapardık. Şimdi geri bir Anadolu kasabasının bile o günkü Ankara kadar iptidai olduğunu sanmıyorum.” (Çankaya, 1961)

Ankara uzun savaşlar ve sürgün süreçleriyle pek çok ailesini kaybeder. Aydınyan, Kasapyan, Zakaryan, Torbacıyan, Acemyan, Saulyan, Miskçiyan, Mehteryan, Fesliyan, Şişmanoğlu, Küpeloğlu, Epeoğlu, Altıntopoğlu, Kocamanis, Haralambos, Karasulis aileleri yoktur artık. Zanaatkarların, tüccarların, doktor, eczacı, avukat, mühendis, öğretmen gibi tahsilli insanların azaldığı yokluk ve sefalet yıllarında çok zorluk çeker kent halkı.

Tüm bu acılara rağmen hayatta kalanlar, kısa sürede kentin tekrar canlanması için yepyeni bir umutla kalktılar ayağa, elbirliğiyle bir başkent yaratmaya koyuldular.

Cumhuriyet’in doğduğu Ankara, Ankaralıların umutlarıyla adım adım ilerledi. İstanbul’dan Bursa’ya, İzmir’den Trabzon’a kadar dört bir yandan insanların akın ettiği başkent caddeleri, hızla yükselen devlet binaları, palaslar, lokantalar, parklarla donanmaya başlandı. Issız geceler yerini renkli, hareketli bir gece yaşamına bıraktı.

Bu inanılmaz değişimlerde Ankaralı eşrafın emekleri  çabaları önemli rol oynadı. İngiliz, Fransız askerlerinin postallarından kurtarılan sokaklar yeni bir hedefle inşa edilmeye başlandı. Bozkırın talihsiz kasabası haline gelen Ankara, bu ailelerin güçlü azimleriyle canlanmaya başladı yeniden.

Pek çoğu mazbut, gözlerden uzak yaşamı benimsedikleri için çoğumuzun duymadığı, bilmediği ailelerdir onlar. Ankara’nın sayılı ailelerinden olan Koç, Börekçi, Kınacı, Çubukçu, Kütükçü, Toygar, Aktar, Bulgurlu, Tuzcu, Alemdar, Sobacı, Mermerci, Urgancı, Müderris, Nakkaş, Hanif, Helvacıoğlu, Mıhçıoğlu ve Muslupaşa aileleri cumhuriyet Ankara’sını yükseltenlerin ilk akla gelenlerinden.

Yangınla zarar gören bağevi Kültür Bakanlığına devredildi

Daha önce 13. sayımızda Ayrancının bağ evi restorasyon bekliyor() başlığı ile yayınladığımız ve bağ evinin sahibi Şakir Kınacı ile röportaj yaptığımızı hatırlayan okurlarımız olacaktır. O günden bu güne geldiğimiz  süreçte Tarihi bağ evinin Kültür ve Turizm Bakanlığına devir işlemleri tamamlanmış tüm yasal süreç sona ermiştir. 

Kültür Bakanlığı söz konusu alanda kamulaştırma yapmıştır. Kamulaştırma gerekçesi sit alanı ilan edilen alanın restorasyonunu yaparak korumaktır. Bakanlık kamulaştırdığı için parseller otomatikman Milli  Emlak’ın bünyesine geçmiştir. 

Kamulaştırma sonrasında 4, 5, 13, 14 parseller tevhid edilerek birleştirilmiş ve tek tapuya dönüştürülmüştür. Kamulaştırma gerekçesi nedeniyle buranın başkasına satışı mümkün değildir.  Yani burayı korumak ve restorasyonunu yapmak durumunda…

Fakat restorasyonu yaparken aynı Mehmet Kınacı Bağevi ve piramitte olduğu gibi başka bir amaçla kullanılmasına tahsis edilebilir. Örneğin restorasyonu yaptırmak karşılığında buranın özel bir firmaya kiralanması, restoran işletmesi veya yapıya zarar vermeyecek başka bir işlevle kiralanması mümkün olabiliyor. 

Özetle; bağ evi restore edilerek kullanıma açılacak, yıkılması ve yerine yeni bina dikilmesi mümkün değil. Parseller birleştiği için, bir parsel üzerindeki konağı  koruyup diğer taraftan diğer parsel üzerine yeni bina inşa edilmesi de mümkün değil.

Ayrancım Derneği olarak beklentimiz Kültür Bakanlığının bu restorasyonu ivedilikle gündeme alarak Ayrancımıza yakışan bir proje ile halkımızla  buluşturması ve bu güzel bağ evini bizlere kazandırmasıdır.

Kınacızadeler kimdir?

Damat Ferit hükümeti tehcir soruşturmaları nedeniyle Ankaranın ileri gelen ailelerinden birçok genci tutuklayarak İngiliz Divanı Harbi’nde yargılamak üzere İstanbul’a göndermişti. Bunların içinde Kınacızade Şakir, Aktarzade Salih, Bulgurluzade Mehmet, Hacı Bayram şeyhi Şemsettin, Hanifzade Mehmet de vardı. Bu tutuklamalar üzerine şehirde bir çok gösteriler yapılmış, sorumlu olan Muhittin Paşa’yı kaçırmışlardı. Müftü Rıfat Börekçi ve ekibi, hükümetin atadığı yeni vali Ziya Paşa’yı kente sokmayıp, Yahya Galip’i Vali, Ali Kütükçü’yü ise Belediye Reisliğine seçmişlerdi. Gizlice Mustafa Kemal’le iletişime geçilerek Temsili Heyetiye Ankara’ya davet edilmişti.

Mustafa Kemal Ankara’da milli mücadeleye başladığında bu inisiyatifi hiç unutmadı.

Mustafa Kemal Ankara’ya gelmeden önce Namazgah’ta yapılan mitingde,

Kurulan milli bir alayda gönüllü er olmaya talip olmalarında,

Mustafa Kemal’e yardım için 46500 lira toplanmasında

Müdafaa-i Hukuk yöneticileri olarak çalışmalarında,

Kızıl yokuşta Mustafa Kemal’i ilk karşılamada,

1932’de Mustafa Kemal’in Ankara’ya gelişinin 13. Yılı kutlamalarında,

1922’de Mustafa Kemal’e hemşerilik verilmesinde

İş bankasının kurulmasında

Ticaret Odası Başkanlığında,

Ankara Milletvekilleri arasında
ve bir çok olayda Şakir Kınacı ve ailesini görüyoruz. (Röportaj yaptığımız Şakir Kınacının dedesi)

Resmi belgelere dayandıramadığımız fakat Kınacı ailesi büyüklerinin nesilden nesile aktardığı sözlü bilgilerle kısaca anlatmaya çalışacağım.

Aslında daha önce röportaj yaptığımız Şakir Kınacı’nın babası Hazim Kınacı’nın yaşamı boyunca tuttuğu notlar ve evraklar varmış fakat hepsi şu anda kayıp.

Büyük büyük dede Şakir Ağa’nın oğlu Mustafa Ağa’nın oğlu Hacı Kerim Efendinin Dodurgalı Kamile hanım ile evliliğinden 5 çocukları olur. Refika, Sıdıka, Şakir, Mehmet ve Sare.

Hacı Kerim Efendi dedelerinden kalan kına ithalatı, sof ihracatı (tiftikten dokunan bir çeşit kumaş) ve manifatura ticareti yaparmış.
1912 yılında Hacı Kerim Efendi ve eşi vefat eder.
En büyük kızları Refika, Abdullah Raci Bademli ile evlenir. Diğer kız Sıdıka, Mustafa Kazım Çubukçu ile evlenir. Osman, Halime, Zehra, Arif ve Hatice isimli çocukları olur. 

Oğulları Şakir Kınacı 1897 yılında Kütükçülerden Fatma ile evlenir ve Mustafa, Ziya, Hazim, Bahri, Nadiye ve Nebahat adında altı çocukları olur. (Hazim Bey Şakir Kınacı’nın babası)

Atatürk’ün kahve içtiği süs havuzunda halası Nebahat Taşkın babası Hazım Kınacının tüfeği ile.

Hazim Kınacı 1944 yılında Ankara Kız Lisesi ve Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi mezunu Cebeci Ortaokulunda Fransızca öğretmenliği yapan Sıdıka Hanım ile evlenir. Bu evlilikten 1946 yılında bu sohbeti gerçekleştirdiğimiz Şakir Kınacı ve şu an İzmir’de yaşayan kızları Nevin Eritenel dünyaya gelir. Hazim Kınacı Cumhuriyetin ilanından sonra fotoğraf makineleri ile çok ilgilenir. Anneannesinden kalan sırma işli kadife bindallıyı satması için kendisine veren annesi sayesinde körüklü bir fotoğraf makinası satın alır ve çektiği fotoğrafları evde kendisi banyo edermiş. Hazim Kınacı 1991 yılında vefat etmiştir. 

Kınacıların bağında Hazim Kınacı’nın çektiği bir fotoğraf; en sağdaki Şakir Kınacı,. önde sağdan üçüncü Mustafa.

1927 yılında Şakir Kınacı’nın kızı Nadiye ile evlenecek olan Arif Çubukçu uzun yıllar Ankara milletvekilliği yapmış maalesef 1953 yılında genç yaşta kalp yetmezliğinden vefat etmiştir.

Kınacızade Şakir Bey (1875-1940), TBMM I.,II.,III.,IV.,V.ve VI. Dönem Ankara milletvekili olarak görev yapmıştır. Rüştiye mezunudur. Tüccarlık, Ankara Ticaret Odası Kurucu Başkanlığı, Türkiye İş Bankası kuruculuğu ve yönetim kurulu üyeliği yapmıştır.

Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabında (sayfa445) Kınacızade Şakir Bey ile ilgili şu satırlara yer vermiştir.

‘Çaldağı’nın Yunan kuvvetlerinin eline geçmesi: 

…durumun tehlikeli olmadığını Hüsrev Bey de anlayacaktı, milletvekilleri de. Ama çok telaşlanan milletvekillerinden biri korkuyla “Yani?” diye sordu. Hüsrev Bey’in iyi bildiği kurallara göre savaş yitirilmişti. Raporun devamını okumadan, bu gereği yumuşatarak açıkladı:

“Kanaatimce savaşın birinci kısmını kaybetmiş bulunuyoruz.”

Bu açıklama komisyon odasını dolduran milletvekillerinin büyük bölümünü. .çıldırttı:

“Ne diyorsun sen?”

“Kayıp mı ettik?”

“Kaybettik ne demek?”

“Bir dağ kaybetmekle savaş kaybedilir mi?”

“Zafere imanı olan biri böyle konuşmaz!”

“Zafere inanmayana aramızda yer yok!”

Zaferden başka hiçbir sonuca razı olmayan milletvekilleri zavallı Hüsrev Bey’in yakasına yapıştılar, tartaklamaya, itip kakmaya başladılar. Ortalık karıştı. Ankara Milletvekili Şakir Kınacı, “Sakarya’da tutunamazsak Kızılırmak’ta dövüşürüz, olmazsa Yeşilırmak’ta, o da olmazsa Fırat’ta” diye bağırıyordu.

Rapor masanın üzerinde kalmıştı. Rapora göz atan Bolu Milletvekili Dr. Fuat Umay bir iskemlenin üzerine çıktı:

“Beyler durun! Yenilgi menilgi yok! Raporun devamını okuyorum.”

Okudu.

Ortalık bu kez de sevinçten karıştı.

ÇALDAĞI bunalımını atlatan Türk ordusu rahatlamıştı. Birlikler bugünkü durgunluktan yararlanarak eksiklerini bütünlemeye baktılar. Temizlik yaptılar. Yeni gelen askerler yoğun eğitime alındı. Bazı askerlerin giysileri parça parça olmuştu. Bunlara çamaşır ve .üniformaya benzeyen bir şeyler dağıtıldı. Çaldağı’ndaki düşmanın görüş ve ateşine açık mevziler berkitildi ve korunma hendekleri hazırlandı.

Soldan sağa; Seval Nuray Başgül, Aykut Alyanak, Ali İhsan Başgül, Şehnaz Kınacı ve Şakir Kınacı

Tarihe direnen Ayrancı’nın son bağ evlerinden: Mıhçıoğlu bağ evi

Bu sayımızda size Aziziye Mahallesi Güvenlik Caddesi Andrey Karlov Sokak No: 20 adresinde bulunan Mıhçıoğlu Bağevi’ni anlatacağım.

Şimdi Dafne Restoran’ın kullandığı bu mülk içinde bulunan tarihi Ankara evi ve 3.5 dönümlük asırlık çam ağaçları ve sayısız meyve ağaçları bulunan bahçesi ile Ankara’nın merkezinde benzeri olmayan nadide bir vaha gibi.

Mıhcıoğlu Bağevi

Ankara’nın sayfiyesi Ayrancı bağları

Ankara’nın köklü ailelerinde ve eşrafında bağ evi geleneğinin olduğunu biliyoruz. Kaledeki evlerinden yazın gelmesiyle önceleri at arabalarıyla, sonraları kamyonlara doluşarak taşınılan bağ evlerinde havaların soğumasına kadar kalınır, tüm kış hazırlıkları bağ evlerinde görülürmüş.

1970’li yılların sonuna doğru Ankara’da bir söz yayılmaya başlamış, “bağ evini müteahhitte verip yerine apartman yaptırmak için bu son şansın, koruma kurulu kararı çıkınca artık evine dokunamazsın”. Bu kurul kararı ne zaman çıktı bulamadım ama Ayrancı bağ evlerinden sadece 4 tanesi bu furyaya katılmadı. Börekçi ailesine ait bir, Kınacı ailesine ait iki ve Mıhçıoğlu ailesine ait bir bağ evi. 

Ayrancı’da varlığını sürdüren 4 bağ evinden biri: Mıhcıoğlu bağ evi

Belediye tarafından restorasyonu onaylanan Şakir Kınacı’ya ait bağ evine daha önceki sayımızda yer vermiştik. Bahçesindeki süs havuzunun başında dedesi ile kahve içen Atatürk’ün anısına saygısından babasının bağ evinin yıkılmasına karşı çıktığını yazmıştık. 

Mıhçıoğlu ailesine ait bağ evinin korunmasının nedeni büyükbaba Halit Ferit Mıhçıoğlu’nun bu evi oğlu Dr. Ahmet Kazım Mıhçıoğlu’na bırakması olmuş.

Halit Ferit – Necibe Mıhçıoğlu çiftinin ikisi kız üçü erkek beş çocukları vardır. Ahmet Kazım Mıhçıoğlu, ailenin dördüncü çocuğu olarak 1907 yılında Ankara’da doğmuş. 1928 yılında Yüksek Orman Mektebi’nden birinci dereceyle mezun olmuş.

Mezuniyetinden hemen sonra İstanbul Belgrad Ormanı fen memuru olarak çalışma hayatına başlamış. 1931 yılında staj yapmak üzere bakanlık tarafından Almanya’ya gönderilmiş. Almanya’da Freiburg Üniversitesi’nde ormancılık tahsili görüp ve 1937’de doktora eğitimini iyi derece ile tamamlayarak yurda dönmüş.

Türkiye’ye döndükten sonra ilk olarak Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’ne, daha sonra Ankara Orman Fidan Müdürlüğü’ne tayin edilmiş. 1965 yılında kendi isteği ile emekliye ayrılmış.

Çocuğu olmayan Kazım Mıhçıoğlu, Hasanoğlan’da 60 dönümlük bir arazide, kendi eliyle çubuktan yetiştirdiği kavaklığı ‘Mıhçıoğlu Ormanı’ olarak bağışlamış ve Elmadağ ilçesinde okulu olmayan bir köye okul ve çeşme yapılmasını vasiyet etmiş. 

Okul hâlâ Hasanoğlan’da Dr. Ahmet Kazım Mıhçıoğlu İlkokulu adıyla eğitim vermeye devam etmekte.

Dr. Ahmet Kazım Mıhçıoğlu Ankara Kulübü’nün kuruluşunda da bulunmuş ve 1947-1951, 1956-1964 ve 1967-1968 tarihleri arasında başkanlığını yapmış. 04.11.1987 tarihinde vefat eden Dr. Ahmet Kazım Mıhçıoğlu Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki aile kabristanına defnedilmiş.

Garanti Bankası Anafartalar Caddesi’nde kuruluyor

Ankara’nın köklü ailelerinden olan Mıhçıoğlu ailesinin büyük oğlu Halil Naci Mıhçıoğlu ve arkadaşı Mahmut Nedim İrengün,Garanti Bankası’nın ‘kurucuları’ arasında isimleri geçiyor. Bugün hayatta değiller. 1946 yılının Ankara’sında banka kuracak kadar ‘girişimci’ olan İrengün ve Mıhçıoğlu, o dönemde en yakın arkadaşları Vehbi Koç’un İkinci Dünya Savaşı sonrası, şirketlerin likiditeye ihtiyaç duyduğunu keşfederek bu işe soyunuyor, İrengün ve Mıhçıoğlu bu kararlarını Vehbi Koç’a açıyorlar. ‘Olur’ yanıtı alınca da Ankara Anafartalar Caddesi’nde daha önce kağıt deposu olarak kullanılan 300 metrekarelik mekanda, 1 şube ve 25 personelle işe başlıyorlar. Bankanın adını da ‘Garanti’ olarak tescil ediyorlar.

Sanayinin ve ticaretin kalbinin aslında İstanbul’da attığını fark ederek 1950 yılında genel merkezi Ankara’dan İstanbul’a taşıyorlar, ardından peş peşe açtıkları şubelerle, pek çok banka batıp çıkarken, onlar orta ölçekli bir banka yaratıyorlar.

TBMM’de 7. dönem milletvekilliği de yapan Halit Naci Bey 30.09.1986 tarihinde vefat etti. 

Erhan Mıhçıoğlu

Mıhçıoğlu ailesi Ayrancı’da yaşamaya devam ediyor

Kazım Mıhçıoğlu’nun küçük erkek kardeşi Mehdi Mıhçıoğlu’nun oğlu Erhan Mıhçıoğlu ile telefon ile görüşme yapma imkanımız oldu. 

Erhan Bey halen Ayrancı Dedekorkut Sokağı’nda aileye ait apartmanda yaşıyor. Kimya mühendisi olan uzun yıllar döküm sanayi ile uğraşan Erhan Bey artık emekli olmuş, eşinin vefatı ve pandemi nedeniyle çoğunlukla Datça’da bulunuyor. Ankara’ya döndüğünde Ayrancı’nın eski günlerine dair uzun bir sohbet sözü aldığımız Erhan Bey, 1951 yılında babasının yaptırdığı Meneviş ile Güven Sokağı’nın (şimdiki Kuveyt Caddesi) Ayrancı’nın ilk apartmanının, 1953 yılında bağ evinin tadilatı sırasında Şakir Kınacı’nın bağ evinde yatılı misafirliklerinin, Ayrancı’daki çocukluk gençlik günlerine ait anılarıyla bir parmak bal çaldı. Babası ve halaları ile ilgili anıları ve aile albümünden fotoğrafları Ankara’ya döndüğünde bizimle paylaşacak, bizlerde heyecanla bekliyoruz.

Mıhçıoğlu Bağevi
Mıhçıoğlu Bağevi

Bağ evinden Dafne Restoran’a…

Erhan Beyin telefonda ifadesi şöyleydi; “Büyükbabamız Halit Ferit Mıhçıoğlu, Kazım Amcam Orman mühendisi diye bağ bahçe işlerinden anlayacağını düşündüğü için Ayrancı’daki bağ evini ve Elmadağ – Hasanoğlan’da bulunan araziyi kendisine bırakmıştı. Amcam çocuğu olmadığı için bağ evini Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağışladı. Daha sonra farklı firmalar burayı kiralayarak Ankaralılara hizmet vermeye başladı.

Mıhçıoğlu ailesinin varlığından habersiz olarak benim ve arkadaşlarımın da gittiği, kiracılarının işlettiği hatırladığım ilk mekan Park Klüp’tür. Seksenli yıllarda ilk açıldığında, garden partileri, tenis kortları ile herkesin şık şıkıdım giyinip, akşam üstleri kokteyl içtiği, geceleri müzik dinleyip dans ettiği eski Türk filmlerindeki gibi bir kulüptü.

Sonra şimdilerde Safiye Soyman ile televizyonlarda gördüğümüz Faik Öztürk ve ortağı kiralayarak Beyler Konağı isimli (bu eril isimli mekan zamanın ruhundan uzaktı) kebapçı, meyhane karışımı bir mekan açtılar. 90’larda eller havaya furyası başlayınca Faik Öztürk ortağından ayrılarak Filistin Caddesi’nde Dedikodulu Meyhane’yi açınca, ortağı işe devam etmedi ve mekan şimdiki kiracı Dafne Restoran’a devredildi. 

Ayrancı’nın bu eski bağ evi yılların izini Dafne Restoran adıyla yaklaşık 30 yıldır bu adreste bizimle paylaşmaya devam ediyor.

Mıhçıoğlu Bağevi

Ayrancı semtinin unutulmaz anıları

Başkentin Ulus merkezinden Çankaya yönünde gelişmesini öngören şehir planı uygulanmaya başlamıştı. O tarihlerde yeni şehir planını öğrenen gazi dedem ile silah arkadaşı gazi dayım, Teneke mahallesinde bulunan geniş bahçeli bağevini satın alırlar. Belleğime yerleşen 30 Eylül 1960 günü unutulmaz bir tarih oldu. Annem ile birlikte köyümüzden yeni evimize taşınıyoruz. Sevinç içinde şehir ortamına uyum sağlamaya çalışıyoruz. Bahçemizi kuru otlar bürümüş, meyve ağaçlarını tırtıllar sarmış. Bahçemizin kuru otlarını temizledim. Çeşitli meyve ağaçlarının kuru dallarını budadım, tırtıllarını ayıkladım. Kollu tulumbadan çektiğim kuyu suları ile bahçemizi ve ağaçlarımızı bir güzel suladım. Ağaçların gölgesine kurduğum masada kuş sesleri eşliğinde ders çalışma sürecini başlattım. 

Semtimizin çamurlu yollarına otobüsler ve dolmuşlar hiç uğramıyor. Günümüz Şili meydanından dönen iki kollu trelöybüsler, Kavaklıdere-Ulus bulvarında seferler yapıyor. Opel marka dolmuşlar da  Tunalı Hilmi bağevi ile Ulus arasında 25 kuruş bedelle yolcu taşıyor.

Evimizin önünden mevsimlik akış gösteren dere, vadi boyunca sıralanmış kavak ağaçlarını suluyor. Bölgemizde geniş uzanımlı tarlalarda, uzak aralıklı bağevlerinde sağmal sığırlar ve kuzulu koyunlar besleniyor. Bizim gibi yeni taşınan aileler arasında sıcak komşuluk ilişkileri, yeni yeni arkadaşlıklar başlatılıyor. Mahallemize piknik yapmaya gelen başkentlilere, bağevlerinden içme suyu istediklerinde, içme suyu yerine ayran ikram edilmesi gelenek haline gelmişti. Belki de bu yüzden yeni semtimize Ayrancı Mahallesi adının yakıştırılması efsane boyutlarına ulaşmış, dilden dile dolaşmış, halkımız arasında yaygınlaşmıştı…

Evimizin tapu belgelerini, ortaokul diplomamı ve nüfus kağıdımın örneğini lise yönetimi yetkililerine sundum. Yıldırım Beyazıt Lisesine kayıt yaptırmayı başardım. Futbol tutkunu lise müdürü, aramızdan 16 gönüllü öğrenciyi lise futbol takımına seçti. Gençliğimizin en güzel yılları. Bir sporcu gibi ince yapılı, gür saçları özenle taralı, geleceğe umutla bakan yakışıklı arkadaşlarız. Ziya Şengül, Şükrü Birant, Levent, Onursal, Abidin, Utku, Yaşar ve ben. Telsizler çayırlığı okulumuz yakın futbol sahasında coşku içinde tek kale maç yapıyoruz. Tatil günlerinde de bağevimizin bahçesinde top oynuyoruz ve yeteneklerimizi geliştiriyoruz. Böyle böyle çalışıp liseler arası futbol turnuvasında, 1961 yılı Ankara şampiyonu oluyoruz. 

Paris Caddesi 1960

Ankara belediyesi tarafından onaylanan Ayrancı Mahallesi İmar Planı 1966 yılında uygulamaya girmişti. Bu yeni süreçte önce Güvenlik Caddesi düzenlendi, caddemiz ilk kez asfaltla bir güzel kaplandı. Caddeye dik yönde, ızgara planı ölçülerinde, sayısız sokakla bölünmüş arsaların, ada ve parselleri, renk renk apartmanlar ile süslenmeye başlanmıştı. Güvenlik Caddesinin doğu yakasında, günümüzün Akbank şubesinin bulunduğu parselden, bahçemizin içinden 1970 yılında Yuva Apartmanı yükseldi. Karşımızda, Güvenlik Caddesinin batı yakasında, 1973 yılında günümüzün İş Bankası şubesinin bulunduğu arsada da İşbankası Apartmanı yapıldı. Özellikle Güvenlik Caddesi boyunca banka şubeleri, lokantalar, marketler, kafeler, sayısız esnaf işlikleri süreç içinde açıldı. Böylece Aşağı Ayrancı semti gelişti, günümüzde özgün kimliğini kazandı. Mahallemizin birinci kuşak sakinleri, geliştirdikleri kültür değerlerini coşkuyla, kıvançla ve erdemli ölçüler içinde gençlere aktardılar.